18 Mart 2010

ERMENİ İDDİALARI... - ZAFER YAPICI

Geçtiğimiz günlerde Ermeni iddiaları konusunda önemli gelişmelere tanıklık ettik.

Önce ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen bir karar aldı.

Sonra benzer bir karar bu kez İsveç Parlamentosu'ndan çıkartıldı.

Böylelikle 1915 olaylarını soykırım olarak tanıyan devletlerin sayısı 20'ye yaklaştı.

Bildiğiniz gibi, İsviçre'de soykırım iddialarını reddetmek bile suç kapsamına giriyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünün geldiği noktaya bakınız!

İddiaların tartışıldığı parlamentolara her geçen gün yenileri ekleniyor.

İsveç Parlamentosu'nun onayladığına benzer bir Ermeni tasarısı gelecek ay İngiliz Parlamentosu'nda tartışılacak...

* * *

Değerli okurlarım, yasama kurumu olan parlamentoların özel uzmanlık gerektiren tarihsel konularda "bağlayıcı" kararlar vermeleri oldukça anlamsız.

Bir o kadar da saçma.

Ülkelerinin sorunlarına çözümler bulmak ve yasama etkinliklerini gerçekleştirmek ile yetkilendirilmiş parlamentolar, nasıl olur da başka coğrafyalarda yaşanmış tarihsel olgular hakkında kesin yargılar verme hakkını kendilerinde görebilirler?

Parlamentolar tarihçilik yaparlarsa tarihçiler ne yapacak?

Açıkça belli ki alınan kararlar siyasi. Tarihsel gerçeği bulma kaygısıyla değil, bugünün dünyasında siyasi çıkar elde etme kaygısıyla şekilleniyor bu kararlar.
Örgütlü lobicilik faaliyetlerinin sonucunda oldukça saçma görünen birçok karar tasarısı parlamentolara taşınabiliyor.

Bu tür lobicilik faaliyetleri aracılığıyla hedef ülkeleri siyaseten zor duruma düşürmek, kimliğini etnik milliyetçilik üzerinden kuran diasporaların (herhangi bir ulusun yurdundan ayrılmış kolu) sıklıkla kullandığı bir yöntem.

Yahudi, Ermeni, Yunan diasporaları örgütlülük ve lobicilik faaliyetlerindeki başarı deyince ilk akla gelen örnekler.

* * *

Peki Ermeni diasporasının Türkiye aleyhine faaliyetleri ve asılsız iddiaları ile nasıl mücadele edilebilir?

İlk bakışta lobicilik faaliyetlerini sıkılaştırmak başarı elde etmek adına geçerli bir yol olarak gözüküyor. Türkiye'nin bu konuda önemli bir şansı da var. Başta Almanya, Hollanda, İsviçre ve Fransa olmak üzere Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde ve ABD'de sayıları milyonlarla ifade edilen Türk nüfus mevcut.

Ancak bu nüfus, ne yazık ki örgütlülük konusunda Yahudi, Ermeni ve Yunan diasporalarıyla yarışacak düzeyde değil.

Diasporaların örgütsüz yahut yetersiz olduğu durumlarda yabancı ülkelerde siyasi kararları etkilemek üzere profesyonel lobicilik şirketleri sıklıkla kullanılıyor.

Dolayısıyla ilk bakışta Türkiye yurtdışında yaşayan Türk nüfusu örgütlü hale getirmek için gerekli önlemleri alarak ve/veya profesyonel lobicilik konusundaki yatırımlarını arttırarak bir adım öne geçebilir gibi görülüyor.

* * *

Ancak derinlemesine bir analiz, Türkiye'nin asılsız iddialarla mücadele konusunda asıl sorununun Türkiye'yi yöneten siyasal gücün irade eksikliği olduğunu ortaya koyuyor.

Öyle bir ülke düşünün ki, "komşularıyla sıfır sorun" gibi büyük bir iddiayı gerçekleştirmek adına herkese taviz üzerine taviz versin.

Yabancı devletler "fırsat bu fırsat", "bu ülkeden bir şey de biz koparalım" demeye başlasın...

* * *

Dolayısıyla Türkiye'yi yönetmekten sorumlu kadrolar, Ermeni iddiaları konusunda ülkemiz insanına yeni hayal kırıklıkları yaşatmak istemiyorlarsa ilk başta bu konuda kararlı olduklarına muhataplarını inandırmalılar.

