26 Mart 2009

YORUM SİZİN...-ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, TBMM'nin internet sitesinde her milletvekiline ayrılmış bir sayfa bulunuyor. Bu sayfalarda ilgili milletvekili hakkında kısa bilgiler aktarıldıktan sonra, vekilin imzası bulunan kanun tekliflerine ve sahibi olduğu sözlü-yazılı soru önergelerine yer veriliyor.

Vekillerin seçim bölgeleri ve ülkeleri için neler yaptıkları, TBMM internet sitesinde açıkça görülebiliyor.

22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında İzmir, meclise 24 milletvekili gönderdi. Bu vekillerden on biri CHP'den (ikisi daha sonra DSP'ye katıldı), dördü MHP'den, dokuzu AKP'den...

İzmir vekillerinin şimdiye kadar yaptığı çalışmalar hakkında bazı istatistikleri, TBMM'nin internet sitesinden sizlere aktarıyorum.

* * *

İstatistiklere göre İzmir'in en çalışkan vekilleri CHP'liler.

İzmir'in CHP'li vekilleri, birçoğu İzmir'in sorunlarıyla ilgili olmak üzere 2007-2009 döneminde toplam 676 kanun teklifi; sözlü ve yazılı soru önergesi vermişler.

Her CHP'li milletvekili başına ortalama 75,1 önerge düşüyor.

İzmir'in MHP'li vekillerinin önerge ortalaması 65,5.

DSP'li vekillerin ise 31.

AKP'li vekillerde bu ortalama 2,88'e düşüyor...

* * *

En ilginç istatistiklerden biri AKP'nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Taha Aksoy'a ait.

Aksoy'un milletvekilliği süresince sadece şu üç yasa teklifinde imzası olduğu görülüyor:

1. 04.10.2007 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi.

2. 29.01.2008 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi.

3. 11.03.2008 tarihli 2009 Yılında İstanbul Şehrinde Yapılacak Beşinci Dünya Su Forumunun Organizasyonu İle Katma Değer Vergisi Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi.

Aksoy, ikinci kez AKP'den İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı... Aynı zamanda bir İzmir milletvekili... Ancak TBMM verilerine göre, Aksoy'un başkanı olmak istediği İzmir'in sorunlarıyla ilgili olarak Meclis'e verdiği tek bir soru önergesi bile yok.

Yorum sizin...

(Haber Ekspres, 26 Mart 2009)

24 Mart 2009

AYDIN'DAN APS VAR - ZAFER YAPICI

"Öyle zannediyorum ki kendi partisi veya halk, Sayın Baykal'ı APS ile gönderecektir."

...Bu sözler bir parti temsilcisine ait değil.

Bir gazeteciye, televizyon yorumcusuna veya kahvedeki vatandaşa da ait değil.
Bu sözler devletin bir valisi tarafından; Aydın Valisi Mustafa Malay tarafından 20 Mart 2009 tarihinde söylendi.

Türk demokrasisi bir yara daha aldı.

* * *

Aydın Valisi Malay'ın sözlerinin ardından Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin şu açıklamada bulundu. "Hangi konumda olursa olsun kamu görevlilerin siyasi tercihlerini ancak kapalı mekanlarda, seçimlerde kullanmaları, tüm siyasilere eşit uzaklıkta olmaları gerektiğini düşünüyorum. Zaten bu konudaki yasalar da kamu görevlilerinin siyaset yapmasını yasaklamıştır."

Tam "bravo Sayın Şahin, ne kadar adaletlisiniz" diyecektik, aklımıza Şahin'in 23 Şubat 2009 tarihli şu açıklaması geldi.

"Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara'dan geçiremiyorlar."

Şahin'in bir ay önceki sözlerini unutmadık.

Bir kez olsun ona bravo diyemedik!

* * *

Peki, Aydın Valisi Mustafa Malay neden Baykal'ı hedef alan açıklamada bulunmuştu?
CHP Lideri Deniz Baykal'ın politik kadrolaşmalara vurgu yapmak üzere kullandığı "AKP ile gelenler APS ile giderler" sözlerine tepki olarak.

Malay'ın bu sözleri neyi ispat etti?

Baykal'ın endişelerinin haklılığını, siyasi kadrolaşmanın ne kadar vahim bir noktaya ulaştığını...

* * *

Yani sorun belli.

Peki, çözüm ne?

* * *

Yanlışları geçiştirmeye çalışmak çözüm değildir.

Siyasal iktidara destekleri söylem düzeyinde açığa çıkan kamu görevlilerinin göstermelik bir biçimde merkeze çekilmesi de çözüm değildir.

Sorun yapısaldır. Çözüm de yapısal olmak durumundadır.

Çözüm; valileri, kaymakamları, devlet yetkililerini, devletin değil iktidar partisinin memurları konumuna indirgemek isteyen bir zihniyetin yönetim kademesinde yer bulmamasıdır.

Bu durum, kanuni görevlerini siyasal etkilerden uzak bir biçimde layıkıyla yerine getirme noktasında valilerimizi de rahatlatacaktır.

Yani çözüm, "hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara'dan geçiremiyorlar" diyerek, tehditle oy arayışına girmeyecek bir anlayışı yönetir kılmaktır. Adaletli, demokratik ve eşitlikçi bir zihniyeti iktidara taşımaktır.

Bu süreçte yerel seçimler oldukça önemli bir gösterge; aynı zamanda bir dönüm noktası olacak.

Aydınımızın onurlu ve yiğit insanları bu bilinçle sandıklara gidecek...

Aydınlılar, 30 Mart sabahı, "aydınlığın" ve demokrasinin ilk postasını APS ile Ankara'ya gönderecek.

...Yanılıyor muyum?...

(Haber Ekspres, 24 Mart 2008)

19 Mart 2009

BÖLÜNMÜŞLÜKLERİ AŞMAK...-ZAFER YAPICI

Bölünmüş toplum (divided society), sosyoloji çalışmalarında sıklıkla kullanılan önemli bir kavramsallaştırmadır.

