26 Eylül 2007

UYAN TÜRKİYEM UYAN!...-ZAFER YAPICI

Beş yılda iç-dış siyasi, ekonomik, kültürel, askeri, idari, hukuksal, sosyal dengelerin bozuldu.

Ismarlanan yeni Anayasa ile demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Atatürk Cumhuriyeti'nin; senin cumhuriyetinin temelleri sarsılıyor.

Gidişat vahim.


Böylesi koşullarda televizyonlarda, basında sürekli tek taraflı yorumlar yapılıyor, demeçler veriliyor. Neredeyse herkes iktidar, herkes ABD, herkes AB ağzıyla konuşuyor. Her önüne gelen bir türlü sana ulaşmamış o sihirli sözcükten; "istikrardan" söz ediyor...


Senin ise yorumuna ve düşüncene damarına vurulan bir sakinleştirici ile adeta ket vurulmuş... Aslında geleceğin yok edilmiş...

Verilen görevleri yerine getirmenin mutluluğu içinde "sözde" köşe yazarları, aydınlar, bilim adamları, medya patronları, Sorosçular alkışlarının karşılığının kendilerine nasıl bir ödül olarak döneceğinin hesabı içindeler.

Çıkarcılık almış başını gidiyor.

Unutulan yine sen olmuşsun.

Dahası dinini, kutsalını sömürüyorlar. Tarikatlarla, devletin olanaklarıyla kurdukları sadaka ağlarıyla seni yoksullaştırdıktan sonra karın tokluğuna kendilerine bağlamaya çalışıyorlar.

Ülkeni zaman tüneline sokmuş, vitesleri çoktan geriye atmışlar. Seni tebaa, kendilerini de padişah olarak görüp "çok yaşa padişahım" seslerini, yeni fetvalarla daha da sık duyma arzusu içinde hayatlarını sürdürmek istiyorlar.



Onlar dokuz sülaleleriyle, yandaş ağlarıyla Lale Devri'nin sefahati ve şatafatı içinde yaşamaya devam ederken sana sefalet düşüyor.

Üstelik sefahat ile sefalet arasındaki nedenselliği sorgulamayacak; eleştirel düşünceye uzak nesiller yetiştirmeye çoktan başlamışlar...

Uyan Türkiyem uyan!...

Geçmişini hatırla. Sorgula bugünü...

Onurlu geçmişini, cumhuriyeti hangi şartlarla, kimlere karşı savaşarak kurduğunu hatırla örneğin. Yurdunu işgal etmiş güçlü emperyalistlerden bile korkmadığın günleri, bağımsızlığını ne zorluklarla kazandığını hatırla...

Sonra bağımsızlığın anlamını sor kendine. Bağımsızlık ertesinde kurduğun yeni cumhuriyetin ne demek olduğunu...

Tebaa olmadığını hatırla örneğin. Kadınıyla, erkeğiyle demokratik laik sosyal bir hukuk devletinin eşit yurttaşları olduğunu; Atatürk Cumhuriyeti'nin yurttaşları olduğunu, özgür olduğunu hatırla...

Onuncu Yıl Nutku'nu hatırla örneğin. Hani o ders kitaplarından çıkartılmaya çalışılan "sakıncalı okuma parçası"nı(!)...Yürümekte olduğun (ancak döndürülmeye çalıştığın) terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafanda tuttuğun meşalenin müspet ilim olduğunu hatırla. Güçlükleri yenmedeki kararlılığının kaynağını yeniden düşün.

Sonra namusun ve cesaretin ne demek olduğunu sor bir kez kendine. İsmet İnönü'yü düşün örneğin. "Namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmalıdır" sözünün anlamını çözdüğün an bulursun karanlıkla savaşmanın yöntemini ... Çözümün "nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilmeyen", namuslu ve cesur insanların çoğalmasında olduğunu görürsün o an...

