28 Kasım 2011

BEDELLİ…- ZAFER YAPICI


Tarih 5 Eylül 2006. Balıkesir’de Başbakan Recep Tayip Erdoğan, “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dedi.

Askere gözdağı verdi.

Tarih 16 Haziran 2011. Ankara Havaalanı’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “…Gündemimizde bedelli askerlik yok. Ben Recep Tayip Erdoğan olarak böyle bir sorumluluğun altına giremem. Parası olan var, olmayan var. Parası olan bastıracak parayı kurtulacak. Parası olmayan askerlik yapacak… Bizim şu anda gündemimizde böyle bir durum yok” dedi.

Şehit ailelerine, fakir fukaraya umut verdi.

Tarih 22 Kasım 2011. Yine Tayyip Erdoğan bir açıklama yaptı. “30 yaşından gün alanlar 30 bin TL ödeyerek, 21 gün askerlik de yapmadan bedelli askerlikten faydalanabilecek… Bedelli Askerlik Kanunu ile bu alınan paralar şehit ailelerine, özürlülere yönelik bütçelerde kullanılacak” dedi…

Söylediği sözleri bir anda unutuverdi…

Fakir fukaranın umutlarını kırdı.

Onlara devletin ancak bedellinin ödeyeceği paralarla sahip çıkacağını gören şehit ailelerinin ve gazilerin onurlarını kırdı, devlete olan güvenlerini sarstı.

Kendi söylediği doğrularını 160 gün sonra yalanlayan bir başbakanımız var…

* * *

Tarih 23 Kasım 2011. Bir oğlu iki ay önce şehit olan Konyalı anne Cemile Aygör “askerden muaf” diğer oğlunun da asker alınması için dilekçe verdi.

Aygör’ün dilekçesi kabul edildi.

Konyalı şehit anası Cemile Aygör askerliğin bir vatan borcu, asker ocağın da Peygamber ocağı olduğunu bu davranışı ile hatırlattı. “Bedelli Askerlik” ve “Vicdani Red”e karşı toplumun tepkisini çok anlamlı bir biçimde yansıttı.

Bir yanda “vatan sağ olsun” diyenler var…

Diğer yanda “babam sağ olsun” diyenler…

Bir yanda iki ay önce şehit olan oğlunun ardından ikinci oğlunu da askere göndermek isteyen Konyalı Cemile Aygör’ün tüm yurdu duygulandıran onurlu kararı…

Diğer yanda da Başbakan’ın önce olmaz sonra olur dediği tüm toplumu üzen güven sarsıcı kararı…


* * *

Değerli okurlarım, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK “Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır diyordu…

Oysa bugün vatanı teferruat sayan bir anlayışla yönetiliyoruz.

Ne büyük acı…
(Hber Ekspres Gazetesi- 28.11.2011)

21 Kasım 2011

Y-CHP’DE BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA…- ZAFER YAPICI


Değerli okurlarım, 3 Temmuz 2011 tarihli Haber Ekspres Gazetesi’nde yayınlanan “Disipline Önce Kimler Gitmeli” başlıklı köşe yazımda CHP’de son süreçte yaşanan sorunların kaynağını detaylı bir biçimde anlatmıştım.

O köşe yazımda Y-CHP’de görev alan yeni üst düzey yöneticiler arasında CHP’nin; yani Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu partinin ideolojisine ters düşen sözleri söyleyenlerin yani parti suçu işleyenlerin disipline verilmeleri gerektiğini vurgulamıştım.