Bu durum da ancak dış politika konusunda "gerçek" bir değişim ile mümkün!
Değerli okurlarım, AKP'nin temel çelişkisi tam da burada...

AKP, sahip olduğu "büyük güç" desteğini halihazırdaki dış politikasına borçlu olduğundan, dış politikada "milli çıkarı" savunma noktasında değişim yapacak kudrete bir türlü sahip olamıyor...

Biz de her yeni gün, bugün acaba hangi parlamento soykırım tasarısını kabul edecek diye tartışıp duruyoruz...

* * *

Sözün özünü bir kez daha söyleyelim. Ahmet Davutoğlu'nun dış politikasının hiçbir "stratejik derinliğe" sahip olmadığı bin bir örnekle kanıtlanıyor.

Dış politikada hiçbir sorun, ülkemizin çıkarı doğrultusunda çözülmüyor, çözülemiyor. Hatta sorunlara her gün yenileri ekleniyor...

Bu ülkenin çıkarlarını savunabilmek için dış politikada değişim şart!

İyi de hangi yönde bir değişim?...

* * *

Türkiye'yi dış politika sorunlarını çözme yetkinliğine kavuşturacak bir değişimin yönü Mustafa Kemal Atatürk'ün bağımsız dış politika anlayışı olabilir mi dersiniz?...

(Haber Ekspres, 18 Mart 2010)

09 Mart 2010

PAKETİN İÇİNDEKİ A-NA-YA-SA... -ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, hatırlarsınız Anayasa'da yapılacak değişiklikleri önce Prof. Dr. Zafer Üskül'e daha sonra Prof. Dr. Ergun Özbudun ve ekibine (!) ısmarlayan AKP zihniyeti, zaman zaman ortaya atılan Anayasa taslaklarıyla gündeme gelmişti.

İşte o tarihlerde kamuoyunu uzun süre meşgul eden ve ülkede gerginlik yaratan Anayasa değişikliği paketinin içeriğine birkaç örnek:

· Anayasa'nın 42. maddesinin 1. paragrafında yer alan "kimse, eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz" ifadesi, düzenlemeye göre "kimse, eğitim ve öğrenim hakkından, kılık-kıyafet nedeniyle alıkonulamaz" olarak değiştiriliyor.
Ayrıca, "eğitim-öğrenim kurumlarında kılık-kıyafet serbesttir" ifadesi bir seçenek olarak sunuluyor.

· Anayasa'nın din ve vicdan hürriyeti başlıklı maddesinden 14. maddeye atıfta bulunan hükmün çıkarılması öngörülüyor. Böylelikle ibadet, dini ayin ve törenlerin demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya dönük faaliyetler biçiminde yapılamayacağına" dair anayasal engel ortadan kaldırılmış oluyor.

· Yine Anayasa'nın 42. maddesinin 9. paragrafında yer alan "Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez" hükmü yeni düzenlemeye göre "eğitim ve öğretim dili Türkçe'dir. Türkçe'den başka dillerde eğitim demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kanunla düzenlenir" şekline getiriliyor.

· Gençliğin korunmasıyla ilgili Anayasa'nın 58. maddesinin 1. paragrafında: "Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilim ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirler alır." hükmünden yeni düzenlemede "Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda" ifadesi kaldırılıyor.

· Muhalefetin 110 milletvekili imzası olmadan Anayasa Mahkemesi'ne gidemeyeceği hükmü getirilmek isteniyor.

Değerli okurlarım, başta CHP olmak üzere ülkenin gerçek aydın ve düşünürleri ve duyarlı halkın tepkisi sayesinde bu Anayasa değişikliği paketi gündemden kalkmıştı.

* * *

Ancak bugün tekrar Anayasa değişikliği gündeme geldi. Başbakan mart ayı sonuna kadar yeni Anayasa değişikliği paketini Meclis'e gönderileceğini söyledi.

Buna en çok sevinen, eski Adalet Bakanı, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin oldu.
Şahin, "Bu teklifin başkanlığımıza verilmesini sabırsızlıkla bekliyorum" dedi.

İşte Şahin'in "taraf" olarak sabırsızlıkla beklediği anayasa değişikliği;

· HSYK'nın üye sayısı 7'den 21'e yükseltilecek. Kararları yargı denetimine açılacak,

· Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı arttırılacak ve üyelerin bir bölümü Meclis tarafından seçilecek,

· Askeri yargının askeri mahalde işlenen tüm suçlarda yetkili olduğu tanımı kalkacak,

· Parti kapatmayla ilgili iddianame Meclis'te oylanacak,

· YAŞ kararları da yargı denetimine açılacak.

