30 Nisan 2012

İŞTE TÜRKİYE’NİN GERÇEKLERİ…- ZAFER YAPICI

• İstanbul Üniversitesi’nde Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim Sen’e üye olan çalışanlardan 350’sinin baskı ile Memur-Sen’e bağlı Eğitim Bir-Sen’e üye yapılması… • Kamu çalışanları ve emeklilerin yılbaşından beri biriken zam alacakları 5 milyar’a ulaşırken hükümetin hala beklentilere cevap verememesi… • Vatandaşları 45 milyar 22 milyon lira borç batağına sokan bankalar, hala kredi vermek için adeta yarışırken, vatandaşların da tüm yaşamlarını kredi kartına bağlayarak günlük yaşaması ve hükümetin buna seyirci kalması… • Milyonlarca işsizin, iş arayanın, yoksulun, kimsesizin, engellinin ve üreticinin beklentileri… • Yüz yıllık Şehir Tiyatroları’nda repertuar belirleme yetkisinin sanatçılardan alınıp bürokratlara verilmesi. Başbakan tarafından da desteklenen zihniyetin sanata ve sanatçıya karşı uygulamaya çalıştığı muhafazakarlaştırma çabaları… • On sene içinde bastırılan kitaplar, dağılan bilgisayarlar, tabletler, akıllı tahtalar ve uygulanan programlarla gelinen sonuç: Yüksek Öğrenime Geçiş Sınavı’nda 50 bin öğrencinin sıfır çekmesi… • Duvarlarında egemenlik kayıtsız şartsın milletindir yazılı TBMM’de 23 Nisan nedeniyle türbanlı bir öğrenci meclis üyesinin yemin etmesi, konuşmasından sonra ayakta alkışlanması, bu olayı destekleyici açıklamaların öğrenci meclis başkanı tarafından özellikle TBMM kürsüsünden yapılması/yaptırılması ve yeni öğrenci modelinin Türkiye’ye tanıtılması… • 4+4+4’ler ile çocukların eline kitap, kalem, defter yerine tornavida, çekiç, cıvata verilerek geleceğin çocuk işçilerinin ve çocuk gelinlerinin yaratılması… • Önce Zonguldak ardından Konya şimdi de Şanlıurfa’da “haydi çocuklar camiye” kampanyası ile namazını camide kılan ve en çok puan alan çocuklara laptop verilmesi. 4+4+4 eğitim programlarına alıştırılma ve hazırlama girişimleri ile eğitimin dinselleştirilmesi… • Din üzerinden, cami üzerinden, 4+4+4 üzerinden dini siyasete alet ederek dinin siyasallaştırılması; siyasetin de dinselleştirilmesi girişimleri ile laiklik ilkesinin işlevsizleştirilmesi… • Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “tarihle yüzleşmek” adı altında “İsmet İnönü camileri kapattı. Camileri, depo, ahır, lokal, hatta tuvalet yaptı” diyerek tarihi gerçekleri saptırıp CHP’yi halkın gözünde küçük düşürme gayreti içine girmesi… (Lütfen şu internet sitesine girip gerçekleri görünüz: http://www.turkcelil.com/? p=71026) • Sakallı, cüppeli, sarıklı, gerici, devrim karşıtı kimselerin Atatürk’ün ilke ve devrimlerine (Kemalizm) televizyon ekranlarından açık bir şekilde kin kusmasına olanak tanınması, izin verilmesi… • Atatürk fotoğraflarının Anadolu Ajansı dahil bazı resmi internet sitelerinden silinmesi… • Afyonkarahisar Valiliği kararıyla kentte piknik yerleri de dahil olmak üzere