Duyarsız kalmış olmanın nedenlerini sorgula sonra. Korkularınla yüzleş. Kendi küçük dünyanda, bireysel çıkarına esaretinin korku imparatorluğunu yaratan neden olduğunu işte o zaman bulursun. O zaman görürsün ülkende siyasal zemine hakim olan ilkenin demokrasi değil, beklenti odaklı korku olduğunu...

Dedim ya, çözümü geçmişi hatırlayıp, bugünü sorgulayınca bulursun.

Çözüm, herkesin taşının altına elini koymasındadır. Gerçek demokrasiyi, gerçek demokratlığı anlatacak, anlayacak yüreklerin ortaya çıkmasındadır. Eğer çıkmazsa, korkarım demokrat (!) başbakanın "herkes işine baksın" sözü yeni demokrasi tanımı olacaktır...

Çözüm tarafsızlığın ne demek olduğunu sorgulayacak beyinlerin ortaya çıkmasındadır. Eğer çıkmazsa, tarafsız (!) cumhurbaşkanının tarikat kadrolaşmaları yeni tarafsızlık tanımı olacaktır...

Çözüm Türkiye'yi Mustafa Kemal'in yoluna taşıyacak siyasi iradede birleşmektir. Eğer birleşilmezse, Türkiye laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olmaktan çıkıp, her yönüyle "Batı çıkarlarına karşı ılımlı İslam cumhuriyeti"ne dönüşecektir...

"Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir." 1924, M.KEMAL ATATÜRK

Uyan Türkiyem uyan!...

Ancak uyanırsan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ün cumhuriyeti; senin cumhuriyetin yaşayacak...

Ancak uyanırsan, tebaa değil, yurttaş kimliğine kavuşacaksın. Tarikatlar demokrasisine değil gerçek demokrasiye, sadaka kültürüne değil sosyal devlet anlayışına ulaşacaksın.

Uyan TÜRKİYEM uyan!...

(Haber Ekspres, 25 Eylül 2007)

18 Eylül 2007

ÇOĞULCULUĞUN ANAYASASI MI ÇOĞUNLUĞUN ANAYASASI MI? - ZAFER YAPICI

Demokrasinin siyasi boyutu katılımcılık ve çoğulculuktur. Katılımcılığın ve çoğulculuğun olmadığı bir demokrasi düşünülemez. Oysa şimdi katılımcılığı ve çoğulculuğu çoğunluk olarak algılayan AKP iktidarı kendi çoğunluğuna dayanıp yeni anayasa yapmaya hazırlanıyor. Demokrasiyi Türkiye'yi "Ilımlı İslam ülkesine" çevirmek için araç olarak kullanıyor.

Anayasa'da yapılacak değişiklikleri önce Prof. Dr. Zafer Üskül'e daha sonra Prof. Dr. Ergun Özbudun ve ekibine(!) ısmarlayan AKP zihniyeti zaman zaman ortaya atılan Anayasa taslaklarıyla kamuoyunu oyalama taktiğiyle; bırakılan boş alanları doldurma gayreti içine giriyor...

İşte kamuoyunu uzun süredir meşgul eden ve değiştirilmesi düşünülen Anayasa maddelerinden bazıları ve bu maddelere ilişkin öneriler:

Anayasa'nın 42. Maddesinin 1. paragrafında yer alan "kimse, eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz" ifadesi, yeni düzenlemeye göre "kimse, eğitim ve öğrenim hakkından, kılık-kıyafet nedeniyle alıkonulamaz" olarak değiştiriliyor. Ayrıca, "eğitim-öğrenim kurumlarında kılık-kıyafet serbesttir" ifadesi bir seçenek olarak sunuluyor.

Anayasa'nın din ve vicdan hürriyeti başlıklı maddesinden 14. maddeye atıfta bulunan hükmün çıkarılması öngörülüyor. Böylelikle ibadet, dini ayin ve törenlerin demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya dönük faaliyetler biçiminde yapılamayacağına" dair anayasal engel ortadan kaldırılmış oluyor.

