23 Ocak 2012

VEKİLİN İTTİFAKI ASİLİN İNTİBAKI...ZAFER YAPICI


İttifak, “anlaşma, uyuşma, bağlaşma” anlamına geliyor.
İntibak ise “uyum” demek…
Emekliler arasındaki maaş farkını ortadan kaldırmayı amaçlayan uyum yasası gündemde.
Peki, önce hangi emeklilerin yararına yasal düzenlemeler yapılıyor?
Emekli vekillerin!
Emeklilerin intibak yasası, emekli vekillerin ittifak yasasına kurban gidiyor.
Aylık 1.500-2.000 TL maaş alan 2 bin 395 SSK ve BAĞ-KUR emeklisi vekilin geçinemediğini ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayamadığını, daha iyi şartlarda yaşamlarını sürdürmeleri gerektiğini dile getiren vekiller ittifak yasası çerçevesi içinde emekli vekil maaşlarını 6.270 liraya çıkardılar.
Ayrıca,
• 170 vekilin yüksek emekli maaşının garantilenmesine,
• 120 vekile yüksek emeklilik için prim desteğinin getirilmesine,
• Vekillerin bakmakla yükümlü olduğu 15 bin kişinin bu iyileştirmeden faydalanmasına,
• Vali, müsteşar ve genel müdür gibi temsil ve makam tazminatı ödenmiş görevlerden gelen üst düzey bürokratlara, 2 yıl milletvekilliği yapmak koşulu aranmaksızın hemen milletvekili emekli aylığı bağlanmasına,
• Emeklilik hakkını elde edemeden milletvekilliği sona erenlerden herhangi bir sosyal güvenlik kapsamında olmayanların 4 yıl süreyle primlerinin TBMM tarafından ödenmesi olanağının geçmiş dönemleri de kapsayacak şekilde genişletilmesine…
Duyarlık ve hassasiyet gösteriyorlar da…
…Neden yıllarca çalışmış, alın teri dökmüş; sonra da iyileştirme bekleye bekleye yaşlanmış
• 5 milyon 727 bin SSK emeklisine,
• 49 bin SSK tarım emeklisine,
• 1 milyon 760 bin Bağ-Kur esnaf emeklisine,
• 534 bin Bağ-Kur tarım emeklisine,
• 1 milyon 856 bin memur emeklisine,
Yani toplam 9 milyon 926 bin emekli asile hassasiyet göstermiyorlar? Onların yaşam şartlarını iyileştirecek uyum yasasına aynı duyarlılığı göstermiyorlar?
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, “Emekliler arasındaki maaş farkını ortadan kaldırmayı amaçlayan İntibak Yasası kapsamında yapılacak zammın üst sınırı 322 lira olacak. Zamlar ise Ocak 2013’te 1 milyon 913 bin emekliye tek seferde ödenecek” diye televizyon ekranlarından açıklayıverdi…
Böylelikle emekli asile olan duyarlılığını iktidar adına göstermiş oldu!
Bu duyarlılık (!) karşısında 9 milyon 926 bin emekli asilin 8 milyon 13 bini daha da umutsuzluğa düşerken, 1 milyon 913 bininin bitmek üzere olan umutlarının çok az bir kısmını karşılama umudu 2013’ün Ocak ayına kaldı…
Üst sınır 322 TL…
Alt sınır?
Ödemeler 2013’ün Ocak ayında!
Bir tarafta 2 bin 395 emekli vekil için jet hızıyla çıkartılan ve 2012 yılı Ocak ayında yürürlüğe giren ittifak yasası…
Diğer tarafta 2000 yılından önce emekli olan 1 milyon 913 bin emekli asil için kaplumbağa hızıyla çıkartılan ve 2013 Ocak ayında uygulamaya aktarılacak üst sınırı belli, alt sınırı belli olmayan uyum yasası…
Değerli okurlarım, ya asil emeklinin dışında kalan asil çalışanların, asil işsizlerin, asil kimsesizlerin yaşam şartları?
İşte emekli vekil için ittifak yasasının getirdiği olanaklar…
İşte emekli asil için uyum yasasının getirdiği yoksunluklar…
Emekli vekile 4770 TL…
Emekli asilin ufak bir kısmına 322 TL. O da üst sınır…
Eşitsizlik ve ayırımcılık…
Bu mu ileri demokrasi?…
Vekilin vekille ittifakını değil, vekilin asille uyumunu içeren yasaların çıkarılacağı günlerin gelmesi dileğimle…

