26 Kasım 2012

RADAR ÜSSÜ MÜ FÜZE SAVUNMA SİSTEMİ Mİ?- ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan ile ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu arasında oldukça teknik ancak etkileri büyük bir konu üzerine ilginç bir atışma yaşandı. Önce Kılıçdaroğlu “Eğer gerçekten İsrail’e karşıysan, oradaki ölümlere karşıysan, samimiysen, Kürecik’teki füze kalkanını askıya alırsın” dedi. Sonra Erdoğan Kürecik’te füze kalkanı değil radar üssü kurulduğunu söyledi. Kılıçdaroğlu’nu çok somut bir gerçeği bile bilmemekle ve siyasette hala çırak olmakla suçladı. * * * Değerli okurlarım, Erdoğan Kürecik’in bir radar üssü olduğunu söylerken haklıdır. Ancak Kürecik’teki radar üssü bir füze savunma sistemine bağlı olarak çalışan bir NATO üssüdür. Bu durum son tahlilde Kılıçdaroğlu’nu haklı kılmaktadır. Füze kalkanı sisteminin üç ayağı vardır. İlk ayağı Almanya’da bulunan Kumanda Merkezi, ikinci ayağı Romanya’da bulunan füze sistemi, üçüncü ayağı da Malatya Kürecik’te bulunan radar üssüdür. Füze savunma sistemi bu üç ayağın toplamıdır. Bir başka ifadeyle, Kürecik’teki radar üssü, füze savunma sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye’de bu sistem kapsamında bilinen bir füze bulunmamaktadır. Ancak Başbakan Erdoğan’ın açıklama yaptığı anlarda Türkiye’nin NATO Konseyi’ne Patriot Füzeleri için başvuruda bulunduğu ortaya çıkmıştır. NATO’nun da bu başvuruyu olumlu karşıladığı düşünüldüğünde, Hollanda ve İngiltere’den temin edilecek füzelerin Türkiye’ye yerleştirilmesinin an meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada, söz konusu füzelerin füze savunma sistemiyle bir bağlantısının olup olmayacağı oldukça kritik bir konu başlığını oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu sistemin kendine karşı da kullanılabileceğini düşünerek Türkiye’yi ünlü Rus edebiyatçısı Anton Çehov’a atıfta bulunarak eleştirmiştir. Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, "Eğer oyunun birinci sahnesinde duvarda asılı bir silah varsa, o silah üçüncü sahnede patlar” demiş, Türkiye’ye füze sisteminin saldırı amaçlı kullanılma ihtimali üzerinde durmuştur. Patriotların Türkiye’ye yerleştirilmesi Suriye ve İran’da da yankı bulmuş, iki devlet AKP yönetimini gerginlik yaratmakla itham etmişlerdir. Görünen o ki, sistemin Türkiye’ye kurulması, Türkiye’nin çevresindeki güvenlik endişelerini arttırarak Türkiye’nin güvenliğine olumsuz bir etkide bulunacaktır. Bu arada Patriot füzelerininTürkiye’nin kontrolünde olup olmayacağı bile açık değildir. Nitekim sistemin füze savunma sistemine bağlanması kontrolün Almanya’da olacağı anlamına gelmektedir. İşin özü: Sorun büyüktür… (Haber Ekspres Gazetesi 26-11-2012)

19 Kasım 2012

CUMHURİYET KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR…- ZAFER YAPICI

