31 Ekim 2010

AMERİKAN ULUSAL FÜZE SAVUNMA SİSTEMİ- ZAFER YAPICI


Kimlik sorunların örtüsüdür.
Türkiye'de de son süreçte kimlik bağlamlı türban tartışmaları birçok önemli sorunun üzerinin örtülmesi anlamına geldi.
Örnek mi?
Amerikan Ulusal Füze Savunma Sistemi.
Türban tartışmaları nedeniyle bu konu gündem dışı kaldı!
* * *
Amerikan.
Ulusal.
Füze Savunma Sistemi...
ABD'nin ulusal güvenliği için tasarlanmış bir Amerikan projesi...
Peki bir Amerikan projesi niye bizim için bu kadar önemli?
* * *
Önce projenin tarihinden ve içeriğinden biraz bahsedelim. Sonra projenin Türkiye için neden bu kadar önemli olduğunu anlatalım.
Amerikan Ulusal Füze Savunma Sistemi; bir başka ifadeyle Füze Kalkanı, 1980'li yıllarda başlayan bir ABD projesidir. ABD ülkesini herhangi bir füze tehdidi karşısında korumaya odaklanan bu proje, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından gündemden çıkmıştı.
Oğul Bush dönemide ABD'nin yeni güvenlik stratejisi bağlamında yeniden ön plana alınan bu proje, ABD'nin korunması için üç safhalı bir güvenlik duvarı yaratmayı hedefliyor.
Birinci safha, tehdit olarak algılanan, yani ABD'ye füze göndermesi muhtemel ülkelerin yakınlarındaki müttefik ülkelere "karşı füze sistemleri"nin konuşlandırılması anlamına geliyor. Bu sistemler, ABD'yi hedef alacak bir füze saldırısını, füze ateşlendikten hemen sonra otomatik olarak karşılayacak ve karşı füze ile füzeyi imha edecek bir biçimde dizayn ediliyor.
Eğer bir füze birinci safhada imha edilememişse, ikinci safha devreye giriyor. Bu bağlamda, Avrupa ülkelerine füze sistemleri konulması öngörülüyor. İran ya da Rusya gibi devletlerden ateşlenen ve ABD'yi hedefleyen füzelerin bu füzeler atmosfer dışına çıksa dahi Avrupa ülkelerinde konuşlandırılacak sistemler tarafından havada imha edilmesi amaçlanıyor.
Eğer ABD'yi hedefleyen füze birinci ve ikinci safhaları hasarsız atlatırsa, füzenin yörüngesinden düşüş aşamasında ABD toprakları üzerinde konuşlandırılacak bir başka füze savunma sistemiyle imha edilmesi planlanmakta. Bu sisteme Alaska ya da Kolorado'nun evsahipliği yapması planlanıyor.
* * *
Görüldüğü gibi ABD, savunmasını, (belki de kendi savunmasına ek olarak İsrail'in savunmasını) tehdit olarak algıladığı ülkelere yakın müttefiklerinden başlatmak istiyor...
NATO üyesi Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye bu bağlamda ön plana çıkıyor.
Bildiğiniz gibi, son NATO genişlemelerinde ittifaka katılan Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Bulgaristan, Romanya, Letonya, Litvanya ve Estonya gibi devletler, ABD ile yakın ilişkilere sahip.
