28 Temmuz 2009

DEVRİN GAZETECİSİ - ZAFER YAPICI

Önce iktidara bak kardeşim.

İktidar ne yazmanı istiyorsa onu yaz.

Hatta bazen o bir diyorsa sen on yaz!

Açlığa mahkum edilenleri değil; ihalelerle köşe dönenleri övgü dolu sözcüklerle yaz.

Yaz ki millet, köşeyi dönmek için ne yapacağını bilsin.

Bu düzen böyle sürsün gitsin.

Gerçeklere gözlerini kapa, kulaklarını tıka. İmanını değil, imajını
geliştir, "güçlüleri" yağla yıka...

...Mangırları topla.

***

Yaz kardeşim yaz.

Bu yaz, hangi gece kulübünde, kim kiminle elele?

Ya da hangi sayın bakanın çok değerli zevcesinin türbanının markası ne?

Yine de okunmuyorsan üzülme, sen de uydur bir belge...

Onu yaz.

Yaz ki millet uyumaya devam etsin.

Bu düzen böyle sürsün gitsin.

***

Yaz kardeşim yaz.

Sorunları değil, burunları yaz.

Hangi ünlünün burnu estetikli?

Bu estetiği yapmış hangi dinci tıp merkezi.

Reklamı sakın unutma; aman!

Yoksa nasıl bulursun yeni fon, şeyh ortaklı tarikatçı finanstan...

***

Yaz kardeşim yaz.

Tavsiyeme uyarsan belki bahtın döner, sen de yumurtadan olursun zengin.

Ya da belli mi olur, sürersin gemicikleri.

Olursun bir gezgin!

***

Yaz kardeşim.

Yaz...

**

Yok öyle yazmam diyorsan,

Otur da kötü talihini yaz!

...Kendinin ve dolayısıyla ülkenin...

(Haber Ekspres, 28 Temmuz 2008)

27 Temmuz 2009

GAZ - ZAFER YAPICI


Sıradan bir insan...

Ben diyeyim İhsan, siz deyin Hasan...

Üç kuruş emekli aylığı yetmeyince, evde çoluk çocuk gazlı bez sarıyor. Koli başı yarım ekmek parası alıyor. Ona geçinmek denirse anca geçiniyor.

Hiç olmazsa karnı doyuyor!

Sıcak bir temmuz günü, öğle vakti televizyonu açıyor. Kanalları dolaşıyor. Hemen her kanalın canlı yayınlarla aynı olayı verdiği dikkatini çekiyor.

Sonra bu kadar önemli olayın ne olduğunu merak ediyor.

Anlıyor ki, "yüzyılın gaz projesi Nabucco" imzalanmış. Enerji, bundan sonra Türkiye'den geçerek Avrupa'ya akacakmış. Yarından tezi yok, Türkiye enerji konusunda sözü dinlenir bir ülke olacakmış...

Şimdiden girdiği kömür taksidini, külüstürünün benzinini, biriken elektrik borcunu düşünüyor. İçi ferahlıyor.

Hatta hafif gaza geliyor. Sardığı gazlı bezleri bir kenara itiyor. Artık sarmayacağım; yeter diyor; artık yeter!

Sonunda iyi bir şey!

Derin bir oh çekiyor...

...O gece, hiç olmadığı kadar rahat uyuyor...

* * *

Sabah oluyor.

İhsan, ya da Hasan...

Uyanıyor.

Bu kez, dünkü haberin verdiği rahatlıkla olacak, gazlı bez sarmıyor.

Televizyonu açıyor.

Haber kanallarının birinde geçen bir altyazıya dikkat kesiliyor.

Yazıyı yüksek sesle okuyor: "-Benzine % 7 Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) zammı geldi. 2,93 lira olan 95 oktan kurşunsuz benzin 3,16 liraya yükseldi." Sonra bir diğer kanaldaki, başka bir altyazıya göz gezdiriyor: "-Son zammın ardından dünyada en pahalı benzin Türkiye'de!"

"-Yahu daha dün, Kabukko, Nabukko, ne karın ağrısıyla imzalanmamış mıydı?" diyor...
Gerçeklerle, bir gün gecikmeyle yüzleşiyor.

Ah, diyor sonra; ah!

Bari alabilseydim seçim öncesi dağıttıkları kömürü... Bu vergi belli ki ondan ötürü!

* * *

Ben deyim İhsan, siz deyin Hasan!

Gülüyor... Kahkahalarla... Delicesine...

Ve diyor ki:

Bir kez bile olsun gaza gelmek bize haram.

Birileri gemicik üzerine gemicik eklerken, bize düşer hep keder, hep gam!...

Yine gazlı bezdir ilacım, lakin derindir yaram!