Sosyoloji bilimi bir toplumu hangi durumlarda "bölünmüş toplum" olarak sınıflandırır?

1. Bir ülkede etnik, dilsel, dinsel, mezhepsel, ideolojik vb. alanlarda farklı toplumsal gruplar arasında derin ayrılıklar varsa.

2. Farklı toplumsal gruplar birbirlerinden yalıtılmış yaşamlar sürdürüyorlarsa. Yani bu grupların birbirleriyle iletişimleri yoksa.

* * *

Değerli okurlarım, bir ülkede gruplar arasında ayrılıklar yaratmada, var olan ayrılıkları derinleştirmede ya da ortadan kaldırmada ülkedeki merkezi örgütlenme olan devlet önemli roller üstlenebilmektedir. Devletin bu etkisi, kuşkusuz devleti yöneten siyasi otoritenin, yani hükümetin kimlik konusundaki yaklaşımına bağlı olarak şekillenir.

Yani siyasal iktidar, politikaları aracılığıyla, toplumdaki bölünmeleri arttırabilir, azaltabilir.

Ya da kimi durumlarda bölünmemiş toplumlarda, bölünmeleri kendi eliyle yaratabilir.

* * *

Türkiye'de AKP iktidarı dönemi, ne yazık ki iktidar olanaklarının ülkeyi bölünmüş bir toplum haline getirmek için kullanıldığı bir dönem olarak sosyoloji literatürüne geçmektedir.

AKP'li-AKP'li olmayan, başörtülü-başı açık, bizim belediyeler-bizim olmayan belediyeler, asker-sivil, batılı-doğulu, bizim medya-yandaş medya gibi ayrımlaşmalar iktidar tarafından üretilmekte, böylelikle toplum, bizzat siyasal iktidar tarafından kimliklendirilmektedir. Ne yazık ki sonuç, kutuplaşmanın çoğalması olmaktadır.

AKP, iktidara gelmesini kimlik politikasına borçludur. Ekonomik çözüm üretme eksikliğini ve yolsuzluk-yandaşlık ağlarının açığa çıkmasının yol açtığı toplumsal uyanışı telafi edebilmek için elindeki tek kartın kimlik politikası olduğunun bilincindedir.

Bu nedenle, kimlik oyununu oynamayı sürdürmektedir.

* * *

Böyle bir siyasal iktidara sahip bir ülkede muhalefetin önemi daha da artmaktadır.

Muhalefet için iki yol vardır. Birincisi iktidarın derinleştirdiği bölünmelere dayanmak...

Bu yol muhalefet için kemikleşmiş bir kitlenin desteğini garantiler. Ancak ülke için tehlikeli sonuçlar doğurur. Çünkü toplumun bölünmüşlük düzeyini büyütür.

İkinci yol ise toplumdaki bölünmüşlükleri aşmak için mücadele etmektir.

* * *

Değerli okurlarım, CHP'nin, ana muhalefet partisi olarak ikinci yolu tercih ettiği açıkça görülmektedir.

AKP, toplumun ötekileştirdiği kesimlerini, kendinden değil diye hizmetten yoksun bırakmakla ve hatta özgürlüklerini kısıtlamakla tehdit ederken, CHP toplumu ayrım gözetmeksizin bir bütün olarak kucaklamaktadır.

Toplumu dürüstlük, emeğe saygı, adalet, demokrasi gibi ortak değerler etrafında birleştirmeye çalışmaktadır.

* * *

CHP'nin söz konusu politikası, AKP'nin televizyon, gazete, kanaat önderleri gibi kimliklendirme araçlarının etkisini aşındırmaya başlamıştır.

AKP yanlısı medyanın artan hırçınlığı ve siyasal iktidarın yoğunlaşan baskıları bu aşınmanın doğal bir sonucudur.

Radikalleşme, siyasal iktidarın güven kaybının ilk işaretidir.

Güven kaybının etkisiyle kimi zaman bir gazeteci, ya da bir çiftçi; hatta kimi zaman bir ilköğretim öğrencisi siyasal iktidarın kaybetme psikolojisinin yarattığı hırçınlığın mağduru haline gelebilmektedir.

Kimi zaman ise uluslararası diplomasi alanı canlı yayınlanan bir "şov programı"na dönüştürülmekte, "iliştirilmiş gazeteciler" aracılığıyla sanal fatihler yaratılmaya çalışılmaktadır.

Milletin sezgi ve zekasıyla açıkça alay edilmektedir.

* * *

Böyle bir süreçte özellikle CHP'li yerel yönetimler toplumsal bütünleşmeyi sağlama konusunda oldukça başarılı bir sınav vermişlerdir. CHP İzmir Kadın Kolları'nın çalışmaları bir diğer başarı öyküsüdür. Düşünebiliyor musunuz, mütevazi imkanlarına rağmen CHP İzmir İl Kadın Kolları ve İlçe Kadın Kolları'nın İzmir'de çalmadığı kapı, derdine çözüm aramadığı kadın neredeyse kalmamıştır. İzmir genelinde, köyler ve varoşlar dahil, her türlü toplumsal bölünmeleri aşan büyük bir kadın bilinçlenmesi oluştuysa, bunda en büyük paylardan biri, Sayın Gülşen Koşanoğlu başkanlığındaki CHP kadın kollarına aittir.

* * *

Değerli okurlarım, uygulamalarına şahit olduğumuz toplumu kategorilere ayırmak yönündeki kimlik politikasına karşı toplumsal tepkimizi gösterebilmek adına yerel seçimler büyük bir fırsat oluşturuyor.

İzmirimiz, Türkiye'nin aydınlık yüzü, sorunları en önce kavrayan ve en net çözümler öneren şehridir.

