27 Ağustos 2012

SIĞINMACI SAYISI - ZAFER YAPICI

Hükümet sığınmacı saymaya devam ediyor. Dışişleri Bakanı sürekli son sayıları veriyor. Dışişleri Bakanı son olarak Suriye’den Türkiye’ye sığınanların sayısı 100 bini bulduğunda Suriye sınırı içinde güvenlikli bölge oluşumunun söz konusu olabileceğini ifade etti. Davutoğlu’nun bu fikri ortaya atması geçtiğimiz günlerde Hillary Clinton’la yapılan görüşmenin ve Türkiye-ABD heyetleri arasında kurulan “Operasyonel Ortaklığın” bir uzantısı. Ancak söz konusu “tampon” fikri uluslararası hukuk açısından sorunlu. Çünkü uluslararası hukuka göre bir devletin ülkesinde güvenlikli bölge – bir başka ifadeyle tampon bölge – kurulabilmesi bazı şartlara bağlanmış durumda. Yani sadece ABD ve Türkiye istedi diye hemen Suriye içinde bir tampon bölge kurulması hukuken olanaksız. Peki, nedir bu şartlar: Birincisi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararı. BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine taşınan konularda BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin veto hakkı var. Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti de BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olduğundan konseyden tampon bölge ile ilgili bir kararın çıkması şu koşullarda olanaksız görülüyor. İşte bu nedenle Dışişleri Bakanlığı ısrarla BM sisteminin sorun çözemez olduğunu ifade ediyor. Bu sistemin revize edilmesi gerektiğinden söz ediyor. İkinci şart ise Suriye devlet ve hükümetinin kendi topraklarında bir tampon bölge kurulmasına rıza göstermeleri. Esad yönetiminin böyle bir duruma onay vermeyeceği de açıkça ortada. Bu demek oluyor ki bir mucize olmazsa Clinton-Davutoğlu ortaklığının önerisi olan tamponun kurulması hukuken olanaksız. Devletler bu tür durumlarda güçleri ölçüsünde hukuk dışı yollara da başvurabiliyorlar. BM’nin bir askeri gücü ve zorunlu yargı mekanizması olmadığından büyük devletlerin hukuka aykırı uygulamaları kimi zaman cezasız kalabiliyor. Hatırlayın. ABD’nin son Irak müdahalesi bir BM Güvenlik Kurulu kararına dayanmayan hukuka aykırı bir operasyondu. Ancak realite hukuku alt etti. ABD’nin hukuka aykırı eylemi cezasız kalabildi. Aynı durum Suriye için de geçerli olabilir mi? Zaman gösterecek… (Haber Ekspres Gazetesi-27.08.2012- www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)

