31 Ekim 2008

İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ... - ZAFER YAPICI

-Türkiye’de iletişim özgürlüğü konusunda son süreçte önemli sınırlamalara şahit oluyoruz.

Son olarak dünyanın en çok kullanılan internet arama motorlarından “google”ın üreticisi şirket tarafından yönetilen, internetin ilk büyük internet alanı servis sağlayıcısı “blogger”a erişim, T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereğince kısa süreliğine de olsa engellendi.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sayıları binlerle ifade edilen “blog düzenleyicisi” ve sayıları milyonlara ulaşan “blog takipçisi” bulunmakta. Türkiye’den blogger aracılığıyla yayın yapan sitelerin önemli bir kısmı, büyük basın ve yayın kuruluşlarının siyasal iktidar tarafından sessizleştirilmeye çalışıldığı bir ortamda, toplumsal farkındalık düzeyini yüksek tutma işlevini yerine getirmekteler.

Söz konusu yasakla, blogger aracılığıyla yayıncılık yapan tüm siteler susturulmuş oldu…

Neyse ki yasak kısa sürdü. 28 Ekim günü tüm sitelere erişim, aynı mahkeme kararıyla yeniden açıldı.

* * *

Değerli okurlarım, elbette aynı servis sağlayıcısından Türk hukuk sistemine göre suç teşkil edecek yayınlar yapan siteler olabilir. Bir hukuk devletinde yapılması gereken, bu tür yayın yapan sitelerin tespit edilmesi ve erişimi engelleme yaptırımının bu sitelerle sınırlı kalacak biçimde gerçekleştirilmesidir. Oysa söz konusu yargı kararı, aynı servis sağlayıcısının hizmetini kullanan tüm sitelere, üstelik gerekçesini ortaya koymaksızın, erişimi engellemiştir. Bu durum bir televizyon kanalının hukuka aykırı yayınlar yapması nedeniyle, tüm televizyon kanallarının yayınlarının engellenmesine benzetilebilir. Son tahlilde, bu tür uygulamaların kaybedeni sivil toplum ve demokrasi olacaktır. Zaten dünya genelinde söz konusu uygulama sadece İran ve Suudi Arabistan gibi teokratik devletlerde görülmektedir.

İletişim özgürlüğüne konulan bir engel, blog sitelerine erişimin tekrar olanaklı kılınmasıyla kısa vadede ortadan kalkmış görünüyor…

Ancak genel yasaklar koymaya olanak tanıyan yasal boşluklar var olmaya devam ettikçe gelecekte aynı sorunlarla karşılaşılabilir.

Değerli okurlarım, sorun, büyük oranda Türk hukuk sistemindeki yasal boşluklardan kaynaklanmaktadır. 5651 sayılı Internet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un yeniden incelenmesi ve kanundaki iletişim ve ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına cevaz veren boşlukların giderilmesi konusunda bir çalışma yapılması bu noktada yararlı olabilir.

(Haber Ekspres, 30 Ekim 2008)

29 Ekim 2008

CUMHURİYETİMİZ 85 YAŞINDA - ZAFER YAPICI

29 Ekim 1923'de Cumhuriyet ilan edildi.

15 Ekim 1927'de, CHP İkinci Kurultayı'nda, Kemalizm'i ifade eden altı
ilkeden "cumhuriyetçilik", "halkçılık", "milliyetçilik" ve "laiklik" CHP'nin temel ilkeleri olarak kabul edildi.

1931'de, CHP'nin Üçüncü Kurultayı'nda, "devletçilik" ve "devrimcilik" dört ilkeye eklendi.

1937'de altı ilke anayasaya girdi.

İşte bu dört tarih, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devlet yapısının sağlamlaştırılıp, güvenceye alınması sürecinde dört önemli kilometre taşıdır.

* * *

Bugün 29 Ekim 2008.

Cumhuriyetimizin 85. yılını hangi şartlar altında kutluyoruz?

Cumhuriyetin kazanımları yok edilirken,

Cumhuriyetin kurumları işlevsizleştirilirken,

Atatürk'ün ilkeleriyle hesaplaşılırken,

Sosyal devlet yerine sadaka veren devlet yapılandırılırken,

Din; siyasete alet edilirken,

Hukuk, eğitim ve hayatın her alanı dinselleştirilirken,

Yolsuzluk yapanlar korunurken,

Yoksulluk doğal karşılanırken,

Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri hedef
alınırken,

Cumhuriyeti ayakta tutan laikliğin içeriğini değiştirmeye yönelik çalışmalar
yapılırken,

Cumhuriyetin tüm kurumları kadrolaşmaların hedefi olurken,

Yurdumun dört bir yanına şehit haberleri düşerken,

Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter devlet yapısı tehdit ve tehlike altında iken...

* * *

Cumhuriyetimiz 85 yaşında bugün.

Buruk bir Cumhuriyet Bayramı 2008'inki.

Ne yazık ki...

Ancak burukluktan umut yaratacak sizlersiniz değerli okurlarım. Bu ülkeyi seven insanlar; sizler...

Coşkuyla kutlayalım bayramımızı o yüzden.

Burukluğu hissederek.

Ancak aynı zamanda, umudun yüreğimiz kadar bizlere yakın olduğunu bilerek...

(29 Ekim 2008, Haber Ekspres)

28 Ekim 2008

24 EKİM, İZMİR ve DENİZ BAYKAL - ZAFER YAPICI

Dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük ekonomik kriz (Büyük Buhran, Kara Perşembe) 1929 yılının 24 Ekimi'nde, ABD borsasının çökmesiyle başlamıştı.

Büyük Buhran'ın dünya çapında etkileri, tam anlamıyla 1929 yılının sonlarına doğru
hissedilmiş ve 1930'lu yıllarda devam etmişti...