İşte o sözler ve o sözleri söyleyen (üst düzey) yöneticiler:
• CHP Genel Başkan Yardımcısı Sena Kaleli, “cemaatleri yok saymak sivil toplum anlayışına uygun değildir” demişti.
• CHP Parti Meclisi Üyesi Bülent Kuşoğlu, “tekke ve zaviyeler yeniden açılmalı. ‘Bunlar irtica yuvaları!'. Yok öyle bir şey. Tam tersine kültür yuvaları. Tekke ve zaviyeler birer üretim yeridir. Bunun çok iyi anlaşılması lazım. Oralarda insan yetiştirilirdi, oralar eğitim ve kültür kurumlarıydı. Onun için de bu tür kurumlara ihtiyaç var. Bu kurumların yeniden kurulması için gerekli hazırlıkların yapılması gerekir” demişti.
• Parti Meclisi Üyesi ilahiyatçı Dr. Muhammet Çakmak, “Fethullah Hoca Türkiye’de bir fenomendir, kimsenin görmezden gelemeyeceği bilge bir adamdır. Fethullah Hoca’yı saygıyla selamlıyorum” demişti. CHP’nin tarikatları sahipleneceğini şu sözlerle “müjdelemişti”: “Tarikatlara ve cemaatlere yönelik bir ayrım yapmayacağız. Topluma bütün olarak bakacağız…”
• CHP Parti Meclisi Üyesi olan Binnaz Toprak, “Heybeliada Ruhban Okulu açılmalı. Ekümenlik tanınmalı. İki dile sıcak bakıyorum. AKP ekonomiyi iyi yönetti, gelir ve zenginlik arttı” demişti.
• CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Meclis’e başörtülü bir adayın girmesi durumunda Merve Kavakçı’ya yapılanı yapmayacaklarını söyleyerek, “AKP bu şansını deneyebilir, biz de zorluk çıkarmayız” demişti.
• CHP’de Konya’dan milletvekili adayı yapılmış bir kişi, hangi partide siyaset yaptığını unutmuş olacak ki Konyalı seçmenlere yönelik olarak “Sizden rica ediyorum. Lütfen her biriniz bir mum olarak, Sayın Davutoğlu’nun (Dışişleri Bakanı) ateşini sürekli yanar halde tutun ki dış politikada Türkiye zaafa uğramasın” demişti.
• ANAP kökenli CHP İstanbul Milletvekili adayı (günümüzün milletvekili) Aydın Ayaydın ise MHP’nin kaset skandalıyla ilgili açıklamalarını eleştirmişti. Ayaydın, “Bu tür olayların içine Fethullah Gülen Hoca’nın karıştırılması yanlıştır. Gülen Hareketi’nin varlığı sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da bilinen bir gerçektir” demişti.

* * *

Ve Y-CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, “Dersim Katliamı’nın sorumlusu devlet ve CHP’dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardır” sözleri bardağı taşıran son damla oldu…

* * *

Değerli okurlarım, önce Aygün’ün yukarıdaki sözleri CHP içinde büyük bir tepkiye yol açtı. Sonrasında Aygün’e 12 CHP milletvekili karşı bildiri ile yanıt verdi.

Bu 12 milletvekili için Y-CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “Grup Başkanvekilliğinden izin alınmadan böyle bir toplantının yapılmasını uygun görmüyorum. Bu partide bir disiplin olacaktır. Herkes o disipline uyacaktır. Tehditlere boyun eğmeyiz, disiplini işleteceğiz” sözlerini kullandı!

Şimdi Y-CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na sormak istiyorum…

CHP’nin ideolojisine ters düşen yukarıda aktardığım demeçleri hiç çekinmeden kamuoyuna açıklayan partinin en üst seviyesinde görev yapan kişilerin yaptıklarının yanlış olduğunu üç sayfalık bir metinle kamuoyuna açıklayan 12 milletvekiline yönelik “disiplini işleteceğiz” diyorsunuz da,

Neden CHP’nin ideolojisine ters düşen yukarıdaki sözleri kamuoyuna açıklayan “üst düzeydeki” kişilere karşı disiplini işletmiyorsunuz?

CHP’de CHP’nin değerlerini savunmak mı suç oldu artık?

Sayın Kılıçdaroğlu, bu soruların yanıtlarını kamuoyuna lütfen vakit kaybetmeden açıklayınız…

* * *

Değerli okurlarım, yukarıda aktardığım sözleri söyleyenler gerçek CHP’li olabilirler mi?

Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemiş olabilirler mi?...

Bu kişiler Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu gerçek CHP’de görev yapabilirler mi?...

Bu durumda gerçek CHP’liler seslerini yükseltmeyip olan bitenlere seyirci mi kalacaklar? Bu dönüşümü gerçekleştirmek isteyenlerden hesap sorulmayacak mı?...

