28 Eylül 2015

"ESADLI GEÇİŞ" ve "PKK SİLAH BIRAKAMAZ" SÖZLERİ -ZAFER YAPICI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta Moskova'daydı. Putin ile 1 saat 10 dakikalık bir görüşme gerçekleştiren Erdoğan, görüşmenin ardından ilk kez "Esedli Geçiş" kavramından söz etti. Erdoğan'ın açıklaması şu şekildeydi: "Tabii burada Esedsiz bir sürecin olması veyahut da bir geçiş sürecinde belki Esedle gidilme gibi bir şey olabilir" ("Geçiş Sürecinde Belki Esed İle Gidilebilir", Milliyet, 24.09.2015) Bu yaklaşım Erdoğan'ın bir süredir sürdürdüğü "Esadla asla" yaklaşımından önemli bir kopuş olarak yorumlanabilir. Ancak Kremlin ziyaretinin hemen ertesinde bu şekilde konuşan Erdoğan, sonra yeniden farklı konuştu. Yenişafak Gazetesi'nin haberine göre Erdoğan, İbrahim Cevahir'in cenaze töreninin ardından şunları söyledi: "Türkiye'nin Esed rejimine yaklaşımında herhangi bir değişiklik yok. Esed ile asla Suriye'nin kurtuluşu mümkün değil. Zaten muhalif kesimler de evet demiyor. Zerre kadar Suriye sevgisi varsa bırakıp gitmelidir" ("Esed'le Olmaz", Yeni Şafak, 26 Eylül 2015, s. 1). Erdoğan'ın birbiri ardına gelen iki açıklaması, AKP dönemi Türk dış politikasının yapısı hakkında önemli bir gösterge oluşturuyor. AKP iktidarında Türkiye, tutarsız, bölge devletlerine güven vermeyen, devletlerin toprak bütünlüğünü koruma gibi geleneksel bir söylemi bile reddeden bir çizgiye sürüklendi. Ne yazık ki bu tutarsızlıkların bedelini ödüyoruz, görünen o ki ödemeye de devam edeceğiz. Bir not olarak söyleyelim. Batı'nın mülteci kaygısıyla Moskova'nın gündeme getirdiği "Esadlı Geçiş" söylemine destek olması, Erdoğan'ın yeni bir u dönüşüne yol açabilir. * * * Aynı tutarsızlıkları CHP lideri Kılıçdaroğlu'nda da görmek mümkün. HDP çizgisindeki YCHP'lilere, cemaatçilere, Ermeni soykırımı yapılmıştır diyenlere gösterdiği ilgi ve alakanın yüzde birini partisinin Kemalist tabanından esirgeyen Kılıçdaroğlu'nun son çıkışı büyük bir yanlışlık anlamına geliyor. Bir televizyon programında Kılıçdaroğlu bakın PKK ile ilgili neler söylüyor: " “PKK, Kandil’e çekilse dahi silah bırakamaz. Bu gerçeği görmemiz lazım. IŞİD ile çarpışıyorlar, ABD de destek veriyor” (Tarafsız Bölge, CNN Türk, 16 Eylül 2015). Kılıçdaroğlu, ABD'nin istemediği bir şey Ortadoğu'da gerçekleşmez diyor. Teslimiyetçi bir dış politikanın ipuçlarını veriyor. Buna karşılık bakın emekli büyükelçi ve eski CHP milletvekili Onur Öymen neler diyor: “Ne demek, nasıl olsa silahı bırakmaz? Silahı bırakmaz demek, terörü karşı yenilgiyi kabul ediyoruz demektir. Silahı bırakacak? Bırakmak zorunda. Türkiye silahı bıraktıracak. Nasıl Suriye’de iken bıraktırdık, aynı şeyi burada da yapacağız. O bölge karışık değil iken de bırakıyor muydu silahı? Yabancı ülkeler silahı bırakma çağrısında bulundular mı? Hep Türkiye’ye masaya otur çağrısında bulunuyorlar? Bütün mesele şu: Yabancı ülkelerin bu işteki rolünün bir, farkında mısın? İki, bunlar tepki gösterecek gücün ve cesaretin var mı?” ("Kılıçdaroğlu'nun PKK Silah Bırakamaz Sözleri Tepki Çekti", Aydınlık, 22 Eylül 2015). Kılıçdaroğlu, CHP'den ikinci bir AKP çıkarmaya çalışırken, CHP'li Öymen'in sözlerini iyi okumak lazım... Gerçek çözümü bulabilmek için...(HABER EKSPRES GAZETESİ- 28.09.2015) Zafer YAPICI