Hatta bu nedenle oğul Bush yönetimi, bu ülkeleri "Yeni Avrupa" olarak tanımlayıp övmüştü.
Oğul Bush yönetimi sırasında yeniden ön plana alınan Füze Savunma Sistemi'nin ileri karakolluğu ilk bu ülkelere önerildi.
Önce Polonya'ya...
Polonya yönetimi Amerikancıydı. Buna rağmen, kamuoyu baskısının da etkisiyle Polonya Başbakanı Donald Tusk, Polonya ulusal güvenliğini garanti edici bir çalışma ABD tarafından önerilmezse füzelerin ülkesine yerleştirilmesine izin vermeyeceğini söyledi. (24 Mayıs 2008)
Sonra Çek Cumhuriyeti'ne...
ABD, bir kez daha aynı tepkiyle karşılaştı.
Sonra Romanya'ya...
Yine aynı...
ABD yılmadı. Bu kez Bulgaristan'da şansını denedi.
Olmadı.
...
İhale Türkiye'ye kalmak üzere!
* * *
Obama yönetimi, Amerikan ulusal füze savunma sistemi bağlamında Türkiye'de üsler kurmayı planlıyor.
Bu üslerin ve savunma sisteminin kontrolü ya doğrudan ABD'de olacak, ya da proje NATO kapsamına alınıp, kontrol NATO karargahına bağlanacak!
Bu şu demek...
Türkiye, kendi topraklarında bulunan sistemlerin kontrolünü kendi elinde tutamayacak.
Örneğin eğer İran veya Rusya Federasyonu'ndan ABD ülkesine yönelik bir füze saldırısı gerçekleşirse, Türkiye'den otomatikman ateşlenecek füzeler bu füzeleri Türkiye üzerinde vuracaklar.
Böylece ABD'ye yönelen tehdit ortadan kalkmış olacak.
Ancak İran veya Rusya Federasyonu'ndan ya da başka bir füze sahibi ülkeden Türkiye'ye yönelecek olası saldırılarda, füze savunma sisteminin kullanılıp kullanılmaması "başkalarının" insafına bırakılacak!
* * *
Diğer taraftan, sistemler savunma amaçlı olarak sunuluyor. Ancak bu durum, sistemlerin hiçbir durumda saldırı amaçlı kullanılmayacağı anlamına gelmiyor.
Yani, savunma sistemi de son tahlilde füze.
Füzeler de taşıdıkları yükün yıkıcı kapasitesine bağlı olarak saldırı amacıyla da kullanılabilir kolaylıkla.
İşte bu durum, Türkiye'nin çevresinde "düşmanca" algılanmasına yol açabilir. Bu da Türkiye için yeni ve büyük sorunlar yaratır.
Türkiye, bir taraftan "sıfır sorun" politikasıyla "dost" olmaya çalıştığı komşularının bazılarına taviz üstüne taviz verirken, diğer taraftan, diğer komşu devletleri, ülkesi üzerinde konuşlandırdığı, ancak kendisinin değil başkalarının kontrolüne sahip olduğu füze sistemleriyle düşmanlaştırabilir!
Alın size sıfır sorun!!!
* * *
Türkiye, büyük bir dayatmayla karşı karşıya.
19-20 Kasım tarihlerinde Lizbon'da gerçekleşecek NATO Zirvesi'nde NATO ülkeleri, Türkiye'yi Amerikan Ulusal Füze Savunma Sistemi'ne ev sahipliği yapması hususunda zorlayacaklar.
Ne yazık ki ilk haberler, AKP yönetiminin ABD'ye bu konuda taviz vermekte olduğu yönünde...
...Türkiye iktidarıyla, muhalefetiyle türbanı tartışmaya devam ederken...