20 Ağustos 2012

KAÇIRILAN MİLLETVEKİLİ - ZAFER YAPICI

Geçtiğimiz günlerde bir CHP milletvekili (YCHP’mi desek!) PKK tarafından kaçırılmış, daha sonrasında ise serbest bırakılmıştı. Söz konusu kaçırma olayı başlı başına dehşet vericiydi. Kaçırılan milletvekili salıverdikten hemen sonra kendisinin PKK tarafından propaganda amacıyla kaçırıldığı yönünde demeçler veriyordu. (“Serbest Bırakılan Hüseyin Aygün: Propaganda Amaçlı bir Eylem”, Doğan Haber Ajansı, 14 Ağustos 2012). Ne yazık ki cumhuriyeti kuran partinin bir milletvekili - PKK tarafından kaçırılan milletvekili Hüseyin Aygün - üstelik PKK tarafından hangi amaçla kaçırıldığının farkında olarak bu amaca hizmet eden açıklamalar yapmayı sürdürüyordu... * * * Değerli okurlarım, PKK’nın bu propaganda eylemi çok vahimdir. Ancak PKK’nın bu eylemi kadar vahim olan şey, kökeni ulusal direnişe dayanan bir devrim partisi olan CHP’nin bir vekilinin aynı propaganda sürecine açıklamalarıyla katkıda bulunmaya ve bu propagandaya alet olmayı sürdürmesidir. Vahamet burada bitmemektedir. Ne yazık ki CHP’yle hiçbir ideolojik yakınlığı olmayanların partinin yönetim kademelerine hakim olduğu bir garip parti haline gelen YCHP’nin yeni yöneticileri Aygün’ün açıklamalarına destek çıkarak Aygün’ünkünden bile daha vahim bir davranış biçimi sergilemektedirler. Tüm bu süreçte YCHP yönetimini de arkasında hisseden Aygün, bir Truva atı gibi milletvekili olduğu partisinin ideolojisi ile hesaplaşmayı sürdürmektedir. PKK’lılar hakkında “çocuklar saygılı ve düzeyliydiler” diyor Aygün. Terörist, vatan, bayrak diyerek sorun çözülmüyor” diyor Aygün… Yani PKK’lılara terörist denmesine bile karşı çıkan bir anlayış sergiliyor. (“Hüseyin Aygün’den Şok Açıklama”, Samanyolu Haber, 17 Ağustos 2012). PKK’lılara terörist denmeyecekse, PKK’lılara “özgürlük savaşçısı” denmesini mi bekliyor ve istiyor Aygün? Söz konusu YCHP milletvekili burada da durmuyor. “CHP nasıl bir yolda yürüyeceğini, ulusalcı, kafatasçı kişilerle, onların yapacağı eleştirilerle yürünmeyeceğini görmüş oldu” diyor… YCHP’ye tepeden inme MYK üyesi yapılan Sezgin Tanrıkulu “CHP’de Aygün’ün açıklamaları konusunda bir görüş ayrılığı yoktur” diyor. Tepeden inme CHP İstanbul milletvekili Binnaz Toprak, Taraf gazetesinden Aygün’e destek çıkıyor. Tepeden inme CHP İzmir milletvekili Rıza Türmen Aygün’ün barışçı ve yapıcı mesajlar verdiğini söylüyor… CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu tüm bu açıklamalara kol kanat geriyor (“Yeni CHP, Aygün’e Sahip Çıktı”, Aydınlık, 18 Ağustos 2012). Aygün’ün zihniyeti aslında Atatürk ile hesaplaşıyor. CHP’ye hakim olduklarını sananlar aslında Atatürk ile hesaplaşıyor. CHP ile YCHP uzlaşamıyor. Hiçbir CHP’li YCHP zihniyetini içine sindiremiyor. Olan kısaca şu: CHP’nin anti tezi YCHP, CHP üzerinde diktatörlük kuruyor. Bu diktatörlük sürdürülebilir değil. Bundan dolayı zaman zaman “takiye” yapılarak YCHP’nin CHP’ye benzediği izlenimi yaratılmaya çalışılıyor. Son olarak Aygün’ün “bu saygılı çocuklardan şikayetçi değilim” dedikten hemen sonra kendisini kaçıran PKK teröristlerinden şikayetçi olduğu belgelendi. (Sözcü, 18 Ağustos 2012). Tunceli’de başka sıkıştıkça Ankara’da başka, İzmir’de başka konuşan bir parti olmaya başladı YCHP. Geçtiğimiz aylarda bu strateji tutuyordu. Ancak artık tutmuyor. CHP’liler gerçeği; CHP’nin AKP’lileştirilmeye, BDP’lileştirilmeye çalışıldığı gerçeğini daha net kavramaya başladı. Türk siyasetinde yeni bir süreç bizleri bekliyor… * * * Değerli okurlarım, bu haftaki yazım bayramın ikinci gününe denk geldi. Bu vesileyle tüm okurlarımın bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. (Haber Ekspres Gazetesi 20.08.2012- www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)

13 Ağustos 2012

TERÖR - ZAFER YAPICI

Türkiye oldukça acı bir terör sürecinin içinde ne yazık ki. Bir taraftan Şemdinli’de PKK’nın neredeyse bir cephe savaşı yürüttüğü söyleniyor. Osman Pamukoğlu’nun “Hakkari elden gitti” şeklindeki açıklaması oldukça düşündürücü bir durumu gözler önüne seriyor (Sözcü, 9 Ağustos 2012). Şemdinli’de bunlar olurken terör kendini kentimizde de hissettirdi ne yazık ki. Foça’da yaşananlar acımıza acı kattı. Tüm bunlar olurken hükümet Suriye ve Myanmar odaklı söylemlerle gündem değiştirmeye çalışıyor. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın “Terörle mücadele çok iyi gidiyor” sözleri ise olsa olsa bir temenni cümlesinden ibaret. İşin garibi iktidar çizgisindeki basın organları Suriye yönetimi ile PKK’yı ilişkilendirmek için özel bir gayret sarf ediyorlar. Gelecekte Suriye’ye karşı olası bir müdahaleyi meşrulaştırmak için vatandaşın teröre karşı hassasiyetinin kullanılacağı bir ortam hazırlığındalar. Zaman gazetesi örneğin; Türkiye’de bulunan Humus Devrim Konseyi Sözcüsü’nün iddiasını sorgusuz sualsiz doğru kabul etmiş ve manşete taşımış. “Esed, cezaevlerindeki PKK’lıları serbest bıraktı” diyor Zaman manşetinde. (Zaman, 7 Ağustos 2012). Başbakanın eşi Myanmar’da Budist-Müslüman çatışmasının taraflarından Müslümanlara yardım dağıtıyor. Kimse Türkiye’deki yoksulluğa, Türkiye’deki teröre kalıcı bir çözüm bulmayı düşünmüyor. Başbakan Meclis oturumu isteyen ana muhalefet partisi liderine kızıyor. MHP’nin ne dediği belli değil… Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Myanmar yolunda açıklama yapıyor. Suriye’nin kuzeyinde bulunan Kobani ve Afrin’de PKK’nın kontrolü ele geçirdiğini doğruluyor. PKK’nın kontrolü ele geçirmesinin Suriye’deki otorite boşluğundan kaynaklandığını söylüyor. Akıllara, Suriye’de otorite boşluğu oluşmasına kimlerin katkı verdiği sorusu geliyor…(Gazetevatan.com, 9 Ağustos 2012). İşler hiç de iyi gitmiyor. Oysa teröre son verebilmek için birlik, kararlılık ve tutarlılık şart. Hükümet terörle mücadele ile teröristle müzakereyi iç içe geçirdikçe bunun acı sonuçlarını tüm millet yaşıyor. (Haber Ekspres Gazetesi-13 Ağustos 2012- www.haberekspres.com.tr-www.turkcelil.com)