Değerli okurlarım, AKP hem dün hem bugün ortaya koyduğu düşünceleri anayasal güce kavuşturarak daha rahat hareket etmeyi planlıyor.

Böylelikle yargı da Anayasa da etkisiz hale gelmiş olacak.

Eğer yargıyı da Anayasa ile etkisiz hale getirirse,

· AKP başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere HSYK ve diğer yargı organlarını kendi zihniyeti doğrultusunda şekillendirilip yandaş yargı yaratabilecek,

· Başta Başbakanınkiler olmak üzere Meclis'te bulunan 608 yargılanmayı bekleyen milletvekili dosyası dokunulmazlıklar kalksa dahi işleme konulmayacak. Çünkü AKP iktidardan inse bile milletvekillerinin yargılanmaları yandaş yargı nedeniyle şaibeli hale gelecek,

· Askeri yargının yetkileri azaltılacak. YAŞ kararları yandaş yargı tarafından denetlenebilecek. Parti kapatma Meclis'te oylanacak. Kediye ciğer emanet edilecek,

· Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı arttırılarak ve Mahkeme üyelerinin Meclis'te seçilmesi sağlanarak Anayasa Mahkemesi iktidarın bir uzantısı haline getirilecek.
İktidar aleyhine dava açılması anlamsızlaşacak... İşte o zaman ana muhalefet partisi isterse 110 değil 250 imza toplasın, Anayasa Mahkemesi'ne gittiğinde bir sonuç alamayacak. Yani demokrasinin en büyük güvencelerinden biri yok olacak.

* * *

Şimdi şaka gibi geliyor ama belki gün gelecek, Meclis'in duvarında Mustafa Kemal Atatürk'ün "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözünün kaldırılıp yerine " Egemenlik kayıtsız şartsız iktidarındır" sözü yazılması gündeme gelecek...

Değerli okurlarım, belli ki AKP'nin yapacağı Anayasa değişikliği yukarıda anlatmaya çalıştığım sakıncaları ortaya çıkaracak.

Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik sosyal hukuk devlet özellikleri ve üniter yapısı tehlike altına girmiş olacak.

* * *

Bu tehlikeli gidişten kurtulmanın tek bir yolu var. Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye sahip çıkmak! Cumhuriyetçi, halkçı güçleri sandıkta iktidara taşımak. CHP'de birleşmek...

...Yanılıyor muyum?...

(Haber Ekspres, 9 Mart 2010)

03 Mart 2010

DÜN NE DEDİ; BUGÜN NE YAPTI? - ZAFER YAPICI

Dün...

"Bence demokrasi bir amaç değil, bir araçtır", "Demokrasi hedefe ulaşmak için kullanılan bir tramvaydır. Durağa geldiğiniz vakit inersiniz!" dedi...

Bugün...

Demokrasinin nimetlerinden yararlanarak edindiği gücü dinleme, korku, yıldırma, ürkütme gibi çeşitli baskıları topluma hissettirerek; demokrasiyi amacı doğrultusunda yönlendirerek ve Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik devlet yapısını işlevsizleştirme girişiminde bulunarak tartışılır hale getirdi...

Dün...

"Türkiye, kendisine din olarak Kemalizm'i almış ve kitlelere zorla dikte ettirmiştir", "Biz inanıyoruz ki, Türkiye'de insanların dini inançlarını ortaya koymaları engellenmiş, cebri yollarla bastırılmıştır", "Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor. Yahu bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu. Sen bunu önüne geçemezsin ki" dedi...

Bugün...

Kemalizm'i ayakta tutan; demokrasinin de çağdaşlığın da temeli olan laiklik ilkesini zedelemenin "odağına" yerleşerek demokrasiyi korumasız hale getirdi...

Dün...

"Fakir fukara, garip guraba" dedi...

Bugün...

