22 Şubat 2010

DESPOTİK BİR DEVLETE DOĞRU MU? - ZAFER YAPICI

Yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden bağımsız bir şekilde yetki ve sorumluluklarını anayasaya bağlı kalarak yerine getirmeleri, gerçek demokrasinin yaşamasını sağlar...

Demokrasinin korunmasının; kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve temel insan hak ve özgürlüklerinin güvencesi olan yargı bağımsızlığına bağlı olduğu gerçeğini de başta iktidar olmak üzere herkesin özümsemesi gerekir.

Oysa bugün yürütmenin yasama ve yargı üzerinde gücünü hissettirme girişimleri ile yaşanan tüm olumsuzluklar gösteriyor ki iktidar kuvvetler ayrılığını, hukuk devleti ilkesini ve temel insan hak ve özgürlüklerinin güvencesi olan yargı bağımsızlığını özümseyememiştir. Değerli okurlarım, bu durumun nedeni, iktidara sahip olanların sahip oldukları iktidarı "bireysel güç kaynağı" olarak görmeleridir. "Güç bende, ben istediğimi yaparım" anlayışını sahiplenmeleridir.

Bu anlayışın yarattığı tüm olumsuzluklar ve tehlikeler, tarih boyunca birçok filozof, düşünür ve siyaset adamı tarafından veciz sözlerle aktarılmıştır.

İşte düşünürlerin güç kavramını ve kontrolsüz gücün yaratabileceği tehlikeleri merkeze alan düşünceleri...

"Güç ne kadar fazla ise o kadar tehlikedir." Edmund Burke.

"Güç, gücü kontrol etmelidir." Montesquieu. "Güç söz konusu olduğunda, insanlara hiçbir zaman güvenme ve onları kötülük yapmamaları için anayasaya zincirle bağla." Thomas Jefferson.

"Anayasal Devlet ilkesi, siyasal gücü elinde bulunduran kimselerin bu güçlerini kötüye kullanabileceklerinin varsayılmasını şart koşar." John Stuart Mill.

"Bir gücü sınırlayamasak, o gücün kötüye kullanılmasını da önleyemeyiz." F.A. von Hayek.

"Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin aynı elde toplanması kesinlikle despotik bir devleti ifade eder." Thomas Jefferson.

"Hakların güvence altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda anayasa yoktur." Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi.

"İster babadan oğula, ister atama ve ister seçim yoluyla olsun yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tek bir elde, bir kişinin ve birçok kişinin elinde toplanması tiranlıktır." James Madison.

Ayrıca, Eflatun'un, "Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla bağışlayabilirsiniz. Gerçek trajedi, aydınların aydınlıktan korkmasıdır." sözlerini gerçekleri bilip de bilmezlikten, görüp görmezlikten gelen aydınlara hatırlatmak istiyorum.

* * *

Ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kurtuluş ve kuruluş felsefesiyle kuran Mustafa Kemal Atatürk'ün altın değerindeki sözleri...

"Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidara geçtikten sonra onun gerçek ihtiyaçlarını düşünecek yerde memleketi kendi istediği yolda götüren, laf anlamayan, yetkililerin uyarılarına kulak asmayan, millette mevcut kuvvetleri şahsına bağlamaya çalışan kahraman yüzlü insanlardan hayli zarar görüldü." (1919)

"Özellikle bir milletin yönetiminden sorumlu bulunan yöneticilerin kişisel ihtirasları, kişisel münakaşaları milli ve vatani vazifelerin gerektirdiği yüce duyguların üzerine çıkacak dereceye varmış olan memleketlerde, dağılmaktan ve batmaktan kurtulmak mümkün değildir." (1921)

Değerli okurlarım, AKP'nin sekiz yıla yakın iktidar döneminde demokratik devlet olgusunu hiçe sayarak "güç bende" deyip başta ana muhalefet olmak üzere muhalefetin ve tüm demokratik kitle örgütlerinin görüş ve uyarılarını dikkate almamasına şahit olduk.

Laiklik ilkesini çarpıtmaya çalıştığını ve onun üzerinden yandaşlarına pirim verdiğini, sosyal devleti sadaka devleti haline getirerek hak arayan emekçilerin haklarını görmezlikten geldiğini gördük.

Böyle bir süreçte hukuk devleti ilkesini kendi hukuk anlayışı ile çatışır hala getiren; daha açık bir dille demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini işlevsizleştiren bir zihniyetin Türkiye'yi nereye götürdüğü sorusunu akla getiriyor!...