Bu krizin yarattığı olumsuzluklar kısaca şunlardı:

1- Krizden önce ABD'de % 3 olan işsizlik oranı 4 yıl sonra % 25'lere yükseldi.

2- O zamanın parası ile 4 milyar 200 milyon dolar yok oldu.

3- Bankaların arka arkaya çökmesiyle, mudilerin Millbury Bank'taki paralarını çekme talepleri uzun kuyruklara yol açtı.

4- ABD'de başlayan kriz kısa sürede dünyaya yayıldı. Büyük Buhran tüm dünyada 50 milyon insanın işsiz kalmasına, toplam üretimde % 42 oranında bir düşüşe ve dünya ticaretinin % 65 oranında azalmasına neden oldu.

5- Meydanlara toplanan halk, büyük bir baskı uygulayıp yetkililerden bir açıklama istedi.

6- İşsiz kalan insanlar parklarda ve tren istasyonlarında yatmaya başladı.

7- Varlıkları bir anda elden giden bankacı ve iş sahiplerinde intihar etme vakaları görülmeye başlandı.

8- Halk, kriz nedeniyle, sahip olduğu değerli eşyalarını satmaya ve geçimini bu yolla sağlamaya başladı.

9- Piyasada para bir anda yok olduğu için halk artık takas yoluyla ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı.

10- Bir tas çorba içmek ve bir ekmek almak için uzun kuyruklar oluşturan halk, geçim sıkıntısına düştü.

11- Çalışmak isteyen, geçimi temin etmek isteyen ve çaresizlik içinde bulunanlar göç etmeye başladı.

12- Sabanla tarla sürülmeye başlandı.

İşte değerli okurlarım, 1929 Büyük Buhranı'nın birkaç sonucu böyle. Sadece buzdağının görünen yüzünden bazı örnekler sundum. Ya görünmeyen yüzleri...

* * *

79 yıl sonra gelen yeni krizin çıkış aşamaları 1929'un neredeyse aynısı. Sanırsınız 2008 yılında değil, 1929 yılında yaşıyoruz. Eğer önlem alınmazsa yukarıdaki olumsuzlukları bizim de yaşamamız an meselesi olabilir...

Bu nedenle yıllardan beri ekonomi alanında yapılan yanlışlıkları dile getiren CHP lideri Deniz Baykal, 24 Ekim 2008 günü İzmir'de, ekonomik krizden Türkiye'nin etkilenmemesi için ciddi adımların atılması gerektiğini vurguladı.

Bu vurgunun özellikle 24 Ekim'de ve İzmir'de yapılması sizce büyük bir anlam taşımıyor mu?...

İşte CHP Lideri Deniz Baykal'ın İzmir'den yaptığı kriz uyarıları ve önerileri:

1- Reel sektör çok ciddi şekilde bu krizden etkilenmeye başlamıştır. Çalışan insanlar da krizin mağduru olmaya başlıyorlar. İşten çıkarmalar giderek
yaygınlaşmaktadır. Reel sektöre yardımcı olmak için SSK primlerinin derhal indirilmesi lazımdır.

2- İşyerlerinin vergi borçlarının ertelenmesine yönelik bir düzenleme derhal yapılmalıdır. Muhtasarlarla ilgili, diğer vergilerle ilgili 1 - 1,5 yıllık bir ertelemeyi makul bir faizle mümkün kılan bir vergi ertelemesi düzenlemesi şu anda reel sektöre çok yararlı olacaktır. Geçici vergiler hariç, bunu destekliyoruz.

3- Türkiye'de çarkların dönmesini sağlamak için dış finansman gerekiyor. Türkiye derhal olabildiğince, bütün imkanlarını ve etkisini kullanarak, uluslararası işbirlikleri, finans kuruluşlarıyla anlaşmalar yaparak reel sektörün, finans sektörünün muhtaç olduğu likiditeyi sağlamalıdır. Döviz likiditesini ve Türk lirası likiditesini Türkiye mutlaka sağlamalıdır.

4- Sadece hisse senetleriyle ilgili olarak değil, tahvil ve bonolarla da ilgili olarak yerli- yabancı ayrımı; vergi ayrımı ortadan kaldırılmalıdır. Ekonomide tabiyete göre farklı vergi olur mu? Bu yanlış ve haksız. Biz yerliyi cezalandırıyoruz, yabancıyı ödüllendiriyoruz.

5- Mevduata tam garanti, hem bankalar arasında riski arttıracak gereksiz mevduat transferlerini önlemesi açısından yararlıdır; hem de içeriden dışarıya kaynak kaybını önlemesi açısından gereklidir.

6- Bugün Türkiye'de yeni kredi açılmıyor. Daha önce açılmış olan kredilerin geri çağrılmaya başlandığına tanık oluyoruz. Peki, Sabah ve ATV için verilen 750 milyon dolarlık kredinin garantisi neydi? Sabah ve ATV'nin İMKB'deki son gelişmelerin ışığında şu andaki garanti değeri nedir? Pek çok işyeriyle yeni teminat ihtiyacına dayalı müzakereler yapılmakta, yeni teminat ile yeni faizler istenmektedir. Başbakanın himayesinde açılan bu kredilerle ilgili olarak gerekli çalışma, diğer işadamlarına yapıldığı gibi yapılmakta mıdır?

7- Bankaları suçlayarak, sağa sola talimat vererek krizi yönetmek mümkün değildir. Siyasi kabadayılıkla ekonomik kriz yönetilmez.

8- Kara para, uyuşturucu parası ve terör parası Türkiye'ye girmemelidir. Bu konuda gerekli dikkat ve özen mutlaka gösterilmelidir. Ayrıca Deniz Feneri parası da bu yolla Türkiye'ye taşınmamalıdır.

9- Ekonomik krizi, 'hamdolsun iyiyiz, bu kriz Türkiye'ye teğet geçti'
değerlendirmeleriyle açıklamak kesinlikle yanlıştır. Bunun yanlış olduğu net bir biçimde ortaya çıkmıştır.