içki satışı ve tüketiminin yasaklanması… • Başbakan Erdoğan ile Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in TSK’ya ait 7 askeri okulun Maliye Bakanlığı’na devredilmesi konusunda anlaşma yapması. Bu okulların ve arazilerinin hangi amaç doğrultusunda kullanılacağının belli olmaması… • 2011 yılında Anıtkabir’i 3 milyon 902 bin kişi ziyaret etmesi ve bu sayının gün geçtikçe artması karşısında Genelkurmay Başkanı’nın 23 Nisan’ı es geçerek Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinden Anıtkabir ziyaretçi sayısının kaldırılmasına izin vermesi… • 19 Mayıs, 29 Ekim törenlerinin iptal edilmesinin ardından şimdi de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Anıtkabir’e gitme zahmetine giremeyen Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı’nın Meclis Bakanı’nın verdiği 23 Nisan resepsiyonuna katılması… • Ulusal egemenlikten ve tam bağımsızlıktan bahsedilmemesi, yani ulusun kendi kendini yönetmesi ve başka bir devletin veya devletlerin yönetimi altına girmemesinin öneminin dile getirilmemesi… • Bir tarafta teröre kurban giden şehitlerimiz, diğer yandan vahşice katledilen kadınlarımız… • Kamuda çalışan sağlık personeline uygulanan şiddetin gün geçtikçe çoğalması… • Kuvvetler ayrılığı prensibine uyulmaması ve yargının siyasallaştırılması… • Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanının, vatandaşın hem takla atmasını hem de oynamasını büyük bir coşkuyla istemesi, vatandaşı oyuncak yerine koyması, vatandaş ile dalga geçmesi… • AKP hükümeti tarafından dış politikada komşu ülkelerle sıfır sorun yaşanması fikrinin, “Arap Baharıyla” birlikte değişim göstermesi. Türkiye’nin yanlış politikalarla komşularıyla sorun yaşayan bir ülke konumuna getirilmesi, Atatürk’ün, “yurtta sulh, cihanda sulh” sözünün unutulması… • Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, “Türkiye olarak bundan sonra da Ortadoğu’daki değişim dalgasını sürdüreceğiz. Burada biz bu misyonun gereğini yaptık, yapmaya devam edeceğiz” diyebilmesi… • Tutuklu bulunan ve hala içerde yatmakta olan milletvekilleri, gazeteciler, muvazzaf ve emekli subaylar ile generaller, aydınlar, parti başkanı ve yöneticilerin ne ile yargılandıklarını bile bilmemeleri… * * * Değerli okurlarım, Türkiye’nin bazı gerçeklerini yukarıda kısa da olsa açıklamaya çalıştım. Önemli olan Türkiye’yi ve dünyayı iyi tanıma ve iyi analiz etmektir. Bu ortamda yetiştireceğimiz çocuklar; sevgi dolu, paylaşmasını bilen, kindar olmayan, düşünen, yorum yapan, hak arayan, sorgulayan, baskılarlardan korkmayan, Atatürk ilke ve devrimlerini şiar edinen, kendine güvenen fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olmalıdır. Yoksa; biat kültürü ile yetiştirilip, çok yaşa padişahım diyen tek tip kindar kullar olarak birilerinin emirlerini yerine getirir durumda olurlar. Değerli okurlarım, asıl