30 Haziran 2014

CHP, 30’ların CHP’si Değilse Kimin CHP’sidir?- Zafer Yapıcı

Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm dünyada hayranlık uyandıran devrimi iki aşamalıdır… 1. Kurtuluş: Türk milleti Kurtuluş Savaşı sayesinde esaretten kurtuldu. 2. Kuruluş: Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal’in ilke ve devrimleri sayesinde çağdaş bir devlet konumuna taşındı. Kurtuluş yaşanmasaydı, kuruluş hiçbir zaman gerçekleşemezdi. Kuruluş olmasaydı, kurtuluş kısa sürede anlamsızlaşırdı. I. İnönü, II. İnönü, Sakarya ve Dumlupınar Meydan Muharebeleri’nde şehit kanlarıyla elde edilen bağımsızlık, Atatürk’ün ilke ve devrimleriyle kalıcı hale getirildi. Emperyalizme karşı mücadele ile Türkiye’nin çağdaşlaşması arasında bir iç bağlantı vardı kısacası… Emperyalizme karşı mücadele etmeden çağdaşlaşılamıyor, çağdaşlaşmadan da emperyalizme karşı yeterince mücadele edilemiyordu. Mustafa Kemal bu tarihsel gerçeği kavradı. Kurtuluşu kuruluşla bütünleştirdi. “Türkiye mucizesini” yarattı. Tarih yazdı… * * * Değerli okurlarım, yazılan tarih, Türkiye Cumhuriyeti Devrim Tarihidir! Atatürk devrimini büyük kılan şey yöntemidir. Kurtuluşu kuruluşla bütünleştirmesi, çağdaşlaşmanın yolunu tam bağımsızlıkta görmesidir. Büyük Millet Meclisi’nin 19 Eylül 1921’de Mustafa Kemal’e “Mareşal ve Gazi” unvanlarını, 24 Kasım 1934’de “ATATÜRK” soyadını vermesi, bu tarihin nasıl yaşanarak yazıldığının sembolleridir. Mareşal ve Gazi, kurtuluşun lideri Mustafa Kemal’e verilmiş unvanlardır. Halk adına, halk tarafından… Atatürk ise kuruluşu, kurtuluşa ekleyen lidere halkının verdiği addır. Büyük bir toplumsal bilincin yarattığı bir sembolleştirmedir. Mareşallik, gazilik sıfatları ve Atatürk soyadı işte bu yüzden anlamlıdır; işte bu yüzden önemlidir… * * * Günümüzde, büyük bir kampanyayla Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri, devrimleri, mirasım dediği cumhuriyet ve CHP etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Ne yazık ki bu süreçte Kılıçdaroğlu, 30’ların CHP’sinin bugünün CHP’si olmadığını söyleyebiliyor… Atatürk’le tüm bağlantısını kopartma uğraşında… Koltuk kaygısındakiler sessiz. Atatürk’ü, cumhuriyeti ve CHP’yi anlayan ve anlatan birini değil, Ekmeleddin İhsanoğlu gibi birini cumhurbaşkanlığına aday gösterebiliyor… Yaşanarak yazılan bir tarih göz göre göre siliniyor… Bir ayağı ayrılıkçılıkta, bir ayağı ikinci cumhuriyetçilikte olanlar; bir ayağı Ilımlı İslam’da, bir ayağı ABD’de olanlardan fonlanıp, Atatürk’ü, cumhuriyeti ve CHP’yi yeniden yorumluyorlar! Savaşlarından ve devrimlerinden soyutlanmış hayali bir Mustafa Kemal yaratılmaya çalışılıyor. Bu kez YCHP yönetimi tarafından… Hayali Atatürkçüler türüyor. Türkiye’nin bölünmeye, sömürülmeye, soyulmaya, dönüştürülmeye çalışılmasıyla eşzamanlı olarak. Türkiye’nin köşeye sıkıştırılmaya çalışılmasıyla eşzamanlı olarak…( HABER EKSPRES GAZETESİ-30.HAZİRAN 2014) ZAFER YAPICI

