22 Temmuz 2013
DIŞİŞLERİ’NE DARBE- ZAFER YAPICI
Değerli okurlarım, Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’de iktidar değişimlerinin yol açtığı kadrolaşmalardan en az etkilenen kurumların başında olagelmiştir.
Dışişleri Bakanlığı düzleminde yükselebilmek için meslek memurluğundan başlayan uzun bir süreç yaşanır. Genel bir sınavla kadroya alınan meslek memurları, yeniden sınavlara tabi tutulur. Ancak bu sınavların sonucunda başarıya ulaşırlarsa büyükelçiliğe ve merkez teşkilatta yöneticiliğe yükselmek mümkün olur. Söz konusu meslek içi ilk sınavlarda başarıya ulaşanlar önce “başkatiplik” ünvanını kazanırlar. Sonra adım adım yükselirler.
Geçtiğimiz haftalarda yine bir gece yarısı operasyonu ile torba yasa önerisine eklenen bir önergenin mecliste kabul edilmesinin sonrasında bu düzen tamamen değiştirildi.
Bu değişiklik ile Dışişleri Bakanlığı’nın tüm üst kadrolarının hariçten atanacak kişiler tarafından doldurulmasının önündeki engeller kaldırıldı.
Düzenlemeye göre, büyükelçi veya temsilci olarak yurtdışı göreve hariçten atananlar, döndüklerinde büyükelçi ünvanlarını koruyarak bakanlıktaki üst makamlara getirilebilecekler. Bu hususta meslek memurlarıyla aynı hükümlere tabi olup aynı haklardan yararlanabilecekler.
AKP, meslekten dışişleri bakanlığı ile bağlantısız kişilerin bakanlığa doluşturulması sürecini adım adım başlatmıştı. 7 Temmuz 2010 tarih ve 6004 sayılı yasa ile bakanlık haricinden yurtdışına büyükelçi olarak atananların, ihtiyaç halinde merkeze dönüp bakanlıkta çalışmaları ve büyükelçi ünvanını kullanmalarına, öncesinde bir başka kamu kurum veya kuruluşuna mensup olmaları durumunda olanak tanınıyordu. Artık bu koşul da ortadan kaldırıldı.
Bu durum hariciyeciliğin bir kariyer olmaktan çıkarılması demektir.
Örneğin başbakana övgüler düzmekle ünlenen bir gazeteci, bir eski arkadaş, “yakinimdir kartvizitiyle” dışişleri bakanının kapısını çalan bir vasıfsız, Gezi Direnişi’ne karşı bağırıp çağıran bir güreşçi önce büyükelçi yapılabilecek. Sonra bu kişi bir iki ay içinde merkeze çekilip genel müdürlüklerin birinin başına geçirilebilecek.
Yazık… (HABER EKSPRES GAZETESİ-22.07.2013)
Zafer YAPICI
16 Temmuz 2013
DENETİME OPERASYON- ZAFER YAPICI
Değerli okurlarım, 9 Temmuz 2013’te TBMM gündemine bir gece yarısı önergesi geldi. Bu önerge ile TBMM’de görüşülmekte olan Torba Yasa içerisine meslek odalarını ve tüm toplumu ilgilendiren önemli maddeler eklendi. Hatta Meclis İçtüzüğü’ne aykırı olarak önergenin tamamı okunmadan Genel Kurul’da kabul edilen 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8. Maddesine bir bent eklendi. Bu hükümle “Harita, plan, etüt ve projeler; ilgili idare kanunlarında açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum ve kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamaz…” denerek Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı meslek odalarının meslektaşları üzerindeki denetimi tamamen kaldırıldı.
TMMOB’ne bağlı odalar bu değişikliği şu şekilde yorumlayarak protesto ettiler:
• Ülke kaynaklarının talanına karşı çıkan meslek odalarını işlevsizleştirme,
• Odaların üyeleriyle ilişkisini zayıflatmak ve giderek ortadan kaldırmak,
• Odaların gelirlerine el koymak,
• Kamusal-toplumsal kaynak ve varlıkların talanını iktidarın elinde merkezileştirerek piyasaya açmak, metalaştırmak,
• Kentsel dönüşüm, kentsel rant programlarının önündeki bilimsel, teknik mesleki denetimi ve toplumcu engelleri ortadan kaldırmak,
• Özerk yerinden yönetim kuruluşları olan Belediyeler ve Meslek Odalarının Anayasal hak, yetki ve görevlerini ellerinden almak,
• Mimarların Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamındaki mimari projelerini eser olmaktan çıkarmak, telif haklarına el koymak.