bilinmesi gerekenlerden birincisi, Türk milletinin dikkatinden Deniz Feneri e.V gibi büyük bir yolsuzluk davasının silinmek istenmesidir. İkincisi, Atatürk’ün kurduğu demokratik, laik sosyal hukuk devletinin ulus ve üniter yapısına karşı yapılan sivil karşı devrim sürecinin “darbeciler” adı altında yapılan tutuklamalarla örtbas edilmeye çalışıldığıdır. Daha doğrusu apoletsiz yapılan karşı devrim süreci, cumhuriyetin devrimlerini koruyan apoletlileri gözaltına alarak kendi apoletsiz darbesini kamufle etmektedir. Onun içindir ki yeni anayasayı bir an evvel yapmak bütün arzuları. Çünkü yapılan bu sivil darbe şimdiki anayasaya göre suç teşkil etmektedir. Eğer yeni anayasayı bu temeller üzerine yaparlarsa işte o zaman yasa ve anayasa önünde sütten çıkmış ak kaşığa dönmüş olacaklardır. Neden öncelikleri anayasa oluyor dersiniz?… İşte dün söylenen sözler; “Anıtkabir’de sap gibi duruyorlar”, “Türklük bir alt kimliktir”, “Yahu, milletin bütünlüğü ‘ne mutlu Türküm diyene’ ifadesiyle sağlanır mı?”, “Ancak bir inanç birlikteliği bu insanların bütünlüğünü sağlayabilir, aksi taktirde milli bütünlüğümüzü sağlamak mümkün değildir”, “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor. Yahu bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu. Sen bunu önüne geçemezsin ki”, “Türkiye Cumhuriyetinde 27 etnik grup yaşamaktadır. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır”,“Tevhidi Tedrisat Kanunu nelerin önünü tıkamak, nelerin önünü açmak içindi? Harf inkılabı vasıtasıyla bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okuryazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır?”, “Amaca ulaşmak için gerekirse papaz cüppesi giyerim.”, “Bence demokrasi bir amaç değil, bir araçtır.”, “Türkiye, kendisine din olarak Kemalizm’i almış ve kitlelere zorla dikte edilmiştir” İşte bugün söylenen sözler; “Baskı ve zulüm neticesinde kapatılan imam hatiplerin orta kısımlarını yeniden açtık, İmam Hatip okulları bu ülkenin ve bu milletin göz bebeği olacak”, “Yumruklarımızı sıktık, dudaklarımızı ısırdık, sabrettik”. Son olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Bursa İl Kongresi’nde; AK Parti’nin Türkiye’de bir evrim ve devrimin öncüsü olduğunu ve yeni anayasayı her hal ve şartta çıkaracakları sözünü vermesi her şeyi açık seçik ortaya koymuyor mu?... CHP ve MHP bu yüzden anayasa komisyonundan derhal çekilmeli, Cumhuriyetinin temel ilkelerinden ödün vermeyecek şekilde Türkiye’nin ve Türk Milletinin geleceği için siyaset yapmalıdırlar… AKP zihniyetinin asıl amacı; cumhuriyetle, Atatürk ilke ve devrimleriyle (Kemalizm) dolayısıyla bu değerlere sahip çıkanlarla hesaplaşmak… …Yeni anayasayı da bu temeller üzerine inşa edip ileri demokrasi (!) anlayışlarını daha da ileriye götürmek… (Haber Ekspres Gazetesi-30.04.2012- www.haberekspres.com.tr-www.turkcelil.com)