(Haber Ekspres Gazetesi- 1 Kasım 2010)

28 Ekim 2010

YARIN HANGİ CUMHURİYETİN BAYRAMINI KUTLAYACAĞIZ?- ZAFER YAPICI

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük'e göre, milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimidir Cumhuriyet.

Oysa monarşilerde iktidarın kaynağı seçimler değil kalıtımdı.

Bu nedenle tarih boyunca genelde cumhuriyetler monarşilerle mücadelenin neticesinde kuruldular.

Fransa'da Birinci Cumhuriyet, XVI. Louis'in Bourbon Hanedanlığı'nı devirerek kurulmamış mıdır? Ya da Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti, 1838 Balta Limanı Antlaşması'yla birlikte adım adım Batı'nın tutsağı haline gelen Osmanlı Hanedanlığı'na bir başkaldırı değil midir?

* * *

Bugün yönetim biçimini cumhuriyet olarak tanımlayan ülkeler dünya yüzeyinde büyük bir çoğunluğu oluşturuyor.

Dünya jandarması ABD de cumhuriyet, "doğrudan demokrasi" şampiyonu İsviçre de.

1997-2003 arasında Charles Taylor'un diktatoryasını yaşayan Kara Afrika ülkesi Liberya da bir cumhuriyet, dünyanın en gelişmiş ülkelerinden Almanya da.

Teokratik bir yönetime sahip İran da bir cumhuriyet, laikliğin ve çok sesliliğin ülkesi Fransa da.

Mustafa Kemal'in Türkiyesi de cumhuriyet. Siyasal İslam'ın Türkiyesi de...

* * *

Bu demek oluyor ki, cumhuriyet kavramı tek başına yeterli ölçüde açıklayıcı değil. Birtakım sıfatlarla yeni anlamlara sahip olabiliyor.

Bir başka ifadeyle, "milletin egemenliği kendi elinde tutması" son derece muğlak bir tanım. "Nasıl, ne ölçüde ve hangi biçimde" sorularıyla bu içeriğin çözümlenmesi ve cumhuriyetlerin sahip oldukları nitelikler bağlamında yeniden tanımlanmaları gerekiyor...

* * *

Biz yarın hangi cumhuriyetin bayramını kutlayacağız?

Hala Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin bayramını...

O halde Atatürk'ün Cumhuriyeti'nin içeriğini bu cumhuriyetin bazı temel özelliklerini merkeze alarak çözümleyelim.

* * *

1. Katılımcılık-Demokrasi: Atatürk'ün cumhuriyeti, katılımcı bir yapının varlığı neticesinde ilan edildi. Atatürk daha Kurtuluş yıllarında "milli irade"nin önemini vurguladı. Amasya Genelgesi'nde "ulusal egemenlik"ten bahsedildi. Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin seçilmiş delegeleri emperyalizme karşı mücadelenin toplumsal tabanını yansıttılar. Atatürk'ün kurduğu cumhuriyette de halk temsilcilerinden oluşan ve seçimle işbaşına gelen meclis, katılımcılığın en önemli göstergelerinden biri oldu. Birçok Avrupa devletinden önce Atatürk Türkiyesi'nde kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip oldu. Gençlik, cumhuriyetin dayandığı temel toplumsal kategoriydi.

Oysa bugün, demokrasi araçlaştırılıyor. Demokrasinin içeriği boşaltılıyor. Katılımcılık ve çoğulculuk unutuldu. "Denetimsiz bir çoğunluk yönetimi" demokrasi diye yutturulmaya çalışılıyor.

2. Laiklik: Atatürk'ün cumhuriyetinin ayırt edici özelliklerinden bir diğeri de laik bir yapıya sahip olmasıydı. İşte tam da bu nedenle cumhuriyet, milli iradeyi yansıtıyordu. Laik cumhuriyetlerin antitezi teokrasilerdir. Dini siyasal süreçlerde belirleyici öğe olarak tutan teokratik cumhuriyetler çoğulcu olamazlar. Çünkü Tanrı iradesinin üstünlüğü, bu iradeyi temsil yeteneği olduğu iddia edilen kişiler tarafından kolay yönetmek adına kullanılır. Böylelikle seçimler yapılsa bile bu seçimlerde verilen oylar bireylerin iradesini yansıtmaz. Bireyleri esir alan cemaatin iradesini yansıtır. Laiklik, Atatürk döneminde iradeyi ipotek altına alan baskılardan bireyin arındırılması neticesini verdi. Böylelikle ulusal egemenliği kuvvetlendirici bir etkiye sahip oldu.

Oysa bugün laikliğin altı oyuluyor. Tarikat yapısına dayanan yandaşçılığın belirleyici olduğu bir dönemdeyiz.

3. Tam Bağımsızlık: Atatürk'ün cumhuriyeti emperyalizme karşı bir mücadelenin neticesinde kuruldu. Tam bağımsızlık Atatürk'ün cumhuriyetinin bir diğer ayırt edici unsuru oldu. Atatürk Türkiyesi'nde Türkiye'yi ilgilendiren kararlar ne Brüksel'de ne Washington'da; Ankara'da verildi.

Oysa bugün AB'ye üye olmadan Gümrük Birliği'ne üye olan Türkiye, kendi ticaret ve iktisat politikasını kendisi oluşturamıyor. Türkiye, AB üyesi olmadığı için hiçbir karar alma sürecine müdahil olamadığı AB kurumlarının almış olduğu ticari ve iktisadi kararların pasif bir uygulayıcısı konumunda.