Bu sözleri söyleyen eğer tabanda bir sade üye, bir ilçe başkanı, bir yönetici olsa hemen disipline veriliyor da neden üst düzey bir yönetici olduğunda olay geçiştiriliyor? Anlamış değilim.

Dokunulmazlığın kaldırılmasından bahsediyorsunuz da neden parti üst düzey yöneticilerinin dokunulmazlıklarını kaldırmıyorsunuz, onlara dokunamıyorsunuz?

Bu bir çelişki değil mi?..

Diyecekler ki sen kim oluyorsun da bu sözleri söyleyebiliyorsun?...

Hemen cevaplayayım. Ben öncelikle yıllardır CHP’nin her kademesinde görev yapmış bir parti üyesiyim. 1999’dan beri parti içi eğitimi veren, partinin ideolojisini anlatan CHP Genel Merkezi’nin “sertifikalı” parti eğitmeniyim. 2002 Genel Seçimleri’nde İzmir’den milletvekili adayı, 2007 ve 2011 Genel Seçimleri’nde milletvekili aday adayı olmuş gazete köşe yazarıyım.

Şimdi ben yıllarca hizmet verdiğim “gerçek CHP’ye” ve Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkan ve bunu her fırsatta dillendiren bir CHP’li olarak sesimi yükseltip hesap soramayacak mıyım?...

Yıllarca alın teri göz nuru akıttığım partimde bu yanlış gidişata dur demeyecek miyim?...

Siz kim oluyor da partimi ve partimin geçmişini sorguluyorsunuz?...

Bu yetkiyi ve bu cüreti nasıl ve kimden aldınız?...

Sahi siz kimsiniz?... Kimin çıkarına politika yapıyorsunuz?

* * *

Değerli okurlarım, gerçek CHP’liler, partilerinin dönüştürülmesine elbette sesiz kalamayacaklar.

Bu ülke de bu parti de sahipsiz değildir. Bu duruşu sergilemek ve hesap sormak tüm CHP’lilerin hakkıdır.

Bu hakla Y-CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’na sormak istiyorum:

Genel Başkan olarak gerçekten olanlardan ve söylenen sözlerden haberdar mısınız?...

Haberdar olmamanız mümkün değil. Eğer haberdarsanız önünüzde iki seçenek kalıyor. Birincisi “ben bu sözleri Y-CHP’nin resmi görüşü olarak kabul etmiyorum. Onlar kişisel iradeyi yansıtan sözlerdir” deyip kamuoyuna duyurmanız. Ancak bu konuda inandırıcılığınızı yitirme noktasında olduğunuzu da söylemeden edemeyeceğim.

İkincisi ise “ben bu sözleri kesinlikle kabul etmiyorum. Bu sözleri söyleyenleri kesin ihraç talebiyle disipline sevk edeceğim” demeniz. Ve dik durmanız.

* * *

Görülüyor ki, CHP ya Türkiye üzerinde oynanan oyunları açığa çıkaracak, Türkiye’yi yeniden kuracak ya da bu oyunların payandası olacak Y-CHP’ye dönüşecek.

Siz bu süreçte hangi tarafta olacaksınız Sayın Kılıçdaroğlu?

Halkın umudu CHP tarafında mı?...

Yoksa AKP’nin umudu Y-CHP tarafında mı?...


( hABER eKSPRES gAZETESİ- 21 KASIM 2011)

14 Kasım 2011

TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİSİ- ZAFER YAPICI


Elimde Economist Intelligence Unit tarafından 2010 yılında yapılan Dünya Ekonomik Endeksi araştırması duruyor.

Araştırma, demokrasinin evrensel kıstaslarına göre dünya yüzeyindeki devlet yönetimlerine puan vermiş. Ve tüm devletleri demokrasi-demokrasi karşıtlığı skalasında sıralamış.

Araştırmanın demokrasi ölçütleri şu konu ve süreçler: Seçim süreci ve çoğulculuk, sivil özgürlükler, hükümetin işleyişi, siyasi katılım ve siyasi kültür.

Araştırma sonuçlarına göre AKP yönetimindeki Türkiye dünya demokrasi sıralamasında 165 ülke arasında 89. sırada gözüküyor.