Değerli okurlarım, bu değişiklikler ile meslek odalarının mesleki denetim yapma yetkileri ortadan kaldırılmak istenmektedir. Bu nedenle söz konusu anti demokratik değişiklikler tüm toplumu ilgilendirmektedir.
AKP’nin rant dağıtım sistemine taş koyan yapılar üzerindeki işlevsizleştirme girişimleri TMMOB ile başlamadı. TMMOB ile de bitmeyecek.
Oysa iktidarın çok boyutlu bir denetime tabi tutulması demokrasilerin olmazsa olmazı…(haber ekspres gazetesi- 15.07.2013)
Zafer YAPICI
08 Temmuz 2013
MISIR’DA NE OLDU?- ZAFER YAPICI
Ortadoğu’da önemli bir momentum gözlemleniyor.
Sonradan Arap Baharı olarak adlandırılan süreç diktatör liderlere karşı toplumsal memnuniyetsizliğin bir tezahürüydü, bu anlamda geniş bir tabana dayanıyordu.
Ancak Arap ülkelerinde bu süreçte yaşanan devrimler ile birlikte siyasal İslamcı gruplar güçlerini arttırdılar, iktidara taşındılar. Kısa zamanda da geçmiş dönemlere kıyasla daha diktatör bir çizgiye büründüler.
Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra Mısır’da iktidara gelen Mursi bunlardan biriydi. Müslüman Kardeşler’in biraz rastlantı sonucu devlet başkanı adayı olan Mursi, iktidarının ilk yılı tamamlanmadan anayasal yetkileri tekelde toplama girişiminde bulundu. Mursi aynı zamanda Katar ve Suudi Arabistan gibi Körfez monarşileri ve ABD ile işbirliği halinde Ortadoğu’nun siyasal İslamcı dönüşümünü gerçekleştirme noktasında aktif yer aldı.
Mursi, AKP için de önemli bir stratejik müttefik anlamına geliyordu. 2000’lerin ortalarından itibaren mezhepsel bir Ortadoğu politikasına ve Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanlığına aynı anda yönelen AKP Yönetimi için Mursi’nin Mısır’ı en önemli dosttu.
Onun için Türkiye’de Gezi Parkı olaylarının en hızlı günlerinin yaşandığı Haziran ayında Mısır’da Müslüman Kardeşler’in girişimiyle Tayyip Erdoğan’a destek mitingleri düzenlenmişti. Onun için Tahrir Meydanı’nda kalabalıklar protestolarını arttırınca İstanbul’da “Mursi’yi yedirtmeyiz” gösterileri yapılmıştı.
Evet, Mursi bir askeri ihtilalle devrildi. Ancak Mursi ne sütten çıkmış ak kaşıktı ne de bir demokrasi kahramanı. Biriken kalabalıkları sadece Batı komplosuyla açıklarsınız gerçeği göremezsiniz. Mursi’nin askeri yönetim tarafından devrilmesi meşru görülmeyebilir. Ancak bu müdahalenin gerçekleşmiş olması da Mursi iktidarının geçmişte her yaptığını meşrulaştırmaz, unutturmaz…
* * *
Değerli okurlarım, Mısır’da ihtilali yapanların da cüzdanlarının tıpkı Mursi gibi ABD menşeli kartvizitler ile dolu olduğu anlaşılıyor. Bu durum, Mısır’da ABD’ye ılımlı İslamcıların yerini (en azından şimdilik) ABD’ye ılımlı laiklerin aldığını gösteriyor.
Emperyal ilişkiler düzleminde baktığımızda son tahlilde bir fark görülmüyor. Ancak sürecin Batı ve Arap Birliği tarafından desteklenmesi bir şeyi gözler önüne seriyor: Türkiye, AKP iktidarında siyasal İslamın Batı ile uyumluluğunu gösteren bir örnek olması nedeniyle “yeni rejimi” ile önemliydi. Modelleştirilen şey aslında bu rejim idi. Artık bu modelin bir geçerliliği kalmamıştır…
ABD, uygun koşullarda, kendi çıkarlarına hizmet eden diğer gruplarla da ortaklıklar kurabileceğini göstermiştir.
Böylesine bir ortaklık arayışına girmek, merkez-çevre ilişkisi bağlamında çevre ülkelerde kişiye iktidarı getirir belki ama muktedir olmayı getiremez…
(haber ekspres gazetesi- 08.07.2013) Zafer YAPICI
01 Temmuz 2013
BAŞBAKAN GAZZE’YE GİDERSE…ZAFER YAPICI
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hemen her konuşmasında AKP iktidarında Türkiye’nin gündem yaratma kabiliyetine sahip bir uluslararası aktör biçimini aldığını ifade ediyor. Türkiye’nin aktif dış politikası sayesinde, çevresinde ve uluslararası sistemde hesaba katılması gereken bir güç olarak algılandığını ileri sürüyor.