"Bölünmüş toplum" yaratmak isteyenlerin seçimlerde "baraj altında" bırakılması, sizce İzmir'in, toplumsal bütünleşme yolunda, tüm Türkiye'ye önereceği en net çözüm yolu olmaz mı?

İzmirimiz, "büyük düşünüp" bunu da başarabilir mi?

...Peki ya Türkiyemizin diğer şehirleri?

(Haber Ekspres, 19 Mart 2009)

17 Mart 2009

ORADA BİR OKUL VAR UZAKTA!...- ZAFER YAPICI

Evet, orada bir okul var uzakta. O okul bizim, sizin, hepimizin okulu...

İki dağ arasında, doğaya mahkum tek bir bina olarak yıllardır faaliyetini sürdüren bir ilköğretim okulu...

Bu okul, Van'ın Gevaş ilçesine 20 kilometre uzaklıktaki 30 hanelik Dağyöre köyünün adını taşımakta.

...Ancak Dağyöre köyüne bile yüzlerce metre uzaklıkta.

Üstelik bu okula her gün 40 öğrenci diz boyu karda yürüyerek gidip gelmekte.

Evet. Diz boyu karda yüzlerce metre uzaktaki okula gidip gelmekten yılmayan öğrenci ve velilerin en büyük korkuları okullarının iki dağ arasında olması nedeniyle çığ tehlikesi ile karşı karşıya kalınması.

İşte köyden yükselen feryatlar:

Dağyöre köyü muhtarı Musa Tülay, iki gün önce bir çığ tehlikesi atlattıklarını belirterek, "Son 10 yıldır bu kadar çok kar yağmamıştı. Her gün çığ gelecek korkusu ile yaşıyoruz. Okul öğretmeni ve velilerle birlikte önceki gün kente giderek durumu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bildirdik" diyor.

Öğrenci velisi Necmettin Yıldız ise, okulda iki çocuğunun eğitim gördüğünü söyleyerek, "Her gün çığ gelecek korkusu ile nasıl göndereyim. Her iki dağda tonlarca kar var. Bu karın gelmesi halinde bırakın okulu köydeki bazı evler bile gider" sözleriyle durumun vahametini ortaya koyuyor.

Van Milli Eğitim Müdürü Yahya Yıldız da, "Gerçekten bir çığ tehlikesi var ise İl Özel İdaresi ile görüşüp gerekli tüm önlemler alınacak. Gerekirse köyün başka bir yerine yeni bir okul bile yapacağız" diyor.

Peki ne zaman?...

Okul, öğrenci, öğretmen çığ altında kaldıktan sonra mı?...

Nerede Milli Eğitim Bakanı, nerede devletin valisi, kaymakamı... Nerede, nerede?...

Orada bir okul, bir öğretmen ve kırk öğrenci var uzakta...

Kırk öğrenci ölüm korkusunu her an yüreklerinde hissederek öğrenim görmekte.

Onlar çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, buzdolabı, yiyecek, çekyat v.s. beklemiyorlar, istemiyorlar. Onlar sadece köylerinin içine bir okul yapılmasını istiyorlar. Çığ korkusu olmadan, diz boyu karda saatlerce yürümeden, sıcacık bir okulda okumak; ülkelerine faydalı birer yurttaş olmak istiyorlar.

Bu feryatlar, bu istemler neden dikkate alınmıyor; neden?

Sizce köyün içine bir okul; "oy karşılığında dağıtılan" kaç adet çamaşır, bulaşık makinesi, buzdolabı ve çekyata ödenen paralar ile yapılır?...

"Önce insan" diyen sosyal devlet nerede?...

(Haber Ekspres, 17 Mart 2009)

11 Mart 2009

YEREL SEÇİME GİDERKEN - ZAFER YAPICI

Türkiye bir yerel seçime gidiyor.

Ancak bakın nasıl gidiyor...

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Antalya'ya bağlı Varsak beldesinde, AKP'nin seçim bürosunun açılışında AKP hükümetiyle işbirliği içinde olan belediyelerin daha çabuk çözüm ürettiğini savunuyor. "Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara'dan geçiremiyorlar" diyor.

Adalet Bakanı, AKP'nin adalet anlayışını net bir biçimde ortaya koyuyor.

Ardından Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu Adana'nın Karaisalı ilçesinde AKP'nin seçim bürosu açılışında şu sözleri söylüyor: "Buraya hizmeti kim getirecek? Sizin belediye başkanı ve milletvekili getirecek. O güçlüyse, bir takım oyunu içinde oynuyorsa, Ankara'ya kadar uzanan bir hizmet kervanı varsa, hizmetlerin buraya akışı da bu şekilde olacak. Bir yarış var. Bu yarışta belediye başkanları güçlü olursa, hizmette yüzünüz güler. Yoksa beş yılı dolduramayacak kadrolarla yerinizde sayarsınız..."
Devlet Bakanı, vatandaşın "onlara oy atmazsam devletin hizmetini alamam" şeklinde düşünmesi için elinden geleni yapıyor.

Bakanlar böyle konuşursa AKP'li adaylar boş durur mu? AKP Adana Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Ali Bilici, "İktidarların adaylarıyız, size hizmeti daha kolay getiririz. İktidarın desteği olmadan biraz zor gerçekleşir" sözleriyle bakanları destekliyor.

AKP Kırklareli Belediye Başkan Adayı Cengiz Bağdan,"...Belediyeye hangi parti gelirse gelsin, iktidar partisini arkasına almadığı takdirde şu durumda dört ay sonra çalışanların maaşlarını bile ödeyemez duruma gelir. Bir inat uğruna yine beş senemizi heba mı edelim, yoksa bir sefer Kırklareli'nin geleceği için birleşip bu birleşmeyle Kırklareli'yi ve insanlarını layık olduğu değere ulaştıralım. O yüzden AKP'den aday oldum" diyor.