Türkiye’nin aşağı yukarı aynı sıraları paylaştığı “rakipleri” ise şunlar: Bangladeş, Arnavutluk, Malavi, Lübnan, Ekvator ve Honduras Türkiye’nin hemen önünde yer alırken, Nikaragua, Zambiya ve Tanzanya Türkiye’nin hemen gerisinde…

2008 yılının endeksinde Türkiye 87. sıradaydı. Anlaşılıyor ki demokrasi konusunda iki yılda iki sıra gerilemiş. Aynı eğilim sürerse, 2012 yılı endeksinde Nikaragua, Zambiya ve Tanzanya gibi Afrika ülkeleri Türkiye’yi geçebilir.

Söz konusu araştırma, devletleri almış oldukları puanlar bağlamında demokrasi konusunda sınıflandırmış.

En yüksek puan alanlar “tam demokrasiler” olarak adlandırılmış. Bu devletler, sadece temel siyasi özgürlükleri güvence altına alan değil, aynı zamanda demokrasinin yeşermesine uygun bir siyasi kültürü gelişmiş devletler. Bu devletlerde hükümetler şeffaf ve adil. Medya bağımsız ve farklı görüşlerin temsil edildiği bir biçimde örgütlenmiş. Kuvvetler ayrılığı ilkesi etkili bir biçimde işliyor. Yargı bağımsız…

Bir diğer devlet grubu “kusurlu demokrasiler” olarak adlandırılmış. Bu devletlerde özellikle medya özgürlüğü konusunda sıkıntılar var olmakla birlikte seçimler serbest ve adil bir biçimde gerçekleştirilmekte. Temel haklara saygı gösterilmekte. Ancak yeterince gelişmemiş siyasi kültür ve düşük düzeylerdeki siyasi katılım bu demokrasileri sorunlu hale getiriyor.

Üçüncü grup devlet “melez rejimler” olarak adlandırılmış. Seçimler var ama serbest ve adil seçimlerin varlığından bahsetmek zor bu rejimlerde. Muhalif parti ve adaylar üzerinde hükümet baskısı yaygın. Melez rejimler, siyasi kültür, hükümetin işleyişi ve siyasi katılım konularında “kusurlu demokrasilere” kıyasla oldukça geri. Bu rejimlerde yolsuzluk ve rüşvet yaygın. Hukukun üstünlüğü zedelenmiş. Sivil toplum zayıf. Özellikle basın yayın kuruluşları büyük baskı altında. Hukuk sistemi bağımsız değil.

Dördüncü ve son grup ise “otoriter rejimler”. Bu rejimlerde siyasi çoğulculuk ya yok ya da ağır bir biçimde sınırlandırılmış. Seçimler yapılmamakta; yapılsa da adil ve özgür değil. Sivil haklar yok. Medya ya devlet aygıtının ya da yöneten rejimle bağlantılı kişilerin kontrolünde. Sansür yaygın. Eleştiri baskı altında. Bağımsız yargı mekanizması ortadan tamamen kaldırılmış.

Değerli okurlarım, Economist Intelligence Unit tarafından Türkiye, bu durumda “melez rejim” olarak sınıflandırılmış, yönünü “otoriter rejime” dönmüş hızla ilerliyor.

“İleri demokrasimizin” 2012 demokrasi indeksindeki rakipleri Suudi Arabistan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Myanmar ve Çad olsa kimse şaşırmayacak….

Emeği geçenleri tebrik ediyoruz…

( Haber Ekspres Gazetesi- 14 Kasım 2011)

09 Kasım 2011

ÖNCE 10 KASIM, SONRA 29 EKİM…- ZAFER YAPICI


Hatırlayalım.

Yıl 2009. İktidar “demokratik açılımın” TBMM’de 10 Kasım’da, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde, tüm yurtta bayrakların yarıya indiği bir günde yapılmasında ısrarcı olunca CHP ve MHP birlikte önerge vererek bunun 12 Kasım’da yapılmasını teklif ettiler.

İktidar ne hikmetse “demokratik açılımının” 12 Kasım’da değil, 10 Kasım 2009’da görüşülmesini büyük bir çoğunlukla kabul etti.

Ve yıl 2011. Van depremi bahane edilerek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın yayınladığı genelge ile iptal edildi.