Yine Anayasa'nın 42. maddesinin 9. paragrafında yer alan "Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez" hükmü yeni düzenlemeye göre: "eğitim ve öğretim dili Türkçe'dir. Türkçe'den başka dillerde eğitim demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kanunla düzenlenir" şeklinde sunuluyor.

Gençliğin korunmasıyla ilgili Anayasanın 58. Maddesinin 1. paragrafında: "Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilim ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirler alır." hükmünden yeni düzenlemede "Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda" ifadesi kaldırılıyor.

Muhalefetin 110 milletvekili imzası olmadan Anayasa Mahkemesi'ne gidemeyeceği hükmü getirilmek isteniyor.

Bu beş madde üzerine getirilen öneriler bile yapılmak istenen yeni anayasanın "ruhunu" açıkça ortaya koyuyor.

AKP'nin hayalindeki anayasa ile,

· Türban üniversitelere girecek.
· Tarikatlara daha da serbestlik sağlanacak.
· Türkçe'den başka diller için de "ana dilde eğitim" mümkün olacak.
· Gençlerin Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunun dışında yetişmesi sağlanacak.
· Muhalefetin Anayasa Mahkemesi'ne başvurması zorlaştırılacak.

Bir başka ifadeyle,

· Bağnazlığın bilim kurumlarını görsel olarak da hakimiyeti altına almasının önündeki anayasal engel ortadan kalkmış olacak.
· Din ve vicdan özgürlüğü artık anayasal olarak da tarikat özgürlüğü olarak sunulacak.
· Eğitim Birliği Yasası'nın son kalıntıları da ortadan kaldırılıp, ulus-devletten etnik gruplar federasyonu olmaya bir adım daha yaklaşılacak.
· Gericilerin en büyük korkusu olan gençlik daha da kimliksizleştirilecek. Kemalist bilinçle gençliğin bağı kopartılıp, bağımsızlığın, özgürlüğün ve umudun sesi; gençlerin sesi daha da kısılmaya çalışılacak.
· Muhalefetin sesi de tıpkı gençlerde olduğu gibi kısılmaya çalışılıp, demokrasi sadece iktidara ve iktidara karşı ılımlıların faydalanabileceği bir araç haline getirilecek.

"İkinci cumhuriyetçilik ve Yeni Osmanlılık" düşünceleri ve dinci, bölücü ve emperyalistlerin alkışlarıyla yapılacak Anayasa ancak bu kadar çağdaş ve demokratik(!) bir Anayasa olacak...

...Hatırlarsınız; "İkinci Cumhuriyetçi" bir bilim adamı(!) İzmir'de "neden her yerde bu adamın (Atatürk) fotoğrafları var diye soracaklar" diye nutuk atmıştı...
AKP'den milletvekili seçilen bir hukukçu(!) "Anayasa'da Atatürk milliyetçiliği, Atatürk ilke ve inkılapları kavramlarına gerek yok" diyerek anayasa tartışmalarını başlatma görevini üstlenmişti...

Cumhurbaşkanı bir zamanlar "ne mutlu Türküm diyene lafını her yere yaza yaza Türkiye ilkel hale dönüşmüştür" buyurmuştu. Başbakan "Türkiye, kendisine din olarak Kemalizm'i almış ve kitlelere zorla dikte edilmiştir" deyivermişti...

DTP milletvekili Emine Ayna "üniformalı anayasa istemiyoruz. Sivil anayasadan yanayız. Anayasanın ilk 4 maddesi değişmeli, herkes düşüncesini özgürce söylemeli" demişti. Devletin şeklinin, cumhuriyetin niteliklerinin, devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkentinin değişmezliği ile ilgili hükümleri değiştirme düşüncesini açıkça ifade etmişti...