GÖÇ VE TERÖR - ZAFER YAPICI

Karayip kökenli İngiliz edebiyatçı Andrea Levy’nin bir röportajında söylediği sözlerden yola çıkalım bugün. Şöyle diyor Levy: “İngiliz kimliği beni tanımlayamıyorsa, o zaman İngiliz kimliğini yeniden tanımlayın”. Andrea Levy kimdir? İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’ye eski sömürge bölgelerinden göç etmek zorunda kalan kişilerden birinin çocuğudur. İngiliz toplumunun bir türlü kabul etmek istemediği bir yabancıdır. Oysa o, öyle ya da böyle orada; İngiltere’de doğmuştur, orada yaşamaktadır. Ve o kimliğe sahip olmak istemektedir… * * * Evet, İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne göçe bakış konusunda Batı’da çok şey değişmedi. Bugün de göçü ya bir sorun biçiminde tanımlayan ya da bundan çıkar devşiren Batı, İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz özelinden farklı bir noktada değil. Demokratik değerleri içselleştirme iddiasındaki Avrupa, kapsayıcı, yurttaşlığa dayalı milli kimlikler üretmekte çekimser kalmayı sürdürüyor. Bu çekimserliğin doğal bir sonucu var. Ortadoğu’dan Avrupa’ya yönelen göç dalgalarına Batı’nın tepkisi, Batı’yı Batı yaptığı iddia edilen değerlerin sorgulanma sürecini başlatıyor. Diğer taraftan, Türkiye’de yaşanan terör olaylarına Batı’nın şaşı bakışı da sorgulanacak bir diğer konu oluyor. Batı, teröristler kendine karşı eylemde bulununca uluslararası topluma “ya benimle birliktesin ya da sen de teröristsin” derken, yanıbaşındaki bir ülkeyi; Türkiye’yi birbirine katan eli kanlı terör çetesi mensuplarına alttan alta “özgürlük savaşçısı” muamelesi yapmayı sürdürüyor. Kimsenin kimseyi algı yönetimiyle yönlendiremeyeceği bir noktadayız… Kimse, ABD’den ve AB’den birer müttefik çıkarmaya kalkmasın… * * * Batı önce Ortadoğu’yu birbirine kattı. Etnik ve mezhepsel siyaseti yaydı. Ülkeleri böldü. Halkları düşmanlaştırdı. Şimdi bu sürecin bir sonucu olan göçle yüzleşti. Belki bir gün, bu sürecin diğer sonucu terör ile de yüzleşmek zorunda kalacak. En azından o zamana kadar, bu ikinci sorunla yüzleşmek zorunda kalanlara destek konusunda çekimserliğini koruyacak. * * * Sonuç ortada. Türkiye’de hem Batıcılığın, hem de etnik ve mezhepsel siyasetin sorgulanacağı bir süreç başlıyor. Teröristi besleyip büyütenlerin kimler oldukları kaçınılmaz bir biçimde anlaşılacak. Göçe yol açanların kimler olduğu kavranacak. Hiçbir antidemokratik uygulama bu sorgulama sürecini engelleyemeyecek, geciktiremeyecek. * * * Türkiye, önemli bir göç ve terör dalgasıyla sınanıyor. Eşzamanlı olarak da seçimlere hazırlanıyor. Daha dün terörle müzakere edenden, teröristle mücadele edenin çıkamayacağı gün gibi ortada… Bu yüzden, “biz onlardan daha Batılıyız” diyerek Batı desteğini devşirmek için teröristle müzakere çizgisine geçmeyecek; “Batı kimliği beni tanımlayamıyorsa, kendi kimliğimi yeniden tanımlayacak değilim” diyecek bir siyasi çizgiye toplumun teveccühü söz konusu olacak. Bir daha şehit acısı yaşamamak için… Barış için… * * * Bu sosyolojik süreci doğru okuyup safını netleştirmesi gerekenlerin başında, cumhuriyeti kuran parti var… …Bilmem anlatabildim mi? (14.09.2015 HABER EKSPRES GAZETESİ) Zafer YAPICI