10- Türkiye'de bir süreden beri kredi, ciddi anlamda verilemez hale gelmiştir. En son verilmiş ciddi kredi iki kamu bankasının, Vakıflar Bankası'yla, Halk Bankası'nın Sabah ve ATV'nin satışı dolayısıyla vermiş olduğu 750 milyon dolarlık kredidir. Bu krediyi Sayın Başbakan'ın damadının başında bulunduğu şirket almıştır.

11- İşsizlik fonundaki 35 katrilyonluk kaynağın makul bir kısmının istihdam imkanı yaratacak projeler için ayrılması konusunda bir çalışma yapılabilir.

12- Türkiye yatırımların azaldığı bir noktadadır. Bu krizi, yatırımların azalması daha ağır bir noktaya çekiyor. Kamu yatırımlarının desteklenmesi lazım. Özel sektör yatırımlarının desteklenmesi lazım. Tarımın desteklenmesi lazım. Tarıma ayrılan kaynakların arttırılması lazım.

* * *

Değerli okurlarım, "Türkiye'de vatandaşın canı bu krizden resmen yanmaya başlamıştır" diyen Baykal, özellikle 24 Ekim'de ve İzmir'de AKP hükümetine ve Türk milletine önemli bir mesaj verdi.

Ekonomik krizin, eğer ciddi önlemler alınmazsa, 1929'da yaşanan ortamı yeniden üretebileceği ve Türkiye için krizin sonuçlarının 1929'dakinden çok daha vahim olabileceği uyarısını yapmak istedi...

Bu tarihi bir uyarıdır...

(Haber Ekspres, 28 Ekim 2008)

21 Ekim 2008

SOSYAL GÜVENLİKTE CHP NELERİ ÖNERDİ, AKP NELERİ REDDETTİ? - ZAFER YAPICI

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP tarafından çıkartılan, (gerçekte sosyal güvenliğin ortadan kaldırılması anlamına gelen) Sosyal Güvenlik Yasası'yla ilgili bakın neler söylemişti: "Bu yasa, sosyal güvenlik anlayışını, sosyal devlet anlayışının dışına çıkarmaya çalışan bir yasadır. Bu yasa ile sosyal devlet artık gözden çıkarılmakta, erozyona uğratılmakta, gücü yeten gücü yetene anlayışı fiilen anayasal sistemimizin temel anlayışı haline dönüştürülmektedir. Bu yasa ile Türkiye'de sosyal devlet tasfiye edilmektedir. Devletin çalışanlarına karşı herhangi bir sorumluluğu yokmuş gibi bir anlayışla yeni bir sosyal güvenlik modeli ortaya konulmaktadır."

Değerli okurlarım, Sosyal Güvenlik Yasası'yla ilgili CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın bu söyleminin altında yatan gerçekleri daha iyi anlayabilmek için bu yasayla ilgili CHP'nin neleri önerdiğine, AKP'nin de neleri reddettiğine bakmak gerekir...

* * *

İşte gerçekler...

CHP, "18 yaşını doldurup, evlenmemiş ve geliri olmayan kız çocukları, anne ya da babalarının sosyal sigorta haklarından yararlanarak tedavi olabilsinler" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Cezaevinde çalışıp, gelir elde eden mahkumlar sigortalı olsun" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Emekli aylıklarının artışında sadece TÜFE değil, milli gelir artışı da dikkate alınsın; bu ülkenin emeklileri ikinci sınıf yurttaş olmasın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Aylık bağlanacak çocuğu bulunmayan sigortalının dul eşine, başka hiçbir şart aramadan yüzde 75 oranında ölüm aylığı bağlansın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Yabancıların kronik hastalıklarının tedavilerini engelleyen hüküm yasadan çıkarılsın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Prim borcu olan esnaf ve sanatkar ile aileleri de sağlık yardımlarından yararlansın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Çok prim ödeyenin düşük, az prim ödeyenin de fazla emekli aylığı aldığı geçmiş uygulamalar (intibak) düzeltilsin; bu önerimiz ek yük getiriyorsa, zamana yayarak bu haksızlığı giderelim" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "İşsizlik ödeneğinden yararlanan işsizlerin, bu ödeneği aldıkları sürece malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi 'İşsizlik Sigortası Fonu'ndan karşılansın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Devlet, sosyal güvenlik sistemine 'tahsil' edilen değil, 'tahakkuk' eden primlerin üçte biri oranında katılsın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Sigortalının doğum yapan eşine yapılacak 'emzirme yardımı'nı 1.100 YTL'nin altına düşürmeyin, çocuğun anne sütüyle daha iyi beslenmesi gerekir" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Emekli aylıkları zaten çok düşük, 'aylık bağlama oranı'nı daha da düşürmeyin" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Sigortalıların gelir, aylık ve ödenekleri; nafaka borçları dışında şimdi olduğu gibi haczedilmesin" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Yürürlükteki yasalara göre, yıpranma hakkından yararlananlar, bu haklarını emekli oluncaya kadar sürdürebilsinler" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Emekli yaşı 65'e çıkıyor, dolayısıyla emekli olan sigortalıların tekrar çalışmaları halinde, alınan 'sosyal güvenlik destek primi'ni kaldırın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Sosyal güvenlik destek primini kaldırmıyorsanız, bari %15'e çıkarmayın, %10'da kalsın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Muhtarların Sosyal Sigorta primlerini devlet ödesin" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Ölen sigortalının yakınlarına cenaze masrafı ödenebilmesi için, sigortalının hayatta iken en az 360 gün prim ödeme şartını getirmeyin" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!

CHP, "Kayıt dışı çalışma çok yaygın. Reforma öncelikle bu alandan başlayın" önerisini getirdi.

