30 Temmuz 2012

FARKIMDA MIYIZ?...- ZAFER YAPICI

1854 yılında ABD Başkanı Amerika’ya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla bir mektup yazarak Kızılderililerden toprak istemiştir. Başkan mektubunda isteğinin kabul edilmesi durumunda, Kızılderililere rahatça yaşabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını belirtmiştir. O zamana dek topraklarının büyük bölümüne beyazlar tarafından zorla el konulmuş olan Kızılderili Reisi Seattle bir konuşmasında ABD Başkanı’nın bu mektubuna yanıt vermiştir. Sonradan bu yanıt yazıya dökülerek mektup olarak ABD Başkanı’na da gönderilmiştir. Seattle’ın mektup haline getirilen bu konuşma metninin aslı ABD’de Seattle Squamish Müzesi’nde korunmaktadır. Şef Seattle’ın Mektubundan Bazı Alıntılar …Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir... …Bir Kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı? Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var: Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce bufalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir bufalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlardık bufaloları. Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır... …Beyaz adamı bu topraklara getiren ve Kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrı’nın adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı bufaloların öldürülüşünü, ormanların yakılışını, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak… Değerli okurlarım, bu konuşmadan çıkarılacak çok büyük dersler olduğuna inanıyorum… 1800’lü yıllarda sömürü düzeni nasıl kurulmuş ise şimdi de dünyanın küresel efendileri sömürü düzenini yeni dünya düzeni adı altında sürdürmektedirler. Sömürüyü kendi düzenledikleri ve dünyaya kabul ettirdikleri “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni” kendileri ihlal ederek sürdürmektedirler. Bu nedenle Şef Seattle’nin anlattıkları, sadece 19. yüzyılın emperyalist yayılmacılığının mantığını deşifre etmiyor, 21. yüzyılın başında Irak’ta olup bitenleri; küresel ısınmayı gerçekleştirenleri birebir yansıtıyor. Sanki Şef Seattle iki yüzyıl öncesinden bugünün sömürü düzenini ifşa ediyor… Şef Seattle; “İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak…” demişti. Tüm dünyanın ekolojik dengesini kendi çıkarları için yok etmeyi göze alan küresel efendilerin varolduğu bir dünyada bu sözler en çok bıçağın kemiğe dayandığı bugünü anlatıyor... Aşırı sanayileşmenin toprağa bıraktığı atıkların ve atmosfere saldığı gazların havayı, suyu ve toprağı kirletmesi, ormanların kesilerek veya yakılarak yok edilmesi… Şef Seattle’nin söylediği gibi bu gün insanoğlu varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcında… Farkında mıyız? Küresel efendiler kendi çıkarları için tüm dünyayı çöplüğe çeviriyorlar. Ama küresel ısınmanın sorumluluğunu bile üstlenmek istemiyorlar. Geri kalmış ülkelerin tüm kaynaklarını ele geçirme uğruna o ülke insanlarının doğal yaşam alanlarını, kültürlerini, tarihlerini, çevrelerini ve geleceklerini tahrip ediyorlar. Bu güçleri ve bu güçlerin uzantılarını iyi tanımalıyız. Tedbirlerimizi vakit kaybetmeden almalıyız. Havanın, suyun, toprağın ve ormanların yaşam kaynağımız olduğunu unutmamalıyız… Tıpkı Şef Seattle gibi geldiğimiz noktanın farkında olmalıyız! “Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir” diyor Seattle… Evet, gerçekler asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir… (Hber Ekspres Gazetesi 30.07.2012- www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)