23 Nisan 2012

SINAV- ZAFER YAPICI


Değerli okurlarım, geçtiğimiz günlerde ilk basamak üniversite sınavı olan YGS’nin sonuçları açıklandı. Sonuçların pek de parlak olmadığı görülüyor. 1.8 milyon kişi sınava girerken, 51 bin kişi sıfır puan almış. Bu sayı 2010’da 14 bin iken geçen sene 38 bine çıkmış. Bu demek oluyor ki sıfırcıların sayısı katlanarak artmaya devam ediyor.
Sıfırcıların sayısının artmasından daha sorunlu olan ancak pek tartışılmayan bir başka konu daha var eğitim sistemimizde. O da eğitim sisteminin yaratıcılıktan uzak bir biçimde örgütlenmesi, şıklar arasında tercihe indirgenmesi, dershanelere terk edilmesi…
Dershaneler, yardımcı eğitim kurumları olmaktan çoktan çıkmışlar. Ancak bir eğitim kurumları biçimine de dönüşememişler. Ufukları şıklarda kendisine sunulanlarla sınırlı bir gençliğin yaratılmasına daha ilkokul sıralarında başlanmış.
Ortaokul ve lise böyle geçmiş. Hadi üniversitede işler biraz değişir diyorsunuz, olmamış. YÖK’ün politikasıyla hem üniversite kontenjanları arttırılmış, hem de köy ortasına üniversiteler açılmaya başlanmış.
Böyle olunca akademik personelin öğrenci yükü artarken, akademik personel optik okuyucuları kurtarıcı gözüyle görmeye başlamış.
Test mantığı üniversiteye de sıçramış.
Üniversite kenti modernleştirecekken, kentin gerisinde kalmaya başlamış.
Bir de özgür düşünce kapı dışarı edilmiş üniversiteden. Siyasi kadrolaşmalar buralara da fena halde sıçramış. Tarikat baskıları sıradanlaşmış.
Sizce de özgür olmayan/olamayan hocalardan özgür düşünen öğrenciler yetiştirmelerini beklemek, onlara biraz haksızlık yapmak anlamına gelmez mi?
* * *
Bilindik fotoğraflardır…
Sınav sonuçları açıklanınca, dereceye girenlere dershane gömlekleri giydirilir. Televizyonlara, gazetelere çıkartılır onlar.
Olay bir başarı öyküsü gibi görünür. Ama bence değildir.
Onların öyküleri de aslına bakarsanız, sıfır alanlarınki kadar başarısızlık öyküleridir.
Bu nedenle her sene dershane gömlekleriyle, tişörtleriyle ekranlara çıkarılan çocuklara acıyan gözlerle bakarım hep.
Onları da en az sıfır alanlar kadar bu sistemin mağdurları olarak görürüm.
Şıklar arasında, gençliklerini ve özgürlüklerini yaşayamadan köreltilen, akıl yürütme yetenekleri ellerinden alınan, başarı olarak tanımlanan şeye programlanan, robotlaştırılan gençlere üzülürüm.
Sıfırcı gençlere üzüldüğüm gibi.
Söyledim ya. Aralarında çok da fark görmem.
Üniversiteye girselerdi ne değişecekti diye düşünürüm. Üniversiteye girdiler de ne değişti diye düşünürüm.
İşte bu nedenle aslında bu ülkenin geleceğine üzülürüm.
(Hber Ekspres Gazetesi- 23.04.2012-www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)