AKP kabul etmedi!...

* * *

Değerli okurlarım, işte CHP'nin sosyal devleti ayakta tutma çabaları. İşte AKP'nin sosyal devleti gözden çıkarma çabaları ve yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Yasası...

"...İnsanları mutlu edecek tek vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan hareket ve enerjidir..." 1931- Mustafa Kemal Atatürk.

Yorum sizin...

(Haber Ekspres, 20 Ekim 2008)

14 Ekim 2008

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI İLE SADAKA KÜLTÜRÜNDEN KURTULMAK - ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, AKP, iktidara geldiği günden itibaren sosyal devleti yok sayan politikalar güttü. Sadaka kültürünü ön plana çıkardı. Devletin tüm olanaklarıyla, üretmeden tüketmek ve üretmeden kazanmak anlayışına dayanan bir kültürü toplumsal yapımıza işlemeye çalıştı.

Bu uygulama işsizliğin ve yoksulluğun çığ gibi büyüdüğü bir ortamda ilgi görmeye başladı. Ardından kredi kartları, şans oyunları, televizyonlarda yapılan yarışmalarda dağıtılan milyarlar vb. halkı üretmeden tüketmeye, üretmeden kazanmaya yönlendirdi....

* * *
Dünyayı saran ekonomik krizden Türkiye'nin etkilenmeyeceğini söyleyen Başbakan daha düne kadar "Ziraat ve Halk Bankası'nı satacağım" diyordu.

Bugün; "Ziraat ve Halk Bankası bu ortamda satılamaz" diyor...

Başbakan'ın bu sözleri bir bakıma şimdiye kadar uyguladığı ekonomi politikalarının yanlışlığının bir itirafı gibidir.

Üretmeden tüketmek ve üretmeden kazanmak anlayışının ve sadaka siyasetinin ilk iflas beyanıdır!

Çünkü esas sorun dünyayı saran finansal kriz değildir. Esas sorun, AKP iktidarının küresel finansal krizler karşısında Türkiye'yi korumasız kılan sadaka kültürü soslu neo-liberal ekonomi politikalarının gönüllü uygulayıcısı olmasıdır...

* * *

İşte ekonomide Türkiye'nin geldiği nokta:

* Ülkemizin dış ve iç, kamu ve özel toplam borç yükü 512,2 milyar dolara yükseldi.

* Cari açık 50 milyar 272 milyon dolara tırmandı.

* Enflasyon % 11,13 ile hedefin üç katına yaklaştı.

* "Son bir yılda gübrede % 180, mazotta %40 fiyat artışı ile çiftçilerimiz perişan
edildi.

* "Sokaktaki işsizlik"; yani gerçek işsizlik % 18'e yükseldi. Gençler arasında işsizlik % 30 düzeyinde.

* Kapanan ticaret ünvanlı toplam işyeri sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre % 83,3 artarak 27 bin 264'e tırmandı.

* Yılın ilk iki çeyreğinde üretim artışı 2007'nin altında kaldı. 2007'nin ilk altı ayında artış % 5,4 iken, bu yılın ilk altı ayında % 4,4'e geriledi.

* Sanayi sektöründeki üretim artış hızı ise geçen yılın ilk altı ayında % 6 iken bu yıl % 4,9 olarak gerçekleşti.

* 2007'nin sonunda Türkiye'de 37 milyon 335 bin kredi kartı, 55 milyon 510 bin adet de banka kartı kullanıldı. Şubat itibariyle 687 bin 16 kişi borcunu ödeyememe sorunu yaşadı.

* Son dokuz ayda 52 bin 140 işyeri kapandı.

* Bir milyon çoluk, çocuk, genç, ihtiyar gece yatağa aç girmekte,

* Yirmi dokuz milyon insan yoksulluk sınırı altında yaşamakta iken,

* Şimdi de küresel ekonomik kriz...

* * *

Değerli okurlarım, yoksulluğun mimarı AKP zihniyeti şimdi de yoksulluğu ortadan kaldırmak için yeni bir proje ürettiğini iddia ediyor...

AKP iktidarı, Türkiye'nin yoksulluk haritasını çıkartıp, yoksullara balık tutmasını öğretecek ve böylelikle yoksul sayısını düşürecekmiş(!)...

Nasıl mı?...

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik bu projeyle ilgili şu bilgileri verdi: "Yoksulun kim olduğu tanımlanacak. İl il yoksul sayısını tespit edeceğiz. Bu kritere uygun yoksul sayısı belirlenecek. Bunlara tek elden yardım yapılması gerekiyor. Diyelim ki, iki milyon yoksulumuz var. Bu yoksullara balık tutmayı öğreteceğiz. O insanlar balık tutarak karınlarını doyuracaklar. Böylece yoksul sayısı düşecek."

İşte iktidarın yoksulluğu ortadan kaldıracak projesi(!)...

Sadece karın doyurmak... Tek elden yardım yapmak...

Değerli okurlarım, Bakan'ın "tek elden yardım yapılması gerekiyor" demesi, yoksullara yardım yapacak "tek el"in kim olduğu sorusunu akıllara getirmiyor mu?...

Şimdi, Sayın Bakan'a sormamız gerekmez mi? Sayın Bakan yoksullara tek elden yardım dağıtarak nasıl balık tutmasını öğreteceksiniz? Balık tutmayı öğretmek, üretmeyi öğretmek, alın terinin karşılığını almayı öğretmek demek değil midir?... Eğer bu doğru ise neden yoksulları işsizleri üretime sevk edecek istihdama yönelik yatırımlar içeren projeler ortaya koymuyorsunuz da sadaka vermeyi, üretmeden tüketmeyi, üretmeden kazanmayı teşvik ediyorsunuz?...

* * *

Değerli okurlarım, sadaka politikasının yolsuzluk ağlarının CHP'nin aktif muhalefetiyle belirginleşmesi toplumda sessiz ancak derin bir uyanış sağladı.