Diğer taraftan Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanlığı hedefi, Türkiye'yi komşularıyla sorunlu bir ülke haline getiriyor. Son olarak Amerikan Ulusal Füze Savunma Sistemi'nin Türkiye'de kurulması gündemde. ABD, İran ya da Rusya Federasyonu gibi nükleer güce sahip olan ülkelerden ülkesine yönelecek herhangi bir nükleer tehdidi bu ülkelere yakın coğrafyalardaki "müttefiklerine" füze savunma sistemleri yerleştirme yoluyla çözme gayretinde. (Aslında esas amaç, bu bölgeleri kontrol etmek). Polonya, Çek Cumhuriyeti, Romanya ve Bulgaristan ABD'nin bu yöndeki tekliflerini reddettiler. Çünkü füze savunma sistemleri ABD tarafından yönetilecekler. Daha açık bir ifadeyle füze savunma sistemleri bu ülke topraklarında olmasına rağmen sistemlerin dijital yönetimleri ABD'nin elinde olacak. Yani saldırı ABD topraklarına yapıldığında füze savunma sistemi otomatik olarak devreye girecekken, füze savunma sisteminin yerleştirildiği ülkelerin topraklarına bir nükleer saldırı gerçekleştiğinde, füze savunma sistemini çalıştırıp çalıştırmama kararını ABD yönetimi verecek.

Bu koşullarda füze savunma sisteminde ihale AKP yönetimindeki Türkiye'ye kalmak üzere!

İşte öyle bir cumhuriyet haline gelmişiz...

* * *

Yarın 29 Ekim.

Bir kez daha soralım.

Sahi yarın hangi cumhuriyetin bayramını kutlayacağız?

* * *

Değerli okurlarım, bugün cumhuriyetin kurtuluşu demokrasiden geçiyor. Demokrasi için ise sadece serbest seçimler yeterli değil. Siyasal iktidarın karar ve uygulamalarını da denetleyebilen bir bağımsız yargının varlığı lazım. Farklı toplumsal çıkarları temsil eden siyasal partilerin eşit yarışına olanak tanıyan bir seçim sistemi lazım. Siyasal katılımı kolaylaştıran dernekler ve sendikaların siyasal iktidarın baskı ve hakimiyetinden kurtarıldığı bir düzen lazım. İktidarın yayın organı olarak çalışmayan, gerçekten özgür kitle iletişim araçlarının varlığı lazım...

Değerli okurlarım, bugün cumhuriyetin kurtuluşu Atatürk'ü anlamaktan geçiyor. Cumhuriyeti kurtarmak için laiklik lazım. Tam bağımsızlık lazım. Atatürk ilke ve devrimlerini yeniden sahiplenmek lazım...

(Haber Ekspres Gazetesi- 28 Ekim 2010)

27 Ekim 2010

Tutturmuşlar türban da türban! - Zafer YAPICI

Yahu kardeşim Türkiye'nin daha önemli sorunları yok mu?

Sanki yoksulluk, yolsuzluk ve işsizlik halledildi de sıra türbana geldi...

Pes doğrusu...

Köylünün, çiftçinin, esnafın, memurun, emeklinin, sanayicinin, işsizin, öğrencinin, öğretmenin, engellinin, kimsesizin dertleri bitti de sıra türbana mı geldi?

Cumhuriyetin, demokrasinin, laikliğin önündeki engeller aşıldı da sıra türbana mı geldi?

Sosyal devlet tam olarak işler hale geldi de sıra türbana mı geldi?

Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısı sağlamlaştı, terör sorunu çözüldü, herkes geleceğe ümitle bakar oldu da sıra türbana mı geldi?


* * *


Sahi bir de bugünlerde türban yerine önüne gelen, bilen bilmeyen herkes başörtüsü kavramını kullanıyor. Takiye yaparak tüm kamuoyuna özellikle kadınlarımıza; politik içerikli bir görsel örgütlenme modelini inanç özgürlüğünün gereği olarak sunup yutturmaya çalışıyorlar.