Yaklaşık on iki, on üç yaşlarındaydım. Dedem ise 90’lı yaşlarda idi. Sohbet ediyorduk. Sıra Cumhuriyet ve Atatürk’e geldiğinde dedemin gözlerinin nemlendiğini fark ettim. O sırada derin derin içini çekerek bana: “Bak torunum sana kurduğu cumhuriyeti denetleyen o yüce Atatürk’ü anlatayım dedi”. Ben de heyecanla ona daha da yanaşarak dinlemeye başladım. “Atatürk cumhuriyeti kurduktan ve aradan biraz zaman geçtikten sonra yaverine arabasını hazırlamasını söyler ve beraberce hiç kimseye haber vermeden Ankara’nın dışına çıkarlar. Biraz ilerledikten sonra dört beş evden oluşan bir mezranın yanına gelirler. Atatürk arabadan iner ve yaverine, ‘-sen bekle’ der. Atatürk derme çatma bir evin önüne gelir ve kapıyı çalar. Kapı açılır. İçeriden bir kadın kucağında ve yanında bir çocukla kapıyı açar. Atatürk gördüğü manzara karşısında şaşkına döner. Her yanına is kokusu sinmiş yalın ayak perden perişan anne, iki küçük çocuk ve is karası bir ev… Atatürk oradan biraz uzaklaşır. Bir kaya parçasının gölgesine çömelir ve elini şakağına götürüp düşünmeye başlar. O arada arabanın yanında beklemekte olan yaveri koşarak Atatürk’ün yanına gelir. Ve der ki, ‘-paşam ne oldu?...’ Atatürk biraz durduktan sonra yaverine, ‘biz cumhuriyeti kurduk fakat buraya cumhuriyet gelmemiş’ der. Ardından Ankara’ya üzgün bir vaziyette dönerler. Ertesi gün Atatürk tüm devlet yetkililerini çağırarak cumhuriyetin, vatanın her karış toprağına gitmesi için gerekli olan her şeyin yapılmasını ister…” * * * Atatürk, Türk toplumunun “çağdaş medeniyet” seviyesine ulaşmasını sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği yeniliklerin ardından yurt gezilerine çıkmıştır. Bu geziler sırasında uğradığı her yerde kurulan cumhuriyet ve yapılan devrimler hakkında halka sorular yönelterek toplumun değişime bakış açısını ve tepkisini ölçmeye çalışmıştır. Atatürk o dönemi Antalya seyahati sırasında Hasan Rıza Soyak’la yaptığı bir konuşmada çok açık bir şekilde anlatır: “Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz... Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde... Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maalesef memleketin hakiki durumu bu işte!... Bunda bizim günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, bir takım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın... Büyük istidatlara malik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes akideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış... …Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misiniz?.. Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek itiyadı... İşte bu zihniyette; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki!... Münasebet düştükçe daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, her şeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkan meselesi... Bu itibarla evvela kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; işlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddi ve manevi her türlü istidat ve kaynaklarımızı faaliyete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak... Başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkansızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, beşer takatinin üstünde, gayret sarfediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?...” * * * Hiç kuşku yok ki Türkiye’nin bu gerçeğini görüp değerlendiren Mustafa Kemal Atatürk, 18 Eylül 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yayımladığı bir beyannamede şu temel hususlara yer veriyordu: “Halkın hep içinde bulunduğu sefaletin sebeplerini kaldırarak, yerine refah ve mutluluk getirmek Meclis’in en baş amacıdır… Bütün kurumlar halkın ihtiyaçlarına göre yenilenecektir. Bunun için gerekli siyasal ve sosyal ilişkiler ulusun ruhundan alınacaktır.” Mustafa Kemal, ilke ve devrimleri o ruhla yapmaya başlar. * * * Ve 29 Ekim 1933 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ulusunun ruhundan aldığı büyük güçle Cumhuriyetimizin onuncu yılında halk yararına yapılan büyük işleri büyük coşku ve heyecanla anlatmaya başlar; “Türk Milleti! Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarene yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir… …Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti! Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!” * * * Ayrıca Atatürk yönetenlerin yönetilenlere bakış açısının nasıl olması gerektiğini de şu sözlerle dile getirir: “Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır.” (1925) * * * Değerli okurlarım, dedemin bana Atatürk ve cumhuriyet ile ilgili anlatımında aktardığı Atatürk’ün “biz cumhuriyeti kurduk fakat buraya cumhuriyet gelmemiş” sözleri Atatürk’ün temel mantığını açıklıkla ortaya koyuyor. Atatürk cumhuriyeti kimsesizlerin kimsesi olarak görüyor. Hükümeti kendini değil milleti efendi olarak gören bir kurum olarak tasavvur ediyor. Onun Onuncu Yıl Nutkunda söyledikleri hem cumhura ve cumhuriyete hem de gerçekte millet olan hükümete verdiği önem ve değeri gösteriyor. Ayrıca Atatürk bu sözleriyle cumhuru yaşat ki cumhuriyet ve çağdaş demokrasi yaşasın ve yücelsin felsefesini ortaya koyuyor. * * * Ya bugün geldiğimiz noktada durum ne?… On yıllık AKP döneminde Cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesi” olabildi mi?... Hükümet millet, millet hükümet olabildi mi?... Hükümet milletin efendi olduğunu anlayabildi mi?... Ve bu bakış açıları ile İleri demokrasileri çağdaş olabildi mi?... Değerli okurlarım, işte bu yüzden Atatürk’ün içinde laiklik olan, dinin siyasete alet edilmesini kabul etmeyen çağdaş demokrasi sistemini ve o sistemin devlet şeklini ortaya koyan cumhuriyet rejimini kabullenemiyorlar… Atatürk’ün düşünce sistemine, laikliğe, çağdaş demokrasiye ve cumhuriyete saldırmaya devam ediyorlar. (haber ekspres gazetesi-19.11.2012) ZAFER YAPICI