Ve ardından, TBMM kürsüsünden bir AKP milletvekili “Milli Şef Faşizmi” sözlerini dile getirdi.

Daha önce de başbakan “Türkiyelilik kimseyi rahatsız etmemeli!” demişti.

Yeni yapılacak olan anayasanın içeriğini yansıtacak “ileri demokrasi” söylemleri bunlar mı olacak?

* * *

Değerli okurlarım, ne 10 Kasımlar ve 29 Ekimler ne Cumhuriyetin kurtuluş ve kuruluş felsefesi, ne de Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü Türk milleti tarafından unutulabilir.

Ne demokrasinin vazgeçilmezi laiklik, ne cumhuriyetin nitelikleri Türk Milletinin gönlünden ve zihninden silinebilir.

Yarın 10 Kasım 2011…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 73. yıldönümü…

Tüm yurtta yediden yetmişe hepimiz ellerimize bağımsızlığımızın, kurtuluş ve kuruluş felsefemizin simgesi olan al bayrağımızı alarak saat dokuzu beş geçe Atamızın huzurunda olalım.

Onun kurduğu cumhuriyete, onun ilkelerine sahip çıktığımızı bir kez daha dünyaya haykıralım…

Haykıralım ki, Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti’nin sahipsiz olmadığını bütün dünya anlasın…

* * *

Tam bağımsızlık şiarı ile Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN tarihsel önemi barışın, dostluğun, kardeşliğin, insanlığın çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğu günümüzde daha iyi anlaşılıyor.

Onun ilkeleri günümüzde de çözümü oluşturuyor.

Ruhun şad olsun Atam.

Sizi saygıyla, şükranla ve özlemle anıyor ve arıyoruz.

* * *
Not: İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği “4. Atatürk’e Saygı Yürüyüşü” 10 Kasım günü saat 12.00’de Alsancak Vapur İskelesi’nden başlayacak ve Cumhuriyet Meydanı’nda son bulacak. Katılımınızı bekliyoruz.

YÖNETENLER VE YÖNETİLENLER- ZAFER YAPICI


Belki duymuşsunuzdur. Antalya’nın Manavgat ilçesinde Ali Tekin isimli bir ayakkabı boyacısı iki günlük geliri olan 50 lirayı depremzedelere gönderdi.

Okul öncesi, ilköğretim, lise ve üniversitede okuyan öğrenciler biriktirdikleri harçlıklarını…

Kıt olanaklarla geçinmeye çalışan işçiler, memurlar, dar gelirliler, yetimler, engelliler bile ellerinden geldikleri ölçüde Van’daki depremzede kardeşlerine ulaştırdılar desteklerini.

Elbette devletin olanakları da başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri olmak üzere resmi kurum ve kuruluşlar tarafından seferber edildi. Planlamada sorunlar yaşansa da devletin yardımları Van’a ulaştırıldı.

Değerli okurlarım, yönetilenler kıt olan kendi olanaklarını bölgeye sevk ederken, yönetenler devletin olanaklarını yönlendirmekle yetindiler.

Cevaplanması gereken temel soru bu noktada şu: Cumhurbaşkanı yani cumhurun başı, Başbakan, bakanlar, bakan yardımcıları, milletvekilleri, müsteşarlar, valiler… ne zaman yönetilenler gibi; yani cumhur gibi, halk gibi, sıradan yurttaş gibi olacaklar…

Ne zaman kendi olanaklarını; kazançlarını bir ayakkabı boyacısı gibi, çocuklar, öğrenciler, işçiler, memurlar, yetimler, engelliler gibi toplumsal yardımlara yönlendirmeyi akıl edebilecekler?

Sahi Cumhurbaşkanı maaşı 33 bin liraya yükseltildi…

Ya Başbakan’ın, bakanların, bakan yardımcılarının, milletvekillerinin, müsteşarların maaşları?...

Sakarya Valisi’ne 18 dönüm arazi içine 4.5 milyon liraya saray gibi konak yapıldı…

Asgari ücretle çalışanların maaşlarına ne kadar zam geldi?...

Cumhur ne Cumhurbaşkanı gibi ayda 33 bin lira gelire, ne de Sakarya Valisi’nin arazisi gibi bir arazinin binde birine kuracak çadıra sahip.

