19 Kasım 2012
CUMHURİYET KİMSESİZLERİN KİMSESİDİR…- ZAFER YAPICI
Yaklaşık on iki, on üç yaşlarındaydım. Dedem ise 90’lı yaşlarda idi. Sohbet ediyorduk. Sıra Cumhuriyet ve Atatürk’e geldiğinde dedemin gözlerinin nemlendiğini fark ettim. O sırada derin derin içini çekerek bana: “Bak torunum sana kurduğu cumhuriyeti denetleyen o yüce Atatürk’ü anlatayım dedi”.
Ben de heyecanla ona daha da yanaşarak dinlemeye başladım.
“Atatürk cumhuriyeti kurduktan ve aradan biraz zaman geçtikten sonra yaverine arabasını hazırlamasını söyler ve beraberce hiç kimseye haber vermeden Ankara’nın dışına çıkarlar. Biraz ilerledikten sonra dört beş evden oluşan bir mezranın yanına gelirler. Atatürk arabadan iner ve yaverine, ‘-sen bekle’ der. Atatürk derme çatma bir evin önüne gelir ve kapıyı çalar. Kapı açılır. İçeriden bir kadın kucağında ve yanında bir çocukla kapıyı açar. Atatürk gördüğü manzara karşısında şaşkına döner. Her yanına is kokusu sinmiş yalın ayak perden perişan anne, iki küçük çocuk ve is karası bir ev…
Atatürk oradan biraz uzaklaşır. Bir kaya parçasının gölgesine çömelir ve elini şakağına götürüp düşünmeye başlar. O arada arabanın yanında beklemekte olan yaveri koşarak Atatürk’ün yanına gelir. Ve der ki, ‘-paşam ne oldu?...’ Atatürk biraz durduktan sonra yaverine, ‘biz cumhuriyeti kurduk fakat buraya cumhuriyet gelmemiş’ der. Ardından Ankara’ya üzgün bir vaziyette dönerler. Ertesi gün Atatürk tüm devlet yetkililerini çağırarak cumhuriyetin, vatanın her karış toprağına gitmesi için gerekli olan her şeyin yapılmasını ister…”
* * *
Atatürk, Türk toplumunun “çağdaş medeniyet” seviyesine ulaşmasını sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği yeniliklerin ardından yurt gezilerine çıkmıştır. Bu geziler sırasında uğradığı her yerde kurulan cumhuriyet ve yapılan devrimler hakkında halka sorular yönelterek toplumun değişime bakış açısını ve tepkisini ölçmeye çalışmıştır.
Atatürk o dönemi Antalya seyahati sırasında Hasan Rıza Soyak’la yaptığı bir konuşmada çok açık bir şekilde anlatır:
“Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz... Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde... Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maalesef memleketin hakiki durumu bu işte!... Bunda bizim günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, bir takım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın... Büyük istidatlara malik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes akideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış...
…Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misiniz?.. Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunandan beklemek itiyadı... İşte bu zihniyette; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki!... Münasebet düştükçe daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, her şeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkan meselesi... Bu itibarla evvela kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; işlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddi ve manevi her türlü istidat ve kaynaklarımızı faaliyete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak... Başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkansızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, beşer takatinin üstünde, gayret sarfediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?...”
* * *
Hiç kuşku yok ki Türkiye’nin bu gerçeğini görüp değerlendiren Mustafa Kemal Atatürk, 18 Eylül 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yayımladığı bir beyannamede şu temel hususlara yer veriyordu: “Halkın hep içinde bulunduğu sefaletin sebeplerini kaldırarak, yerine refah ve mutluluk getirmek Meclis’in en baş amacıdır… Bütün kurumlar halkın ihtiyaçlarına göre yenilenecektir. Bunun için gerekli siyasal ve sosyal ilişkiler ulusun ruhundan alınacaktır.”
Mustafa Kemal, ilke ve devrimleri o ruhla yapmaya başlar.
* * *
Ve 29 Ekim 1933 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ulusunun ruhundan aldığı büyük güçle Cumhuriyetimizin onuncu yılında halk yararına yapılan büyük işleri büyük coşku ve heyecanla anlatmaya başlar;
“Türk Milleti!
Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarene yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir…
…Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!”
* * *
Ayrıca Atatürk yönetenlerin yönetilenlere bakış açısının nasıl olması gerektiğini de şu sözlerle dile getirir: “Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır.” (1925)
* * *
Değerli okurlarım, dedemin bana Atatürk ve cumhuriyet ile ilgili anlatımında aktardığı Atatürk’ün “biz cumhuriyeti kurduk fakat buraya cumhuriyet gelmemiş” sözleri Atatürk’ün temel mantığını açıklıkla ortaya koyuyor. Atatürk cumhuriyeti kimsesizlerin kimsesi olarak görüyor. Hükümeti kendini değil milleti efendi olarak gören bir kurum olarak tasavvur ediyor. Onun Onuncu Yıl Nutkunda söyledikleri hem cumhura ve cumhuriyete hem de gerçekte millet olan hükümete verdiği önem ve değeri gösteriyor.
Ayrıca Atatürk bu sözleriyle cumhuru yaşat ki cumhuriyet ve çağdaş demokrasi yaşasın ve yücelsin felsefesini ortaya koyuyor.
* * *
Ya bugün geldiğimiz noktada durum ne?…
On yıllık AKP döneminde Cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesi” olabildi mi?...
Hükümet millet, millet hükümet olabildi mi?...
Hükümet milletin efendi olduğunu anlayabildi mi?...
Ve bu bakış açıları ile İleri demokrasileri çağdaş olabildi mi?...
Değerli okurlarım, işte bu yüzden Atatürk’ün içinde laiklik olan, dinin siyasete alet edilmesini kabul etmeyen çağdaş demokrasi sistemini ve o sistemin devlet şeklini ortaya koyan cumhuriyet rejimini kabullenemiyorlar…
Atatürk’ün düşünce sistemine, laikliğe, çağdaş demokrasiye ve cumhuriyete saldırmaya devam ediyorlar.
(haber ekspres gazetesi-19.11.2012)
ZAFER YAPICI
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder