30 Haziran 2012

GAZETELER VE KİTAPLAR- ZAFER YAPICI

Dünya ölçeğinde konuşsak da durum değişmez. Gazeteler haber yaparlar. Ve haberi yaparken güncellik kaygısı taşırlar. İşte bu nedenle gazetelerden okuyucu neredeyse yalnızca “günceli” edinir. Okuyucu haklı olarak güncelin gerçeği yansıtmasını bekler. Ancak süreç dikkatlice çözümlendiğinde güncelin nadiren gerçekle bağlantısının kurulduğu görülür. İşin kötüsü bu bağlantı noksanlığı çoğu zaman okuyucu tarafından kavranamaz. Okuyucu, kimliksel kodları nedeniyle inanmaya yakın olduğu gazete haberlerine ve yorumlarına inanır. Halihazırda var olan şey, Platon’un idealar evreninden oldukça farklıdır anlayacağınız. Basın özgürlüğü olmayan ülkelerde genellikle propaganda yahut yönlendirme amacıyla kullanılır haberler. Bu nedenle haberin gerçekle bağlantısı çoklukla kesilir. Okuyucu çoğu zaman uyutularak, kimi zaman da uyarılarak yeniden kimliklendirilir. Haber gerçeği yansıtsın ya da yansıtmasın, gazeteler dünü yazarlar çoğunlukla. Tarihin uzun erimli akışını bilerek yapılan çözümlemeleri her gün yenilenen gazete sayfalarından beklemek insafsızlık olur. Fernand Braudel’in 1940’lı yıllarda savaş esiri olarak Almanya’da kaldığı dönemde yazdığı “İkinci Filip Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası” adlı doktora tezinde dönemin Akdeniz’i ile ilgili yapmış olduğu gibi çok boyutlu çözümlemeler bir gazetenin amacını da boyutunu da aşar. Bu nedenle tarihsel akışı kavrayabilmek için yarını dün ile buluşturan kitaplara başvururum hep. Kuşkusuz çözümlemesi zayıf olan kitaplar, propaganda amacıyla kaleme alınmış kitaplar vb. gerçeği kavrama arayışıma engel olurlar. Ben bu kitapları da okurum. Bu kitapların neden bu şekilde kaleme alındıklarını sorgular, gerideki amacı çözümlemeye çalışırım. Dolayısıyla her aktarılanı doğru kabul etmeye hazır, “kolay” bir okuyucu değilimdir. “Sorgulayıcı” ve “çözümleyici” bir okuyucuyumdur. Eleştirel akılcılık kitap okurken de rehberimdir. Dolayısıyla propagandist yahut gerçeği gizleyen kitaplardan da, gerçeği kavramak adına yararlanırım. Çünkü bilirim ki tarih de yazarlık da gazetecilik de sadece geçmişi hatırlatmak, gerçeği ortaya çıkarmak için yapılmaz. Kimi zaman geçmişi unutturmak, gerçeği gizlemek için de yapılır. Kimin hangi geçmişi ne için gizlediğini, kimin hangi çıkar uğruna hangi gerçeği unutturmak istediğini bularak gerçeğe ulaşmaya çalışırım. Bu nedenle altı yıldır Ege’nin doğru, dürüst, duyarlı ve dost gazetesi Haber Ekspres’teki köşemde günceli aşmak için uğraşıyorum. Bu yazıyı cumartesi günü yazdım. Cumartesi gazetelerine göz attıktan sonra. Gündemin Hocaefendi dönecek mi gibi anlamsız bir soru üzerine yeniden değiştirildiği, bu sorunun hemen her gazetenin manşetine taşındığı, Türkçe olimpiyatları propagandası ile “cemaatin” faziletlerinin herkesin gözüne medya tarafından sokulduğu bir gün… Vakit gazetesinden başladım. Vakit’in şair-yazar Abdurrahim Karakoç’un vefatı ve cenazesine yoğun katılım haberine gözüm ilişti önce. “Karakoç’a Vefa” başlığını taşıyordu haber. Birkaç saat önce başbakan da ölümlü dünya; mal mülk öteki tarafa gitmeyecek nutukları çekiyordu bin kanaldan canlı yayınlanan konuşmalarının birinde. Sonra Vakit’in birinci sayfadaki diğer haberlerini gördüm. Kanım dondu. Yarsav Başkanı Eminağaoğlu’na kimyası bozuldu diye hakaret ediliyordu. Sonra manşete gözüm ilişti. “Darbeci İstanbul Barosu” diyordu gazete. Gazetecilik bu mu dedim. Vefa sevgiyi sürdürmek demek. Dostluk bağlılığı demek. Vefa mefhumunun yanıbaşına iftira mefhumu; hakaret mefhumu yakışmadı dedim içimden. Utandım. Bu medya yozlaşmasını gazetecilik bağlamında tarihsel bir biçimde çözümleyecek kitaplara ihtiyaç var dedim sonrasında. Bu yazıyı da genç araştırmacılara, yazarlara, gazetecilere ve okurlara bir nebze olsun rehberlik etmesi umuduyla yazdım…