(Haber Ekspres Gazetesi- 23 Ocak 2011)

16 Ocak 2012

MİLLİ EĞİTİMİ DİNİ EĞİTİME ÇEVİRME TAKTİKLERİ…- ZAFER YAPICI


Değerli okurlarım, bir tarafta ilköğretim ve lise öğrencilerinin bilgi, görgü ve deneyimlerini arttırmaları ve İslam tarihini daha iyi anlamaları için yarıyıl tatilini umrede geçirmelerini planlayan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın girişimleri…
Diğer tarafta, ilköğretim öğrencilerinin camide namaz kılmaları için “Namazını camide kıl, puanını topla, ödülü kap” sloganıyla, “Haydi çocuklar camiye” adlı yarışma programı düzenleyen Seydişehir Çevre, Kültür, Gençlik ve Sosyal Dayanışma Derneği’nin girişimleri…
Bu girişimlerin karşısında Milli Eğitim Bakanı’ndan çıt yok…
Cumhurbaşkanı’ndan, Başbakan’dan, Bakanlardan, Milletvekillerinden…
Onlardan da çıt yok…
Bu suskunluk dinin siyasallaşmasına, siyasetin de dinselleşmesine göz yummak, onay vermek anlamına geliyor.
Görülüyor ki, Diyanet, dernekler ve kişiler aracılığıyla Milli Eğitim, laik eğitim sistemini dinsel eğitime çevirme konusunda bir taktiği uyguluyor.
Anayasa Mahkemesi, “AKP laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiştir” diye karar vermemiş miydi?…
İşte bunun için AKP zihniyeti laiklik karşıtı hedeflerini taktik değiştirerek kişiler, dernekler ve kurumlar üzerinden sürdürüyor gibi.
Bunun da adı ileri demokrasi olsa gerek!
* * *
Değerli okurlarım, Anayasa’nın başlangıç bölümünde; laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı yazmaktadır.
Ayrıca Anayasa’nın 2. maddesinde de; “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir” der.
Hal böyle iken mevcut anayasa hükümleri hiçe sayılarak laiklik karşıtı eylemlere Diyanet, dernek ve kişiler aracılığı ile devam edilmesi açık seçik anayasal bir suç işlediğini göstermiyor mu?...
* * *
Değerli okurlarım, laiklik anlayışı, devletin bütün inançlara, dinlere ve mezheplere saygı göstermesini ve eşit davranmasını gerektirir.
Laiklik anlayışı, aynı zamanda, hiçbir inancın, mezhebin, dinin, devletin hukukunu, eğitimini ve yönetimini oluşturmasına izin verilmemesini de öngörür.
Peki devletin bir dini kurumu olan Diyanet’in, bir derneğin ve kişilerin devletin eğitim sistemine müdahale etmelerine izin verilebilir mi?...
Laiklikte din ve siyaset ayrımı, demokrasinin temelidir. Dinin ve siyasetin kuralları birbirinden farklıdır.
• Dinde iman ve teslimiyet vardır. Gerçek tektir ve değişmez. Muhalefete yer yoktur.
• Demokratik siyasette, ikna ve sorgulama esastır. Gerçek çoktur ve değişir. Muhalefetsiz olmaz.
• Bilimde ise, olgusallık, mantıksallık, objektiflik, eleştirellik, çürütebilirlik, değiştirebilirlik, genelleyicilik, nedenselcilik, seçicilik… vardır. Bilim gözlem ve deneye dayanır.
Laiklikte iktidarlar, dinin siyasete ve bilime hakim olmasını önlemek; dinin siyasallaşmasına, biliselleşmesine; siyasetin ve bilimin de dinselleşmesine izin vermemek durumundadır.

