27 Mayıs 2013

II. ABDÜLHAMİT’E ONURSAL DOKTORA - ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, Yeni Osmanlıcı bir tarih düşüncesi, tarihsel olguları tersyüz etmeye devam ediyor. Osmanlı istibdadının mimarı II. Abdülhamit bir tarihsel lider olarak yeniden tanımlanıyor. Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı başlatan kişi olarak sunuluyor. Karabük Üniversitesi bu konuda önemli bir adım attı. Geçtiğimiz günlerce Abdülhamit’e bir onursal doktora ünvanını layık gördü. Üniversite, bu ünvanı Hicaz Demiryolu Projesi nedeniyle Abdülhamit’e verdiğini söylüyor. Ünvanı hanedanın en yaşlı üyesi olan Harun Osmanoğlu alıyor. Gelin Abdülhamit dönemi Osmanlısını kısa bilgilerle hatırlayalım. Kime onursal doktora verildiğini görelim. Abdülhamit’in 33 yıllık iktidarı döneminde Osmanlı en büyük toprak kaybına uğradı. Kıbrıs, Mısır, Tunus, Romanya, Sırbistan, Karadağ, Bosna ve Girit onun döneminde kaybedildi. Bulgaristan onun yönetiminde özerklik kazandı. Ardahan, Kars ve Batum onun zamanında Osmanlı toprağı olmaktan çıktı. Onun zamanında büyük dış borç alımları gerçekleşti. Abdülmecit, 1856 Kırım Harbi’ne kadar dış borç almama politikasını sürdürmüştü. Kırım Harbi ile başlayan dış borçlanma serüveni Abdülhamit döneminde zirveye ulaştı. Öyle ki 1882’de Duyun-u Umumiye maliyeye el koydu. Aynı dönemde birçok Avrupa ülkesine büyük mali imtiyazlar tanındı. Ekonomik çöküşü bu imtiyazlar hızlandırdı. Bu dönemde Osmanlı bir ithalat cenneti haline geldi. Osmanlı’nın sömürgeleştirilme süreci en ağır biçimde Abdülhamit zamanında yaşandı. Meclisi Mebusan’ı Abdülhamit kapattı. 1876 Anayasası’nın sınırlı da olsa kazanımları bir sene içinde Abdülhamit tarafından yok edildi. Abdülhamit jurnalcilik sisteminin de öncüsüydü. Bu sistem aracılığıyla halka ve aydınlara büyük baskı uyguladı. Jön Türklerin önde gelen isimleri onun iktidarı yıllarında sürgün edildiler. Sefil bir yaşam sürdüler. Mısır’da sürgün edilen Jön Türk aydınlarının yoksulluk ve korku dolu yaşamlarını görebilmek için Bekir Fahri’nin “Jönler” isimli romanına bir göz atmak yeterlidir. Onun zamanında basına büyük baskı uygulandı. Gazeteler boş sayfalarla çıktı. Hürriyet kelimesi yasaklı hale getirildi. Mithat Paşa gibi büyük bir devlet adamı bir entrikaya kurban edildi. Aydın Valisi olduğu dönemde Sultan Abdülaziz’i öldürmekle itham edildi. Yıldız Sarayı’nın bahçesine kurulan mahkemede yargılandı. Sonra Taif’e sürgüne gönderildi. Orada 1884 yılında boğdurularak öldürüldü. Bu Abdülhamit’e Türkiye Cumhuriyeti’nin bir üniversitesi senato kararıyla onursal doktora ünvanını verdi. O üniversitenin sloganı “çağdaş eğitim yuvası” imiş. Şaşırmıyoruz… (HABER EKSPRES GAZETESİ- 27.06.2013) Zafer YAPICI