11 Haziran 2012

MİLLİ GÖRÜŞÜN AKP’YE BAKIŞI - ZAFER YAPICI

Dün Saadet Partisi’nin gayri resmi yayın organı görüntüsündeki Milli Gazete’nin manşetinde yer alan haber siyasal İslamcılar arasındaki ideolojik ayrımlaşmayı açıkça ortaya koydu. Biliyorsunuz, AKP yönetimi uzunca bir süredir ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında ABD ile ortaklaşa hareket ediyordu. Bunun için vizeleri kaldıracak, ortak tatbikatlar ve bakanlar kurulu toplantıları düzenleyecek kadar iyi ilişki içinde olduğu Suriye ile bile sorunlu hale gelmişti. İran konusunda da Avrupa ve ABD ile aynı şeyleri söylüyordu. Bakın Milli Görüş çizgisinin yayın organı Milli Gazete bu politikaların hangi amaca hizmet ettiğini nasıl manşete taşımış… Milli Gazete’nin manşeti şöyle: “Bölge İsrail Çıkarlarına Göre Şekilleniyor!”. Haberde manşete dayanak olarak uzmanlığı uluslararası ilişkiler olan iki tanınmış akademisyenin görüşlerine yer verilmiş. Haberi aynen aktarıyorum: “Suriye’de yaşanan olayların faturası Lübnan’da çıkmaya başladı. Lübnan şimdi de Şii-Sünni çatışmalarıyla gündemde. Halk olası bir iç savaş korkusuyla kara kara düşünürken Lübnan sokakları giderek daha fazla bölünüyor. Başkent Beyrut tam bir barut fıçısı. Lübnan’ın yeni bir bilek güreşi tahtasına dönüşmesinden endişe edilirken bu durum en fazla İsrail’i hoşnut ediyor”. Değerli okurlarım, Ortadoğu’yu etnik kimlikler ve mezhepler düzleminde bölme girişimleri ABD eliyle yürütülmeye devam ediyor. Elbette bu süreçte İsrail, Ortadoğu devletlerinin bölünüp güçsüzleştirilmesinden en fazla çıkar sağlayacak devlet. Milli Gazete, AKP’nin İsrail’e karşı gibi görünmesine rağmen son tahlilde İsrail ile aynı amaç doğrultusunda hareket ettiği ve bu nedenle AKP’nin ABD merkezli politikalarının aslında İsrail’in çıkarına olduğunu saptamış. Bunu “dolaylı bir biçimde de olsa” manşetlerine taşımış. Böylelikle Milli Görüş çizgisi AKP’den farklılığını İsrail gibi siyasal İslamcılık için önemli bir “dış olumsuz öteki” üzerinden kuruyor. AKP’nin İsrail’le aynı amaç doğrultusunda hareket ettiğini söylemeye getiriyor. Böyle bir politika siyasal İslam çizgisinde taşları yerinden oynatır mı? AKP iktidarının gücünü koruması, iktidarın aynı zamanda bir rant paylaşım merkezi olması nedeniyle Milli Görüş tabanının da büyük kısmını etkileyebilir. Dolayısıyla AKP’yi bu noktada eleştirseler bile Milli Görüşçülerin önemli bir kısmı AKP çizgisinin destekçisi olmayı sürdürebilirler. Ancak AKP’de göreceli bir zayıflama durumunda beklenen, AKP’ye bu eleştirilerin daha fazla yöneltilmesidir. Siyasal İslamcılar sadece cemaat/tarikat hatlarında bölünmüyorlar. Aynı zamanda önemli ideolojik farklılıklara da sahipler. Üstelik bu farklılıklar gün geçtikçe keskinleşiyor… (Haber Ekspres Gazetesi-11.06.2012-www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)

07 Haziran 2012

YORUM YAPMAYA GEREK VAR MI?...- ZAFER YAPICI

Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. “Tavuk toplum”, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz. (Charles Darwin) Efendiler, dinsiz bir milletin idamesine, imkan yoktur. İslam dini öyle yüce bir dindir ki; “ilim Çin’de de olsa alınız” diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Biz İslam olduğumuz için geri kalmadık. Yüce dinimize ne zaman ki hurafeler ve bidatlar ilave yapıldı; o zaman gerçek İslam’dan uzaklaştırıldık, onun için bu hallere düştük. (M. Kemal Atatürk- 1924) İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün altın değerindeki diğer bazı sözleri… Dünya üzerinde gördüğümüz her şey, kadının eseridir. Sanatçı, toplumda uzun çaba ve çalışmalardan sonra alnında ilk ışığı duyan insandır. Efendiler! Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin enkazı altında şunun bunun şahsi şerefi de parça parça olur. Biz bu genel şerefi kurtarabilmek için harekete geçen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza mani olabilecek şahsi rütbeleri, mevkileri de genel şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğrunda feda ettik. Vazifeyi ihmale sürükleyen merhamet, memlekete ihanettir… Fikirler, anlamsız, manasız boş sözlerle dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır. Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır… Bu millete hizmet eden onun efendisi olur. Efendiler! Türk milleti, kendini ve memleketin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milletsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk değildir. Türk Milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı esaslar tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli egemenlikten ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu milli egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir... İstiklal, istikbal, hürriyet, her şey adaletle kaimdir! Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir. Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin? Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum. Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. Öğretmenler! Cumhuriyet sizden düşünceleri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti; ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene. Sizce bu sözlerden sonra yorum yapmaya gerek var mı?... (Haber Ekspres Gazetesi- 04-06-2012)