(Haber Ekspres, 21 Temmuz 2009)

17 Temmuz 2009

STRATEJİK DERİNLİK! - ZAFER YAPICI

Ahmet Davutoğlu, AKP iktidarı sırasında Türkiye'nin dış politikasını yönlendiren isimlerin başında gösteriliyor.

Zaten, birkaç ay önce Dışişleri Bakanlığı görevine de atandı.

Davutoğlu'nun dış politika konusundaki görüşlerini, kaleme aldığı "Stratejik Derinlik" kitabında görebilmek mümkün.

Davutoğlu, kitabında Türkiye'nin tarihi derinliği ile stratejik derinliği arasında bir bütün oluşturma sorumluluğuyla karşı karşıya olduğunu vurguluyor.

Türkiye'nin değişen bölgesel ve küresel dengelerle uyumlu bir biçimde tarihsel etkinliğini de kullanma yoluyla önemli bir uluslararası aktör olabileceği görüşünü savunuyor...

* * *

Son yıllarda Davutoğlu tarafından çizilen AKP'nin dış politika yaklaşımının başarı düzeyini test eden üç önemli konu başlığıyla karşılaştık...

1- Arap dünyası ile ilişkiler

2- Azerbaycan-Ermenistan Sorunu

3- Çin'in Sincan-Uygur Özerk Bölgesinde yaşanan gelişmeler

* * *

İlk olarak AKP yönetimi, Filistin-İsrail sorununda Mahmud Abbas liderliğindeki ılımlı El Fetih grubuna değil, radikal Hamas'a yakın bir tavır sergiledi.

Doğru. Bu noktada Arap dünyası içindeki fundamentalist akımlar arasında popülerliğini arttırdı. Ancak ılımlı grupların tepkisini aldı.

Örneğin El Fetih kökenli Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, birkaç gün önce gerçekleştirdiği Güney Kıbrıs Rum Kesimi ziyaretinde, Kıbrıs Sorunu'nda Rum tezini desteklediğini açıkladı.

Dahası İsrail ile Suriye arasında yapılan dolaylı görüşmelerde arabuluculuk rolünü Türkiye yerine Azerbaycan'ın üstlenmeye başladığı ortaya çıktı.

Türkiye yönetimi, Ortadoğu'da "taraf" olarak görülmeye başlandı... "Aktif" olacağım derken, "güven" yitirdi...

Son tahlilde "etkinlik" yitirdi...

* * *

İkinci olarak Türkiye, AKP yönetiminde, çeşitli yollarla Ermenistan ile ilişkilerini geliştirme yönünde bir politika izledi.

Ancak bu durum, dost Azerbaycan'da Türkiye'ye yönelik bir güven bunalımı yarattı.

Türkiye'nin Ermenistan'a yönelik attığı adımlar, Ermeni halkı tarafından ABD ve AB'nin Türkiye'yi zorlamasıyla atılmış adımlar olarak algılandı.

Bu nedenle, bu "açılımlar" (!) Türkiye'nin çıkarına hiçbir sonuç doğurmadı...

Dahası Türkiye, Kafkasya coğrafyasında önemli bir müttefik ülkenin, Azerbaycan'ın güvenini yitirdi...

* * *

Üçüncü olarak, Çin'in Sincan-Uygur Özerk Bölgesi'nde yaşanan gelişmelere AKP hükümeti oldukça ciddiyetsiz tepkiler verdi.

Hükümet çevrelerinden Çin mallarını boykot ve Çin'i soykırım yapan devlet olarak göstermeye yönelik çeşitli adımlar atıldı.

Dahası, televizyonlarda birçok "uzman" (!) Türkiye'nin Çin'le ilişkileri bozmakla kaybedeceği bir şey olmadığı görüşünü savundu...

Ancak diğer taraftan ekonomik gerçeklerle yüzleşildi. Bu cesur söylemler, ihtiyatlı bir yaklaşımla dengelenmek zorunda kaldı...

Çünkü Türkiye, sanayisi için gerekli üretim faktörlerinde Çin'e önemli ölçüde bağımlı. Yani Türkiye, bir taraftan Çin'le pazar rekabeti içindeyken, diğer taraftan Çin'le ticaretin sekteye uğraması Türkiye'nin sanayi üretimine büyük bir darbe vurulması anlamına da geliyor...

Sonuç olarak AKP dış politikası, Sincan Sorunu konusunda da oldukça başarısız bir sınav vermekte...

AKP, son dönemde hızla yitirdiği toplumsal desteği telafi etme kaygısıyla Doğu Türkistan'ı sahipleniyor görünürken, ekonomik gerekçelerle Çin'i karşısına almamaya çalışıyor...

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın ifade ettiği gibi "olaylar karşısında inandırıcı, tutarlı, her an arkasında duracağımız bir tavrı bir türlü ortaya koyamıyor."