İleri demokrasi bu olsa gerek (!)…

Eğer gerçek demokrasiden ve insan haklarından bahsedilmesini istiyorsak yönetenlerin yönetilenleri örnek almaları gerekir. Yönetenler yönetilenlerin bakış açısıyla yönetmeyi öğrenmelidirler.

Yani halk gibi düşünerek, halk gibi yaşayarak, halk gibi kazanarak, halk gibi harcayarak ve halk gibi bir lokma ekmeğini paylaşarak…

Gerçek demokrasi ve insan haklarına giden doğru yol budur.

O zaman Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, bakan yardımcıları, milletvekilleri, müsteşarlar, valiler… tıpkı ayakkabı boyacısının, öğrencinin, işçinin, memurun, yetimin, engellinin yaptığı gibi; sizler de en azından birer maaşlarınızı depremzedelere bağışlayınız.

Siz de bir an için yönetilenin, cumhurun, yurttaşın bakış açısıyla hareket ediniz.

Ediniz ki gerçek demokrasi, insan hakları ve eşitlikten biraz olsun bahsedilsin...

(Haber Ekspres Gazetesi- 09-11-2011)

06 Kasım 2011

AVRUPA BİRLİĞİ’NDEKİ GELİŞMELER VE TÜRKİYE- ZAFER YAPICI


Değerli okurlarım, ülkelerin kendi aralarında gümrükleri kaldırdığı ve dışarıya karşı ortak gümrük tarifesi uyguladığı serbest ticaret alanı anlamına gelen Gümrük Birliği’ne Türkiye 1996 yılında üye olmuştu.
Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği kurmaktaki amacı 350 milyonluk Avrupa Birliği pazarına erişebilmek, böylelikle ihracatını güçlendirmekti.
Oysa beklenenin tersi oldu. Türkiye, AB’nin açık pazarı haline dönüşürken, AB Türkiye’nin önemli ihracat kalemlerine engeller koymayı sürdürdü.
Türkiye, Gümrük Birliği’ne üye olup, AB’ye üye olmayan tek ülkeydi.
Günümüzde Türkiye’nin bu istisnai durumu ortadan kalkmak üzere…
Ancak Türkiye’nin istisnai durumunun ortadan kalkması sevinilecek bir gelişme anlamına gelmiyor.
Nitekim AB; Brezilya, Çin, Rusya Federasyonu ve Hindistan ile serbest ticaret anlaşmaları yapmak için girişimler başlattı. Kanada ile AB arasında kapsamlı bir ekonomi ve ticaret anlaşmasının müzakereleri önemli ölçüde ilerledi. Olası anlaşma ile mallarda, hizmetlerde, yatırımlarda ve kamu alımlarında serbestleştirme öngörülüyor. Benzer arayışlar AB ile Güney Afrika ve bazı Asya-Pasifik devletleri arasında da gözlemleniyor.

Sözünü ettiğimiz anlaşmalar gerçekleştiği durumda ne olacak? Hemen söyleyelim. Türkiye’nin AB pazarındaki zaten oldukça sorunlu olan rekabet gücü ciddi bir darbe daha alacak.

Türkiye, AB pazarında yukarıda saydığımız devletlerin ihraç ürünleriyle eşit koşullarda rekabet etmek durumunda kalacak.

AB’nin Türkiye karşısında elindeki kozlar artacak. AB bu durumda Kürt sorunu ve Kıbrıs gibi konularda tavizler vermesi karşılığında Türkiye ile Gümrük Birliği’nin yapısı konusunda pazarlıklara girişecek.

Bir önemli gelişme de AB’nin sübvansiyonları (desteklemeleri) ile ilgili.

2012 yılından sonra Avrupa Birliği’nin yeni üyelere vereceği sübvansiyonlar durduruluyor.

Yani, Türkiye, AB’ye üye olsa dahi, tarım, sanayi ve eğitim alanındaki fonlardan yararlanamayacak.

Türkiye, Gümrük Birliği ve AB’ye uyum sürecinde çökerttiği tarım ve sanayisini biraz olsun ayağa kaldırabilmek için yararlanabileceği tek fırsattan da mahrum kalacak…

(Hber Ekspres Gazetesi- 07.11.2011)