16 Nisan 2012

12 MART'TAN BUGÜNE- ZAFER YAPICI


Değerli okurlarım 1970’lere giderken Adalet Partisi, büyük sermayedarların çıkarlarını ön plana alan bir strateji geliştirmiş, bu yeni strateji parti içinde büyük huzursuzluklara yol açmıştı.
Adalet Partisi’nin (AP) itici gücünü oluşturan diğer sınıflar, söz konusu stratejiye tepki göstermekte gecikmediler. Önemli toprak ağaları AP’den ayrılıp Demokratik Parti’yi kurdular. Kırsal sermaye yeni partiye yöneldi. Benzer bir biçimde Anadolu’nun küçük sermaye sahibi firma patronları da AP’den desteklerini çektiler. Onlar da Necmettin Erbakan’ın önderliğinde Milli Nizam Partisi’ni kurdular.
AP bu bölünmelere rağmen tekelci sermayenin çıkarını halkın çıkarıymış gibi sunmaya devam etti. 1970’lerin ilk yıllarında AP’nin başındaki Demirel’in tekelci sermaye ile büyük bir ittifak ilişkisi mevcuttu. AP ve tekelci sermaye 1961 Anayasası’nın oluşturduğu özgürlük ortamından rahatsızdı. Çünkü bu özgürlük ortamı bir hak arama sürecine cevaz veriyordu. Bu durum da en çok tekelci sermayenin zararınaydı. Sendikal hak ve özgürlükler, grev ve toplu sözleşme hakkı gibi konular tekelci sermayenin kar hadlerini düşürüyordu. Demirel bu anayasa ile devlet yönetilemez diyordu…
12 Mart 1971 Muhtırası Demirel’i koltuğundan etti. Ancak bu yeni durumun en büyük destekçisi, muhtıranın koltuğundan ettiği Demirel’in en sıkı müttefiki tekelci sermaye oldu.
Demirel’in yürütmeyi yasama ve yargı karşısında kuvvetlendirme ve toplu halde kullanılan hak ve özgürlüklerde kısıntıya gitme şeklindeki programı 12 Mart ara döneminde aynen benimsendi.
12 Mart, büyük sermayenin istediği düzeni yarattı. Tekelci sermaye, gerçek iktidarını kurma konusundaki anayasal engellerden 12 Mart ile kurtulmuştu…
12 Mart ile tekelci sermaye iktidara geldi. 12 Eylül ile iktidarını daha da kurumsallaştırdı. 12 Eylülün anayasası, 1961 Anayasası’nın aksine hakkı istisna, kısıtlamaya ilke konumuna taşıdı.
Bugün tekelci sermayenin el değiştirmesi ve yeni büyük patronların devlet desteğiyle yaratılması sürecini yaşıyoruz. Yeni anayasanın itici gücü de tekelleştirdiği sermaye gruplarıyla ittifak halindeki siyasi iktidar.
Onun için 2012 yılının maaş zamları 2012’nin ortasına gelinmesine rağmen netleşemedi. Netleşse ne olacak, o da ayrı konu!
Onun için fason sendikacılık iktidar tarafından araçlaştırılıyor.
Onun için tersanelerde, madenlerde işçiler hiçbir önlem alınmadan neredeyse ölüme terk ediliyor…
Yeni anayasa gündemde.
12 Mart özgürlükçü 1961 düzenini yıkmıştı. 1982 Anayasası, 12 Mart’ı bile aratmıştı.
Görünen yeni anayasa da yeni tekelci sermayenin istemleri doğrultusunda hazırlanacak.
Özgürlük kavramı kimliksel bir bağlama sıkıştırılacak.
1982 Anayasası’nı bile aratacak bir düzene hazırlıklı olalım…
(Haber Eksperes Gazetesi- 16.04.2012-www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)