Sekiz yıla yakın iktidarları sonrasında, cumhuriyetin bütün kazanımları tek tek satıldı. Devletin tüm kurumlarında kadrolaşıldı. İç ve dış borçlar beş yüz milyarın üzerine çıktı. İhracat azaldı ithalat hızla arttı. Yatırımlar azaldı. Fabrikalar teker teker kapandı. Sanayi ve tarım çökme noktasına geldi. Kobiler, bakkallar, kasaplar can çekişir; çiftçi üretemez; köylü geçinemez hale geldi. Hayvancılık yok edildi. İktidar, "teğet geçti" söylemleriyle, eklemlendiği neoliberal düzenle ve halkı alıştırdığı sadaka kültürüyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal devlet yapısının altını oydu...Yoksular, işsizler, çalışanlar, emekliler, tekelciler anayasal haklarını aramak için sokaklara çıktı. Teröriste yapılmayan muamele onlara yapıldı.

Dün...

"Danıştay'a, Yargıtay'a "diyanete sor", "Türkiye'deki hukuk, yani medeni, ceza, ticaret hukuku halka sorulmadan bir yerlerden aktarılmış ve zorla halka dikte edilmiştir" dedi...

Bugün...

Yürütmenin gücünü kullanarak hem yasamayı hem de yargıyı baskı altına aldı. Kuvvetler ayrılığı ilkesini, kuvvetlerin birliği ilkesi haline getirmeye noktasında büyük yol katetti. Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk devleti yapısını tartışılır hale getirdi.

Dün...

"Türklük bir alt kimliktir.", "Yahu, milletin bütünlüğü 'ne mutlu Türküm diyene' ifadesiyle sağlanır mı?", "Türkiye Cumhuriyeti'nde 27 etnik grup yaşamaktadır. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. 'Türkiye Türklerindir' gibi tezler yanlıştır.", "Osmanlı eyaletler sistemi gibi bir sistem Türkiye'de uygulanabilir.", "Ancak bir inanç birlikteliği bu insanların bütünlüğünü sağlayabilir, aksi taktirde milli bütünlüğümüzü sağlamak mümkün değildir" dedi....

Bugün...

"Açılımlar" adı altında Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasasını ve ulus, laik ve üniter devlet yapısını tartışılır hale getirdi...

* * *

Değerli okurlarım, anlaşılıyor ki Başbakan'ın asıl amacı Türk milletinin refahını, işini, aşını, güvenliğini ve geleceğini güvence altına alıp onu mutlu kılmak değil...

Peki asıl amacı ne?...

İktidar gücünü kullanarak yukarıda açıkladığım "açılımlarını" gerçekleştirmek. Bu amaca ulaşmak yolunda önüne çıkacak tüm engelleri ortadan kaldırmak...

Hani dün...

"Amaca ulaşmak için gerekirse papaz cüppesi giyerim" demişti ya...

İşte zamanında çıkardım dediği ama bir türlü çıkarmadığı "...gömleği"nin üzerine bir de "...cüppesi" giyip iktidar gücünü kullanarak,

· Yasamaya, yargıya,
· Anayasaya,
· Üniversite yönetimlerine,
· Demokratik kitle örgütlerine,
· Ana muhalefete ve diğer muhalif oluşumlara,
· Demokratlara, cumhuriyetçilere, vatanseverlere, Kemalistlere baskı uyguladı.
· Medya ve basın üzerinde -özellikle köşe yazarları üzerinde- bir sindirme kampanyası başlattı.
· TSK'nın emekli/muvazzaf general-amiral ve çeşitli rütbedeki onlarca subayını "Ergenekon" adı altında tutuklayıp bu kuruma güveni sarsmaya çalıştı.

II. Abdülhamit'in "istibdat dönemi"ni hatırlatan (hatta neredeyse aratan) günler yaşıyoruz. Jurnalcilik, sansür, yıldırı sıradanlaştı.

Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik sosyal hukuk devlet özellikleri ve üniter yapısı tartışılır hale geldi. Ve akıl almaz bir kimlik politikasıyla ülke tehlike ortamına sürüklenmeye - pardon "normalleşmeye!..." - başladı.

* * *

İşte AKP zihniyetinin dünü ve bugünü...

Değerli okurlarım, dün söylenenlerle bugün olanlar arasındaki tutarlılık dikkat çekici.

Tüm emarelerden şu anlaşılıyor:

Gerçek amaç, dayatılan "açılımları" dini siyasallaştırıp, siyaseti dinselleştirerek rejimi değiştirme yoluyla hayata geçirmek.

Bunun için de demokrasi kavramını kullanarak siyasal iktidar aracılığıyla devlet aygıtını totaliter bir sistemin baskı unsuru haline dönüştürmek.

Ne yazık ki...

* * *
Bilmem farkında mısınız?...

(Haber Ekspres, 2 Mart 2010)