Basına yansıdığı kadarıyla, seçim meydanları, devletin valilerinin gayretleriyle dolduruluyor.

Seçim promosyonları valiler aracılığıyla dağıtılıyor...

Sesleri biraz fazla çıkanlar, hemen gözaltına alınıyor...

* * *
Böyle bir seçim süreci hangi demokraside yaşandı?

Schröder'in Bavyera Mitingi öncesi Bavyeralı çiftçiler önlem için gözaltına alınmışlar mıdır sizce?

Ya da 18 yıl Paris belediye başkanlığı yapan Chirac, herhangi bir seçim kampanyasını, "İktidarların adaylarıyız, size hizmeti daha kolay getiririz. İktidarın desteği olmadan biraz zor gerçekleşir" sözleriyle yürütmüş müdür?

Londra valisinin, Muhafazakar Parti mitingine katılımı arttırmak için genelge yayınlayabileceğini ya da Hyde Park'ta seçim öncesi set üstü ocak dağıtacağını hangi İngiliz düşünebilir?

Bırakalım gelişmiş demokrasileri, Uganda'da örneğin, "Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Kampala'dan geçiremiyorlar" diyen bakanlar olmuş mudur?

Bir bilen varsa anlatsın. Lakin çok merak ediyorum!

(Not: Kampala, Uganda'nın yönetim merkezidir.)

(Haber Ekspres, 11 Mart 2009)

10 Mart 2009

OY GÜCÜ - ZAFER YAPICI

Demokrasilerde yönetimler güçlerini seçmenlerin iradelerinden alır. Bu nedenle tüm partiler, öncelikle seçmen desteğini kazanmak için yarışır.

Ancak seçmen desteğini kazanmak için yarış, çağdaş demokrasilerde önceden belirlenmiş ve deyim yerindeyse toplumsal genlere işlemiş birtakım kurallara uyularak yapılır.

Örneğin seçmenin oylarıyla iktidara gelenler, iktidar olanaklarını toplumsal yarardan ziyade iktidarın sürekliliğini sağlamak için kullanamazlar.

Demokrasiyi, demokrasiyi ortadan kaldırmak için araçlaştıramazlar.

Yönetsel güçlerini, kendilerinden olmayanların, kendilerine benzemeyenlerin yahut kendilerini eleştirenlerin sindirilmesi için seferber edemezler.

Güç sarhoşluğuna kapılamazlar.

Böylelikle halkla iktidar arasında bir "güven" duygusu oluşur.

İktidara oy verenler de, vermeyenler de; iktidarı sevenler de sevmeyenler de; ve hatta iktidara sövenler de sövmeyenler de demokrasinin kendilerini koruduğunu ve gelecekte de her durumda koruyor olacağını bilir.

Bu nedenle herhangi bir iktidarın başarısı, sadece desteğini aldığı seçmen sayısıyla ölçülmez. Yalnızca ona oy verenlere değil, toplumun geneline verdiği güven ve sürdürdüğü demokratik gelenek ile ölçülür.

Sözkonusu karşılıklı güven duygusu demokrasiyi geliştirir. İnsanları mutlu kılar.
Düşünmeye, üretmeye, çalışmaya yöneltir...

İlerleme ancak böyle mümkün olur...

* * *

Yani dünyanın en büyük gücü oy gücüdür.

O güç öyle bir güçtür ki, doğru kullanıldığında insanlara mutluluk yaşatır.

Yanlış kullanıldığında ise mutsuzluk, umutsuzluk, eziklik, yoksulluk, işsizlik.

Dahası bazen gözyaşı, acı, savaş, işkence ve ölüm...

Zamanında Hitler, faşizmi Almanya'da sandıktan çıkarak kurmamış mıdır?

* * *

Değerli okurlarım, ülkemizde 29 Mart'ta sandıklar kurulacak, seçimler yapılacak...

Sahip olduğu oy gücü, seçim sürecinde seçmeni adayların önünde erk konuma getirecek.

Yani adayların seçilmesi veya seçilmemesi, seçmenin vereceği oyların dağılımına bağlı olacak.

Ancak esas önemlisi sadece adayların kaderi değil, demokrasinin kaderi de seçmenlerin elinde olacak.

* * *

Peki biz yurttaşlar olarak bu gücümüzün ne kadar farkındayız?

Ya da bizleri yönetecek kişileri belirlemeyi aşan bu tarihi sorumluluğumuzun?...

(Haber Ekspres, 10 Mart 2009)

08 Mart 2009

CHP'NİN YEREL SEÇİM BİLDİRGESİ - 2 - ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, dünkü yazımda CHP'nin yerel iktidarında uygulayacağı yerel yönetim önceliklerini CHP'nin yerel seçim bildirgesi olan "Pusula Yerel Seçim 2009"dan aktarmıştım.

Bugün ise sizlere aynı seçim bildirgesinden CHP'nin genel iktidarında uygulayacağı yerel yönetimle ilgili önceliklerini anlatmaya çalışacağım.

* * *

CHP'nin seçim bildirgesinde ilk olarak Konut ve Şehircilik Bakanlığı'nın kurulması öngörülmüş. Söz konusu bakanlığın, plansız şehirleşmenin önüne geçilmesinde yararlı olacağı düşünülüyor.

CHP iktidar olduğunda, ilk kademe belediyesi olduğu veya nüfusu 2 binin altında kaldığı gerekçesiyle kapatılan belediyelerin yeniden açılacağı taahhüt ediliyor.
Belediye kurulmasında ve kaynak paylaşımında nüfus göstergesinin tek ölçüt olmaktan çıkarılacağı, yörelerin tarihi ve coğrafi durumu, ekonomik ve sosyal yapısı ile yerleşim birimleri arasındaki işlevlerinin de dikkate alınacağı ifade ediliyor. Böylelikle örneğin ekonomik olarak geri kalmış bir bölgedeki düşük nüfuslu bir belediye daha fazla kaynağa erişebilir olacak...