ZAMANIN RUHU - ZAFER YAPICI

İnsan, gerçekte inanmadığı şeye inandığını hedef kitlesine kanıtlamak için beklenmedik gayretler gösterir. Kimi durumlarda olağandışı, olağanüstü, tutarsız ve trajikomik şeyler yapar. Çünkü içi rahat değildir. Olmadığı gibi göründüğünün ya da görünmek istediği gibi olmadığının farkındadır. Bunu telafi etmezse işlerin kötüye gideceğini de bilir. İşlerin kötüye gideceğini bildikçe tutarsızlık sarmalı genişler. İnsanın bu şekildeki davranışları, insan psikolojisi bağlamında gayet normaldir. Garip olan, mesajın yöneldiği kitlenin, verilen mesajın bir yalan olduğunu bilip, inanmadığı halde inanmış gibi yapmasıdır. Biz yazılarımızda bu izahı güç garabet hale onurumuz gereği düşmeyeceğiz. * * * Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen CHP Kurultayı’nda inanmadığı bir şeyi kanıtlamaya çalışmak için ekstra gayret gösteren zor durumdaki bir politikacıya benziyordu. CHP’nin Atatürkçü köklerinden kopartılacağına yönelik göstergeler CHP tabanında o ana kadar sessiz ama derin bir tepkiye yol açıyordu. Bu büyük rahatsızlığın da etkisiyle Kılıçdaroğlu “Zamanın ruhunu anlayacağız ama kökümüzden bir milim sapmayız” dedi. Bu açıklama dilbilimsel ve mantıksal açıdan şu şekilde yorumlanabilir: Kılıçdaroğlu üstü kapalı olarak kökeni ulusal direnişe dayanan bir devrim partisi olan CHP’yi zamanın ruhuna aykırı değerlendiriyor ve “Zamanın Ruhu” ile bir koalisyonun arayışını ortaya koyuyordu… Burada bir parantez açalım. Hegelci paradigmadan yola çıkılırsa Zeitgeist (Zamanın Ruhu) toplumda zamanı gelince işlemeye başlayan ve toplumsal yaşamı yönlendiren dinamikler anlamına geliyor. Bu nedenle Zamanın Ruhu Kılıçdaroğlu için ne anlama geliyor sorusu Kılıçdaroğlu’nun ve Yeni CHP yelkenlisinin üzerinde yol almayı planladığı akıntının tespiti için kilit soru. Suriye’ye yapılan ABD merkezli operasyon mu Zamanın Ruhu? Yoksa küresel güçlerin dayattığı istikrarsızlığa karşı emperyalizm mağduru güçlerin dayanışması mı? Sosyal devletin tasfiyesi mi Zamanın Ruhu? Yoksa neoliberalizmin küllerinden yeni bir sosyal devlet inşası noktasında strateji geliştirmek mi? Ülkeyi etnik ve dinsel kimlikler ekseninde parçalamaya ortak olmak mı Zamanın Ruhu? Yoksa yurttaşlık temelinde birleştirmek mi? Tayyip Erdoğan’ın söylemeye cesaret edemediği şeyleri önceden söyleyerek iktidarı rahatlatmak mı Zamanın Ruhu? İktidara karşı güçlü, ilkeli ve tutarlı bir muhalefet örgütlemek mi? Her fırsatta okyanus ötesine yönelik olarak “ben de sizdenim” mesajı vermek mi Zamanın Ruhu, bağımsız kalabilmek mi? Partiyi örgütsüzleştirmek mi Zamanın Ruhu? Yoksa parti örgütünün ve tabanın belirleyici olduğu süreçleri inşa etmek mi? Bir yerde etnikçi-mezhepçi diğer yerde Atatürkçü, bir yerde neoliberal diğer yerde solcu olabilmek mi Zamanın Ruhu? Tutarlı bir biçimde, ideolojine güvenerek çözüm reçeteleri hazırlayabilmek mi? * * * Bu sorular çoğaltılabilir. Görülüyor ki bizim Zamanın Ruhu olarak gördüğümüz şey, Kılıçdaroğlu’nun ve birçoğu CHP’ye yabancı YCHP yöneticilerinin Zamanın Ruhu olarak gördükleri şeyden çok farklı. Biz Zamanın Ruhu’na kapılmayı reddediyoruz. Zamanın Ruhunu 1919’daki gibi bu milletin yeniden belirleyebileceğine inanıyoruz. CHP tabanı da bu noktada Kılıçdaroğlu ve YCHP ekibini kuşkuyla ve kaygıyla izliyor. Kılıçdaroğlu, YCHP politikalarında ısrar ederse ne mi olacak? Maazallah, en korktuğu şey başına gelecek. Zamanın Ruhu’na aykırı hareket etmiş olacak! * * * Kılıçdaroğlu’nun durduk yere “kökümüzden milim sapmayız” şeklinde açıklamada bulunması bile, onun ve onun nezdinde YCHP’nin Zamanın Ruhu kavrayışındaki güvensizliği ve zafiyeti açıkça ortaya koymuyor mu? CHP’nin kökeninin, akıntıya kapılmayıp, milim sapmadan akıntıya karşı durma kararlılığı gösteren bir anlayış olduğunu da hesaba katarsak bir de… (Haber Ekspres Gazetesi 23.07.2012- www.haberekspres.com.tr-www.turkcelil.com)