Dış politika, kararsızlıkla; güvensizlikle yönetiliyor... Dış politika karar vericilerinin gerek ülke içinde gerekse uluslararası düzlemde inandırıcılıkları zedeleniyor.

AKP'nin Sincan konusundaki yaklaşımı diğer taraftan daha büyük bir tutarsızlığı da gözler önüne seriyor...

AKP hükümetinin, Uygur Türkleri'ni Çin'e karşı savunmada zaman zaman gösterdiği cesareti, neden Irak Türkmenleri'ni ABD güdümündeki Bölgesel Kürt ve Irak yönetimlerine karşı savunma noktasında gösteremediği sorusu yanıt bekliyor...

* * *

Sonuçta AKP dış politikasını "stratejik derinlik" söylemine vurguyla yönetenler, önemli dış politika sorunlarıyla yüzleştiklerinde "stratejik derinlikten" yoksun politikalar ürettiler.

Görülüyor ki, Davutoğlu, komşularla sorunsuz ilişkiler hedeflerken, Türkiye'nin sorunsuz ilişkiye sahip olduğu komşularıyla bile ilişkileri sorunlulaştı!

Ne yazık ki!

(Haber Ekspres, 14 Temmuz 2009)

10 Temmuz 2009

DOKUNULMAZLARA DOKUNMAK... - ZAFER YAPICI

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, Ergenekon Davası'nın en önemli faydasının "Türkiye'de hiç kimsenin bana dokunulamaz diyemeyeceği" olduğunu söylüyor.

Bir milletvekili olarak kendi dokunulmazlığını bir anda unutuveriyor...

* * *

Dokunulmazlık zırhına bürünmüş siyasi iktidar, bir yandan dokunulmazlığı olmayanlara istediği gibi dokunurken, diğer yandan dokunulmazları ve dokunulmazlığı olmamasına rağmen dokunulmaz muamelesi görenleri kollamaya devam ediyor.

Dokunulmazlığın arkasına sığınarak yanlış yapan iktidara ve dokunulmaz muamelesi görenlere kim, nasıl, ne zaman dokunacak?

Türkiye'nin demokratikleşme konusunda atacağı en önemli adım, bu soruya demokratik bir yanıt bulabilmektir.

Başka bir ifadeyle, Türkiye'yi çıkmaza iten en önemli sorun bu soruya yanıt bulamamaktır...

Ne yazık ki, ülkemizde bu soruyu soracak yürekli insan sayısı bile oldukça az.

* * *

Değerli okurlarım, Türkiye'de iktidarın en büyük güç kaynağı, milli iradeden ziyade dokunulmazlık zırhları olmaya başladı...

Dahası, milli iradeyi çeşitli yollarla etkisizleştirmeye yönelen ve bu süreçte temel dayanak olarak dokunulmazlıkları alan bir yönetim var ortada...

Eğer güç kaynağı milli irade olsaydı, milli irade sadakaya muhtaç hale gelmezdi.
İşsizler ordusu tüm yurda yayılmazdı. Yoksullar gün geçtikçe umutsuzluğa düşmezdi. Tarım çökmezdi. Sanayi tükenmezdi. İşçi, memur, emekli, dul ve yetimler feryat etmezdi. Yatırımlar durmazdı. Akla mantığa aykırı özelleştirmeler yapılmazdı.
Eğitimden, sağlıktan ve sosyal güvenlikten her yurttaş ayırımsız yararlanırdı.
Kısacası demokratik, laik sosyal hukuk devleti güçlenirdi. Ülkenin bütünlüğü perçinlenirdi. Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkılır, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşılırdı. "Milli irade", geleceğe ümitle bakar mutlu olurdu...

Ama öyle olmadı. Milli irade, tıpkı demokrasi konusunda olduğu gibi bir araç olarak görüldü...

Dokunulmazlık zırhını sanki milli irade vermiş gibi düşündü iktidar...

Öyle gösterdi.

Güç şımarıklığına kapıldı. "Kontrolsüz gücün, güç olmadığını" anlayamadı...

Aşırı kadrolaşmalar, anayasayı kendi istemleri doğrultusunda değiştirme girişimleri, halkı sadakaya muhtaç hale getirme politikaları, dinleme ile gelen baskılar...

Hukuk devletine müdahale, askeri yargıyı işlevsizleştirme, sivil yargıyı da siyasallaştırma girişimleri...

Bilim insanlarını, gazetecileri, yazarları... kısaca yapılan yanlışlıkları dile getiren; cumhuriyeti ve çağdaş demokrasiyi savunanları iktidarın dokunulmaz zırhına güvenerek susturma çabaları...

Dış politikada cumhuriyet tarihinde örneğine rastlanmayan basiretsizlikler...
Gizli-açık soygunlar, adresi belli ihaleler, naylon faturalar...