06 Ağustos 2012

KERKÜK ZİYARETİ - ZAFER YAPICI

Kerkük bugün Irak sınırları içinde kalan, tarihsel açıdan Türkmenlerin nüfusun ana öğesini oluşturduğu bir kent. 1926 yılında Türkiye ile İngiltere arasında yapılan anlaşmanın ardından Irak Krallığı’na devredilmiş bir bölge. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu kenti ziyaret etti. Ziyaret basın organlarında şu manşetlerle duyuruldu: “Kerkük’e 75 yıl sonra tarihi ziyaret” (Zaman), “75 yıl sonra bir ilk: Kerkük’e tarihi ziyaret” (Akit), “75 yıl sonra Kerkük’teyiz” (Türkiye), “75 yıl sonra bir ilk: Davutoğlu Kerkük’te” (Star), “Kerkük’e 75 yıl sonra sürpriz ziyaret” (Sabah), “75 yıl sonra Kerkük’te ilk Dışişleri Bakanı (Milliyet), “Ansızın Kerkük” (Habertürk)… Oysa durum gazete manşetlerinde aktarılandan oldukça farklıydı: 1955’te Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, 1967’de Başbakan Süleyman Demirel, 1967-68’de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, 1976’da Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, 1977’de Başbakan Süleyman Demirel Kerkük’ü ziyaret etmişti. (Aydınlık, 4 Ağustos 2012). Gazeteler bu kadar Kürt açılımı arasında Davutoğlu’nun yurtdışında yaşayan Türkler konusunda da hassasiyeti olduğunu ispat etme gereğini hissetmiş olacaklar ki, “cumhuriyet tarihinde yapılmamışı yapma efsanesi” yaratma gayreti içine girmişlerdi. Oysa yukarıda belirttiğimiz gibi bu efsane tarihsel gerçeklikle uyuşmuyordu. Geçmişte Kerkük’e yapılan tüm ziyaretler Irak merkezi hükümetinin bilgisi dahilinde gerçekleşmişti. Oysa Davutoğlu ziyaretinde böyle bir durum yoktu. Zaten basına yansıdığı kadarıyla Irak merkezi yönetimi Davutoğlu’nun tutuklanabileceği konusunu bile gündeme taşımıştı. Anlaşılan Davutoğlu’nun Irak ziyaretinde bir yerlerden izin alınmıştı, ancak izin alınan yer Irak merkezi hükümeti değildi. Davutoğlu ziyaret öncesinde Erbil kentindeydi. Barzani ile görüşmelerde bulunmuştu. Bu görüşmelerden sonra, belli ki bu bölgelerde fiili otoriteyi elde tutan Barzani’den alınan izin neticesinde Kerkük’e ziyarette bulunmuştu. Bu demek oluyor ki, AKP yönetimi Barzani ile diplomatik ilişkilerini Irak yönetimine rağmen (Irak anayasası buna izin vermiyor) geliştiriyor ve Kürt yönetimini tanıyor. Üstelik Kerkük’e giriş konusunda merkezi yönetim yerine Kürt yönetimin olurunu alarak Kerkük’ün bir Kürt bölgesi olduğunu dolaylı yönden kabullenmiş oluyor. Gerçek bu iken medya kanalıyla yaratılan bir imaj cambazlığı ile Davutoğlu, milliyetçi kesime yapamayanı yapan bir yıldız gibi yansıtılıyor. AKP’nin Kuzey Irak politikasından cesaret bulmuş olacak ki BDP eşbaşkanı Selahaddin Demirtaş bakın neler diyor: “Türkiye Suriye’nin kuzeyinde kurulan oluşumla da görüşmelidir” (Birgün, 3 Ağustos 2012). Davutoğlu’nun bu öneriyi de dikkate alacağını yakın gelecekte görecek gibiyiz. Çünkü sorunlara sorun ekleyen yeni bir dış politika anlayışı var. (Haber Ekspres.Gazetesi 06.08.2012- www.haberekspres.com.tr - www.turkcelil.com)