Türkiye ile hesaplaşması bitmeyen tüm sömürgeciler Mustafa Kemal'in değerlerini çağdışı ilan etmekte birbirleriyle yarışıyorlardı...

Aslında ülkemiz parmaklarımızın ucundan kayıyordu...

İşte değerli okurlarım, Anayasa için düşünülen bu değişiklikler bile rejimiz ve bölünmez bütünlüğümüzün ne kadar büyük tehlike ve tehdit altında bulunduğunun açık göstergeleridir.

İkinci Cumhuriyetçi, Yeni Osmanlıcı, dinci, bölücü ve sömürgeci unsurlar Mustafa Kemal'i önce anayasamızdan, sonra zihinlerimizden silmek adına birleşmişlerdir.

Üstelik "demokrasi" argümanını kullanarak...

Oysa siyasal iktidarın hayalindeki anayasa; siyasal iktidara hakim partiye devleti tamamıyla ele geçirtme hedefine yöneliktir. Dahası renksiz görünümlü bir anayasa, aslında turuncu anayasadır. Sadece turuncu değil aynı zamanda antidemokratik ve gerici anayasadır...

"Sivil anayasa" sözcüğü ardında gizlenen şey anayasanın özünün değiştirilmesidir. Atatürk Cumhuriyeti'ni İslam devletine götürmektir. Türkiye'yi etnik gruplar federasyonuna dönüştürmektir.

Medya gazıyla sivil imajı çizenler sivil, demokrat görünenler demokrat değildir!

Sivillik ve demokrasi ancak çoğulculuğun anayasasında söz konusudur. İkinci cumhuriyetçinin, Yeni Osmanlıcının, dincinin, bölücünün, sömürgecinin anayasasında değil...

(18 Eylül 2007, Haber Ekspres)

13 Eylül 2007

CHP ve BAYKAL - ZAFER YAPICI

Televizyonlarda aynı şeyleri duyuyor, gazetelerde aynı şeyleri okuyorsunuz.

Küreseli, yereli, iktidarı, sermayesi, emeği, işsizi, sağcısı, solcusu, orta yolcusu...

Hep aynı şeyleri istiyor diyorlar...

Şaşırıyorsunuz!

Emperyalisti, teröristi, gericisi, haini, düzenbazı, iş bitiricisi, ahlaksızı, duyarsızı ilkesizi...

Onlara duyduklarınızı söyletiyor...

Bilmiyorsunuz!

Siyaset Türkiye'de yeniden biçimlendiriliyor. Ancak ne yazık ki dürüstlük ve ilkelilik yönünde değil...

Sağı gericiliğe ve emperyalizm taşeronluğuna; solu da gericilik ve emperyalizm taşeronluğuna hoşgörülülüğe eşitlemeye çalışıyorlar dört koldan.

Sağ bunu çoktan kabul etti. Dinciler iktidara taşındı. Milliyetçiyiz diyenlerin sesleri bile iki günde kesildi.

Solun bir kısmı "ılımlılık" büyüsüne kapıldı, 14 Nisan gömleği üzerlerine bol gelenler, ortama uyarak Fethullahçı geçmişleriyle yeniden barışma yolundalar...

Olanlar ortada... Sağı da solu da Kemalizm düşmanlığında ve Kemalizm düşmanlığına tepkisiz kalmakta, ya da sözde tepkiler vermede birleştirmeye çalışıyorlar...
Daha da kolay yönetilebilir bir Türkiye yaratmak için...

Prof. Samuel Huntington, "Türkiye, kendine yabancı bir laikliği ve Atatürk mirasını reddetmelidir"; CIA Ortadoğu Masası şefi Paul Henze "Klasik Atatürkçülük ölmüştür, köktendincilik Türkiye için tehlike değildir" buyurdular dışarıdan örneğin...

"Tamam" dediler içeridekiler, "anlaşıldı"...