Siyasetin ve bilimin olmazsa olmaz kuralları hiçe sayılırsa ve ayrım yapmaksızın hepsini din kurallarına göre yeniden örgütlemeye izin verilirse ve bu da geleceğimiz olan çocuklarımıza dikte ettirilirse işte o zaman laiklik anlayışının dışına çıkılmış olur.
Önce “dincilik”, onun arkasından “kökten dincilik” gelir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin ulus yapısından bahsedilemez…
“Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ne” dönüşmüş oluruz…
* * *
Değerli okurlarım, 21. yüzyılda geleceğimiz olan çocuklarımızın nasıl bir milli eğitim anlayışıyla yetiştirilmesi gerektiğini uzun uzun anlatmak yerine Mustafa Kemal Atatürk’ün altın değerindeki sözleriyle bu anlatımı özetlemek istiyorum.
İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitimle ilgili gereksinim duyduğumuz altın sözleri…
“Şimdiye kadar uygulanan eğitim ve öğretim yöntemlerinin milletimizin geri kalmasında en önemli etken olduğu kanısındayım. Onun için bir milli eğitim programından söz ederken, eski devrin boş inançlarından ve yaratılışımızla hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, milli karakterimiz ve milli tarihimizle uyumlu bir kültür kastediyorum. Çünkü milli dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültür ile sağlanabilir”.
“Milli Eğitim’in gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir”.
“Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askeri, siyasi, idari inkılaplar sizin, sayın öğretmenler, sizin sosyal ve fikri inkılaptaki başarılarınızla pekiştirilecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ nesiller ister.”
Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir”.
“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır”.
(Haber Ekspres Gazetesi-16.01.2012)

09 Ocak 2012

12.000 YETMEZ 150.000 DAHA…- ZAFER YAPICI


Vekil maaşı 12.000 TL.
Yorum parası 150.000 TL.
Toplamı eder ayda 162.000 TL.
Buna da şükür. Vallahi beterin beteri var…
Bakın asilin asgarisinin maaşı 701 TL. Ya işsizlerin?
E, buna da şükür…
Olacak o kadar farkçık…
O senin 162.000 binlik şükürün pardon vekilin, sen de onun 701’lik asilisin…
O 162.000 sen 701…
Fark sadece 231 kat…
İster asil ol ister vekil paran kadar konuşacaksın kardeşim, paran kadar...
Seni sadece sandık kurulunca başımın üstünde taşıyıp dinleyeceğim. Diğer zamanlarda susacaksın; ben konuşacağım; ben karar vereceğim. İstediğimi zengin, istediğimi bir ekmeğe muhtaç eder sonra da ona sadaka veririm. Senin iraden benim. Güç benim elimde…
İşte “ileri demokrasi” bu. Güç ve para demokrasisi…
Bilgi mi? Hiç önemli değil. Halk mı? Boşversene…
Düşünün hakem izin veriyor boş saha-ekranda, boş kalede maçın oynanmasına…
Çalımlar atılıyor, yorumlar yapılıyor, hakem düdüğü çalıyor…
Ve skor belirleniyor…
Vekil 231, asil 1…
İşte vekilin hakem torpilli boş saha-ekranda elde ettiği başarı…
* * *
Peki asilin yani halkın oy verip de Şükür ve Şükür gibileri vekil yapmasının sonuçları:
• Sayıları 5 milyon aşan işsiz, 5 milyonu aşan asgari ücretli,
• Her gün 400 bin kişinin yatağa aç girmesi,
• Ürününü ekemeyen, ekse de değerini alamayan köylüler, çiftçiler,
• Gelecek kaygısını yaşayan gençler ve onların anne ve babaları,
• Sokaklarda yaşayan kimsesizler,
• Evden dışarıya çıkıp üretmek isteyen ama çıkamayan engelliler,
• Siftah yapmadan dükkanlarında bekleyen ve sonunda kepenklerini kapatmak zorunda kalan esnaflar,
• Her geçen gün çarklarının dişleri teker teker duran sanayiciler,
• Haklarını alamayıp sokağa dökülen, biber gazlarıyla, coplarla susturulmaya çalışılan işçiler, memurlar, öğretmenler, öğrenciler, emekliler…
• Şehit ailesi, depremzede…
Bunlar mı asilin yani halkın başarısı?...
* * *
Değerli okurlarım, ne zaman asil, asil olduğunu hissedecek? Ne zaman korkmadan konuşup “bu saçmalıklara son verin” diyecek?
Ne zaman “ben açken sen toksun, ben geçim derdinde iken sen sefadasın” diyecek?
Ne zaman “aklını başına topla, bak benim elimde dünyanın en büyük hazinesi olan oy gücüm var” diyecek ve o gücün kıymetini bilecek…
Ne zaman “sandık kurulunca istersem ileri demokrasiyi gerçek demokrasiye çevirebilirim” diyecek...
Kısacası ne zaman hak arama kültürünü benimseyecek, hakkını arayacak?...
…İşte o zaman gerçek demokrasi aynasına baktığında Şükür ve Şükür gibilerini değil sadece ve sadece kendini ve mutlu geleceğini görecek…