HANGİ ÇOCUĞA YAKIŞIR ÖLÜM? - ZAFER YAPICI

Hangi çocuğa yakışır ölüm? Hiroşima’da atom bombası ile öldürülen “yedi yaşındaki kıza” mı? Vietnam Savaşı’nın tam ortasında, Saygon şehrinin kuzeyine ABD uçağından atılan dört Napalm bombasının öldürdüğü Kim ve kuzenlerine mi? Liberya ve Sierra Leone’de iç savaşlarda yitip giden otuz binden fazla çocuk savaşçıya mı? Sadece 2014’te Irak’ta savaş nedeniyle ölen bin beş yüz bebeğe mi? IŞİD zulmünden kaçan on bir yaşındaki Zainb Ahmet’e mi? Dokuz yaşındaki Hayder Ahmet’e mi? Beş yaşındaki Galip’e mi? Üç yaşındaki Aylan’a mı?... Silvan’da PKK’nın bombalı saldırısında hayatını kaybeden ön üç yaşındaki Mehmet Emin’e mi? Hangi çocuğa yakışır ölüm? * * * Nazım Hikmet seslenir “Kız Çocuğu” şiirinde. Bilirsiniz… “Kapıları çalan benim,/ Kapıları birer birer./ Gözünüze görünemem,/ Göze görünmez ölüler./ Hiroşima’da öleli,/ Oluyor bir on yıl kadar./ Yedi yaşında bir kızım./ Büyümez ölü çocuklar.” Savaşın çocukları ölümü yaşamazlar sadece. Ölümle yaşamaya alışırlar. Ölümü sıradanlaştırırlar zihinlerinde. Ölümden daha tehlikeli olan, sıradanlaştırmaktır ölümü. Ölümü sıradanlaştırmak, her gün yeniden ölmektir. Ümit Yaşar Oğuzcan anlatır bu durumu “Vietnam’lı Bir Çocuk İçin Ağıt” şiirinde. “Babasını döve döve öldürmüşler/ Küçümencik gözlerinin önünde/ Anasının yarısını bir bomba alıp götürmüş/ Kan ve et yığını öbür yarısı…/ Oturmuş ağlıyor Vietnamlı bir çocuk/ Minik yumrukları sıkılmış kinle/ Belli bir şeyler düşünüyor/ Kederden harap olmuş bir beyinle.” * * * Çocukların ölmesinde, ya da ölümle yaşamasında en büyük etken Batı olmuştur. Bugün, Aylan’ın kıyıya vurmuş ceset fotoğrafını, binlerce parçalı bir yapbozun parçalarından biri olarak görüyorum o yüzden. Parçaları birleştirip, bütünü görmek, göstermek istiyorum… Japonya’da, Vietnam’da, Liberya’da, Sieera Leone’de, Irak’ta, Suriye’de, ya bombaları yağdıran, ya da etnik ve mezhepsel kim tohumlarını ekerek, bombaların yağmasına vesile olan, Batı değil de kimdi? Avrupa ve ABD bu süreçlerde kimin insan haklarını savundular? İşte bu nedenle Aylan’ın fotoğrafına bakıp da Batı’yı mültecilere kucak açmıyor diye insan hakları bağlamında eleştirmek gerçeği görememektir. Batı’nın önce mülteci yaratıp sonra onlara kucak açması neyi değiştirir? Bir insanı vatansızlaştırmak belli başına bir insan hakları ihlali değil midir? Aylan öldü. Aylan’ın katili etnik milliyetçiliktir. Aylan’ın katili mezhepçiliktir. Aylan’ın katili emperyalizmdir… Onun ölümü gibi ölümlerin bir daha yaşanmaması için, etnik milliyetçi ve mezhepçi politikalara karşı kararlı bir duruş sergilemek gerekmektedir. Emperyalizmle mücadele etmek gerekmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda gitmek gerekmektedir…(HABER EKSPRES GAZETESİ-07.09.2015) Zafer YAPICI