Bildirgede yer alan bir diğer önemli taahhüt de, CHP iktidarında yerel yönetimlerin siyasi müdahalelerden ve özel çıkar ilişkilerinden korunacağı. Kamu ihalelerinin rekabete açık ve şeffaf hale getirileceği...

CHP'nin bildirgede yer alan diğer taahhütleri ise şunlar:

- Planlama mevzuatı ile yerel yönetimler mevzuatı arasında bütünlük ve uyum sağlanacak, imar mevzuatında kapsamlı bir reforma gidilecek.

- Yerel yönetimlerin gelirleri kendilerine verilen görevleri yerine getirmelerine olanak verecek şekilde uygun oranda artırılacak.

- Yerel yönetimlerin özerklikleri güçlendirilecek.

- Metropol niteliği kazanmakta olan büyük kentler için kendine özgü koşulları, sorunları ve beklentileri yanıtlayacak yeni metropol yönetim modelleri oluşturulacak.

- "Tüm Türkiye Belediye" anlayışı çerçevesinde köyler bir belediye yönetimi ile ilişkilendirilecek, köylere Genel Bütçe Vergi Gelirleri Hasılatından pay verilecek.

- Köylerin ve küçük ölçekli belediyelerin alt yapı sorunları, sürekliliği olan kurumsal yapılar aracılığı ile çözülecek.

- İller Bankası'nın mali desteğinden, teknik bilgi ve birikimlerinden yararlanmak isteyen belediyelerin gereksinimlerini karşılayabilmek için İller Bankası yeniden yapılandırılarak güçlü bir idari ve mali yapıya kavuşturulacak.

- Kentsel alanda plan kararlarıyla ortaya çıkan değer artışlarının şeffaf süreçlerle ve makul ölçülerde kamuya dönüşünü sağlayacak yasal düzenlemeler yapılacak.

- Çeşitli imar uygulamalarından dolayı ortaya çıkan değer artışları, oluşturulacak Kentleşme Fonu'nda toplanarak kentte yaşayanların yerel ortak ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılacak.

- Kent kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelen okul, hastane, gar binaları gibi yapıların satılmasının önüne geçilecek.

- Sokak, cadde, semt ve mahalle adları ile kent logosu ve amblemlerinin değiştirilmesi sürecinde keyfi uygulamalara son verilecek, bu yönde uygulamalarda o yörede yaşayan halkın kararlarını ön plana çıkaracak referandum gibi mekanizmaları şart koşan yasal düzenlemeler yapılacak.

-Yerel yönetimler ile vatandaşlar arasında ortaya çıkacak ihtilafların yargıya intikal etmeden çözüme kavuşturulacağı, saydam yapılarda işlev görecek kent uzlaşma kurulları oluşturulacak.

-Muhtarların çağın gereklerine göre hizmet verebilmesi için gerekli alt yapı oluşturulacak, özlük hakları ve çalışma koşulları iyileştirilecek.

-Muhtarlıklar en uçtaki hizmet birimi olarak yeniden yapılandırılacak. Mahalle muhtarları belediye meclislerinde söz sahibi olacak.

* * *

Değerli okurlarım, görünen o ki, AKP'nin sorun üreten bir parti olarak dikkat çektiği bir süreçte CHP "önce insan, önce iş, önce ahlak" anlayışı ile hem yerelde hem de genelde çözüm üretiyor...

Yerelde ve genelde iktidar hedefini, somut projelere ve açık taahhütlere dayanarak ortaya koyuyor.

...Şimdi söz sırası siz seçmenlerde...

(Haber Ekspres, 7 Mart 2009)

06 Mart 2009

CHP'NİN YEREL SEÇİM BİLDİRGESİ - 1 - ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım geçtiğimiz günlerde CHP'nin yerel seçim bildirgesi "Pusula Yerel Seçim 2009" adıyla yayınlandı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve yerel seçimlerle ilgili çalışmalardan sorumlu komisyon başkanı Bihlun Tamaylıgil'in koordinatörlüğünde Bilim Yönetim ve Kültür Platformu Başkanı Nesrin Baytok'un katkılarıyla hazırlanan bildirge, CHP'nin yerel yönetim anlayışını açık bir biçimde ortaya koyuyor, öncelikli programlarını ilan ediyor.

Bildirgenin dikkat çekici yönü, AKP'nin belediyecilik anlayışının alternatifini insan merkezli ve sosyal demokrat bir anlayışla ifade etmesi...

Üstelik 21 başlıkta somut vaadler içermesi...

Bildirgede aktarılan CHP'nin yerel yönetim anlayışı ve temel ilkelerinden dikkat çekici olanlar şunlar:

Anayasanın temel ilkelerine koşulsuz bağlılık. Hesap veren, şeffaf belediyecilik. Yerel yönetim kararlarına halkın katılımının sağlanması. Kaynakların keyfi, kuralsız ve denetimsiz şekilde harcanması uygulamalarına son verilmesi. Yerel yönetimlerin kendileriyle doğrudan ve dolaylı çıkar ilişkisi olan özel ve tüzel kişilerden bağış almalarının önlenmesi. Kayırmacılığa, yolsuzluklara dayalı yönetim anlayışına son verilmesi. Emeğe, örgütlenmeye, sendikal haklara saygılı belediyecilik...

CHP'nin 21 somut vaadi de şunlar:

1- Kentlerde yaşam kalitesi yükselecek, yaşam daha kolay, daha güzel olacak.

2- Barınma hakkı en temel insan haklarından biridir. Konutsuz kimse kalmayacak.

3- Çevre altyapı hizmetleri tamamlanacak, çevre hakkı korunacak.

4- Kentler altyapılarından başlamak üzere yeniden kurulacak.

5- Güvenli, hızlı ve ucuz kent içi ulaşım sistemleri geliştirilecek.