16 Temmuz 2012

CHP’NİN DÖRT EĞİLİMİ Mİ? - ZAFER YAPICI

Müjdemi isterim. CHP’yi Yeni CHP’ye dönüştürmeye çalışanların ideolojik manifestoları (!) netleşmeye başladı. Bu büyük dönüşümü gerçekleştirmeye çalışanlardan özgün bir manifesto; dahası özgün bir rota beklemek elbette imkansızdı. “İliştirilmiş” YCHP’lilerden ancak böylesine bir garabet beklenirdi… Öyle de oldu. Sonuçta CHP’nin 36. Kurultaya gittiği günlerde CHP’nin yeni programının sosyal demokratlık, sosyal liberallik, sosyalistlik ve Atatürkçülüğü bir arada barındıracağı söylemi ön plana çıkarılmaya başlandı. Turgut Özal’ın dört eğilimine benzer biçimde tasarlanan omurgasını neoliberalizme teslim etmiş ancak diğer eğilimleri bünyesinde tutarak taban geliştirmeye yönelen bir proje bu. Olan şu. CHP’nin farkını ortaya koyan Kemalizm YCHP’nin dört eğiliminden biri haline getiriliyor. Önemsizleştiriliyor. Adım adım zihinlerden kazınıyor. Ancak projenin Turgut Özal’ın dört eğiliminden oldukça büyük bir farkı var. Turgut Özal’ın dört eğilimi liberalizm, milliyetçilik, muhafazakarlık ve sosyal demokrasi idi. Sosyolojik olarak bu dört ekolün bir arada bulunmasının önünde büyük bir engel bulunmamaktaydı. Milliyetçi-muhafazakar kanadın liberal ekonomi noktasında bir çekincesine tarih tanıklık etmedi. Sosyal demokrasi de bir “sol” ideoloji olarak tanımlansa dahi, sosyal demokrasinin de son tahlilde serbest piyasa ekonomisi ile hiçbir sorunu olmadı. Bilindiği gibi sosyal demokrasi Avrupa’nın sömürge sahibi sanayileşmiş ülkelerinde gelişmiş bir işçi ideolojisiydi. Buraların işçi sınıfları daha fazla haklara sahip olmak için işverenini ve devletini zorladığında, devlet ve işveren sömürgelerden elde ettiği karşılıksız gelirin bir kısmını işçiye aktarmak suretiyle onları memnun edebiliyordu. İşte bu nedenle Batı’nın sosyal demokratından emperyalizme karşı durması beklenemezdi. Batı’nın sosyal demokratı emperyalizmi, kendi çıkarına olmasından dolayı doğal olarak savunurdu. Hala da böyle… Sen emperyalizmden çıkar sağlayan Batı’nın sosyal demokrat partilerinin programlarını kopyalayıp emperyalizmin mağduru Türkiye’ye taşırsan bu programlar Türkiye şartlarında iğreti kalır. Çünkü Türkiye emperyalizme karşı mücadele ile kurulmuş bir devlettir. Dahası küresel çağda varolabilmesi emperyalizmle sürekli savaşımına bağlıdır. Bu savaşımın rehberi ise Atatürkçülüktür. CHP nasıl bir parti olacakmış? Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik, Devrimci bir parti değil... Dört eğilimin partisi. Sosyal demokrat, sosyal liberal, sosyalist ve Atatürkçü. Sayın YCHP Yöneticileri’nden artık AKP gibi takiyye yapmamalarını bekliyorum. Bence takiyye yapmamak için ilk yapmaları gereken YCHP’nin adını değiştirmeleri. Önerim şu olabilir: Neoliberal Sol Parti (NSP) ya da Sosyalist Liberal Parti (SLP) (?!). Ama bu gidişle bu isimlerde geçen çakma “sol” sözcüğü de birilerine batabilir. O nedenle kısa ve anlamlı bir isim de düşünülebilir: Liberal Parti (LP). Ya da Neoliberal Demokrat Parti (NDP)... Sosyal Neoliberal Hareket (SnLH) de hiç fena durmuyor… İkinci önerim ise CHP’nin parti ambleminden altı oku çıkarmaları. Besim Tibuk’un LDP’si vardı. Onun yunusları alınıp YCHP’ye taşınsın örneğin. Bir de CHP’nin amblemindeki kırmızı beyaz renkler de sakıncalı. Kırmızıya en azından sarı ve yeşil eklenmeli Kürt açılımı bağlamında. Ya da mavi renk iyidir. Dostumuz AB’ye mesaj vermek için mavi renk ağırlıkta olmalı. Ya da hepsini boşverin. Partinin amblemini neye dönüştürürseniz dönüştürün, amblemin sol üst köşesine mavi zemin üzerine bir adet beyaz yıldız iliştirebilirsiniz mesela. AKP’den bir adım öne geçersiniz Atlantik ötesine mesaj bağlamında. Biraz samimi olun artık canım. Ve altı oku küresel çağda Türkiye’nin çözüm manifestosu yapacak gerçek CHP’lileri keriz sanmayın… (Haber Ekspres Gazetesi 16.07.2012 www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)