"Türklük bir alt kimliktir", "Türkiye, kendisine din olarak Kemalizm'i almış ve kitlelere zorla dikte edilmiştir", "Yahu, milletin bütünlüğü 'ne mutlu Türküm diyene' ifadesiyle sağlanır mı? Osmanlı 30'u aşkın etnik grubu ümmet düşüncesiyle bir araya getirdi. Biz de inanç birliğiyle tutacağız", "Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor. Yahu bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu. Sen bunu önüne geçemezsin ki"...sözlerini başbakan söyledi...

"Ne mutlu Türküm diyene lafını her yere yaza yaza Türkiye ilkel hale dönüşmüştür", Tarih boyunca görülmüştür ki, en birleştirici unsur dindir", "Moral değerleri açısından Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eden ve en ziyade tahribatı vermiş olan laiklik ilkesidir", "İkinci cumhuriyet ve Yeni Osmanlılık kavramlarını çok sağlıklı buluyorum ve geleceğe umutla bakıyorum", "Türkiye'de cumhuriyetinin sonu geldi, kesinlikle laik sistemi değiştireceğiz" sözlerini ise şimdiki cumhurbaşkanı...

Atatürk ilke ve devrimlerini ve devletin ulusal, laik, üniter yapısını savunanlara bazı köşe yazarları "içe kapanmacı, dışlayıcı, uç milliyetçiliğe yaklaşan" ifadelerini yakıştırdılar... Neredeyse ulusalcı olmak, Kemalist olmak çağ dışılık olarak sunuldu...

Bu iç ve dış baskılar muhalefetin bir kısmı üzerinde etkisini gösterdi. Meclisin yeni muhalefet partileri "ılımlılık" kaygısına düştüler. Belki de "bizi de kullanır birileri zamanımız gelince" diye düşünüp nadasa çekildiler!

...Bir tek CHP direndi...

Bu çürümüşlüğün ve boşvermişliğin yüceltildiği, Kemalizm'in ötelendiği, sosyal-devletin yok edildiği, yağma ekonomisinin kurumsallaştığı ortamda bir tek CHP çürümüşlüğe ve boşvermişliğe başkaldırdı, Kemalizm'i, sosyal devleti ve ezilmişi sahiplendi...

CHP'nin lideri Deniz Baykal da CHP'nin ideolojisini kararlılıkla savundu. Emperyalizme, sömürüye, gericiliğe, ayrıcalıklara ve eşitsizliklere karşı; Kemalizm'in yol göstericiliğinde dürüst ve onurlu bir mücadele yürüttü...
CHP de lideri de direndi, direndi, direndi...

Son kale düşmedi!

İşte bu yüzden CHP'nin, kimliği, ideolojisi ve Genel Başkanı hedef alındı. Altı oklu al bayrağına "hafif sarı" renkler sürüp, turuncuya çevirmeye çalıştı birileri... Soros milyonerleri!

Bir kez daha altını çiziyorum. Sadece CHP'nin Genel Başkanı hedef alınmadı. CHP'nin kimliği, ideolojisi de hedef alındı. Cumhuriyetçiliği, laikliği, devrimciliği, devletçiliği, halkçılığı ve ulusalcılığı da hedef alındı...

Hedefleri açık...CHP'nin pasifleşmesi veya tarihe gömülmesi. Mustafa Kemal Atatürk'ün "benim iki büyük eserim var biri Cumhuriyet diğeri de Cumhuriyet Halk Partisidir" dediği CHP'nin pasifleşmesi veya tarihe gömülmesi...

Sermaye hazır, figüranlar hazır...

Roller biçilmiş...

Ama sizler de varsınız...Bu ülkenin onurlu insanları, hesap edilmeyen güçler, sizler de varsınız...

Şimdi sıra sizde, bizde.

Soros'un değil, Mustafa Kemal'in yolunda gidenlerde.

Açıkça söylüyorum. Mücadeleye doğru yerden başlamalıyız. 9 Eylül'ün ışığı altında yitirilen değerlerimizi yeniden kazanmak adına CHP'ye ve onun yurtsever lideri Deniz Baykal'a sahip çıkmalıyız.