6- Deprem başta olmak üzere doğal afetlere karşı tedbirler güçlendirilecek.

7- Yerel yönetimlerin ihmal ve gafletlerinden kaynaklanan kent kazalarını önlemeye dönük her türlü tedbir duyarlılıkla uygulamaya geçirilecek.

8- Yoksulluk kader olmaktan çıkacak. Herkesin aşı, işi olacak.

9- Yerel yönetimler üretenden ve üretimden yana olacak, kentsel istihdamı artırmaya odaklanacak.

10- Esnaf ve tüketici dostu belediyecilik temel önceliklerden biri olacak.

11- Kentlerin turizm potansiyeli en verimli şekilde değerlendirilecek.

12- Kadınların ve gençlerin istihdamına ve korunmasına yönelik politikalara öncelik verilecek.

13- Engelliler, yaşlılar ile şehit ailelerine ve gazilerimize sahip çıkılacak.

14- "Sağlıklı yaşam hakkı" doğuştan kazanılan bir haktır. Sağlıklı yaşam politikaları öncelik olacak.

15- Sahipsiz çocuk bırakılmayacak.

16- Kentler demokratik yaşamın, hoşgörünün, toplumsal bütünleşmenin ve dayanışmanın merkezleri olacak.

17- Kentler sosyal demokrat belediyeciliğin katılımcılık ve şeffaflık ilkeleri çerçevesinde yönetilecek.

18- E-belediye uygulamaları yaygınlaştırılacak.

19- Kentler sanat ve kültürle yeniden buluşturulacak.

20- Herkes için spor ve sağlıklı yaşam olanakları sağlanacak.

21- Kentler doğal yaşamla buluşturulacak, kent bitkileri ve hayvanları korunacak.

* * *

Değerli okurlarım, CHP'nin 21 başlıkta aktardığı vaatler, genelde görmeye alışkın olduğumuz içi boş vaatlerden değil.

21 vaatten her biri onlarca gerçekçi ve uygulanabilir projeye dayandırılmış.

Bir örnek vermek gerekirse "Engelliler, yaşlılar ile şehit ailelerine ve gazilerimize sahip çıkılacak" vaadi, şu projelerle destekleniyor:

"Kentteki engelliler, yaşlılar ile şehit aileleri ve gazilerimize ilişkin bilgileri içeren veritabanı oluşturulacak, bu kişilerin ve ailelerinin ihtiyaçları sürekli olarak izlenecek ve her türlü destek acilen sağlanacak."

"Yaşlıların toplu taşım araçlarından ücretsiz yararlanmaları sağlanacak."

"Engellilerin kent içerisinde ulaşımını kolaylaştıracak her türlü düzenleme yapılacak, yasalarda bu konuda var olup da uygulanamayan maddeler hızla uygulamaya geçirilecek."

"Engellilerin istihdamını artırmak amacıyla yöresel istihdam stratejileri hazırlanacak."

"Yerel yönetimlere ait sosyal tesislerde kadınlar ve gençlerin yanı sıra engellilerin istihdamına öncelik verilecek..."

* * *

Değerli okurlarım, görülüyor ki Cumhuriyet Halk Partisi, insanı merkeze alan ve sosyal demokrat yerel yönetim anlayışıyla kentlerimizi yeniden kurmayı hedefleyerek seçimlere hazırlanıyor.

AKP'nin alternatifini halkçılık üzerinden kuruyor.

Olması gerektiği gibi...

NOT: Yarınki yazımızda CHP'nin "genel iktidarında uygulayacağı yerel yönetim önceliklerini" sizlerle paylaşacağım.

(Haber Ekspres, 6 Mart 2009)

04 Mart 2009

BAYKAL'DAN ERDOĞAN'A 24 EKİM ve 24 ŞUBAT ÖNERİLERİ...2

23 Şubat 2009 günü Başbakan Tayyip Erdoğan, CHP Lideri Deniz Baykal'ın işsizlikle ilgili eleştirilere Mardin'den "Eğer işsizliğe bir çaren varsa açıkla, o çareyi eğer yerine getirmeyen bir Tayyip Erdoğan varsa, ben siyaseti bırakmaya hazırım. Bu kadar açık söylüyorum. Ama çözüm üret. Eğer çözümün yoksa lüzumsuz yere konuşma" demişti.

CHP lideri Deniz Baykal, 24 Şubat 2009 günü Erdoğan'ın bu sözlerine TBMM Grup toplantısından şöyle yanıt verdi: "Şimdi, ben bu konudaki önerilerimi söylüyorum. Yedi öneri yapacağım. Başbakan bunları dikkatle dinlesin, not aldırsın, izletsin, irdeletsin, inceletsin ve gerekirse bize dönsün. Ekonomik krizin çözümü konusunda biz kendisiyle işbirliği yapmaya da hazırız. İktisatçılarımız, maliyecilerimiz, bu alandaki uzman arkadaşlarımız hükümetin kadrosuyla birlikte işbirliği yapmaya; düşünceleri, politikaları ortaya koymaya hazırdır."

Değerli okurlarım, Başbakan Erdoğan'ın Mardin'de CHP Lideri Baykal'a yönelik olarak yaptığı konuşmanın tarihi 23 Şubat 2009....

CHP lideri Deniz Baykal'ın başbakana ilettiği yedi maddelik öneri ve tavsiyelerin tarihi 24 Şubat 2009...

İşte Baykal'ın Erdoğan'a 7 önerisi:

1. Kriz Türkiye'ye dokunmayacak, teğet geçti, krizin dibini gördük, artık düzelmeye başladı gibi gerçeklerden uzak, hiçbir değer taşımayan, milleti sözde ferah tutmaya çalışan, ekonomi temellerinden, verilerinden yoksun anlayışını başbakan derhal bıraksın.