09 Temmuz 2012

TOKİ FACİAS I- ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, birkaç gün önce Orta Karadeniz bölgesinde yoğun yağışlar sonrasında yaşanan sel baskınları şehircilik adına önemli bir konuyu yeniden gündeme getirdi. TOKİ, bilindiği gibi Türkiye’de yaşanan konut sorunu nedeniyle, bu sorunun çözümüne katkı sunmak amacıyla oluşturulmuş bir kurumdu. TOKİ’nin resmi internet sitesinde kurumun amaçları şöyle sayılmış: •Alternatif, yenilikçi uygulamalarla konut üretiminin belli bir model çerçevesinde gerçekleşmesini sağlayarak, konut piyasasını disipline etmek; •Kalite, sağlamlık, ucuzluk gibi hususlara dikkat ederek spekülatif oluşumlara mani olmak… Ancak ne yazık ki TOKİ bu hedeflerin ikisine de ulaşamıyor. Konut piyasasını disipline etmeyi bırakın kendisi konut piyasasındaki kaliteyi düşürücü bir rol oynamaya başlıyor. TOKİ tarafından çeşitli illerde yapılan birçok konutun birkaç yıl içinde dökülmeye başladığı yönünde şikayetler artıyor. TOKİ spekülatif oluşumlara engel de olamıyor. Tam tersi TOKİ’nin konut projelerinin spekülasyonlar ile yürütüldüğü yönünde ciddi iddialar ve hatta kanıtlar var. Örneğin Samsun yerel basınında, AKP’li Samsun Canikli Belediyesi yöneticilerinin yakın akrabalarının dere yatağındaki tüm değersiz arazileri satın aldığı ve bölgenin hemen sonrasında imara açıldığı tartışılıyor. Ardından TOKİ’yle anlaşıldı. Akrabalar bir anda onlarca daire sahibi oldu… TOKİ’nin Canikli’de ürettiği konutlar dere yatağındaydı… Bu konutlarda bodrum katlarda yaşayan aileler büyük bir facia yaşadılar. Ölü sayısı yazı kaleme alınırken on ikiye yükselmişti. Bu facia üzerine “yetkililer” inkar politikasını sürdürüyorlar. Her şey göz önündeyken bakınız Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ne demiş: “-Evlerin yanlış yere kurulduğunu sanmıyorum”. Ya Samsun Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın şu sözlerine ne demeli? “-Bu bir semavi, bir felaketle yağan yağmurdur…” Sorunun çözümü için sorunun adını doğru koymak gerekiyor. Bu bir TOKİ faciasıdır. Bu bir hükümet faciasıdır. Yağma ve rant düzeni bu biçimde sürdükçe bu faciaların tekrarlanması an meselesidir. Olayı en iyi anlatan fotoğraf selin yaşandığı bölgede bulunan AKP afişidir. Afişte Canikli Belediye Başkanı ile Başbakan’ın bir arada görüldüğü bir fotoğraf yer almaktadır. Fotoğrafın yanında ise “Başarı Ekip İşidir” yazmaktadır. Bu afiş, facianın yaratılmasında hükümetin büyük sorumluluğunu kanıtlayan bir belge niteliğine sahiptir. Öyle ya, başarısızlık da bir ekip işi değil midir? (Haber Ekspres Gazetesi 09.07.2012- www.haberekspres.com.tr-www.turkcelil.com)