20 Mayıs 2013

2002’DEN 2013’E…ZAFER YAPICI

AKP 2002’de iktidara geldiğinde IMF’ye olan borç (22 milyar dolar) dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm dış borcu 129.5 milyar dolar idi. 14 Mayıs 2013 tarihi itibariyle IMF’ye 412 milyon dolarlık son borç ödemesi gerçekleşti ve Erdoğan IMF’ye olan borcun sıfırlanmasını kamuoyuna büyük bir başarı olarak sundu. “…Şu anda artık IMF’ye borcu olan bir ülke değiliz. Tam tersine borç vermek için müzakereler yürüten bir ülkeyiz. Böyle bir durumdayız” dedi. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm borçlarının sıfırlandığı gibi bir imaj çizmek istedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin dış borcunun 337 milyar dolara yükselmesinden hiç mi hiç bahsetmedi. Başbakanın söz konusu yanıltıcı politikası sizce düşündürücü değil mi?… AKP’nin 2002 yılında devraldığı içinde IMF’ye olan borç dahil olmak üzere toplam 129.5 milyar dolarlık dış borcu üstelik cumhuriyetin yapıtlarını 38 milyar dolara satıp gelir elde ettikten sonra 337 milyar dolara yükseltmesi sizce ne anlama gelmektedir? Daha açık bir anlatımla, on bir yıllık iktidarınızda 337-129.5= 207.5 milyar dolarlık dış borç yapmışınız. Üstelik 38 milyar dolar da özelleştirmeden gelir elde etmişiniz… Şimdi de çıkıp IMF’ye borç vermeye mi çalışıyorsunuz?... * * * 11 Mart 2013 tarihinde Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Başkanı Fuat Oktay, Suriyeli mültecilerin yaşadığı kamplara ilişkin, “AFAD’ın nakit olarak harcadığı miktar 750 milyon liradır. BM standartları olarak hesaplandığında Türkiye’ye maliyeti 1.5 milyar dolardır. Bunlar maliyetlerle birlikte toplam rakamlardır” diyor. AKP hükümeti Suriyeli mültecilere yaptığı “yardımlarla” hava atıyor anlayacağınız… Suriye mültecilerine bu kadar cömert olup da sıra Türk milletine geldiğinde neden o kadar cömert olmuyorsunuz?...Halini hatırını sorup, ne yiyip ne içiyorsunuz, aç mısınız, açıkta mısınız diye sormuyorsunuz?... 2002 yılında seçimlere giderken Erdoğan, “...Bir bardak çay 20 kuruş, bir simit 20 kuruş. Beş kişilik bir aile, üç öğün çayla ve simit yiyerek karınlarını doyurmaları halinde ayda 180 lira ödemek zorunda. Asgari ücret ise 184 lira. Bu insanlar kalan 4 lira ile diğer ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar? Sizin Allah'tan korkunuz yok mu? İnsafınız, vicdanınız yok mu?” demişti. Şimdi de biz dün dündü diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan karşısında kendi söylemlerinden yola çıkarak cevap hakkımızı bir kez daha kullanalım. Sayın Başbakan, bugün açlık sınırının 1012, yoksulluk sınırının 3 bin 297 ve asgari ücretin 773 TL olduğu sizin iktidarınızda… ...Bir bardak çay asgari 50 kuruş, bir simit 50 kuruş. Beş kişilik bir aile, üç öğün sadece çay ve simit yiyerek karınlarını doyurmaları halinde ayda 450 lira ödemek zorunda. Asgari ücret ise 773 lira. Dengeli beslenemeyen bu insanlar kalan 323 lira ile diğer ihtiyaçlarını (giyim, konut, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık...) nasıl karşılayacaklar? On bir yıldır iktidardasınız. Sizin Allah’tan korkunuz yok mu? İnsafınız, vicdanınız yok mu? Vatandaşın tüketici kredi borcu 2002 yılında 2.2 milyar lira iken neden 2013 yılında 206 milyar liraya yükseldi?... Kredi kartı borcu 2002 yılında 4 milyon lira iken neden 2013 yılında 73 milyon liraya yükseldi?... İşsizlik aldı başını gidiyor. Resmi rakamlara göre 2.8 milyon kişi işsiz!… Ekonomik gücü gittikçe azalan yurttaşlarımız çareyi ya tüketici kredisine ya da kredi kartına yönelmekte buluyor. Asgari ücretle dengesiz beslenerek sosyal hayattan uzaklaşarak ayakta kalmaya çalışıyor… Başbakan olarak sizin Allahtan korkunuz yok mu? İnsafınız, vicdanınız yok mu?... Bir mülteciye tanınan hakları bile yurttaşınıza tanımadınız. IMF’ye kredi vermeye kalkacağınıza, önce yurttaşlarınızı kredi ve asgari ücret batağından kurtaracak önlemleri alın. Onlara insanca yaşayacakları ortamları sağlayın. Milletin vekillerine ve kendinize sağladığınız ve arttırmaya çalıştığınız ayrıcalıklardan birazını da ‘asil’ine yani yurttaşınıza sağlayın. 2002 yılında çay simit hesabı yaparak seçime giren Erdoğan, Başbakan olunca hem hesabı hem de kitabı karıştırdı… Şimdi neyin hesabını yapıyor sanıyorsunuz?... *** Değerli okurlarım, Türkiye’de bunlar yaşanırken, bakın bazı ülkelerde; örneğin İtalya’da neler yaşanıyor. Ekonomik krizle boğuşan İtalya’da Başbakan Letta, önce kendisinin sonra da tüm bakanların maaşlarını yarı yarıya kesti. Bir fonda toplanan paraların işinden çıkarılmışlara ve zor durumda olan ailelere verileceğini belitti. İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano da kendi maaşı ile birlikte sarayda çalışanların maaşlarında yüzde 25’lere varan kesintiler yapmıştı… İtalyanlar bunu yaparken Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, bakanları, milletin vekilleri ne yapıyor? Uyan Türkiyem uyan… (HABER EKSPRES GAZETESİ-20.05.2013) ZAFER YAPICI