Türbanın adı asırlık başörtüsü oluverdi birden!...


* * *


Oysa başörtüsü sizin bildiğiniz türbana benzemez. O bir kültürdür.

Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar.

Kültür, toplumun yaşayış, kavrayış ve düşünüş tarzıdır.

Her yöre insanının yaşayış, kavrayış ve düşünüş tarzı farklıdır.

Anadolu kadınında asırlardan beri başlarını bağlama geleneği vardır. Her yöre örtünme konusunda kendi kültürel kodlarını kendisi yaratmıştır. Bu örtünme biçimleri geleneksel, toplumsal, dinsel, iklimsel vb. nedenlere bağlı olarak çeşitlenmiştir.
Örneğin, yemeni, yaşmak, ferace, başbezi, maşlak, kadın fesi, hotoz, kundak yemeni, tandırbaşı, salma yemeni...

Bunlar asla türbanla eşleştirilemez. Çünkü bunlar asırlardır kadınlarımızın kullandığı yöresel baş bağlama kültürünün ürünüdür. Bu kültür, bir siyasi simge olan türban yerine asla geçemez.

"Türban"ın milletvekilinin dokunulmazlığı gibi dokunulamaz olması için ortalık toz duman...

Amaç, asırlık başörtüsü kültürünü benimseyen Anadolu kadınına "türban"ı bir siyasi simge olarak taktırıp oradan siyasi rant sağlamak...


* * *


Değerli okurlarım, gelelim üniversitelerde türbanla okumak isteyen öğrencilere...

Bu öğrencilere şu soruları sormak gerekmez mi?

Neden her şeyden önce türban?

Türban takınca alacağınız kredi mi yükselecek?

Türban takınca derslerinizde daha mı başaralı olacaksınız?

Türban takınca en güzel yurtlarda mı kalacaksınız?

Türban takınca işiniz garanti mi olacak?

Türban takınca kendinizi "first leydi" mi sanacaksınız?

Türban takınca simit-ekmek yemekten mi kurtulacaksınız?

Türban takınca hocalarınız size daha çok not mu verecek?

Türban takınca sınırsız özgürlüğe mi sahip olacaksınız?

Türban takınca kendinizi türban takmayanlara göre daha mı üstün göreceksiniz?

Türban takınca üşümeyecek misiniz, terlemeyecek misiniz, acıkmayacak mısınız...?

Türban takınca annenizin babanızın hangi şartlarda size para gönderdiklerini düşünmeyecek misiniz?

Türban takınca kendinizi zengin mi hissedeceksiniz?

Türban takınca ülkenin bölünmez bütünlüğü tehdit ve tehlike altında olmaktan çıkacak mı?

Türban takınca YÖK kaldırılıp üniversitelere özerklik mi gelecek?

Türban takınca sosyal devlet mi güçlenecek?

Türban takınca terör sorunu mu bitecek?

Türban takınca kadın erkek eşitliği mi yeşerecek?

Türban takınca koca dayağı azalacak mı?

Türban takınca başkası sizin adınıza karar vermeyecek mi?

(Haber Ekspres, 25 Ekim 2010)

Ya dengeli beslenmeyen halk, çay-simit hesabı yapmaya başlarsa? - Zafer YAPICI

Değerli okurlarım, Başbakan Erdoğan, 12 Ekim 2010 Salı günü AKP Grup Toplantı'sında tüm emeklileri ilgilendiren maaş artış oranlarını kamuoyuna açıkladı.

Özetle şöyle:

En düşük BAĞ-KUR tarım emeklisinin aylığı ocak ayında 371 liradan 434 liraya çıkacak. Yani 63 TL'lik bir artış var. Temmuz ayında ise 434 TL'den 451 TL'ye yükselecek. İkinci altı ay için zam 17 TL. BAĞ-KUR tarım emeklisi için 2011 yılında toplam zam oranı % 21.7; zam miktarı ise 80 TL...