12 Kasım 2012

BRUNEİ - ZAFER YAPICI

Brunei, Güneydoğu Asya’da Borneo adasında yer alan bir devlet. Bir sultanlık… Brunei’nin resmi adı Brunei Darü’s-Selam Devleti; yani Brunei Barış Ülkesi Devleti. 147 bin 181 kilometrekare yüzölçüme ve 365 bin kişilik nüfusa sahip bu küçük ülkede gerçekten “barış” var mı bilmiyoruz. Bildiğimiz, koca bir petrol şirketinin ülkeyi el altından yönettiği. Bu şirket öyle etkili ki ülkeyi tanımlamak için, İngilizce “refah devleti” anlamına gelen “welfare state” yerine “shellfare state” kavramı kullanılıyor. “Shellfare state”, Batılı sermayenin kontrolünde. Ülkenin başında bir sultan (ya da bir patron) var.” Shellfare state” yönetiminin görünen yüzü Sultan Hasan El-Bulkiye Muiziddin Va'dulah. Brunei, sultanın ve Shell’in patronlarının “kişisel servet devleti” (personal wealth state). Sultan Hasan El-Bulkiye Muiziddin Va'dulah, 600 yıllık geçmişi olan kraliyet hanedanının başa gelen 29. Hükümdarı. Anlaşılıyordur. Brunei büyük petrol kaynaklarına sahip. Ülkedeki tüm petrol kaynaklarının mülkiyeti ise Brunei Sultanı Hasan’da. XIV. Louis gibi “devlet benim” diyor Hasan El-Bulkiye Muiziddin Va'dulah “demokrasi çağında”… Sultan’da para gani anlayacağınız. Öyle ki Forbes dergisinin tarihin en zenginleri listesinde petrol fiyatlarına bağlı olarak inişli çıkışlı bir grafik çizse de üst sıralardan inmiyor Sultan… Dünyanın sayılı zenginlerinden olan Sultan kişisel lüksüne yönelik yaptığı harcamalarla tanınıyor. Tam 1788 odalı sarayı Vatikan’dan daha büyük ve Carrara mermeriyle kaplı. Otomobil filosunda, içlerinde düzinelerce Rolls Royces’un da bulunduğu yaklaşık 300 model araba var. Sultan alışverişe Singapur’a, Londra’ya ya da New York’a gidiyor. Kendine ait Boeing filosu var… Daha ne diyelim… * * * Geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan Endonezya’nın Bali adasındaydı. Burada düzenlenen 5. Bali Demokrasi Forumu toplantılarına katıldı. Demokrasi Forumu’nda idamın faziletlerinden bahsetti. Sonra şu Brunei Sultanı’nın nazik yemek teklifini geri çeviremedi ve gezisini bir gün uzatarak Brunei’ye gitti. Atatürk’ün öldüğü 1938’den bu yana ilk kez bir 10 Kasım töreni başbakan olmadan yapıldı. Başbakan 10 Kasım’da Brunei Sultanı’yla yemekteydi. * * * Ülkeyi sömürgeciliğin ortağı kişisel servet devleti olmaktan kurtaran; bağımsızlık yoluyla bir refah devleti inşa etmeye çalışan Atamız, sizi her yeni gün daha büyüyen bir özlemle anıyor, halk için yaptıklarınızı bugün çoğalan bir bilinçle kavrıyoruz. Ruhunuz şad olsun. (Haber Ekspres Gazetesi- 12.11.2012)