İnadına...

(Haber Ekspres, 11 Eylül 2007)

04 Eylül 2007

ÖZELLEŞTİRME SIRASI SEÇİMLERDE Mİ? - ZAFER YAPICI

Hatırlarsınız ABD'de Kasım 2004'te yapılan başkanlık seçimlerinden bir süre sonra seçimlerde hile yapıldığına dair savlar ortaya atılmıştı. O seçimlerin sonuçlarını yazılım programı ile sanal ortama aktaran şirket Sun Microsystem idi...

Daha sonra bu şirket Yunanistan'da seçim sonuçlarını yazılım programı ile sanal ortama taşıma konusunda yapılan ihaleyi kazandı. Ancak Yunan hükümeti, hakkında ABD seçimlerine hile karıştırdığı yönünde iddialar bulunan bu şirketin ihalesini iptal etti.

Türkiye'de de seçimler yapılacaktı. Seçim sonuçları konusunda bir yazılıma ihtiyaç vardı. İhale yapıldı. Sun Microsystem ihaleyi kazandı...

Sun Microsystem'e Türkiye'de yapılan seçim sonuçlarını sanal ortama taşıması için küresel çapta faaliyet gösteren ve dünyanın en büyük yatırım bankalarından kabul edilen JP Morgan yüklü bir kredi verdi.

Küresel dev JP Morgan'ın Türkiye'de yapılan seçimlere ilgisi seçim sonuçlarını işleyecek yazılım şirketine kredi vermekten ibaret kalmadı.

Hikmet Çetinkaya'nın 29 Ağustos tarihli köşe yazısında daha önce pek üzerinde durulmamış ilginç bir nokta vurgulandı. JP Morgan, KONDA'nın patronu Tarhan Erdem'e de kamuoyu araştırmaları yaptırıyordu...

Ve...KONDA'nın JP Morgan için yaptığı son seçim anketi sonucunda AKP sürpriz bir şekilde (!) yüzde 48 oyla birinci parti çıkmıştı...

Bu ilişki ağı ister istemez şu soruları akla getirdi:

Tarhan Erdem'in yüzde 48 oyla AKP iktidarını işaret eden kamuoyu araştırması yazılım şirketi tarafından veri olarak alınıp sanal ortam AKP lehine dönüştürülmüş olamaz mı? Bir başka deyişle, önce kılıf oluşturulup sonra minare çalınmış olamaz mı?

ABD'de hakkında seçimlere hile karıştırdığı iddiaları bulunan, Yunanistan'ın son anda ihalesini iptal ettiği bu şirket, Türkiye'de elini kolunu sallaya sallaya seçim sonuçlarını biçimlendirmiş olamaz mı?

Yalçın Bayer'in 17 Ağustos tarihli köşe yazısında örnek sandıkları vererek oy çelişkilerini ortaya koyması yukarıdaki kuşkuları büyütüyor. Bayer'in yazısına göre İzmir'de sandık tutanakları ile bilgisayarda dökümü yapılmış tutanaklar arasında önemli farklılıklar mevcut. Bayer'in numaralarını da verdiği sandıkların tutanaklarında düşük oy alan iktidar partisinin ve yüksek oy alan muhalefet partilerinin oyları, bilgisayar ortamında tersyüz edilmiş...

Görünen İzmir'de böyle hileli durumların söz konusu olduğu. Ya ülkemin diğer köşelerinde?

Değerli okurlarım, özelleştirme adı altında bankalarımızın yüzde 42'si yabancıların eline geçti. Sırada Halk Bankası ve Ziraat Bankası var. Bu noktada bir soru daha akla geliyor. Acaba şu "seçim kreditörü" ünlü banka bizim bankalarımızdan birine mi talip?...Yakında bu kuruluş özeleştirme adı altında elde kalan son bankalarımızdan bir pay kaparsa şaşmamak gerek...