“KAHREDEN HAZIRLIK” - ZAFER YAPICI

Güne ancak böylesine insanı kahreden bir haberle başlanabilirdi… Haber şu: Erzurum Şehit Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, duvarları Erzurumlu şehitlerin fotoğraflarıyla tamamen dolunca, küçük depoyu da oda olarak düzenlemişti. Erzurum’da 30 yıldaki şehit sayısı 512’ye yükseldi. Dernek şimdi, olası kötü günlere hazırlık için fotoğrafların boyutlarını duvara sığsın diye küçültüyor (Posta, 23 Ağustos 2015, s. 1). * * * Terör, şehitler, pusular, kan… Hepsini yaşıyoruz. Ancak sizlere aktardığım haber tüm bu acıların ötesinde vahim bir psikolojik ve sosyolojik süreci yaşamakta olduğumuzu gösteriyor. Acıların süreceğine yönelik bir varsayımın zihinlerimizde oluşmaya başladığını... Umudumuzun yitmekte olduğunu… Artık toplumca daha büyük acılar için hazırlıklar yapar durumdayız. Tıpkı Derneğin duvarlarında olduğu gibi, zihinlerimizde de yeni alanlar açıyoruz olası yeni acıları sığdırabilmek için. Diğer taraftan felaketler büyüdükçe, şehitler arttıkça, bireysel acılar toplumsal belleklerde sıradanlaşıyor. Dernek, zorunlu olarak önce depoyu da kullanmaya başlıyor şehit fotoğraflarını sergilemek için. Sonrasında mekansal sıkıntılar, onları fotoğraf boyutlarını küçültmeye zorluyor. Zihinlerimiz de böyle değil mi? Felaketler arttıkça her bir yeni felaket için zihinlerimizde ayrılan alan azalıyor. Acı içinde yaşamak, bir süre sonra yeni bir acıyı algılamayacak kadar büyük bir yıkıma sürüklüyor insanı… Acıyı kanıksamaya doğru gidiyoruz anlayacağınız... Acının acı olmaktan çıkmasından daha büyük bir acı yaşanabilir mi? Bu gidişin bir sonu olmalı!(HABER EKSPRES GAZETESİ-24.08.2015) Zafer YAPICI

NATO, PKK VE ÇÖZÜM SÜRECİ - ZAFER YAPICI

ABD Başkanı Barack Obama, Türkiye'ye "PKK'yı boşver, IŞİD ile mücadele et" diyor. Bir taraftan İŞİD'i kendi büyütmemiş gibi, sorumluluktan kaçıp ona karşı Türkiye'yi cepheye sürmeye çalışıyor. Diğer taraftan kendi palazlandırdığı terör örgütü PKK'yı aklıyor. İyi terörist, kötü terörist ayrımıyla aslında kendini açığa çıkartıyor. HDP Eşbaşkanı Demirtaş, AKP'yi ABD'ye, AB'ye ve NATO'ya şikayet ediyor. PKK kanlı eylemlerini arttırdıkça anketlerde AKP güçleniyor. CHP içindeki HDPliler oldukça aktif. Partiyi HDP-ABD-AB çizgisine taşımak için yapmadıkları kalmıyor. MHP'nin ne yaptığı anlaşılmaz politikaları en çok AKP'ye yarıyor. Siyasetin çözümsüzlüğü algısı çoğaldıkça, çözüm olarak yeniden AKP'nin tek başına iktidarı parlatılıyor. ABD ve AB, HDP aracılığıyla CHP'yi "açılımı garanti altına almak için", AKP ile koalisyona sürüklüyor. MHP ise AKP'nin stepnesi rolüne sürükleniyor. AKP, PKK'nın eylemlerinin etkisiyle oyunu arttırıyor. Oy artışını garanti ettikçe, yeniden AB'ye ve ABD'ye olumlu mesaj veriyor. Rotaya giriyor. Yeniden açılım lafları ediyor. Türk siyasetinde garip bir düzenek oluşturuldu. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Ancak tüm eller ve tüm cepler pis kokuyor... Herkes birbirine benziyor... Türkiye üzerinde kanlı bir oyun oynanıyor. Gerçek çözüm yok ediliyor.(HABER EKSPRES GAZETESİ-10.08.2015) Zafer YAPICI