En düşük BAĞ-KUR esnaf emeklisinin aylığı ocak ayında 511 liradan 574 liraya yükselecek. İlk altı ay için 63 TL'lik bir zam öngörülmüş. Maaşlar temmuz ayında 574 TL'den 597 TL'ye çıkacak. Yani 23 TL'lik bir artış var bu dönemde. 2011 yılında en düşük BAĞ-KUR esnaf emeklisinin maaşında toplam % 16.8'lik bir artış yaşanacak. Bu da 86 TL'ye karşılık geliyor.

En düşük SSK işçi emeklisinin aylığı ocak ayında 648 liradan 710 liraya çıkacak. Yani ilk altı ay için 62 TL'lik bir zam öngörülmüş. Temmuz ayında en düşük SSK işçi emeklisinin maaşı 710 TL'den 739 TL'ye yükselecek. 29 TL lik bir zam var. 2011 yılında toplam % 14'lük bir artışla 91 TL'lık bir maaş artışı söz konusu...

En düşük SSK tarım emeklisinin aylığı ocak ayında 492 liradan 555 liraya yükselecek. 2011'in ilk altı ayı için 63 TL'lik bir maaş artışı var. Temmuz ayında ise en düşük SSK tarım emeklisinin aylığı 555 TL'den 577 TL'ye yükselecek. İkinci altı ay için 22 TL'lik bir zam var. 2011 yılında en düşük SSK tarım emeklisi aylığında toplam % 17.3'lük bir artış yaşanacak. Bu da 85 TL'ye karşılık geliyor.

* * *

Hatırlatırım.

Ülkemizde net asgari ücret 599.12 lira!

Açlık sınırı 846.63, yoksulluk sınırı 2757.75 lira.

16 milyon kişi yoksulluk sınırının, 550 bin kişi de açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor.

4.7 milyon kişi işsiz....

* * *

Şimdi gelelim Recep Tayip Erdoğan'ın 2002 yılında; yani muhalefetteyken yaptığı meşhur çay-simit hesabının iktidarındaki karşılığına...

Bugün en düşük fiyatla bir bardak çay 50 kuruş. Bir simit 50 kuruş. Beş kişilik bir aile, üç öğün çay ve simitle karınlarını doyurmaları halinde ayda 450 lira ödemek zorunda kalıyor.

Değerli okurlarım, SSK işçi, SSK tarım, BAĞ-KUR esnaf ve BAĞ-KUR tarım emeklisi, beş kişilik ailesi ile üç öğün çay ve simit ile dengesiz bir biçimde beslenirse bakınız elinde ne kadar para kalıyor...

En düşük SSK işçi emeklisinin elinde ocak-temmuz döneminde 710- 450= 260 lira, temmuz – aralık döneminde ise 739- 450= 289 lira kalacak.

En düşük SSK tarım emeklisinin elinde ocak-temmuz döneminde 555- 450= 105 lira, temmuz – aralık döneminde ise 577- 450= 127 lira kalacak.

En düşük BAĞ-KUR (esnaf) emeklisinin elinde ocak-temmuz döneminde 574- 450= 124 lira, temmuz – aralık döneminde ise 597- 450= 147 lira kalacak.

En düşük BAĞ-KUR (tarım) emeklisinin elinde bir şey kalmayacak! BAĞ-KUR tarım emeklisi, sadece çay-simitle beslense bile ocak-temmuz döneminde 434- 450= 16 lira borçlu. Temmuz – ocak döneminde ise 451- 450= 1 lira borçlu kalacak...

Beş kişilik bir aile bir ay boyunca dengeli beslenme başta olmak üzere, ısınma, barınma, eğitim, sağlık gibi ihtiyaçlarını bu maaşlarla nasıl karşılayacak Sayın Başbakan?...

* * *

Değerli okurlarım, milyonlarca yoksul insanımız dengeli beslenemiyor. Lütfen dengeli beslenemeyen insanların hangi hastalıklara yakalanabileceğini bir araştırın.

Bunun neticesinde niçin sağlıklı bir toplum olamadığımızı, sağlıklı eğitim yapamadığımızı ve sağlıklı kararlar veremediğimizi düşünün...

