23 Aralık 2013

Cumhuriyet Fazilettir - Zafer Yapıcı

Hiç düşündünüz mü Yüce Atatürk’ün neden “Cumhuriyet fazilettir” dediğini? *** Cumhuriyet tarihinde eşine rastlamayan bir olay yaşandı 17 Aralık 2013 tarihinde… İçlerinde üç bakan çocuğu, bankacı, belediye başkanı, iş adamı ve bürokratların da olduğu 71 kişi hakkında yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama, altın kaçakçılığı gibi suçlardan soruşturma başlatıldı… En az dört bakanın bu çark içinde olduğu iddia ediliyor üstelik. İddialar doğruysa, yolsuzluk sadece hükümete bulaşmamış, yolsuzluğun hükümeti kurulmuş. AKP on bir yıldır iktidarda. Bu süre zarfında, AKP’yi yönetenlerin hep ben bilirim, benim yaptığım olur mantığı ile hareket ettiğini herkes kabul eder herhalde. Parlamento içi ve parlamento dışı tüm partilerin, demokratik kitle örgütlerinin, yandaş olmayan basın ve medyanın ve aydınların AKP’nin yanlış uygulamaları konulu eleştirileri hiç dikkate alınmadı. Eleştirenler sindirilmeye çalışıldı. Hiçbir itiraza sağduyulu yaklaşılmadı. Sonuç olarak 17 Aralık siyasi depremi çıkageldi… Peki, yaşanan bu olaylar karşısında Başbakan Erdoğan ne dedi? Aynen, anlatım bozukluklarına da dokunmadan aktaralım. “Bunun dışarıda heveslileri planlayıcıları olduğu gibi bunların ülkemizde de uzantıları var. Bunların kimler olduğunu sizler de tahmin ediyorsunuz. Gezi olaylarıyla başlayan bir süreç oldu, ondan sonra şimdi yeni bir adım attılar. Şunu çok açık net söylemek zorundayım. 14 ay dinleme izleme yapılıyorsa, bu konuda kendi üstlerine bunlar haber verilmiyorsa, buradaki mühendislik yolsuzlukla değil siyasi mühendisliktir. Bu da bir nevi çetelerdir. Çeteler devletin içinde devlet olma anlayışla süreci istedikleri gibi yönetme gayreti içine girme olayıdır”. Değerli okurlarım, bu sözleri söyleyen Türkiye Cumhuriyeti’ni on bir yıldır kesintisiz yöneten Başbakan Erdoğan’dır. O zaman Başbakan Erdoğan’a sormazlar mı? On bir yıldır nerelerdeydiniz? *** Başbakan, belediye başkanı olduğu yıllarda “hırsızlıkla” ilgili yaptığı bir konuşmada bakınız ne diyor: “Hırsızlık babadan evlada geçer. Evlattan babaya değil. Yönetimlerde hırsızlık yukarıdaki üst yöneticilerden alttaki yöneticilere; oradan da halka yansır”. O gün söylenen bu sözleri bugünün gündemine uyarlarsak… …Erdoğan bu konuda (hırsızlıkta) önce kimi suçluyor?... Babayı… Babalar kim?... Bakanlar… İyi de bu babaları bakan yapan kim?... Bu yöneticileri yönetici yapan kim?... *** Değerli okurlarım, AKP Hükümeti on bir yıldır Cumhuriyet’i ileri demokrasi adıyla ve ben bilirim mantığıyla yönetmeye çalışarak bugünkü noktaya tuzu da kokutarak gelmiştir. Şimdi ilk sorumuza geri dönmenin tam zamanı… Yüce Atatürk neden “Cumhuriyet fazilettir” demişti? Nedeni faziletli yani erdemli (ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklere sahip olan) liderler, yöneticiler tarafından Cumhuriyet’in yönetilmesini ve emin ellere teslim edilmesini istemesiydi. Bugün bu niteliklere sahip olan yöneticiler tarafından Cumhuriyetimiz yönetiliyor mu? Yarın bu niteliklere sahip yöneticiler tarafından yönetilmeli mi? İşte Türk ulusunun her bir yurttaşı olarak bu sorulara vereceğimiz cevap ya bizi ulus olarak karanlığa ya da aydınlığa götürecektir. Umarım bu şiar, en alttan yukarıya, en üste doğru Türk ulusunun her bir yurttaşının algısını ve kararlılığını yansıtır. Aydınlığa giden yol tektir. O da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri doğrultusundaki medeniyet yoludur… ( 23.12.2013- HABER EKSPRES GAZETESİ) Zafer Yapıcı