Değerli okurlarım, AKP iktidarında Türk dış politikasının aktif olduğu doğrudur. Ancak her aktif dış politika otomatik olarak başarılı demek değildir. AKP’nin dış politikası da aşağı yukarı böyledir. AKP kısaca bir “taraf politikası” izlemektedir. Hedeflediği ülkelerde can ciğer kuzu sarması olduğu gruplar olduğu gibi, tam da bu yaklaşımından dolayı düşmanlaştırdığı kitleler de vardır. Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Lübnan’da, Katar’da, Suudi Arabistan’da; Ortadoğu’nun her bölgesinde bu böyledir…
Belki hatırlarsınız. Kasım 2010’da Başbakan Erdoğan’ın Lübnan ziyareti sırasında 150 kişilik bir grup “Hoşgeldin Sultan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin ve dünyanın lideri” ve “Yeni Osmanlılar Lübnan’da” pankartları açmışlardı. Dışarıdan bunu gören biri ilk aşamada olayı AKP iktidarının Türkiye’nin uluslararası saygınlığını arttırmadaki bir başarısı olarak yorumlayabilirdi. Oysa Lübnan’da bu karşılamayı örgütleyen siyasi çevreler ile AKP’nin özelleştirme faaliyetleri arasındaki dolaysız ilişki, karşılamanın aslında bir “ticari ilişki biçimi” olduğunu göstermeye yetmişti. Türkiye’de sultanlaşan Lübnanlılar Tayyip Erdoğan’ı sultan gibi karşılamıştı. AKP, doğal olarak Lübnanlı orta ve düşük gelir gruplarından insanların tepkisini çekti…
Bugünlerde Tayyip Erdoğan’ın Gazze’yi ziyaret edip etmeyeceği tartışılıyor. Gazze’de bilindiği üzere adı tarihi tedhiş eylemleriyle özdeşleşmiş Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olan Hamas hakim. Hamas ile AKP arasındaki bağlantı kuvvetli. Bağlantı o kadar kuvvetli ki Hamas lideri İsmail Heniye, 2010 yılında doğan torununa Filistin konusundaki yaklaşımı nedeniyle başbakan Erdoğan’a bir minnet göstergesi olarak Erdoğan ismini koymuştu. Heniye geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan’a olası Gazze ziyareti ile ilgili iddialı bir tören hazırlığına giriştiğini açıkladı (Sabah, 26 Haziran 2013). Oysa El Fetihli Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, Hamas-El Fetih ayrılığından söz edip, bu görüş ayrılığı sürdükçe Erdoğan’ın Hamas yönetimindeki Gazze’ye gitmesine karşı çıktığını beyan etti (Taraf, 18 Mayıs 2013).
Değerli okurlarım, Hamas’a ihtiyacı olduğu uluslararası meşruiyet AKP aracılığıyla sağlanıyor. Oysa Filistin yönetimini üstlenen El Fetih, Hamas ile sorunlu. Tayyip Erdoğan Gazze’ye giderse, bilin ki Hamas tarafından programlı büyük gösterilerle karşılanacak. Ortadoğu’nun lideri biçiminde sunulacak. Böylelikle hem Hamas, El Fetih karşısında bir zafer imajı yaratacak. Hem de Tayyip Erdoğan iç kamuoyuna Filistin davasını da destekleyen büyük bir dünya lideri biçiminde sunulacak. El Fetih ya baskı ile sürece dahil edilecek ya da devre dışı bırakılmaya çalışılacak.
Büyük ihtimalle, Ankara’nın orta yerinde gündüz vakti, belediye başkanının organize etmekte artık ustalaştığı havai fişek gösterileriyle karşılanacak Erdoğan.
Tüm bunlar ne demek oluyor? Karlı özelleştirmelerle Türk devlet teşekküllerine el koyan, Lübnan’da yönetim çevreleriyle doğrudan bağlantılı zenginlerin hazırladığı törenler mi Türkiye’nin güçlenen imajının göstergesi olacak, yoksa Filistin halkını ikiye bölmeye hizmet eden, El Fetih karşısında Hamas’ı destekleyen AKP politikaları mı?
Başbakan Gazze’ye giderse sultanlar gibi karşılanır. Bu durum Türkiye’de iç kamuoyuna Filistin davasını sahipleniş öyküsü olarak sunulur. Herkes de buna inanır (?).
Oysa gerçekte yapılan tam da İsrail’in ve ABD’nin istediği olur. Çünkü Hamas-El Fetih bölünmesine AKP tarihi bir destek vermiş olur. (haber ekspres gazetesi-01.07.2013)
Zafer YAPICI
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)