09 Nisan 2012

SURİYE’NİN DOSTLARI, DÜŞMANLARI- ZAFER YAPICI


Değerli okurlarım, İstanbul geçtiğimiz günlerde çok önemli bir zirveye ev sahipliği yaptı.
Söz konusu zirve, aynı adlı zirveler zincirinin ikinci halkası. Birincisi Arap Baharı denilen “şeyi” ilk yaşayan ülkede; Tunus’ta gerçekleşmişti…
Zirvenin adı ilginç ve oldukça düşündürücü. Özenle seçilmiş bir ad… “Suriye’nin Dostları Zirvesi”.
Zirveye 80’e yakın devlet temsilcisi katıldı. Çoğu Batılı devletler.
Bir de Suudi çizgisindeki “bahara erişmiş” ya da “mevsimsel geçişleri hiç yaşamayan; doğaları ve ortakları gereği hep baharda kalmış” devletler var.
Zirveye, Başbakanın katıldığı her zirvede olduğu gibi (!) Başbakan Erdoğan’ın sözleri damgasını vurdu.
Başbakan İsrail’e laf atmıyordu bu kez. Tam da İsrail’in istediğini söylüyordu. İnanmayan İsrail liderlerinin açıklamalarına baksın.
Yarın İsrail’e laf atabilir belki. Ama biliyoruz ki yarın da İsrail’le stratejik yolları buluşacak.
Neydi İsrail’in ve elbette ABD’nin istediği?
Öncelikle Suriye’yi karıştırmak. Suriye, çok kutuplu dünya düzeninin anahtar devletlerinden Rusya Federasyonu ve İran’ın müttefiki…
Sadece bu mu İsrail’in istediği?
Elbette hayır. Bir de Suriye’yi sonra da Ortadoğu’yu iç çatışmalara sürükleyerek bölgesel gücünü arttırmak…
Suriye’nin Iraklaştırılma projesi işliyor.
Başbakan Suriye halkı için meşru müdafaa lafları ediyor.
Oysa meşru müdafaa Birleşmiş Milletler sisteminde devletlerin sadece bir başka devlet tarafından silahlı saldırıya uğramaları durumunda ve sadece devletler tarafından kullanılabilecek bir hak.
Ya başbakan Suriye’de desteklediği grupların aslında devlet olduklarını ve bir başka devletin; Suriye’nin silahlı saldırısına uğradıklarını ifade etmek istiyor.
Ya da uluslararası hukuk açısından yetersiz danışmanlarının yanlış yönlendirmeleri sonucu faka basıyor.
Zirve sonuç bildirgesine Erdoğan’ın meşru müdafaa ile ilgili sözlerinin yazılması birinci olasılığı kuvvetlendiriyor. Çünkü ABD de bu kavram skandalına destek veriyor… Kim bilir belki de uluslararası hukuka aykırı bu kavramsal kullanım, Türkiye’den önce ABD’de tasarlanıyor…
Özelde ABD, genelde Batı dünyası yeniden “çek defteri diplomasisi”ne döndü.
Cepheye gitmek istemiyorlar. Ülkelerinde Vietnam Savaşı’nda olduğu gibi tepkiler gelmesini bu yolla engellemek istiyorlar.
Ancak kendi çıkarlarına göre dünyayı dizayn etmek de istiyorlar.
Gerekirse savaşlarla.
Ve bunun için de savaşa hazır müttefiklere ihtiyaç var. Yüklü çeklere ya da o büyük gücün siyasi desteğine rağbet edecek, bunlara muhtaç iktidarlara ve hatta muhalefetlere.
Gözümüz aydın olsun! Stratejik önemimiz artıyor!
Yeni cepheler, yeni zirvelerde açılıyor.
Yoksa Suriye’nin dostları Suriye’yi dönüştürmek için önce Türkiye’yi mi dönüştürüyor?
(HABER EKSPRES GAZETESİ-09.04.2012-www.haberekspres.com.tr-www.turkcelil.com)