2. Seçim yatırımlarını değil, seçim rüşvetini değil, seçim hovardalığını değil, altyapı yatırımları için kamunun yapacağı harcamaları artıracaksınız. Bunun için de bütçedeki bütün fazlalıkları, gereksiz kaynakları gözden geçireceksiniz. Yeni kaynak bulacaksınız, onunla ciddi altyapı yatırımı yapacaksınız. Altyapı yatırımı işsizlikle mücadele için en temel ihtiyaçtır.

3. Üçüncü öncelik olarak hükümete otomotiv ve dayanıklı tüketim sektöründe 6 ay süre ile KDV'yi kaldırmasını öneriyorum.

4. Kur politikasını, maliye politikasını makul ölçülerde gevşetmeye özen gösterin. İhracatçının hareket alanını genişletin.

5. Tahsili gecikmiş alacaklardaki artış bankacılık sisteminde bankaları kredi verme konusunda ciddi bir sıkıntıya sokmaktadır. Geri dönmeyecek kredi korkusunu önlemek için Kredi Garanti Fonu oluşturulmalıdır. Bu fondan yararlanacak olan şirketlerin işçi çıkarmaması bir şart olarak ileri sürülmeli, böylelikle şirketlerin işçi çıkarmama taahhüdü yapmaları sağlanmalıdır.

6. Hükümet prim, sigorta ve vergi yüklerini derhal 10 puan aşağı indirmelidir. Türkiye, insan çalıştırmayı cezalandıran bir mali sistem uyguluyor. Bunun doğal sonucu işsizliktir. İşsizliği ortadan kaldırmak için yapılması gereken şey insan çalıştırmayı teşvik etmektir, kolaylaştırmaktır; güçleştirmek değildir, engellemek değildir.

7. İşsizlik Fonu'nun imkanları işsizlikle ilgili kullanılmalıdır. Fondan gelen parayla eğitim programları düzenlenmelidir.

* * *

Değerli okurlarım, CHP Genel Başkanı Baykal hem 24 Ekim 2008'de ve 24 Şubat 2009'da krize ve işsizliğe karşı iki kapsamlı öneri paketi sundu.

Baykal'ın önerilerinin özelliği sosyal demokrat anlayışın bir yansıması olarak üretimi ve sosyal adaleti eşzamanlı olarak merkeze alması... Aynı zamanda gerçekçi ve uygulanabilir olması. Kaynakların etkin bir biçimde halk yararına kullanımına odaklanması...

Peki, CHP Lideri Deniz Baykal'ın bu iyi niyetli, sorumlu ve yapıcı yaklaşımına başbakan ne cevap verdi? "Kendi işine bak", "İktidara gelmek için kırk fırın ekmek yemen lazım!"...

Bir tarafta CHP lideri Baykal'ın sorumlu yaklaşımı...

Diğer tarafta Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olduğunu unutmuş gözüken Erdoğan'ın haleti ruhiyesi.

* * *

Erdoğan Baykal'a, "Eğer işsizliğe çaren varsa açıkla. Ama çözüm üret. Eğer çözümün yoksa lüzumsuz yere konuşma" dedi mi? Dedi.

CHP lideri Baykal krizin başlangıcından itibaren çözümler üretti mi? Üretti.

Çözüm paketlerini açıkladı mı? Açıkladı.

Lüzumsuz yere konuştu mu? Hayır.

Erdoğan "O çareyi eğer yerine getirmeyen bir Tayyip Erdoğan varsa, ben siyaseti bırakmaya hazırım dedi mi?" Dedi.

Bunu açıkça söyledi mi? Söyledi.

Gerçekler ortaya çıktı mı? Çıktı.

...Peki, sonra ne yaptı Başbakan?...

(Haber Ekspres, 4 Mart 2009)

BAYKAL'DAN ERDOĞAN'A 24 EKİM ve 24 ŞUBAT ÖNERİLERİ...1

Değerli okurlarım, Başbakan Erdoğan, 23 Şubat 2009 günü Mardin'de CHP lideri Deniz Baykal'ın işsizlikle ilgili söylemlerine atıfta bulunarak "Eğer işsizliğe bir çaren varsa açıkla, o çareyi eğer yerine getirmeyen bir Tayyip Erdoğan varsa, ben siyaseti bırakmaya hazırım. Bu kadar açık söylüyorum. Ama çözüm üret. Eğer çözümün yoksa lüzumsuz yere konuşma" dedi.

Böylelikle Erdoğan, CHP'yi ekonomi alanında vizyonu ve alternatif projeleri olmayan bir parti olarak göstermeye; bu yolla da kendi partisinin çözüm üretme konusundaki eksikliğini kapatmaya çalıştı.

Krizi "kader" olarak yorumladı...

* * *

Bir köşe yazarı olarak Sezar'ın hakkını Sezar'a vermek gerektiğine inanıyorum. Onun için bu hafta CHP'nin ekonomi düzlemli projelerini yazmaya ve gerçekleri sizlere aktarmaya karar verdim.

Değerli okurlarım, CHP lideri Deniz Baykal bir yılı aşkın bir süredir net bir şekilde ortaya çıkan ve küresel krizle birlikte daha da belirgin hale gelen yoksulluğu ve işsizliği her gittiği yerde dile getirip çözüm önerilerini iktidara ve başbakana anlatmaya çalıştı.

Örneğin CHP lideri Baykal 24 Ekim 1929 Dünya Ekonomik Buhranı'nın 79. yıldönümünde, 24 Ekim 2008 günü İzmir'de, ekonomik kriz konusunda tarihi bir basın açıklaması yaparak Başbakan Erdoğan'a oldukça geniş kapsamlı tavsiyelerde bulundu...

Başbakan Erdoğan'ın Mardin'de CHP Lideri Baykal'dan ekonomik kriz konusunda öneri istediği konuşmasının tarihi 23 Şubat 2009...