Umudun karşılığının umutsuzluk, hak aramanın karşılığının cop, biber gazı ve gözaltı olmadığı bir ortamın yaratılması dileğimle…
(Haber Ekspres Gazetesi- 09.01.2012) ZAFER YAPICI

02 Ocak 2012

ASGARİ ÜCRETLİNİN 2012 YILI ÇAY- SİMİT HESABI…- ZAFER YAPICI


2012 yılının asgari ücret rakamları belli oldu…
On altı yaşını doldurmuş işçiler ilk altı ay için net 701.14 TL, ikinci altı ay için ise net 739.80 TL alacaklar.
16 Yaşını doldurmamış işçiler ilk altı ay için net 610.94 TL, ikinci altı ay için ise 634.15 TL ücret alacaklar.
Aralık 2011’in açlık sınırı 940.30 TL, yoksulluk sınırı 3.063.17 TL iken…
* * *
Şimdi gelelim asgari ücretlinin çay-simit hesabına.
Bugün en düşük fiyatla bir bardak çay 50 kuruş. Bir simit 50 kuruş. Beş kişilik bir aile, üç öğün sadece çay ve simitle karınlarını doyurmaya kalksa bakın ayda kaç lira ödemesi gerekecek…
(0.50+0.50)x3= 3 TL. Bir kişinin 3 öğün (1 gün) çay-simit tutarı,
(3x5) = 15 TL. Beş kişinin 3 öğün (1 gün) çay-simit tutarı,
(15x30)= 450 TL. Beş kişinin bir aylık çay-simit tutarı…
Değerli okurlarım, sadece bir simit ve bir bardak çayla dengesiz beslenen beş kişilik bir ailenin karınlarını doyurmaları için bile ayda 450 TL gerekiyor.
Bu hesaba göre ilk altı ayda on altı yaşını doldurmuş bir işçinin elinde; 701-450=251 TL, ikinci altı ayda 780-450= 330TL kalmakta.
İlk altı ayda 16 yaşını doldurmamış bir işçinin elinde ise; 610-450=160 TL, ikinci altı ayda 634-450=184 TL kalmakta…
Geriye kalan bu parayla dengeli beslenme, eğitim, sağlık, giyinme, su, elektrik, barınma, hayal olan doğal gazla ısınma, sosyal vb. giderlerini nasıl karşılayacak?...
Açlık sınırının 930, yoksulluk sınırının 3.063 TL olduğu bir yerde beş milyonu aşan asgari ücretlinin alacağı ücretin açlık sınırının bile altında olması vicdanları hiç mi rahatsız etmiyor?...
Bir gece yarısında bile yangından mal kaçırırcasına maaşlarına zam yapmayı düşünenler sıra halka gelince yukarıdaki tabloyu görmezden gelip asgari ücreti açlık sınırının üstüne bile çıkarmayı düşünemiyorlar…
Sonra da “biz halkın iradesini temsil ediyoruz” diyorlar…
* * *
Değerli okurlarım, Recep Tayip Erdoğan, 2002 Milletvekili Genel Seçimi sürecinde halkın alım gücünün nasıl zayıfladığını çay-simit örneği ile meydanlarda çok yalın bir biçimde anlatmış ve çok alkış almıştı…