23 Haziran 2014

Seçeneksiz Değiliz - Zafer Yapıcı

Detaya girmeye gerek yok. Burada, CHP ve MHP yönetimlerinin ortak cumhurbaşkanı adayı Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun nitelikleri üzerinden bir tartışmaya girmeyeceğim. Kimi durumlarda, siyasi partiler, koşullar gereği içlerine tam sinmeyen kararları toplumsal uzlaşı adına almak durumunda kalabilirler. CHP de bu durumdadır denebilir. Eyvallah. Asıl canımı sıkan şey bu değil! Tek kelimeyle içimi yakan şeyi söyleyeyim. SE-ÇE-NEK-SİZ-LİK… Rahmi Turan, Sözcü Gazetesi’nde yazmış. “Ne olacak şimdi?” sorusunu soruyor. Cevabı da şu: “Kılıçdaroğlu ile Devlet Bahçeli ‘çatı adayı’ seçiminde yanlışlık yaptı diye AKP’nin adayına mı oy vereceğiz? Eli mahkum… İçimize sinmese de oyumuzu muhalefetin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na vermek zorundayız…” Rahmi Turan’ın içine düşürüldüğü seçeneksizlik esas ürkütücü olan… Sadece bu mu? Rahmi Turan’ın kendini sürüklediği seçeneksizlik de… İki hata yan yana. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ABD’ye ve cemaate mesaj kaygısıyla böyle bir çizgiye partisini sürüklemişse eğer, bu dayatmayı kabullenmek de yanlışlığa ortak olmak değil midir? “Bugünkü CHP, CHP midir?” sorusuna gönül rahatlığıyla evet diyemiyorsak, CHP’nin ürettiği seçeneğin gerçek manada Erdoğan sistemine bir alternatif üretemeyeceğini görmemiz gerekmez mi? Başka bir ifadeyle, dayatılan seçeneğe evet demek, seçeneksizliği kendi ellerimizle üretmek değil de nedir? * * * İyi de gerçekten seçeneksiz miyiz? Ekmeleddin İhsanoğlu ile Tayyip Erdoğan’ın dünya tasavvurları arasında bir farklılaşma olmadığını görüyorsak… Ve söz konusu kişinin cumhuriyeti kuran partinin genel başkanı tarafından önerildiğini biliyorsak… Bir başka Suudi-ABD ortak projesine onay vermekten başka çaremiz yok mu? Elimiz mahkum mudur? İçimize sinmese de oyumuzu muhalefetin (?) adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na vermek zorunda mıyız? Bir şeyler yapamaz mıyız? * * * Bence yapabiliriz. Hemen Rahmi Turan’ın sorusuna verdiği yanıttan yola çıkıp yeni bir yanıt üreterek işe başlayabiliriz: “Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli siyasal İslam karşısında yenilgilerini açıkça ilan etti diye, siyasal İslamcı adaylar karşısında seçim yapmak zorunda mıyız? Elimiz niye mahkum olsun? Biz bağımsızlık savaşı vermiş bir milletin irade sahibi çocukları değil miyiz? İçimize sinmeyen adaya oyumuzu vermeyiz. İçimize sinen adaya oy vermek için 20 cesur vekili ararız. Yoksa CHP’yi işgal edenleri koltuklarından atar, bu partiyi yeniden kurarız!” Değerli okurlarım, seçeneğimizi kendimiz yaratacağız. Ve bu seçeneği 20 vekilin imzasıyla adayımız yapacağız. Bu şekilde, ikinci turda iki siyasal İslamcı adayın zafer sevincini değil, Atatürkçü adayımızı, gerçek muhalefetin adayını göreceğiz! İşte o kadar… Not: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül aday olmazsa, seçimi kim kazanırsa kazansın, şimdiki CHP’nin 1930’lu yılların CHP’si olmadığını defalarca dile getiren Sayın Kılıçdaroğlu’nun bundan sonraki hamlesi CHP Genel Başkanlığı koltuğunu, Sayın Abdullah Gül’e önermek olabilir. Onu yapan, bunu da yapar. (HABER EKSPRES GAZETESİ-16.HAZİRAN 2014) Zafer YAPICI