03 Temmuz 2012

SURİYE KONUSUNDA SON GELİŞMELER- ZAFER YAPICI

Türk dış politikasının en önemli ve yerinde geleneklerinden biri Türkiye’nin milli davası olarak görülen kimi kritik durumlarda toplumsal desteği yüksek siyasi partilerin iktidarı ile muhalefeti ile tam bir görüş birliği içinde hareket edebilmesidir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, Türkiye-Yunanistan arasında yaşanan deniz alanları ile ilgili krizler, Türkiye’nin PKK’ya karşı gerçekleştirdiği sınır ötesi harekatlar vb. bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Aynı oydaşıma son günlerde Suriye konusunda rastlıyoruz. Ancak oydaşımın bu şekilde sürmesi geçmişteki oydaşımların aksine pek hayra alamet değil! * * * Değerli okurlarım, son yıllarda dış politikada Kopenhag Okulu tarafından üretilen ve bu alanla ilgili literatürde sıklıkla karşılaşılan bir kavramı; güvenlikleştirme (securitization) kavramını rehber edinerek AKP’nin Suriye stratejisini aktarmaya çalışacağım size… Güvenlikleştirme kısaca şu anlama geliyor: Devlet yönetimi başta olmak üzere güvenlik alanının aktörleri herhangi bir konuyu güvenlik kapsamına alarak sunarlarsa o konuya karşı aldıkları önlemleri eleştirilmez kılarlar. Böylelikle bir konunun güvenlik sorunu olarak sunulması devlet yönetimine hakim grupların elini rahatlatır. İşte güvenlik aktörlerinin bu amaçla geliştirdikleri stratejiler “güvenlikleştirme” kavramıyla ifade ediliyor. Türkiye’de AKP yönetimi tarafından sistematik bir biçimde Suriye, güvenlik sorunu olarak sunuluyor. Bunun nedenlerini ve küresel güç oyunları ile bağlantılarını daha önceki yazılarımızda detaylandırmıştık. Bu durum AKP açısından gayet normal. AKP, ABD’nin bölge politikalarıyla eşgüdümlü halde yeni roller üstleniyor. Bu yeni rolleri icra edebilmesi için halkın desteğine ihtiyaç duyuyor. Halkın ikna edilebilmesi için de Suriye güvenlik kavramıyla bağlantılandırılarak bir tehdit biçiminde sunuluyor. Yoksa aklı yerinde hiç kimse bu “yakın komşu ve ticari ortak” ile düşmanlık istemez… Konu böylelikle bir güvenlik sorunu, eşzamanlı olarak da bir “milli mesele” haline getirilmek isteniyor. Bir sorun güvenlik sorunu olarak kabul edilirse, daha da ötesi milli mesele olarak algılanırsa o sorun karşısında icra makamlarının alacağı önlemler işin doğası gereği eleştirilmez hale geliyor. AKP’nin istediği tam da böyle bir psikolojik iklimin oluşması Türkiye’de. İşin garip kısmı burada başlıyor. Biraz uluslararası ilişkiler bilen herkesin kabul edeceği gibi bu yapay sorun bir “milli mesele” değil. Bir Büyük Ortadoğu Projesi meselesi. Türkiye’nin terör gibi bir milli meselesi varken Suriye’de yaşandığı iddia edilen insan hakları ihlalleri gibi konuların bu büyük milli meseleyi manşetlerden indirici bir biçimde medyaya salınması ilginç ve bir o kadar da öğretici… …Suriye tartışılırken Kandil gözden kaçırılıyor… Gariplik burada bitmiyor. Yeni CHP’siyle, MHP’siyle ve hatta BDP’siyle mecliste grubu bulunan muhalif siyasi partiler, sorunu etiketleme konusunda AKP ile benzeşiyorlar. Kılıçdaroğlu, “AKP’den daha fazla Amerikancı olduğunu kanıtlamak istercesine” AKP’yi Suriye’ye karşı yeterince sert olmamakla eleştiriyor. Bahçeli, bu konuda AKP ne yaparsa yapsın, onları destekleyeceğiz diyebiliyor. Böylelikle Suriye ile gerginliği tırmandırmaya yönelik ABD güdümlü AKP stratejisi muhalefetin (!?) desteğiyle eleştirilmez kılınıyor. Oysa durum 1974’teki gibi büyük bir milli dava değil… Sadece AKP’nin yanlış bir dış politika stratejisinin sonucu olarak ortaya çıkan, belki de ortaya çıkması istenen bir kriz… Suriye konusunda AKP’nin yarattığı, Türkiye’yi güvensizliğe iten güvenlikleştirme süreci muhalefet desteğiyle güç kazanıyor! Biz sadece Recep Tayyip Erdoğan’ı bilirdik. Görüyoruz ki BOP’un eşbaşkanları olmak isteyenlerin sayısı Türkiye’de günden güne artıyor. (Haber Ekspres Gazetesi 02.07.2012- www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)