Artık halkımız çözümün sosyal devlet anlayışı ile sadaka kültürünün yok edilmesinde olduğuna daha fazla inanıyor. Ekonominin doğru yönetilmediğini, kriz sürecinde daha net görüyor.

Artık yoksul insanlarımız AKP denizinde AKP oltası ve AKP yemi ile balık avlamayı istemiyor. Aksine demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin oltası ve yemi ile cumhuriyetimizin denizlerinde balık tutmayı istiyor.

Artık yoksulumuz ürettiği kadar kazanmak, kazandığı kadar da tüketmek istiyor.
Kısacası onurlu bir şekilde üretmeyi, onurlu bir şekilde tüketmeyi istiyor...

Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi öğünmeyi, çalışmayı ve güvenmeyi istiyor...

Bu farkındalığın daha da büyüyeceği bir sürece giriyoruz...

...AKP'yi ve/veya neo-liberalleri sadaka politikasında revizyona zorlayan şey, sakın bu büyüyen farkındalık olmasın?

(Haber Ekspres, 14 Ekim 2008)

ÜRETMEDEN TÜKETMEK VE ÜRETMEDEN KAZANMAK...! - ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, 2000'li yıllarda Türk milletinin ekonomik gelişmesinin önündeki en büyük engel, üretmeden tüketmek ve üretmeden kazanmak anlayışlarının siyasal iktidar tarafından sahiplenilmesi ve daha kötüsü bu anlayışların toplumsal yapımıza sızmasıdır...

Türkiye'nin toplumsal yapısına üretmeden tüketmek ve üretmeden kazanmak anlayışlarının sızması birbirini besleyen iki sürecin doğal sonucudur:

1- Neo-liberal Ekonomi Süreci: Günümüzde, ekonomik bağımsızlığı olmayan her ülkeye dayatıldığı gibi Türkiye'ye de neo-liberal ekonomi politikaları dayatılmaktadır. Neo-liberalizme göre kamu sektörü, stratejik sahalarda bile küçültülmeli ve özelleştirmeler gerçekleştirilmelidir. Sendikalar dizginlenmeli, sosyal güvenlik hakları budanmalı, (yandaş) sermaye ağı yaratılmalıdır. Rekabetçi olarak sunulan ancak hiç de rekabetçi olmayan "neo-liberal piyasa ortamı", üstün değer olarak gösterilmelidir. Spekülatif sermayenin paradan para kazanabileceği ortam yaratılmalıdır. Devlet tarafından, neo-liberal piyasa mücadelesinin "oyun dışı" kalanlarını; yani "sistemin kaybedenlerini" gerçekten kollayacak hiçbir önlem alınmamalıdır.

2- Sadaka Süreci: Sadaka siyaseti, neo-liberal ekonomi sürecinin kaybedenlerinin edilgenliğini ve sisteme itaatini sağlamak için kullanılmaktadır. Neo-liberal ekonomi politikalarının kazananları doğal olarak sistemin sürekliliğine destek olmaktadırlar. Ancak sistemin sürekliliğinin sağlanabilmesi için kazananların desteği yetmemekte, hemen her durumda sistemin kaybedenlerinden de destek alınması gerekmektedir. Bu noktada üretilen sadaka politikası, sistemin kaybedenlerini kollarmış gibi görünerek (ama aslında hiçbir zaman korumayarak), neo-liberal ekonomi sürecinin hakimiyetinin sürmesine hizmet etmektedir.

* * *

Değerli okurlarım, neo-liberal ekonomi sürecinin hakimiyeti sürdükçe kitleler daha da fakirleşmekte ve son noktada avuç açar hale düşürülmektedir. Bu durumda ortaya atılan sadaka politikası kitleleri neo-liberal sistemin içinde tutmaktadır. İşte bu sayede neo-liberal ekonomi süreklilik kazanmaktadır. Neo-liberal ekonomi süreklilik kazanınca kitleler daha fazla avuç açar hale gelmekte, kitleler daha fazla avuç açar hale geldikçe sadaka kültürü etkinliğini arttırmakta, bu döngüsellikte kazanan hep neo-liberalizm olmaktadır.

Kısaca ve basit bir dille bir kez daha izah edelim. Neo-liberal ekonomi politikası - çoğu zaman devletin olanaklarıyla - üretmeden kazanan yeni zenginler yaratmaktadır. Diğer taraftan spekülatif uluslararası sermayenin paradan para kazanmasına uygun bir ortam oluşturmaktadır. Bu zenginlik, hiçbir biçimde üretime dayanmadığından, toplumun geri kalan kesimlerinin fakirleşmesi sonucunda oluşmaktadır. Fakirleşen kitleler ise bir taraftan sadaka kültürüyle, diğer taraftan da "işini bilenlerin" ya da "şansı dönenlerin" bir gün zenginleşebileceğine dayalı bir vaat ile avutulmaktadır. Böylelikle neo-liberal hırsızlık ekonomisi, döngüsel bir biçimde hakimiyetini sürdürebilmektedir...

* * *

AKP zihniyeti, Türkiye'de neo-liberal ekonomi ve sadaka kültürünü kurumsallaştırarak, üretmeden tüketmek ve üretmeden kazanmak anlayışlarının temel uygulayıcısı olmuştur. Bir başka ifadeyle, Türkiye'de AKP, yoksulun daha da yoksullaştırıldığı, zenginin daha da zenginleştirildiği bir ekonomi modelinin en muhafazakâr savunucusudur!

AKP iktidarı, Cumhuriyetin kurumlarından bankalara kadar ülkemizin stratejik öneme sahip kurum ve tesislerin büyük kısmını değerlerinin altında bir fiyatla yabancılara satmıştır.