09 Haziran 2014

Cumhurbaşkanı Sıfatıyla And İçmek - Zafer Yapıcı

Değerli okurlarım, Anayasamızın 103. maddesi gereği Cumhurbaşkanı, görevine başlarken TBMM önünde and içer. Bu and Cumhurbaşkanı’nda olması gereken nitelikleri açıklamaktadır. And bölüm bölüm aşağıda yer almaktadır. Parantez içlerinde de, Cumhurbaşkanlığına aday bir zihniyetin andın içeriğine aykırı yaklaşımı, zihniyetin temsilcilerinin açıklama ve uygulamalarından örneklerle aktarılmıştır. And şöyle başlar: “Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, (“Türklük bir alt kimliktir/ Türkiye eyaletlerle de yönetilebilir/ Osmanlı eyaletler sistemi gibi bir sistem Türkiye’de uygulanabilir/ Yahu, milletin bütünlüğü ‘ne mutlu Türküm diyene’ ifadesiyle sağlanır mı?/ Ancak bir inanç birlikteliği bu insanların bütünlüğünü sağlayabilir, aksi takdirde milli bütünlüğümüzü sağlamak mümkün değildir/ Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamaktadır. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır” diyen zihniyet.) …Anayasaya, (Erdoğan’ın “bu anayasanın değiştirilmesi lazım, cumhuriyetin, laikliğin, milliyetçiliğin dini temellerde yeniden düzenlenmesi lazım” diyen Başbakanlık Müsteşarı’nın söylemlerine destek çıkıp, “seninle beraber geldik, beraber gideriz” sözleri/ Meclis Başkanı’nın “Anayasa ilkeleri arasında hiçbirisi öncelikli olmayacak” sözleri/ “Haremlik-selamlık ayrışması demokratik bir haktır” diyen zihniyet.) …Hukukun üstünlüğüne, (Danıştay’a, Yargıtay’a ‘diyanete sor’/ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ‘ulemaya sor’ diyen zihniyet./ Terörle mücadele yasasının 6. maddesinde ‘sayın’ dediği kişiye af çıkarmaya yönelik bir bölüm yerleştirmeye çalışmış zihniyet./ “Türkiye’deki hukuk, yani medeni, ceza, ticaret hukuku halka sorulmadan bir yerlerden aktarılmış ve zorla halka dikte edilmiştir” diyen zihniyet.) …Demokrasiye, ( “Bence demokrasi bir amaç değil, bir araçtır” diyen zihniyet.) …Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma, (“Türkiye, kendisine din olarak Kemalizm’i almış ve Kemalizm kitlelere zorla dikte edilmiştir/ Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor. Yahu bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek yahu. Sen bunun önüne geçemezsin ki” diyen zihniyet.) …Milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, (15 yıldır 30 bin kişinin ölümünün sorumlusu olan bir kişiye iki defa ‘sayın’/ Kendi askerine, ‘askerlik yan gelip yatma yeri değildir’/ Vatandaşına, ‘ananı da al git’/ Şehitlere ‘kelle’ diyen zihniyet./ Devletteki kadrolaşmayı hızla sürdüren/ TBMM’ye türbanı giydiren zihniyet.) …Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma (Danışmanına, kendisi hakkında ‘onu kullanın, mazgaldan aşağıya süpürmeyin’ dedirten/ ‘El Kadı’ya param kadar kefilim’ diyen/ Hikmetyar’ın önünde diz çöken/ ‘Anıtkabir’de sap gibi duruyorlar’ diyen zihniyet.) Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” (“Amaca ulaşmak için gerekirse papaz cüppesi giyerim” diyen/ Bir bakanına “Türkiye Cumhuriyeti devletini kendisiyle hesaplaştırdık” dedirten/ Vatanseverleri tutsak edip, terör örgüyle masaya oturan/ Andımızı kaldıran/ Atatürklü Türk bayraklarını yasadışı ilan eden/ Bu ülkede ulusalcı mulusalcı yok diyen/ Onuncu Yıl Marşımıza dil uzatan/ Ne mutlu Türküm diyemeyen/ Laik eğitimi, dinsel eğitime çeviren/ Hukuku kendi çıkarı doğrultusunda siyasallaştıran/ Gezi, 17 Aralık ve Soma’nın hesabını veremeyen zihniyet…) Değerli okurlarım, “parantez içindekileri” düşünüp, uygulayıp, tersini namus üzerine yeminlerle sahiplenir görünmek sizce ne anlama gelmektedir? Böyle bir zihniyet taşıyıcısı, Cumhurbaşkanı sıfatıyla and içebilir, bu makamın görev, yetki ve sorumluluklarını yerine getirebilir mi?... İçilen and, gerçekten onurun bir ifadesi olabilir mi? CHP’nin önceki Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal “Sadece cumhurbaşkanının önünde Türk Bayrağı eğilir… Öcalan’a ‘sayın’ şehitlerimize de ‘kelle’ diyen bir insanın önünde Türk Bayrağı eğilemez, eğilmez, eğilmez… Hangi el, hangi vicdan eğebilir o bayrağı? Cumhurbaşkanı o, onun önünde eğilir, çünkü en temiz, en ahlaklı, en güvendiğimiz, şerefimiz, onurumuz, haysiyetimiz, milli duygularımız, mefahirimiz, tarihimiz, geleceğimiz olacak, öyle birisi gelsin eğelim bayrağımızı” demekle Cumhurbaşkanlığı makamının ne denli önemli ve yüce bir makam olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bayrak, sancak, bir milletin simgesidir, onurudur, şanıdır. O yalnız Cumhurbaşkanı’nın önünden eğilerek geçer. Bayrağımızın, yeminine sadık bir cumhurbaşkanının önünden eğilerek geçmesi bizi gururlandırır. Tıpkı, Mustafa Kemal Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün… …Eski Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer’in önünden geçerken gururlandığımız gibi. Yoksa “parantez içindeki” zihniyetin sahibi bir cumhurbaşkanının önünden al sancağımızın eğilerek geçmesi, Türk Milleti’nin böyle bir zihniyet önünde eğilmesi anlamına gelir. Bu durumda, şerefimiz, onurumuz, gururumuz incinecektir… Onurumuza sahip çıkalım. Cumhuriyeti “paranteze almadan”, koyu harflerle bir gelecek yazalım milletçe. Geç olmadan…(HABER EKSPRES GAZETESİ-09-06.2014) Zafer YAPICI