16 Aralık 2013

Rızanın İmalatı- Zafer Yapıcı

Rıza sözcüğünün anlamı Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğü’nde razı olma, isteme, istek olarak belirtilmiş. Kabullenmek, onamak, tasvip etmek demek rıza göstermek… Bir insan neye ve niçin rıza gösterir? Önüne getirilen şeye. Önüne getirilen şey onun istediği şey ise. Önüne getirilen şey bir somut varlık da olabilir. Bir ideal de. Bir his de… Peki, önüne getirilen şey onun gerçekte istediği şey değilse? Bu durumda kişiden normal olarak beklenen, tepki vermesi ve karşı çıkmasıdır. İyi de kişi istemediği, razı olmadığı şeylere de rıza gösterebilir mi? Rıza, rasyonel bir değerlendirme çerçevesinde verilmemesi gereken durumlarda üretilebilir bir davranış biçimi midir? Sosyoloji ve psikoloji literatüründe çok tartışılmıştır bu konu. “Rızanın İmalatı” (Manufacturing Consent) kavramsallaştırması merkezinde yapılıyor bu tartışmalar. Bu kavramı ilk kez Walter Lippman 1922 tarihinde ilk baskısını yapan “Kamu Oyu” adlı kitabında kullanmış. Daha sonra Noam Chomsky ve Edward Herman 1988 yılında birlikte kaleme aldıkları yapıtlarında kavramı geliştirmiş. Chomsky ve Herman’ın eseri, devletlerin ve şirketlerin, insanların normalde karşı çıkabileceği davranışlara olumlu bakmalarını veya tepkisiz kalmalarını nasıl sağladıklarını tartışmaya açıyor. Rızanın imalatı konusunda propagandanın işlevini vurguluyor. Özel olarak da medya kuruluşlarının devlete hakim olan gruplarla ilişkileri üzerinden rızanın imalatını sağlayan aygıtlar haline geldiğini kanıtlıyor. İnsanların ihtiyaç duymadıkları şeylere ihtiyaç duyduklarını sanmaları, istemedikleri şeyleri istiyormuş gibi hissetmeleri, kabul etmeyecekleri şeylere rıza göstermeleri mümkün diyor yazarlar. Bu davranış biçimi üretilebilir diyorlar. “Şaşkın sürünün” kitle yönlendirmesi ve yönetilmesi ile rızalarının sağlanmasının olanaklı olduğunu tartışıyorlar. Bir çiçeğin gelişebilmesi için verimli bir toprak yapısına, suya ve uygun iklim koşuluna ihtiyaç vardır, değil mi? Düşünce de bir çiçekse eğer, onun toprağı düşünce özgürlüğüdür. Suyu ve iklimi ifade özgürlüğüdür. Susuz ve uygun iklimde yetiştirilmeyen bir çiçek nasıl solarsa, farklı düşünceler, düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı ortamlarda var olamazlar. İnsanın düşüncesi de ona aktarılan bilgiler tarafından belirlenmez mi zaten? Varlığından haberdar olmadığımız bir şey ile ilgili nasıl fikir yürütebiliriz ki? İşte medya bu noktada önemlidir. Medyanın özgür olmadığı yerde sadece ifade özgürlüğünden değil, düşünce özgürlüğünden de söz edilemez. Medyanın iktidar tarafından biçimlendirilmesi, rızanın imalatını sağlamak içindir. Oysa demokratik bir tavır, rızayı üretmekten değil onu özgür bırakmaktan geçmektedir…(HABER EKSPRES GAZETESİ-16.12.2013) Zafer YAPICI

09 Aralık 2013

Ne Dersiniz? - Zafer Yapıcı

Tarih 22 Haziran 1922… Mustafa Kemal, 8 madde halinde hazırladığı Amasya Genelgesi’nin 1. maddesini şöyle açıklıyordu; “Vatanın tamamı, milletin istiklali tehlikededir. Hükümet merkezi, İtilaf Devletleri'nin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi adı var, kendi yok durumuna düşürüyor”. “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” İşte bu cümle… İşte bu cümle alınan bütün kararların özeti ve bağımsızlığa giden yolun başlangıcı olmuştu… Değerli okurlarım, ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan Amasya Genelgesi’nin önem ve değerini bugün daha da iyi anlamaya ve anlatmaya Türk ulusu olarak o kadar çok ihtiyacımız var ki… Hele hele Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine, devrimlerine ve yapıtlarına, kurduğu çağdaş cumhuriyete saldırılar yapılırken… Emperyalizme, sömürüye, gericiliğe, ayrıcalıklara, eşitsizliğe, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı koyamayanlar; seslerini bile çıkaramayanlar… Söz konusu Atatürk olunca, Söz konusu Atatürkçülük, ilkeler, devrimler olunca, Söz konusu laik sosyal hukuk devleti olunca, Söz konusu üniter, ulus devlet yapısı olunca, Söz konusu Atatürkçü aydınlar, sanatçılar, gazeteciler, askerler, akademisyenler, öğrenciler, öğretmenler, işçiler, memurlar, kimsesizler, köylüler, çiftçiler, esnaflar, kızlı erkekli gençler ve gezi direnişçileri olunca, Seslerini öyle çok çıkarıyorlar ki. Polisler coplarıyla, biber gazlarıyla tomaları siper ederek yağmur yağdırıyorlar güneşli havada… Gazete manşetleri, biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz dedirtecek cinsten. Televizyon ekranları iktidarın propaganda aygıtı… Ya da sinik, suskun, bitik… Ne dersiniz? Amasya Genelgesi’nin 1. maddesini bugün itibariyle gündeme getirip, “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” demeli miyiz Türk ulusu olarak? Ya da diyebilecek miyiz? (HABER EKSPRES GAZETESİ- 09.12.2013) ZAFER YAPICI