Üstü kapatılan kayıp trilyonlar, yoksullaştırılan kitlelere paralel bir biçimde bir anda zenginleşiverenler...

Deniz Fenerleri...

Anayasa Mahkemesi kararıyla laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu tescillenmiş bir yönetim var ortada, daha ne diyelim!

* * *

Yanlışlar.

Yanlış üstüne yanlışlar...


* * *

Peki iktidarın yaptığı tüm yanlışlıklarının hesabını sormak ve onu denetlemek için dokunulmazlıkları kaldıracak hiçbir irade; hiçbir güç kalmadı mı?...

* * *

Evet, tek bir güç var. Milli irade... Siz, biz, hepimiz...

İsterse milli irade, değil dokunulmazlıkları kaldırmak, dokunulmazlığa sığınarak yapılan tüm yanlışlıkların hesabını soracak güçtedir...

Yeter ki o gücün kendisinde olduğunu unutturanlara kanmasın, inanmasın...

Unutturmak isteyenlere inat, bilmeliyiz ki...

..."Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir."

Atamızın; Atatürkümüzün gösterdiği gibi...

(Haber Ekspres, 7 Temmuz 2009)

02 Temmuz 2009

NELER OLUYOR? - ZAFER YAPICI

Dünyada son yıllarda önemli bir dönüşüm yaşanıyor.

Bu dönüşümün en belirgin göstergelerinden biri, ulus devletin aşınmasına paralel bir biçimde "cemaatler toplumunun" inşa edilmesi...

Ulus-devlet aşındıkça milli sınırlarla örtüşen yegane sadakat odağı ortadan kaldırılmış oluyor.

Bu boşluğu çoğu kez birbirleriyle düşmanlaştırılan yerel dinsel / mezhepsel yahut etnik aidiyetler dolduruyor. Böylelikle oluşturulan "parçalanmış toplum", küresel kapitalizmin hakimiyeti için mükemmel bir imkan anlamına geliyor...

Oyun böyle sürüp gidiyor...

* * *

Aslında Türkiye'de yaşananlar da, dünyada / dünyanın diğer geri kalmış ülkelerinde yaşananlarla büyük paralellikler gösteriyor.

Afrika ülkelerinin, sömürge dönemi sonrasında, sömürü karşıtlığını merkeze alarak tanımladıkları yeni kimlikleri, süreç içinde ya fakirliğe ya da McDonalds kültürüne yenildi.

"Kara Afrikalılık kardeşliği" yerini etnik gruplar arası çatışmalara bıraktı. Dökülen kan, yeni emperyalizmin üremesi için uygun bir ortam yarattı.

Günümüzde Afrika'nın devlet yönetimlerinin önemli bir kısmı tehlikeyi fark ediyor. Bu bölünmüşlüğü aşmaya çalışıyor...

* * *

Sovyet sonrası ülkeler, SSCB'nin dağılmasının ardından bir anda küreselleşme dinamikleriyle yüzleşince büyük sıkıntılar yaşadılar.

Etnik ve dinsel temelli çatışmalar baş gösterdi.

Bugün toprak bütünlüğünü koruma konusu hem Batı yanlısı hem de Batı karşıtı Sovyet sonrası ülkelerin temel gündem maddesi.

* * *

Latin Amerika yüzyıllar boyunca sömürgeciliğin yarattığı sıkıntıları yaşadı. Bugün, yeni sömürgeciliğe karşı belki de en net tepkiyi veren coğrafya burası. Etnik-dinsel bölünmeleri aşan bir bölgesel kimlik, güçlendirilen milli kimliklerle birlikte bu coğrafyada üretiliyor.

* * *

Değerli okurlarım, küreselleşmenin dayatmaları ortada...

Aklı başında hiçbir devlet yönetimi, bu dayatmalara karşı kayıtsız kalmıyor. Kendi ayağına kurşun sıkmıyor...

Örneğin aklı başında hiçbir devlet yönetimi, toprak bütünlüğünü tartışma konusu yapacak bir girişime kapı açmıyor.

Aklı başında hiçbir devlet yönetimi, bütünlüğünün temel garantisi olan ordusunu ötekileştirme gayreti göstermiyor.

Aklı başında hiçbir devlet yönetimi, ülke nüfusunu etnik/dinsel-mezhepsel açıdan ayrıştırıcı politikaları teşvik etmiyor.

Aklı başında hiçbir devlet yönetimi, kendi çıkarı için ülkesinin hukuk düzenini yıpratacak adımlar atmıyor.

Aklı başında hiçbir devlet yönetimi, dış politikasını başka ülkelerin inisiyatifine terk etmiyor...

* * *

Peki ya Türkiye'nin yönetimi?...

(Haber Ekspres, 30 Haziran 2009)