SEVMEK YAŞATMAKTIR…ZAFER YAPICI

Sokaklarımızı sadece insanlarla paylaştığımızı sanırsanız yanılırsınız. İnsanın önceliği karşısında çoğu zaman dikkat çekmeyen bir arka plandan ibaret kalsalar da; sokakların başka sahipleri de vardır. Kediler, köpekler, kuşlar örneğin. Aslında bizden çok onlar sahiptir sokaklara. Çünkü sokaklar insanın ikamet dışı mekânıyken sadece, onların vazgeçilmez evleridir… Bir minik sokak köpeği örneğin; mahallemizin yaşayan bir parçası değil midir? Hanginiz, evinizin önünde bir yavru kedinin sevimli bakışlarına şahit olmadınız? Onları görmezlikten gelebilir miyiz? Peki ya yok sayabilir miyiz? Nasıl ki biz insanlar yememize, içmemize, güvenliğimize, sevmemize ve sevilmemize önem veriyorsak unutmamalıyız ki sokak hayvanlarının da yemeye, içmeye, güvenliğe, sevilmeye ve sevmeye hak ve ihtiyaçları vardır. Biz insanlar hayati ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz veya en azından ifade edebiliyoruz. Çoğu zaman “yoksulluk ya da açlık sınırında” yaşamlara sahip olsak da... Ama onlar kendi ihtiyaçlarını karşılamakta bizler kadar bile şanslı değiller. Gelin o şansı onlara bizler verelim. Çünkü onların da en az bizim kadar bu dünyanın nimetlerinden faydalanmaya; yaşamaya hakları vardır. Nasıl ki biz insan haklarından, hak ve özgürlükten, demokrasiden yararlanmak istiyorsak, onların da hayvan haklarından yararlanmasını sağlamalıyız. Eğer onlara “gören gözlerle” bakarsak bu gerçeği görürüz ve tabiî ki gerekeni yaparız. Haydi, şimdi vakit geçirmeden onları görmeye, tanımaya ve onlarla dost olmaya çalışalım… Göreceksiniz sevgiyle verilen bir tas su, bir dilim ekmek ve bir tas yiyecek sizi nasıl mutlu edecektir… Bu mutluluğu mutlaka tadın. Biz insanlar iyi bir yaşam için kendi hak ve özgürlüklerimizi savunuyor; hak ve özgürlüklerimiz uğruna mücadele edebiliyoruz. Peki, kendi hak ve özgürlüklerini savunamayan sokak dostlarımızın haklarını savunmak, onlar için de mücadele etmek biz insanlara düşmez mi? Onların da güven içinde karınlarının doyurulmasına, susuzluklarının giderilmesine hakları yok mu? Ya bu hakkı bulamadıkları, aç ve susuz kaldıkları zaman?... İşte sorun burada; ya bulamadıkları zaman?... Bu Ağustos ayının yakıcı sıcağında sevgiyle verilen bir yudum su veya bir avuç yiyecek hayvan dostlarımızı olduğu gibi sizi de mutluluğa taşıyabilir… Hele bu aşırı sıcaklarda oruç tutmuş milyonlarca insanların açlığın ve susuzluğun nasıl bir şey olduğunun bilincini yaşadığı bir sırada… Aç ve susuz olduklarını dile getiremeyen sokak dostlarımızın halini daha iyi anlayacaklardır… ...Çünkü sevmek yaşatmaktır aynı zamanda. Mutluluk da sevginin bir türevi değil midir? Öyle ise… (HABER EKSPRES GAZETESİ- 03.08.2015) ZAFER YAPICI

TERÖR - ZAFER YAPICI

Devlet yönetimleri ile terör örgütleri arasındaki ilişkiler hep tartışmalı olmuştur. Kimi durumlarda devletler, başka devletler üzerinde etkilerini arttırabilmek, devletleri kendi yararlarına bir çizgiye çekebilmek, ya da basitçe zayıflatabilmek için diğer devletler aleyhine terörist eylemleri desteklemişlerdir. Terör, kimi durumlarda ne yazık ki, bir dış politika aracına dönüşmüştür. Ancak hiçbir sağduyu sahibi devlet yönetimi, kendi halkına da saldıran bir terörist grubu sevimli göstermek yanılgısına düşmemiştir. Hiçbir devlette medya kuruluşları, kendi halkına kurşun sıkan, pusu kuran, askerini, polisini öldüren teröristleri, idealleştirmemiştir, meşrulaştırmamıştır. Siyasi partiler, teröristlerin sığınma limanlarına dönüşmemiştir. Türkiye iki terör örgütünün açık tehdidi ve saldırısı altındadır. İkisi de terör örgütüdür. Biri diğerinden iyi değildir. İkisi ile de etkili mücadele şarttır. Türkiye’nin bugün bu durumda olması, yakın tarihimizde terörle mücadele konusunun iç ve dış politikada teröristle müzakereye evrilmesinin doğal bir sonucudur. Suriye politikasındaki açık yanlışların doğal bir sonucudur. Ordunun çeşitli tertiplerle zafiyete uğratılması bu yanlışların yakıcılığını daha da arttırmıştır. Bir kez daha söylüyoruz. Türkiye iki terör örgütünün açık tehdidi ve saldırısı altındadır. İkisi de terör örgütüdür. Üstelik görülüyor ki ikisi de Batılı güçlerin kontrolü altındadır. Bu demek oluyor ki, iki örgüt aslında birdir. Terör, Batı’nın kontrolü altındaysa, Batı’ya üslerini açarak, onun istihbaratına güvenerek, onunla istihbarat paylaşarak, terörle nasıl mücadele edilebilir? Gelecek ayların anahtar sorusu bu olacaktır…( HABER EKSPRES GAZETESİ- 27.07.2015) Zafer YAPICI