* * *

Şunu siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum:

Başbakan Recep Tayip Erdoğan imzasıyla 29 Eylül 2010 Çarşamba gün ve 27714 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 2010/22 sayılı genelge "Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı"nı içeriyor. Bu programı okumanızı öneririm. Söz konusu programda sadece dengeli beslenmek konusunda eğitim ve bilgilendirme var. Dengeli beslenmek için yeterli bir gelire ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıyor bile...

Size bu programın bir bölümünü sunuyorum:

"...Koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında, sağlık otoriteleri ve bu otoriteler ile işbirliği yapacak ilgili tüm kuruluşlar tarafından, toplumun her kesimine ulaşılması, örgün ve yaygın eğitim çalışmalarının hızla yaşama geçirilmesi; birey, aile ve toplumun yeterli ve dengeli beslenme, fiziksel aktivite konularında bilgilendirilmesi gerekmektedir..."

Sadece bilgilendirme...

Ya dengeli beslenmek için gerekli olan maddi imkan?

Sayın Başbakan, sizin 2002 yılında çay-simit hesabıyla çizdiğiniz o tablo neticesinde iktidara yaptığınız sitemi izin verin sırası gelmişken şimdi biz size milyonlarca yoksul adına yapalım...

"Sizin Allah'tan korkunuz yok mu? İnsafınız, vicdanınız yok mu?"...

* * *

Sekiz yılda halkın yararına ne değiştirdiniz?

* * *

Her şey böyle mi sürecek?

Yoksa yıllar önce çay-simit hesabıyla iktidara gelen, 2011 yılında çay-simit hesabıyla mı iktidardan gidecek?

Ne dersiniz?

(Haber Ekspres, 18 Ekim 2010)

12 Ekim 2010

DEMOKRASİ NEDİR, NE DEĞİLDİR? - ZAFER YAPICI


Demokrasi kavramı ilk kez M.Ö. 5. yüzyılda Heredot Tarihi'nin üçüncü cildinde yer aldı. Yasalar önünde eşitlik ve yöneticilerin makamlarından hareketle sorumlu tutulmaları ilkeleri daha o dönemde demokrasinin vazgeçilmezleri olarak sunuldu.
Heredot'a göre yöneticilerin yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmadıkları, yetkilerini sınırsızlaştırdıkları bir düzeni kendi elleriyle inşa ettikleri bir rejim demokrasi olabilir mi?
* * *
Protagoras, "İnsan herşeyin ölçütüdür" dedi sonra. Gerçeğin insandan insan değişebileceğini ifade etti. Çoğulculuk, bu dünya görüşünün bir yansıması olarak ortaya çıktı.
Protagoras'a göre gerçeği ve doğruyu kendi tekelinde görenlerin oluşturduğu dogmatik iktidarlar demokratik olabilirler mi?
* * *
Sonra Sokrates çıktı ortaya. "Toplumun bilgili ve erdemli kişilerce yönetilmesi demokrasinin gereğidir" dedi.
Sokrates'e göre bilgisi danışmanlarının çıkardığı kitap özetlerinden ibaret, erdemi zaten hiç olmamış kişilerce yönetilen bir ülke demokrasi olarak sınıflandırılabilir mi?
* * *
Yaklaşık 2000 yıl sonra John Locke, şunu söyledi: "Siyasal iktidarın halkın doğal haklarını çiğnediği rejimler demokrasi değildir".
John Locke'a göre halkını sadakaya mahkum etmiş, hukuksuzlaştırdığı hukuk sistemi aracılığıyla muhaliflerini sorgusuz sualsiz içeri tıkmış iktidarların bulunduğu bir ülke demokrasi olabilir mi?
* * *
Montesquieu sonra, şunu iddia etti demokrasiyi tartışırken: "Kuvvetlerin ayrılmadığı ve özgürlüklerin güvence altına alınmadığı yerde anayasa yoktur".
Montesquieu'ya göre, yeni anayasa tasarılarının kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmak ve özgürlüklerin yargısal güvencelerini törpülemek için kaleme alındığı bir ülkede demokrasi vardır denilebilir mi?
* * *
J.J. Rousseau şunu söyledi: "Demokrasilerde ulusun vekilleri, onun temsilcileri değil, olsa olsa memurlarıdırlar."
Rousseau'ya göre vekillerin dokunulmazlık zırhları arkasına gizlendikleri, bakanların ve başbakanların servet birikimlerinin mantıksal bir izahını yapamadıkları, yönetenlerin eylemlerinin tek sınırının vicdanları olduğu bir ülke demokratik olabilir mi?
* * *
Ardından...
Benjamin Constant, çoğunluğun dizginlenmesi gerektiğini söyledi. Demokrasini kotarabilmek için. Aksi halde çoğunluğun azınlıkta olanları köleleştirebileceğini savundu.
Constant'a göre meclis çoğunluğuna dayanarak "bitaraf olan bertaraf olur" diyenlerin iktidar olduğu bir sistem demokrasi olabilir mi?
* * *
Değerli okurlarım, demokrasinin evrensel nitelikli üç temel öğesi var:
Seçim, özgürlük ve bağımsız yargı...
Tarihsel deneyim gösteriyor ki özgürlüğün ve bağımsız yargının olmadığı yerde seçimler bir yanılsamadan ibaret!
* * *
O yüzden demokrasiyi seçimlere endekslemiyoruz.
O yüzden özgürlük istiyoruz.
O yüzden yargının yürütme baskısı altına alınmadığı bir düzen istiyoruz.