02 Nisan 2012

MİLLİ İRADE, 4+4+4 VE YENİ ANAYASA…- ZAFER YAPICI


Milli iradeyi kendisine oy verenler ya da kendi görüş ve düşüncelerine yakın olanlar olarak gören iktidar, bu kitlenin dışında kalan yurttaşlarımızı milli iradenin bir unsuru olarak değerlendirmemektedir.
4+4+4 olarak bilinen yeni eğitim sistemini oluşturacak yasayı protesto eden CHP ve KESK, EĞİTİM-İŞ gibi demokratik kitle örgütleri ile anneler, babalar ve öğrenciler tüm illerde meydanlara çıkarak tepkilerini dile getirdiler. Hükümeti bu konuda uyardılar. Tasarının geri çekilmesi için yoğun bir gayret içine girdiler.
Şimdi sormak gerekmez mi?
4+4+4’e onay vermeyen ve meydanlara inerek hükümete sesini duyurmaya çalışan demokratik kitle örgütleri, anneler, babalar ve öğrenciler bu ülkenin milli iradesi değil midir?
Milli irade diye diye yönetimini devam ettirmeye çalışan iktidar neden 4+4+4’e karşı çıkanların isteklerini milli iradenin isteği olarak algılamakta zorluk çekmektedir?...
…Ve neden insanlar coplanmayı, biber gazını, tazyikli suyu hiçe sayarak bu tehlikeyi, bu yanlışlığı tüm Türkiye’ye; özellikle de iktidara anlatmaya çalışmaktadır?
Bu insanların çoğu yetmiş beş milyon Türk ulusunun çocuklarını okutan öğretmenlerimiz değil midir?
Bu insanların çoğu; coplayan, biber gazı ve tazyikli su sıkan ve sıktıranların da çocuklarını okutan öğretmenler değil midir?
Neden milli iradenin önemli bir bölümünü oluşturan milyonlarca insanın isteği, dileği ve düşünceleri dikkate alınmamaktadır?...
Yoksa ileri demokrasi (!) milli iradeyi benden olan, benden olmayan diye ayıran bir demokrasi anlayışı mıdır?
Bakın 4+4+4’le ilgili Başbakan Erdoğan yurt dışından AKP milletvekillerine nasıl mesaj vermiş ve nasıl müjde beklemiş: “Umuyorum ki biz Kore’de iken, İran’da iken sizler Genel Kurul’dan bize müjdeleri gönderirsiniz…”
Bu hırs, bu diretme, bu inat niye?
Değerli okurlarım, bu hırs, bu diretme, bu inat başbakanla sınırlı kalmıyor.
AKP Zonguldak milletvekili Özcan Ulupınar 24 Mart 2012 günü Çaycuma ilçesinde bir caminin temel atma töreninde, “Dindar bir nesilden kime zarar gelir? Vatana, memlekete, dinine, kendisine, ailesine faydası olur. Ateist, dinsiz bir gençten hiç kimseye fayda gelmez. Kafamızı gözümüzü de yarsalar, bıçak da sallasalar, kurşun da atsalar bu hafta 4+4+4 geçecek” dedi…
AKP milletvekili Şamil Tayyar da Twitter’da, “4+4+4 okulları değil meyhaneleri vurdu. CHP’liler tam kadro Mecliste” diye yazdı...
Ve sonuç itibariyle yasa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 91 ret oyuna karşılık 295 oyla kabul edildi. Ardından başbakan tarafından AKP milletvekillerine teşekkür yemeği verildi. Yemekte başbakan bakın neler dedi: “Bugün tarih yazdınız. Tarihe silinmeyecek bir not düştünüz. 28 Şubat’ın son izini, tarihin tozlu raflarına Allah’ın izniyle gönderdik”.
Değerli okurlarım, bu yasa milli iradenin bir tezahürü değildir. Düpedüz, yalnız ve yalnız AKP’nin yasasıdır.
Bu yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milli iradenin önemli bir bölümünü oluşturan milyonlarca insanın görüşü reddedilerek çıkarılması ile milli iradenin yasası çıkmış olur mu?…
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün programlarının ilkesi şu iki esastır; tam bağımsızlık, kayıtsız şartsız milli egemenlik!” diyor Mustafa Kemal Atatürk.
TBMM’deki çoğunluğuna güvenip yasamaya mesaj vererek yasanın çıkmasını isteyen yürütmenin başı olan Başbakanın ve AKP milletvekillerinin bu davranışları ve sonuçta AKP oylarıyla çıkan yasa Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği TBMM’nin bağımsızlık ve milli egemenlik ilkesine uyuyor mu?...
Değerli okurlarım, asıl amaç laik eğitim sistemini dindar ve kindar gençlik yetiştirecek dinsel eğitim sistemi haline çevirip yeni anayasaya bu yeni sistemi kopyalamak.

Atatürk’ün Cumhuriyeti ile hesaplaşmak…
Tehlike büyük…
Neden bu insanlar copa rağmen, biber gazına rağmen, tazyikli suya rağmen mücadelelerine devam edip yanlışlıkları meydanlarda ısrarla dile getiriyor sanıyorsunuz?...
* * *
Değerli okurlarım, Atatürk bugün için de eğitim sorununa çözüm olabilecek yöntemi bakınız nasıl açıklıyor:
“Milli Eğitim’in gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir”.
“Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakarlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir... Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır”.
İşte AKP’nin eğitim sistemine bakış açısı…
İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim sistemine bakış açısı…
Meydanlarda mücadele verenler, mücadele ruhunu kimden alıyor dersiniz?...
(Haber Ekspres Gazetesi- 02-Nisan 2012-www.haberekspres.com.tr-www.turkcelil.com)