13 Mayıs 2013

İDEOLOJİ-K…- ZAFER YAPICI

On bir yıldır iktidarda olan AKP hükümeti, kendisini eleştiren kim olursa olsun ona tahammül edememekte. Hemen kendini eleştirenler hakkında “ideolojik” yakıştırmasını üstüne basa basa kullanmakta. Böylelikle karşıtını kamuoyu önünde küçük düşüreceğini zannetmekte… Toplumsal yaşamda da “ideolojik” sözcüğü sık kullanılır bir hale gelmeye başladı. Kişilerarası iletişimde, tartışmalarda, yapılan söyleşilerde; bir kişi, karşısındaki ile anlaşamadığı zaman ya da aralarında olumsuz bir durum yaşandığı zaman hemen karşıtı hakkında “ideolojik” nitelemesini kullanıyor. Daha doğrusu köşeye sıkışmış olanların söyleyecek bir sözü kalmadığında imdatlarına “ideolojik” sözcüğü yetişiveriyor. Yetersizler, yetersizliklerini gizleyecek bu sihirli yaftanın arkasına sığınıveriyorlar… Değerli okurlarım, burada önemli olan, AKP iktidarının ideoloji derken neyi kastettiği ve olumsuz bir içerikle etiketlediği bu kavramı kimlere karşı baskı aracı olarak kullandığı… Adını doğru koyalım. AKP’nin ideoloji derken esas kastettiği dünya görüşü Kemalizm’dir. Atatürkçülüktür… AKP iktidarının ve başbakanın dillerine doladıkları “ideolojik” sözcüğü, Atatürkçü düşünceyi savunan partilere, demokratik kitle örgütlerine, işçilere, köylülere, memurlara, öğrencilere, üniversite öğretim üyelerine, avukatlara, gazetecilere, aydınlara, askerlere, yurttaşlara… karşı bir sindirme aracı olarak kullanılmaktadır. Değeli okurlarım, başbakan, kendi düşüncesi dışındaki ideolojilere sahip olanları “ideolojik” olarak nitelemekte fakat kendi ideolojisine sıra geldiğinde bakın ne demektedir: “Zaten çağımızda ideolojik partiler bitmiştir”. Yani kendi partisinin ve düşüncesinin bir ideolojisi olmadığını söylüyor Erdoğan… Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ da bir televizyon konuşmasında, AK Parti’nin milletin içinden gelen bir hareket olduğunu; ideoloji ve marjinal yapılara göre değil milletin his ve kabullerine göre hareket ettiğini dile getiriyor… İşte Recep Tayip Erdoğan ve Bekir Bozdağ’ın sözde “milletin his ve kabule dayanan!...” bazı sözleri: “Türklük bir alt kimliktir”, “Anıtkabir’de sap gibi duruyorlar”, “Türkiye, kendisine din olarak Kemalizm’i almış ve kitlelere zorla dikte edilmiştir”, “Türkiye Cumhuriyetinde 27 etnik grup yaşamaktadır. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır”. “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor. Yahu bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu. Sen bunu önüne geçemezsin ki”, “Osmanlı eyaletler sistemi gibi bir sistem Türkiye’de uygulanabilir”… Erdoğan’ın “Çiftçinin durumu ne olacak” diye bağıran yurttaşa “Yahu bu millet, yatıp kalkıp size mi çalışacak?” diye tepki göstermesi. Siirt gezisi sırasında 10 Ekim’de yurttaşların doktor istemi üzerine “Doktor getirip de çiviyle çakacak halimiz yok. Sözleşmeli yasası çıkardık ancak bu yasa bölgede işlemedi. Tekrar eski yönteme döndük” demesi. “Okullar açılırken her yavrumuzun sırasında kitaplar var mıydı” sorusuna hayır diyenlere “Senin herhalde çocuğun yok” diye çıkışması. “Kaç çocuğun var?” dediği bir esnaftan, “Bir başbakanım” cevabı alınca, “Olmaz ya, bas gaza …” diyebilmesi… Tüm bunlar Erdoğan’ın ve AKP’nin ideolojisi hakkında yeterli fikir vermiyor mu? Bekir Bozdağ’ın Taksim Meydanı’ndaki 1 Mayıs kutlamaları için; “DİSK’in bu ısrarı tabii ideolojik bir ısrar, işçi hakkından öte. Yıllardır aynı ideolojik yapı içerisinde hareket ediyor” demesi, Yerköy’de Atatürk Bulvarı’nın ikiye bölünerek bir yarısına Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın isminin verilmesi AKP’nin ideolojik dışavurum göstergeleri değil de ne?... Tüm bu düşünce ve eylemlerin ideolojik olup olmadığını gelin ideoloji kavramının sözlükteki anlamından yola çıkarak çözümleyelim. Sözlükte şöyle yazıyor: İdeoloji: Siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, moral, estetik düşünceler bütünü. Şimdi iktidara sormamız gerekmez mi?... Bu tanıma göre sizin tüm düşünce ve söylemleriniz cumhuriyet karşıtı bir ideolojiye sahip olduğunuzu göstermiyor mu?...Emek karşıtı elitist bir ideolojiye sahip olduğunuzu göstermiyor mu? Milli birliği önemsemeyen bir ideolojiye sahip olduğunuzu göstermiyor mu? Atatürkçü bir ideolojiye karşı olduğunuzu göstermiyor mu?... “Sessiz devrim yapıyoruz” diyorsunuz. İdeolojisi olmayan bir siyasi iktidar neye dayanarak karşı devrimi; sizin deyiminizle de “sessiz” devrimi yapabilir?... Milletin içinden gelen bir hareket olduğunu iddia eden AKP iktidarı ideoloji ve marjinal yapılara göre değil milletin his ve kabullerine göre hareket ettiğini söylüyor!… Değerli okurlarım, on bir yıldır AKP iktidarı Türk Milleti’nin hangi his ve kabullerine hitap edecek güveni, huzuru ve refahı verdi? Yukarıdaki söylemleri dikkate alarak bir düşünün. Hangi parti gerçekten marjinal yapıya sahip? Yandaşların, yalakaların, yağcıların, çıkarcıların his ve kabullerini Türk milletinin his ve kabulleri olarak algılayan, onları Türk milleti zannedenler hangi sözcükler kullanırlarsa kullansınlar Türk Milletinin doksan yıllık mazisini ve geleceğini silemezler… Şapka düştü kel göründü. Geleceğin senin. Gerçekleri görmek ve bilgilenmek senin hakkın... …Hakkını yalnızca sen kullanacaksın…(Haber Ekspres Gazetesi-13.05.2013) ZAFER YAPICI