05 Kasım 2012

ABD SEÇİMLERİ VE DEMOKRASİ - ZAFERYAPICI

Değerli okurlarım, ABD’nin demokrasi ve özgürlüklerin beşiği olduğu fikri, geçmişte Soğuk Savaş’ın kenar ülkelerinden biri olmamızın da etkisiyle, toplumsal bilinçaltımıza bir “yaygın yanlış” biçiminde işlenmişti. ABD’nin seçimlere gittiği şu günlerde birçok araştırmacı da bu ülkede siyasal yaşamın iki esas tarafı olan Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında gözlemlenen özgür atışma ortamını ülkede demokrasinin varlığının bir kanıtı olarak sunuyorlar. ABD’yi de bu bağlamda bir demokrasi adacığı olarak tanımlıyorlar. Elbette ifade özgürlüğünün ve siyasal alanda fırsat eşitliğinin olmadığı bir ortamda demokrasinin gelişmesi olanaksız… Anahtar soru bu noktada şu: ABD’de gerçekten bir siyasal fırsat eşitliği var mı? İki parti liderinin bir televizyon programında karşılıklı atışabilmeleri ve serbest seçimlerin gerçekleştirilmesi bir politik sistemi demokrasi olarak tanımlamak için yeterli ölçütler mi? * * * Öncelikle ABD’de siyasal bir fırsat eşitliği yok. Bu durumun esas nedeni ABD’de seçimler paralı ve pahalı olması. Basit bir örnekle ifade edecek olursak, ABD’de bir öğretmen emekli olduğunda siyasete atılıp milletvekili olmayı hayal dahi edemez. Çünkü ABD’nin iki yasama organını oluşturan Senato ve Temsilciler Meclisi’ne aday olmak büyük mali kaynak gerektirir. Her aday ya kendi propaganda giderlerini kendi karşılar ya da bu amaç için bir bağış toplama faaliyeti yürütür. Sonuçta ya toplumun kaymak tabakasına vekillik yolu açılır ya da çıkan vekiller toplumun kaymak tabakasının ekonomik çıkarını savunur. ABD’de 2010 yılında çıkan bir ABD Yüksek Mahkemesi kararı seçimlerdeki büyük sermaye müdahalesine daha fazla olanak tanıdı. Bu karar bazı koşulları yerine getiren Politik Eylem Komitesi adı verilen, adaya yönelik bağış toplamayla yetkilendirilmiş kuruluşlara sınırsız bağış kabul etme ve harcama yetkisi veriyor. Böylelikle büyük sermayedarların hem başkanlık hem de meclis seçimlerindeki etkileri denetimsiz kalıyor. * * * Sonuç şu: ABD’de 6 Kasım’da gerçekleşecek başkanlık seçimleri için düzenlenen seçim kampanyalarının toplam bütçesi 2,5 milyar doları geçmiş durumda. Bu rakam birçok gelişmekte olan devletin milli gelirinden fazla ve siyasi partiler arasında oransız bir biçimde dağılmış. Açıklanan son rakamlara göre Obama’nın kampanyası için 934 milyon dolar bütçe yaratılmış. Cumhuriyetçi aday Mitt Romney’in kampanyası ise 881 milyon dolarla yürütülüyor. Diğer partilerin ise bu bağış yarışında çok geride kaldıkları görülüyor. Parayı veren düdüğü çalar hesabı kimlerin seçimi kazanabileceği önceden belli oluyor. Aynı ABD son zamanların en büyük kasırga felaketi ile boğuşuluyor. Son seçim kampanyası için eyalet seçimleriyle birlikte toplam 5.8 milyar doların harcandığı ifade ediliyor. Milyonlarca insanı etkileyen kasırga felaketine ise sadece 3.6 milyar dolar harcanmış. Alın size ABD demokrasisi! (05 KASIM 2012 HABER EKSPRES GAZETESİ)