Bu kurumları ve tesisleri alanların çok büyük bir kısmı üretime; dolayısıyla istihdama yönelik hiçbir proje üretmemişlerdir. Aksine üretimi engelleyen ve üretimi yok sayan bir anlayışla kendi çıkarlarını daha da geliştiren bir tutum içine girmişlerdir. Paradan para kazanmışlardır.

Tüm bu gelişmeleri görmezlikten gelen iktidar, "sanal mutluluğu" yaratan sıcak para akışını sürdürebilmek için "yüksek faiz" politikasını içine sindirip, istikrar naraları atarak ekonomiyi yönlendirmeye çalışmıştır. Son tahlilde ülke ekonomisini spekülatif sermayenin insafına terk etmiştir.

* * *

Değerli okurlarım üretmeden tüketmek ve üretmeden kazanmak anlayışlarına sahip olan iktidar bu anlayışını altı yıldır topluma egemen kılmaya çalışıyor.

Hem zenginleştirdiği küçük bir gruba, hem de yoksullaştırdığı milyonlara...

Gelinen noktada neler mi var? Yolsuzluk, yoksulluk, umutsuzluk ve güvensizlik...

Sadece bunlar...

Yarınki yazımızda bu karanlık tabloyu irdelemeye devam edeceğiz. Çözümü tartışacağız...

(Haber Ekspres 13 Ekim 2008)

07 Ekim 2008

BİR KEZ DAHA TERÖR...-ZAFER YAPICI

Geçtiğimiz günlerde Hakkari'nin Şemdinli ilçesindeki Aktütün sınır karakoluna PKK tarafından bir terörist saldırı düzenlendi.

350 kişilik bir grup halinde geldi teröristler. Irak sınırından sızdılar.

Uçaksavarları, makineli silahları ve taşınabilir havan toplarıyla...

Katırlarla sınırdan geçtiler...

15 şehit verdi ülkem. 6'sı ağır 21 yaralımız var.

* * *
ABD'nin CNN International ve İngiltere'nin BBC televizyonları olayı "Kürt isyancılar (rebels) tarafından 15 Türk askeri öldürüldü" başlığıyla verdi.

CNN ve BBC yine teröriste terörist demedi! Hakkari'nin Dağlıca bölgesinde 2007 yılında gerçekleşen ve 12 askerimizin şehit olduğu terör eylemiyle ilgili yaptıkları haberlerde olduğu gibi...

* * *

Teröristler nereden Türkiye'ye girdiler?

Kuzey Irak'tan.

Teröristlerin Türkiye'ye girdiği bölge kimin kontrolündeydi?

Barzani yönetiminin sorumluluktan kaçmak üzere ortaya attığı "kontrolsüz bölge" iddialarının hiçbir dayanağı yok!

Cevap net. Barzani'nin ve ABD güçlerinin.

* * *

Hatırlarsınız. ABD, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta bir askeri operasyona girişmesinin gerekçesini ortadan kaldırmak amacıyla geçen yılın kasım ayından itibaren Türkiye'ye "anlık istihbarat" vaadinde bulunmuştu.

2007 yılının aralık ayında ABD Büyükelçisi Wilson, Türkiye ile ABD arasında, PKK terör örgütüne yönelik anlık istihbarat paylaşımının çok iyi gittiğini belirterek, "Türkiye'ye yararlı bilgiler sunuyoruz. PKK ilk defa Türkiye'de ve Kuzey Irak'ta hoş karşılanmadığını gördü" demişti.

Bu nasıl bir anlık istihbarat paylaşımıysa...

350 terörist ağır silahlarıyla, katırlarıyla ABD'nin kuş uçurtmadığı bölgeden geçti. 15 yiğidimiz can verdi.

* * *

Bir kez daha terör...

Bir kez daha müttefik olarak sunulan devletlerin en itibar sahibi basın kuruluşlarının "terör" olarak tanımlamaktan kaçındığı bir terör olayı söz konusu.

Bir kez daha müttefik olarak sunulan devletlerin teröre karşı işbirliği vaadinin gerçekleşmediğine tanık olduk. Kimse kimseyi kandırmasın.

Daha vahimi, müttefik olarak sunulan devletlerin kontrolündeki topraklardan Türkiye'ye yönelen oldukça büyük çaplı bir terör saldırısıyla karşı karşıya kaldık.

Ve bir kez daha ağlıyoruz.

Bir kez daha...

(Haber Ekspres, 7 Ekim 2008)

04 Ekim 2008

SEVMEK YAŞATMAKTIR...-ZAFER YAPICI

Sokaklarımızı sadece insanlarla paylaştığımızı sanırsanız yanılırsınız. İnsanın önceliği karşısında çoğu zaman dikkat çekmeyen bir arka plandan ibaret kalsalar da; sokakların başka sahipleri de vardır. Kediler, köpekler örneğin. Aslında bizden çok onlar sahiptir sokaklara. Çünkü sokaklar insanın ikamet dışı mekânıyken sadece, onların vazgeçilmez evleridir...

Bir minik sokak köpeği örneğin; mahallemizin yaşayan bir parçası değil midir? Hanginiz, evinizin önünde bir yavru kedinin sevimli bakışlarına şahit olmadınız?

Onları görmezlikten gelebilir miyiz? Peki ya yok sayabilir miyiz?

Nasıl ki biz insanlar yememize, içmemize, güvenliğimize, sevmemize ve sevilmemize önem veriyorsak unutmamalıyız ki sokak hayvanlarının da yemeye, içmeye, güvenliğe, sevilmeye ve sevmeye hak ve ihtiyaçları vardır. Biz insanlar hayati ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz veya en azından ifade edebiliyoruz. Çoğu zaman "yoksulluk ya da açlık sınırında" yaşamlara sahip olsak da... Ama onlar kendi ihtiyaçlarını karşılamakta bizler kadar bile şanslı değiller. Gelin o şansı onlara bizler verelim. Çünkü onların da en az bizim kadar bu dünyanın nimetlerinden faydalanmaya; yaşamaya hakları vardır.