Bakın Erdoğan, Türkiye 2002 Seçimleri’ne giderken neler söylemiş:
“…Bir bardak çay 20 kuruş, bir simit 20 kuruş. Beş kişilik bir aile, üç öğün çayla ve simit yiyerek karınlarını doyurmaları halinde ayda 180 lira ödemek zorunda. Asgari ücret ise 184 lira. Bu insanlar kalan 4 lira ile diğer ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar? Sizin Allah’tan korkunuz yok mu? İnsafınız, vicdanınız yok mu?”
Şimdi Başbakan’a sormak istiyorum.
Yıl 2012. Aradan on yıl geçti.
Bir bardak çay en iyimser rakamlarla 50 kuruş, bir simit 50 kuruş. Beş kişilik bir aile, üç öğün çayla ve simitle karınlarını doyurmaları halinde ayda 450 TL ödemek zorunda. Asgari ücret 701 TL. Bu insanlar kalan 251 lira ile diğer ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar? Sizin Allah’tan korkunuz yok mu? İnsafınız, vicdanınız yok mu?...
* * *
Bu devletin ülkesinde evine ekmek dahi götüremeyen; sayıları 5 milyon aşan işsizler var.
Her gün yatağa aç giren 400 bin kişi var.
Ürününü ekemeyen, ekse de değerini alamayan köylüler, çiftçiler var.
Gelecek kaygısıyla yaşayan gençler ve onların gelecek kaygısını paylaşan anne ve babalar var.
Sokaklarda yaşayanlar var.
Kimsesizler var.
Evden dışarıya çıkıp üretmek isteyen; ama çıkamayan engelliler var.
Siftah yapmadan dükkanlarında bekleyen ve sonunda kepenklerini kapatmak zorunda kalan esnaflar var.
Her geçen gün çarklarının dişleri teker teker duran sanayiciler var.
Haklarını alamayıp sokağa dökülen, biber gazlarıyla, coplarla susturulmaya çalışılan işçiler, memurlar, öğretmenler, öğrenciler, emekliler, şehit aileleri, depremzedeler…
Bu insanlar umut beslediler. Demokrasi dediler. İnsan hak ve özgürlüklerine duyarlılık dediler. Hükümet bizi görür dediler. Bu sene olmazsa gelecek seneye hakkımızı verir dediler…
Ne bilsinler iktidarın demokrasi trenine binip makas değiştireceğini, insan hak ve özgürlüklerinin keyfi uygulamalarla yok edileceğini…
Umudun karşılığının cop, biber gazı ve gözaltı olduğunu sonradan öğrendiler…
Sonradan öğrendiler demokrasinin önce açılım olduğunu. Açılımın ise hiçbir zaman kendilerine ulaşmayacağını…
İşte değerli okurlarım, “halkı temsil eden” iradenin on yıla yayılan halka bakış açısı…
(Haber Ekspres Gazetesi-02-01-2012)