02 Aralık 2013

Baskı Düzeninin Kurumsallaşması - Zafer Yapıcı

Değerli okurlarım, Türkiye garip bir süreçten geçiyor. Siyasi evrimimizde baskı düzeninin kurumsallaşması aşamasını yaşıyoruz. Muğla’da son yaşananlar insana pes dedirtecek cinsten… Başbakan Tayyip Erdoğan, Muğla’ya bir ziyarette bulunuyor. Muğla il merkezi, Milas ve Fethiye ilçesinde toplu açılış törenlerine katılıyor. Buraya kadar her şey normal. Her ülkede başbakan, ülkenin değişik bölgelerine ziyaretler gerçekleştirir. Törenlere ve etkinliklere katılır. Halkı ile kucaklaşır. Anormal olan şeyler burada başlıyor. Muğla İl Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan yazılı açıklamaya göre provokatif, kanuna aykırı eylemlerin önüne geçilmesi ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla 29 Kasım ile 2 Aralık tarihleri dahil olmak üzere belirtilen günler arasında; İl genelinde, ilçeler dahil yapılmak istenen her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri, basın açıklamaları, çadır kurma, stant açma ve benzeri türdeki tüm etkinliklerle, belirtilen amaçlar doğrultusunda yapılacak toplu seyahatlerin yasaklandığı belirtiliyor. Milli güvenlik, kamu düzeni, kamu esenliğinin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu 11/A ve 11/C maddeleri ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 17. ve 19. maddesi gereğince Valilik Makamının 28/11/2013 tarih ve 3011 sayılı kararı ile söz konusu düzenlemenin yapıldığı bildiriliyor. Kısaca olması istenen şu. Başbakan bir ile ziyaret gerçekleştirince o ilde hayat duracak… Herkes ya bando takımı eşliğinde başbakanı selamlayacak. AKP bayrağı sallayacak. Ya da evinde oturacak. Dışarıya çıkmayacak. Toplu seyahat bile edemeyecek. Kanaryayı Sevenler Derneği üyelerinin toplanıp, bir otobüs tutup hafta sonu kahvaltısı yapmaları bile yasak. Neden? Önlem olarak… Provokatif kanuna aykırı eylemlerin önüne geçilmesi ve suç işlenmesinin önlenmesi için… Yazık. Oysa toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili anayasada yer alan temel ilke neydi? “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” 82 Anayasası, hak ve özgürlüklerin istisna, kısıtlamaların ilke olduğu bir anayasa idi. “Bu hak ancak kanunla sınırlanabilir” diyordu anayasada. Kanun ise, sınırlamanın düzeyini yönetimin insafına terk ediyordu. AKP dönemine kadar yürürlükteki yasalardan yararlanarak sınırlama yetkisini kullanan yönetimler oldu elbette. Ancak hiçbiri AKP kadar fütursuzca davranmadı. Bugün Türkiye, gösteri ve toplantı hakkının kullanılamadığı bir ülke konumuna gelmiştir. Yakın gelecekteki endişem, Ankara’da gerçekleştirilecek her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri, basın açıklamaları, çadır kurma, stant açma ve benzeri türdeki tüm etkinliklerle, belirtilen amaçlar doğrultusunda yapılacak toplu seyahatlere buranın hükümet merkezi olması nedeniyle süresiz yasak getirilmesidir. “Yok artık, bu kadarı da olmaz canım” denilen her şey bir bir gerçekleşiyor. Şakayla gerçeğin birbirine karıştığı bir noktadayız. Farkında mısınız? İşte bu durumdur esas korkutucu olan… (HABER EKSPRES GAZETESİ 2.12.2013) Zafer YAPICI