Nasıl ki biz insan haklarından, hak ve özgürlükten, demokrasiden yararlanmak istiyorsak, onların da hayvan haklarından yararlanmasını sağlamalıyız.

Küresel ısınmanın meydana getirdiği iklim değişiminden dolayı yaşanan su ve buna bağlı gıda sorunu göz önüne alınırsa hayvanların içecek bir yudum suyu bile bulmakta güçlük çektiğini görüyoruz. Şu günlerde bir yudum suyu veya bir dilim ekmeği onlardan esirgemememiz gerekiyor. Eğer onlara "gören gözlerle" bakarsak bu gerçeği görürüz ve tabiî ki gerekeni yaparız. Haydi, şimdi vakit geçirmeden onları görmeye, tanımaya ve onlarla dost olmaya çalışalım... Göreceksiniz sevgiyle verilen bir tas su, bir dilim ekmek sizi nasıl mutlu edecektir... Bu mutluluğu mutlaka tadın. Tıpkı Gamze gibi...

On dört yaşında Gamze. İlköğretim üçüncü sınıfa gidiyor. Onu farklı kılan bir özelliği var. Doğa, çevre ve hayvan sevgisi.

Hani küresel ısınmanın meydana getirdiği; daha doğrusu biz insanların sebep olduğu iklim değişikliğinin sonucu olan su kıtlığı var ya; bu sorun onu öyle etkilemiş ki!...

Gamze temmuz ve ağustosun kavurucu sıcaklarında sokakta dolaşan kedi, köpek ve kuşların suya duyduğu ihtiyacı gidermek için her gün kapısının önüne bir kap su koyuyor. Bununla da yetinmiyor. Harçlıklarından biriktirdiği parayla marketten kedi ve köpek mamaları satın alıyor. Yine aynı titizlikle, etrafını saran kedi ve köpeklerin karınlarını doyuruyor.

İnanın değerli okurlarım, kedi ve köpekler Gamze'ye öyle alışmış ki onun kucağından, sırtından, omzundan inmek istemiyorlar. Hele hele yavrularını başkalarından kıskanan kedi ve köpeklerin hırçınlığı Gamze'nin karşısında sevgi dolu bir güvene dönüşüyor... Kusursuz bir iletişimin güvene, sevgiye ve sonunda mutluluğa dönüşmesinin bir örneğidir Gamze'nin başarısı...

İşte bu iletişimi kuran Gamze hayvan sevgisiyle mutluluğu yakalamıştır. Ona "-Herhalde bu mutluluğu daimi kılmak için veteriner olursun" dediğimde "-Bana hasta, bir yeri kanayan veya ölmek üzere olan bir hayvan geldiğinde dayanamam. Onun için ben veteriner olamam. Ama onların haklarını korumak için avukat olurum" dedi.
Gamze bu davranışı ile hepimize önemli bir mesaj veriyor.

Biz insanlar iyi bir yaşam için kendi hak ve özgürlüklerimizi savunuyor; hak ve özgürlüklerimiz uğruna mücadele edebiliyoruz. Peki, kendi hak ve özgürlüklerini savunamayan canlıların haklarını savunmak, onlar için de mücadele etmek biz insanlara düşmez mi? Onların da güven içinde karınlarının doyurulmasına, susuzluklarının giderilmesine hakları yok mu? Ya bu hakkı bulamadıkları, aç ve susuz kaldıkları zaman?...

İşte sorun burada; ya bulamadıkları zaman?...

Değerli okurlarım, görülmeyen ve bilinmeyen o kadar çok Gamzeler var ki... Onların şefkati, yardımseverliği ve yüreklerini dolduran sevgi sayesinde sokak hayvanları yaşamlarını sürdürebiliyor...

Sevgiyle verilen bir yudum su veya bir avuç yiyecek hayvan dostlarımızı olduğu gibi sizi de mutluğa taşıyabilir...

...Çünkü sevmek yaşatmaktır aynı zamanda. Mutluluk da sevginin bir türevi değil midir?

(2 Ekim 2008 Perşembe)

02 Ekim 2008

CHP'DEN AKP'YE TEMİZ SİYASET, DÜRÜST YÖNETİM DERSİ...-ZAFER YAPICI

Cumhuriyet Halk Partisi 2002 ve 2007 genel seçimleri öncesinde hazırlamış olduğu seçim bildirgelerinde; hedefini temiz siyaset, dürüst yönetim ve yolsuzluklarla sürekli mücadele olarak belirlemişti. Bunun için de; CHP iktidarında milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını, Siyasi Ahlak Yasası ile temiz siyasetin kurala dönüştürülmesini, devlet sırtından usulsüz zenginleşmenin tüm kapılarının kapatılmasını, usulsüz zenginleşen ve zenginleştirenlerden hesap sorulmasını, siyasetin ve ticaretin birbirinden ayrılmasını sağlayacak tedbirlerin alınmasını vaat etmişti.

Değerli okurlarım, Cumhuriyet Halk Partisi bu seçim bildirgeleriyle seçimlere girdi. Seçimler sonrasında AKP iktidar, CHP de ana muhalefet partisi olarak parlamentoda yerini aldı.

AKP'nin anayasaya, cumhuriyete ve laikliğe karşı uygulamalarını ve yolsuzluğun, yoksulluğun, yandaşlığın çığ gibi büyümesinde büyük payı olduğunu her fırsatta dilen getiren CHP idi.

CHP'nin bu aktif siyasetinden memnun olmayan kesimler CHP'yi "istikrarı bozan bir parti olarak" kamuoyuna sunmaya başladılar...