KOALİSYON MU ERKEN SEÇİM Mİ?- ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, bayram ertesinde siyaset gündemini hükümet kurma çalışmaları oluşturmaya devam edecek. AKP’nin bu süreçteki stratejisi açık. Muhalefet partilerini, gerekirse erken seçime gideriz tehdidiyle müzakere sürecinde sıkıştırarak mümkün olduğunca dizginleri elden bırakmadan yeni bir hükümet kurmak. Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan cumartesi günü yeniden erken seçimden söz etti. Koalisyon şartlarının oluşmaması durumunda en isabetli yolun seçim olacağını dile getirdi. AKP’den yetkililer de ara ara aynı söylemi seslendiriyorlar. Diğer taraftan anketler aracılığıyla belirsizlik ortamının AKP’nin oyunu arttırdığı ile ilgili bir algı oluşturuluyor. Muhalefet partileri, seçim sonrasında oldukça başarısız bir sınav verdi. Seçim kampanyasının merkezinde “oy verin gitsinler” olan CHP, AKP’yle koalisyon kurmaya en yakın parti konumunda. Çelişki açık. Parti yönetimi, açılım gibi Türk siyasetinin temel sorunlarında AKP ile hemfikir. CHP’de zaman zaman dış politika konusunda bir AKP eleştirisi görüyoruz. Dışişlerindeki başarısızlıkları ortadan kaldırmak söylemiyle olası bir koalisyon durumunda bu bakanlık medya kanalıyla talep ediliyor. Ancak CHP’nin dış politikasını yürütecek kişiler HDP yahut AKP hayranlarından oluşacaksa, AKP dış politikası çizgisi CHP kanalıyla sürer. Korkumuz bu. MHP, muhalefet yaparmış gibi yaparak, AKP’ye kritik konularda destek olmayı sürdürüyor. Meclis başkanlığı konusunda MHP’nin tavrı, MHP’nin Türk siyasetindeki rolünü açığa çıkartan bir faktöre dönüştü. HDP ile AKP arasındaki farklar neredeyse ortadan kalktı. HDP, AKP’den Kürt oyları almaya çalıştıkça AKP’ye benzeyen bir siyasi harekete dönüştü. HDP’de solu görmek imkansızlaştı. Toprak ağaları vekil oldu. Dinsel ve etnik argümanlar merkeze yerleştirildi. Parti, ABD-AB çizgisinin Türkiye’deki en temel aktörlerinden biri konumunda. Arada farklar bulunuyomuş gibi gözükse de son tahlilde Türk siyasetinin merkez partileri aynı çizgide buluşuyorlar. AKP, CHP, MHP ve HDP’nin kimliğinin merkezinde emperyalizm karşıtlığı yok. Etnik ve mezhepsel siyasetten nemalanma arayışındalar. Hepsinin ekonomi programı birbirine benziyor. Neoliberalizm karşıtlığı ortadan kaldırılmış. Türkiye’de 24 Ocak kararlarından itibaren neoliberal ekonominin yarattığı tahribatlar, emekliye 14 maaş vererek, mazot fiyatını indirerek çözülebilecek kadar basit değil. Bu noktada, muhalefetin soyguncu ekonomik düzeni değiştirme önerisi de yok bu yönde bir eleştirisi de… Koalisyon da olsa, erken seçim de olsa, bu şartlarda bu düzen değişmeyecek gibi gözüküyor. Şartların değişmesi ise yalnızca CHP’nin Atatürk çizgisinde bir atılım yapması, köklü bir değişim yaşaması ile mümkün…(HABER EKSPRES GAZETESİ- 20.07.2015) Zafer YAPICI