06 Mayıs 2013

SURİYE SINIR KAPISINDA YAŞANANLAR - ZAFER YAPICI

3 Mayıs 2013 tarihli gazetelerin ilk sayfalarına bakıyorum. Bir önceki gün iş çığırından çıkmış. Şanlıurfa’nın Akçakale Gümrük Kapısı’nda Suriyeli göçmenler birikmiş. Türkiye’ye geçiş izni alamayan 1000 kadar kişi güvenlik güçlerimize saldırmış. Araçları ateşe vermiş. Bu silahlı kişilerin açtığı ateş sonrasında 27 yaşındaki polis memuru Ferhat Avcı şehit olmuş. 2 polis 5 asker ve 4 vatandaş yaralanmış. Saldırıda uzun namlulu silahlar kullanılmış. Bu olay, nereden bakılırsa bakılsın büyük bir olay. AKP’nin Suriye politikasındaki müttefikleri, Türk güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlarla ateş açmaya başladı. Nitekim gazetelerde ses yok. Hepsi anlaşmış gibi. Hürriyet, Sabah, Milliyet, Akşam, Bugün, Haber Türk, Birgün, Milli Gazete, Posta, Vatan ve Radikal’de ilk sayfada olayla ilgili haberi okumak için büyüteç gerekiyor. Taraf, Sözcü, Yeni Akit, Star, Güneş, Takvim olayı atlamış. Yeni Akit’in ilk sayfasında bir haber var. Başlığı “Güneydoğu’da Artık Uykular Bölünmüyor”. Haberde şunlar yazıyor: “Terörün bitirilmesine yönelik adımlar özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tam bir bahar havası yaşatıyor. Süreci kurban kesip halay çekerek kutlayan bölge halkı ‘ilk defa silah sesleri duymadan huzur içinde başımızı yastığa koyuyoruz’ diyor….” İnsanın ‘peki Şanlıurfa nerede?’ diyesi geliyor… Sabah gazetesi “Baskından Halaya” diyor manşetinde. Teröristlerin son 21 yılda beş kez baskın düzenleyip 46 askeri şehit ettiği Aktütün’de şimdi barış rüzgarları esiyormuş. Kurbanlar kesilmiş, pilavlar pişmiş… Barış gelmiş, terör bitmiş. Yeni Şafak hedef şaşırtıyor. Manşetten veriyor haberi. Kafa karıştırıyor. Gazete, olayı gerçekleştirenlerin Esad’a bağlı güçler olduğunu söylüyor. Bu açıklamayı hiçbir objektif otorite doğrulamıyor. Olsun… Zaman da olayı ilginç bir biçimde tanımlıyor. Saldırı için “Suriyeli göçmenler ile güvenlik güçleri arasında yaşanan arbede” nitelemesini kullanıyor. Yazık… Biraz Cumhuriyet bahsetmiş, Aydınlık manşetten vermiş… Olay çok vahim… Olay, AKP’nin dış ve güvenlik politikasının iflas vesikası oysa… Zafer YAPICI (HABER EKSPRES GAZETESİ-06.05.2013)