En son Dişli Vakası ve Deniz Feneri e.V. Davası siyasetten iş dünyasına, basın-yayın sektöründen tüm yurttaşlara kadar ülkede deprem etkisi yarattı. Vatandaş, "ülkemde neler oluyor?" sorusunu sormaya başladı. Siyasi iktidar doğal olarak bu durumdan da rahatsız oldu. Yolsuzluk depremini halka duyuran CHP'ye ve medyaya karşı öfke siyaseti uygulayıp, yolsuzluğa muhalif tüm kesimleri sindirmeye çalıştı.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal ve Grup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu CHP'nin seçim meydanlarında vaat ettiği temiz siyaset, dürüst yönetim ve yolsuzluklarla sürekli mücadele sözlerini son olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ile ilgili iddiaları göz önüne sererek yerine getirdiler...

TBMM'de Kemal Kılıçdaroğlu, Dengir Mir Mehmet Fırat'ın AKP Genel Başkan Yardımcılığı sıfatını kullanarak yaptığı yanlışları resmi belgeler ile kanıtladı.

1- Kılıçdaroğlu, Fırat'ın ortağı olduğu MENAS'ın hayali ihracat yaptığına dair Danıştay kararını açıkladı. Kılıçdaroğlu, hayali ihracatın işleyişini şu sözlerle aktardı: "İhracat yapılmış gibi gösteriliyor ama dışarıdan döviz gelmiyor. Dövizi iç piyasadan toplayıp Mersin Serbest Bölgesi'nde bir hesaba yatırıyorlar ve dışarıdan döviz gelmiş gibi gösteriyorlar. Bunun sonucunda da teşvik alıyorlar."

2- MENAS'ın mallarını taşıyan tırda 89 kilo eroin çıktığını Kılıçdaroğlu ortaya koydu. Fırat olayı doğrulamak zorunda kaldı. Yakalanan tır şoförü için "Bu şüpheli bir şoför. Daha önce de takip ediliyordu" diyebildi. Bu itirafın karşısında Kılıçdaroğlu, "düzgün çalışan bir firma ise neden şüpheli bir adamı çalıştırıyor?" sözleriyle Fırat'ın yanıtlayamayacağı bir soru daha sordu.

3- Fırat'ın ancak uyuşturucu olayı kamuoyuna yansıdıktan sonra notere gidip söz konusu şirketten ayrıldığı ortaya çıktı. Kılıçdaroğlu bu durumu şöyle ifade etti: "Fırat, ben 1 Eylül 2007'de şirketten ayrıldım diyor. Neden ayrıldığınız tarihten 8 ay sonra notere gittiniz? Notere gitmek o kadar zor mu? Niye uyuşturucu olayı kamuoyuna yansıdıktan sonra notere götürüyorsunuz? Fırat, uyuşturucu haberinin kendisine sorulmasından sonra notere gidiyor."

4- Kılıçdaroğlu, Fırat'ın isminin geçtiği, Gümrükler Genel Müdürlüğü'ne hitaben yazılmış bir belgeyi ortaya çıkardı. Belge kısaca "bizim ürünlerimizi sınırdan geçerken aramayın" diyor. Böylelikle Fırat'ın siyasal nüfuzunu ticari ilişkilerinde kullandığı belgelendi.

5- Ukrayna hükümetinin Türkiye Cumhuriyeti Gümrük İdaresi'ne MENAS Dış Ticaret'in gönderdiği faturaların sahte olduğunu, olabileceğini ve bunların incelenmesini isteyen yazısı üzerine konu gümrük kontrolüne intikal ettiriliyor. Bu olaydan sonra Fırat'ın Gümrük Kontrolörünü Başbakanlık Teftiş Kurulu'na şikâyet ettiğini Kılıçdaroğlu belgesiyle ortaya çıkarıyor. Bir kez daha Fırat'ın siyasi nüfuzunu, ticari çıkarları için kullandığına tanık oluyoruz.

6- Fırat, bir ticari faaliyetinde 'çift fatura' kullandığını itiraf ediyor. Oysa ticari ilişkilerde çift fatura kullanımı yasalara göre suç.

Değerli okurlarım, iktidarın iki numaralı kişisi durumundaki bir siyasetçinin görevi; hayali ihracattan haksız kazanç elde edenlere, uyuşturucu ticareti yapanlara, gümrüklerde nüfuzunu kullanarak çıkar sağlamak isteyenlere, siyasi gücünü kullanarak yaptıkları yanlışlıkları örtbas etmek isteyenlere, sahte ve çift fatura düzenleyenlere engel olmak değil midir?

Kılıçdaroğlu'nun "Siyasette ahlakı egemen kılmak için bu toplantıyı yapıyoruz" sözleri her şeyi açık ve net ortaya koymuyor mu?

Sözde değil özde; yolsuzluğun, yoksulluğun ve yandaşlığın karşısında olacak bir yönetimi özlüyor Türk milleti...

Eğer hedef Atatürk Türkiyesinin kuruluşunun temel yapı taşları olan "Ulus Devlet- Üniter Devlet- Laik Cumhuriyet'i yüceltmekse...

Eğer hedef demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini korumak, kollamak ve çağın ilerisine taşımaksa...

Eğer hedef, ülkeyi yoksulluk, yolsuzluk ve yandaşlıktan arındırmaksa...

Eğer hedef ahlakı egemen, hayatı bayram kılmaksa...

Duyarlı milletimizin, iş dünyasının, basın ve yayın kuruluşlarımızın, aydınlarımızın, yazarlarımızın, çizerlerimizin... Cumhuriyet Halk Partisi'nin siyasette ahlakı egemen kılma, temiz siyaset-dürüst yönetim anlayışını kurumsallaştırma ve yolsuzluklarla sürekli mücadele etme konularındaki kararlılığına destek vermesi şart.

* * *

Tüm içtenliğimle Şeker Bayramınızı kutluyorum...