MECLİS BAŞKANLIĞI SEÇİMİ VE MUHALEFET - ZAFER YAPICI

Sözün özünü en başta söyleyelim. Muhalefet, Meclis Başkanlığı seçimlerinde son derece kötü bir sınav verdi. MHP, bir muhalefet partisinin yapması gereken en son şeyi yaptı. İktidar partisinin meclis çoğunluğunu kaybettiği kritik bir dönemeçte, onun meclis başkanlığını kazanacağını bile bile kendi adayında ısrar etti. MHP, HDP ile uzlaşmama söylemi ile AKP ile uzlaştı. Eğer bir AKP-CHP hükümeti oluşursa, MHP ana muhalefet partisi olacak. Meclis başkanlığı seçimi sonrasında MHP’nin olası bir ana muhalefeti bana Jirinovski’nin Rusya Federasyonu’ndaki ana muhalefetini çağrıştırmaya başladı. Jirinovski, Putin’in söylemlerini son tahlilde destekleyen, ancak muhalefet yaparmış gibi görünen bir liderdi... CHP yönetimi ise, MHP’nin kendi adayında ısrarlı olacağını anlar anlamaz, Deniz Baykal’ın adaylığına destek verdi. Yani, kendi adayının seçilmeyeceğini anlayınca Deniz Baykal’ı “kendi adayı” yaptı. Hem Deniz Baykal’ı etkisizleştirmek için, hem de MHP’yi eleştirmek için bir koz elde etti. Ne yazık ki diğer taraftan CHP, rantçı belediye başkanları ve para ile vekil “seçilen” belediye başkan eşleri ile anılmaya başlandı. Üstelik CHP’de, bir başka partiye; HDP’ye ailecek oy verdiği iddia edilen genel başkan yardımcıları bile var. CHP’de örgüt kültürü yok edildi. Sadece sol elini havaya kaldırarak yemin etmekle solcu olunmuyor… CHP’de ideoloji kalmadı. HDP’nin, Türkiye’ye güven veren bir siyasi aktör olamayacağı yeniden kanıtlandı. Terör konusundaki tavrı ortada olan HDP, Kılıçdaroğlu ile yolsuzluk konusundaki televizyon tartışmalarından hepinizin hatırlayacağı bir toprak ağasını meclis başkanlığı gibi önemli bir koltuğa önerdi. HDP, sol bir siyasi parti olma iddiasındayken, gerçekte bir etnik hareket ve Ortaçağ’dan kalma aşiret örgütlenmesi… Mecliste böylesine bir muhalefet çoğunluğunun iktidar alternatifi yaratmaması gayet normal. Açıkça ifade edilmiyor ama anlaşılan üç siyasal parti de AKP’nin koltuk değneği olmaya hevesli. Korkulan, bundan sonra “iktidarcılık oyununu” AKP’nin kuracağı. Bu durumda CHP, MHP ve HDP, AKP’ye ortak olmak için birbiriyle yarışan aktörler olacak… Yazık bu ülkeye… (HABER EKSPRES GAZETESİ- 06.07.2015) Zafer YAPICI

ŞAPKADAN MİLLİLİK ÇIKAR MI? - ZAFER YAPICI

12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından Türkiye’de Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim Talu ara dönem hükümetleri kurulmuştu. Bu süreç sonrasında Türk siyasetinde ilginç bir deneyim yaşandı. Uzlaşmaz gibi görülen iki siyasi parti; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milli Selamet Partisi (MSP) biraraya geldi ve hükümeti kurdu… 1971 koşullarında iki partinin bir “ortaklık” kurmasını imkansız görenler, Bülent Ecevit’in liderliğindeki CHP’nin laik; Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki MSP’nin İslamcı kimliklerini tezlerine kanıt olarak ileri sürüyorlardı. Peki bu imkansız gibi görülen koalisyon nasıl kuruldu? Koalisyon görüşmelerini MSP adına Oğuzhan Asiltürk, CHP adına Deniz Baykal yürüttü. Deniz Baykal ve Oğuzhan Asiltürk’ün görüş birliği yaptıkları konu millilikti. Nitekim kısa süreli bu koaliyon sırasında, Türk dış politikasının en önemli zaferlerinden biri olan Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi. ABD’nin büyük baskısına direnilerek Haşhaş ekimi Türkiye’de serbest bırakıldı. Anadolu köylüsü rahat bir nefes aldı. * * * Bugünkü koalisyon görüşmeleri, Baykal’ın oynadığı rol, Meclis Başkanlığı süreci, Baykal’ın CHP tarafından Meclis Başkanlığı’na aday gösterilmesi, akla ister istemez 1970’leri getiriyor. Oysa bugünkü yaşananlar, 1970’lerden son derece farklı. AKP ve CHP koalisyonu kurulabilir. Ancak bu olası koalisyonun kimliği millilik olmaktan uzaktır. HDP’ye ailecek oy verip vermediği tartışılan bir kişinin CHP’de Genel Başkan Yardımcısı olabildiği süreçte, CHP adına koalisyon sürecinin “millilik” vurgusu ile yürütülmesi imkansız gözükmektedir. AKP, zaten “çözüm sürecinde” gösterdiği performans ile “millilik” konusunda geçer not almaktan uzak bir siyasi partidir. Kısacası bugünün CHP’si CHP değil YCHP; bugünün MSP’si MSP değil AKP’dir. Dolayısıyla CHP-MSP koalisyonunu YCHP-AKP koalisyonu ile kıyaslamak anlamsızdır… Şapkadan tavşan çıkar ama YCHP’den CHP, AKP’den MSP çıkmaz. Olası bir koalisyonun temel mantığının millilik olması imkansızdır. Küresel sermaye çevrelerinin bu koalisyonu ısrarla önermeleri, CHP ve AKP yönetimlerinin durdukları yeri göstermesi açısından önemlidir. * * * Bu koşullarda, bugünün CHP’sinde “millici” bir çizgide yer alan Baykal’ın tasfiye sürecinin Baykal’ın siyaset-dışı bir makam olarak değerlendirilen Meclis Başkanlığı’na adaylığı ile sürmesi kuvvetle muhtemeldir. (HABER EKSPRES GAZETESİ- 29.06.2015) Zafer YAPICI