Baykal'ın çözüm reçetesini açıkladığı tarih 24 Ekim 2008...

İşte CHP lideri Deniz Baykal'ın, Erdoğan'ın talebinden dört ay önce ona ilettiği sorun saptamaları ve çözüm önerileri...

- Ekonomik krizi, hamdolsun iyiyiz, bu kriz Türkiye'ye teğet geçti değerlendirmeleriyle açıklamak kesinlikle yanlıştır. Bunun yanlış olduğu net bir biçimde ortaya çıkmıştır.

- Türkiye'de bir süreden beri kredi, verilemez hale gelmiştir. En son verilmiş ciddi kredi iki kamu bankasının, Vakıflar Bankası'yla, Halk Bankası'nın Sabah ve ATV'nin satışı dolayısıyla vermiş olduğu 750 milyon dolarlık kredidir. Bu krediyi Sayın Başbakan'ın damadının başında bulunduğu şirket almıştır.

- Reel sektör çok ciddi şekilde bu krizden etkilenmeye başlamıştır. İşten çıkarmalar giderek yaygınlaşmaktadır. Reel sektöre yardımcı olmak için SSK primlerinin derhal indirilmesi lazımdır.

- İşyerlerinin vergi borçlarının ertelenmesine yönelik bir düzenleme derhal yapılmalıdır. Muhtasarlarla ilgili, diğer vergilerle ilgili 1 - 1,5 yıllık bir ertelemeyi makul bir faizle mümkün kılan bir vergi ertelemesi düzenlemesi şu anda reel sektöre çok yararlı olacaktır.

- Türkiye'de çarkların dönmesini sağlamak için dış finansman gerekiyor. Türkiye derhal olabildiğince, bütün imkanlarını ve etkisini kullanarak, uluslararası işbirlikleri, finans kuruluşlarıyla anlaşmalar yaparak reel sektörün, finans sektörünün muhtaç olduğu likiditeyi sağlamalıdır. Döviz likiditesini ve Türk lirası likiditesini Türkiye mutlaka sağlamalıdır.

- Sadece hisse senetleriyle ilgili olarak değil, tahvil ve bonolarla da ilgili olarak yerli- yabancı ayrımı, vergi ayrımı ortadan kaldırılmalıdır. Ekonomide tabiyete göre farklı vergi olur mu? Bu yanlış ve haksız. Biz yerliyi cezalandırıyoruz, yabancıyı ödüllendiriyoruz.

- Mevduata tam garanti, hem bankalar arasında riski arttıracak gereksiz mevduat transferlerini önlemesi açısından yararlıdır. Hem de içeriden dışarıya kaynak kaybını önlemesi açısından gereklidir.

- Bugün Türkiye'de yeni kredi açılmıyor. Daha önce açılmış olan kredilerin geri çağrılmaya başladığına tanık oluyoruz. Açılmış olan kredileri kapatın denilmeye başlanmıştır. Peki, Sabah ve ATV için verilen 750 milyon dolarlık kredinin garantisi neydi? Sabah ve ATV'nin İMKB'deki son gelişmelerin ışığında şu andaki garanti değeri nedir? Pek çok işyeriyle yeni teminat ihtiyacına dayalı müzakereler yapılmakta, yeni teminat ile yeni faizler istenmektedir. Başbakanın himayesinde açılan bu kredilerle ilgili olarak gerekli çalışma, diğer işadamlarına yapıldığı gibi yapılmakta mıdır?

- Bankaları suçlayarak, sağa sola talimat vererek krizi yönetmek mümkün değildir. Siyasi kabadayılıkla ekonomik kriz yönetilmez.

- Kara para, uyuşturucu parası ve terör parası Türkiye'ye girmemelidir. Bu konuda gerekli dikkat, özen mutlaka gösterilmelidir. Ayrıca Deniz Feneri parası da bu yolla Türkiye'ye taşınmamalıdır.

CHP Lideri Deniz Baykal, bu öneri ve tavsiyelerden sonra şunları söylemişti: "...Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu krizin Türkiye'yi bu kadar ciddi biçimde etkilemiş olmasından büyük üzüntü duyuyoruz. İşlerin buraya gelmemesini çok isterdik. Bunun için üzerimize düşeni yaptık. Uzun bir süreden beri, bir yılı aşkın bir süreden beri özellikle Türkiye'deki ekonomik gidişin böyle bir krize doğru ülkeyi sürüklemekte olduğunu anlatıyoruz. Önlemlerimizi de söylüyoruz. Tarımla ilgili önlemlerimizi söyledik, esnaf ve işadamlarıyla ilgili önlemleri söyledik. Ekonomi politikamızın temelleriyle ilgili önlemlerimizi söyledik. Ama maalesef bunları anlatmayı başaramadık."

"Şimdi geldiğimiz noktada artık bu tartışmaları bir kenara bırakıyorum. Türkiye gerçekten sıkıntılı bir noktaya gelmiştir. Vatandaşımız çok ciddi şekilde canı yanar bir noktadadır. Türkiye'de krizden sadece şirketler ve finans sektörü değil, çalışan insanlar da doğrudan etkilenmeye başlamıştır. İşten çıkarmalar giderek yaygınlaşmaktadır. Her sektörde, her alanda işten çıkarmalar başlamıştır ya da planlanmıştır, hazırlanmaktadır. Bir süre sonra bunun sahnelendiğine tanık olacağız. Böylesine sıkıntılı bir noktaya ülke giderken hepimize düşen görev, sorumlulukla elbirliği içinde gereken önlemlerin alınmasını sağlamaktır..."

NOT: Yarınki yazımızda CHP Lideri Deniz Baykal'ın 24 Şubat 2009 tarihli TBMM Grup Toplantısı'nda Erdoğan'ın sözlerine cevaben verdiği yedi maddelik ikinci öneri paketini tartışacağız.

(Haber Ekspres, 4 Mart 2009)