Belki de bu operasyon öncesi şunu da yaparlar; belli mi olur: İktidarın yardakçısı bir araştırma şirketine "Türk halkının bankacılık sisteminin tamamen yabancılaşmasını isteyip istemediği konusunda" bir anket düzenlemesi için "finansör" olurlar. Sonuçların %90 istendiği yönünde çıkması/çıkartılması üzerine, bunu "kreditörü" oldukları bir yazılım şirketi aracılığıyla %99'a tamamlarlar...

Böylece umumi arzu üzerine, "demokrat" iktidarın onayıyla, kalan bankalarımızı da ele geçirmiş olurlar...

Şakası bir yana, küreselleşmenin nasıl işlediği belli. Küresel efendiler gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını sömürmek için her şeyden evvel kendilerine bağlı, kendi söylemlerini kabullenecek ve sömürüye ses çıkarmayacak zihniyetleri ve siyasi partileri iktidara getirmek isterler. Ve bu hedeflerine ulaşmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmazlar.

Türkiye'de de neler yaşandığı belli. Türkiye'de Kemalist ideolojiden çekinen yeni-sömürgeci güçler, işbirlikçileriyle hareket edip Atatürkçülere ve CHP'ye saldırarak kendilerine teslim siyasi zihniyetlere güç vermişlerdir. Bu zihniyetleri istikrar masallarıyla, "finans" oyunlarıyla, görünmeyen ilişki ağlarıyla iktidara taşımak için her yolu denemişlerdir.

AKP'nin tekrar iktidar, Abdulah Gül'ün de Cumhurbaşkanı olması, Anayasanın içinden Atatürk ilke ve devrimlerin çıkarılmasıyla ilgili değişikliklerin gündemde tutulması; Türkiye'yi "ABD çıkarlarına karşı ılımlı İslam devleti" olarak görmek isteyenleri rahatlatmaktadır. Görülüyor ki, ABD, Avrupa Birliği, Talabani ve Barzani, giderek daha çok aynı şeylerden mutlu olmakta, aynı şeylerden üzülmektedirler.

Onlar mutlu oldukça Türkiye geri kalmaya mahkum olmaktadır.

Oysa her geri bırakılmış ülke için çözüm sömürüye direnmeden geçmektedir. Çözüm bilinçlenmekten, üretmekten, çalışmaktan geçmektedir...

Gelişmek için küresel efendilere değil, yurdumun yetiştirdiği, yetiştireceği yurtsever anlayışa sahip üretim güçlerine ihtiyaç vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin rejimini ve bölünmez bütünlüğünü sahiplenen, yücelten, Atatürk ilke ve devrimlerinden ödün vermeyen, cumhuriyetin, laikliğin ve demokrasinin bir arada yaşamasını bilimselliğe ve akılcılığa dayandıranlara ihtiyaç vardır...

Yazılım programını spekülatörlere ısmarlayanlara değil, yazılım programı üretecek genç bilim adamlarının yetişmesine destek olacaklara ihtiyaç vardır...

Üniversiteleri tarikat yuvalarına değil, bilim yuvalarına çevireceklere ihtiyaç vardır.

Cumhuriyetin tüm kazanımlarını satanlara değil, cumhuriyet kazanımlarını büyüteceklere ihtiyaç vardır.

Kalbi kreditörde beyni finansörde olanlara değil, tüm benliği ile Türkiye'de olanlara ihtiyaç vardır.

Seçimleri bile özelleştirmeye çalışanlara değil, çağdaş demokrasiyi kuracaklara ihtiyaç vardır.

Bugün dünden daha fazla Kemalizm'e; Kemalistlere ihtiyaç vardır.

Bugün dünden daha fazla birbirimizi sahiplenmeye; dayanışmaya ihtiyacımız vardır.

(Haber Ekspres, 4 Eylül 2007)