SEÇİM SONRASI TABLO - ZAFER YAPICI

Üç aşağı beş yukarı tahmin ettiğimiz bir seçim sonrası tablo ile karşı karşıyayız. AKP’nin oyunun % 40’a düşebileceği, CHP’nin bir miktar oy kaybı ile konumunu koruyabileceği, HDP’nin rahatlıkla barajı geçebileceği, MHP’nin bir miktar yükselebileceği belli idi. Dört partili bir mecliste, bugün meclise giren her siyasi partinin lider kadrosu kendini “başarılı” olarak gösterme telaşında. AKP iktidara mecbur. Neredeyse iktidarda doğan partinin seçmenini mobilize etmesinin tek yolu iktidarda kalmak… İktidara mecbur olması, partiyi kısa vadeli bir başka stratejiyi uygulamaya da itebilir. Koalisyon pazarlıkları sürecini bir istikrarsızlık kaynağı olarak sunarak, “istikrar” vurgusuyla bir erken seçime gitmek… CHP de iktidara mecbur. Kılıçdaroğlu ekibinin iddialı ve gösterişli seçim kampanyasının, AKP’ye yönelik tepkilerin arttığı bir süreçte bile seçmende karşılık bulamaması okları Kılıçdaroğlu’na yöneltiyor. YCHP’nin ideolojik tutarsızlıklarının seçmen desteğini azalttığı fikri üzerinden parti yönetimi eleştirilebilir. Bu durumda Kılıçdaroğlu’nun tek şansı partiyi iktidara taşımak. “Başbakan olma” söylemiyle yeni bir başarı öyküsü kurgulayarak başarısızlık algısını soğutma girişimi, Kılıçdaroğlu’nun yapacağı tek şeydi. Onu da yaptı… MHP iktidara mecbur olmayan bir siyasi hareket olarak biraz daha rahat. “Çözüm süreci”ni açık veya örtülü olarak destekleyen siyasi partilerin oluşturduğu bir koalisyonda tek muhalefet partisi olarak kalacağını, böylelikle de sürece tepkili herkesin desteğini alabileceğini düşünüyor. Ancak diğer taraftan, AKP ile bir koalisyon oluşturma taraftarı gruplar da parti içinde seslerini yükseltiyor. Bu gruplar, MHP’nin pazarlık gücünü yükselttiği için Bahçeli’nin uzlaşmaz tavrına şimdilik sıcak bakıyorlar. Ancak, Bahçeli’nin tavrını tutarlı bir biçimde sürdürmesi partide bir krize yol açabilir. HDP en rahat parti. Dış desteğe medya desteğini de ekleyerek önemli bir seçim başarısı elde etti. Koalisyona girmek, muhalefet partisi olarak kalmak, ya da olası bir koalisyona belirleyici bir aktör olarak dışarıdan destek vermek alternatiflerinin üçünde de oy kayıplarına uğramayacaklarını düşünüyorlar. Bu durumda, iktidarda olmaya en fazla ihtiyacı olan AKP ve CHP yönetimlerinin koalisyon kurmaları en büyük olasılık. Bir taraftan CHP’nin flaş seçim vaadlerini yerine getirmeme gerekçesi bu koalisyonla oluşmuş olacak. Diğer taraftan AKP uluslararası sistemle uyumlulaştırılmış bir parti ile işbirliği yaparak, “sistemle” barışını koruyabilecek. AKP-MHP koalisyonu da ihtimal dahilinde. MHP’nin iç dengeleri bu koalisyona yönelik MHP tavrını belirleyecek. AKP-HDP koalisyonu da, AKP tarafından iktidardan düşmemek için düşünülebilecek bir alternatif olarak elde tutuluyor. CHP odaklı koalisyon ihtimalleri ise daha zayıf. HDP ile MHP arasındaki uyuşmazlık bu olasılığı şimdilik zayıflatan esas faktör… (HABER EKSPRES GAZETESİ-15.06.2015) Zafer YAPICI