(Haber Ekspres Gazetesi- 11 Ekim 2010)

05 Ekim 2010

BİR BİLMECE - ZAFER YAPICI


Şu sözler sizce kim tarafından söylenmiş olabilir?

"Standartlara uyan değil, standartları belirleyen ülkelerden biri haline geleceğiz. Eskiden de böyleydik. Farklı inanç gruplarının gerekirse kendi yargılamasını yapmasının mirasçılarıyız. Umarım gelecekte yine böyle öncü bir rol üstleneceğiz. Ülkemin her vatandaşı, özellikle de gençleri özgüven içinde olmalıdır. Güçlü bir ülkeyi imar etmenin mücadelesi içindeyiz".

* * *

Gelin sözlerin içeriğini çözümleyelim.

İlk iki cümlesinden, sözleri söyleyen kişinin "eski" olarak tanımladığı şeyle gurur duyduğu açıkça görülüyor.
Bu kişinin üçüncü cümlesinde eskiden kastedilen şeyin gerçekte ne olduğu açığa çıkıyor.
Farklı inanç gruplarının kendi yargılamalarını yapması olgusu, sözleri söyleyenin gurur duyduğu şey.
Bu kişinin sözkonusu olgu hakkındaki tavrı sadece olguyla gurur duymak değil.

Olguyu yaşadığı çağa aktarmayı bir hedef haline getiriyor.
Bu yolla güçlü bir ülke yaratılabileceğini üstü kapalı olarak iddia ediyor...
* * *
Değerli okurlarım, bu sözleri ikinci yüzyılın başında Papa Victorius, paskalyanın tarihi konusunda çıkan tartışmalara müdahalesi sırasında söylemiş....
...Desem, kim yadırgardı?...
...

* * *

Bilmecenin doğru cevabını mı soruyorsunuz?
Hemen söyleyeyim. Papa Victorius değil.
Peki doğru cevap kim? Bu sözleri kim, hangi çağda söylemiş?

* * *
Bu sözler, engizisyonuyla ünlenmiş papalıkta iki bin yıl önce değil "çağdaş medeniyete erişme mücadelesine" bir bağımsızlık savaşını takiben neredeyse bir yüzyıl önce başlamış bir ülkede, Türkiye'de birkaç gün önce söylendi.
Her inanç sisteminin kendi yargılamasını yapacağı bir düzen dolaylı olarak önerildi...
Bir kahve atışmasında gaza gelmiş bir kendini bilmez tarafından değil, bir üniversitenin; Marmara Üniversitesi'nin açılış töreninde bu ülkenin başbakanı tarafından...
* * *
Tepki almadan.
Yadırganmadan.
* * *

...

Öyleyse, bu ülkede hukuk devleti vardır diyebilir misiniz?

(Haber Ekspres Gazetesi- 4 Ekim 2010)