İktidarın son dönemlerde kurumlara, yasamaya ve yargıya yandaş baskısı uygulayarak gücün kimde olduğunu hatırlatması kuşkumuzu daha da arttırmaktadır. Bu durum ne yazık ki ülkenin rejimini ve geleceğini de tehlike altına sokmaya başlamıştır.
Tehlikelerin neler olduğunu yukarıdaki sözlerle açıklamaya çalıştım.

Umarım AKP iktidarı ve onun başı Başbakan tarihten gerekli dersleri alır ve büyük zorluklarla kurulan demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerine zarar verecek yeni bir girişimde bulunmaz...

Ve asıl gücün yani milli iradenin kendine teslim edilmiş olduğunu ve her istediğini istediği şekilde yapma hakkını kendinde gördüğünü söyleyen Başbakan'a Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözünü hatırlatmak isterim; "Türk milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı esaslar ÔTam Bağımsızlık' ve ÔKayıtsız şartsız Milli Egemenlik'ten ibarettir. Millet bu egemenlikten en küçük bir parçasını bile feda edemeyecektir; gözünü açmıştır. Kayıtsız şartsız tabiriyle açıkça ifade edilen egemenliği, milletin sorumluluğunda tutmak demek, bu egemenliğin en küçük bir parçasını; sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir." (1923)

(Haber Ekspres, 22 Şubat 2010)

16 Şubat 2010

KİMSE HUKUKUN ÜSTÜNDE DEĞİLDİR... - ZAFER YAPICI

" ...Kim bu ülkede hukuk yok zannediyorsa, kim istediği gibi davranabileceğini, kanunsuz girişimlerini çeşitli kılıflara büründürerek meşrulaştırabileceğini zannediyorsa bilsin ki artık o devirler geçti. Bu ülkede hukuk karşısında herkes eşittir. Kimse hukukun üzerinde değildir. Kimse kanunlarca çizilmiş sınırlardan muaf olamaz..."

* * *

Bu sözler "demokratik, laik sosyal bir hukuk devletinde" söylenmesi gereken sözlerdir.

Nitekim Başbakan Recep Tayip Erdoğan da bu gerçeği içine sindirmiş olacak ki bu
sözleri söyleme gereği duymuştur!

Adalet ve hukukun üstünlüğü düşüncesini vurgulayan bu sözlere kimsenin itirazı olmaz, olamaz da...

Ama işin tuhaf ve acı tarafı, Başbakan'ın söylemleriyle eylemlerinin bir türlü uyuşmaması!...

Eğer Meclis'te "görevi ihmal, zimmet, evrakta sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak" suçlarıyla ilgili olarak savcıların, Başbakan dahil olmak üzere milletvekilleri hakkında düzenleyip Meclis'e gönderdikleri fezleke sayısı 608'e ulaşmış ve bu dosyalar dokunulmazlıkların kaldırılmaması nedeniyle yargıya intikal ettirilmemiş ise,

...Ve bu iradeyi Başbakan bilinçli bir şekilde engelliyor ise,

O zaman bir vatandaş olarak; söylemleri ile uygulamaları çok farklı olan bir başbakana nasıl güveneceğiz?....

* * *

· Kim bu ülkede hukuk yok zannediyorsa,

· Kim istediği gibi davranabileceğini zannediyorsa,

· Kim kanunsuz girişimlerini çeşitli kılıflara büründürerek meşrulaştırabileceğini zannediyorsa bilsin ki artık o devirler geçti.

Bunu söyleyen ister Cumhurbaşkanı, İster Meclis Başkanı, ister Başbakan, ister Bakan, ister Milletvekili olsun iğneyi önce kendilerine batırsın!

* * *

Eğer Başbakan, söylemiyle uygulamalarının farklı olmadığı konusunda milli iradeyi ikna etmek istiyorsa öncelikle dokunulmazlıkları kaldırsın.

· Dosyaları olan tüm milletvekilleriyle birlikte yargı önüne çıkıp aklansın.

· Kuvvetler ayrılığı prensibine saygı göstersin.

· Tekelcisinden itfaiyecisine, doktorundan eczacısına, emeklisinden işçisine, köylüsünden çiftçisine, memurundan işsizine, engellisinden kimsesizine, esnafından sanayicisine, bakkalından kasabına bu ülkenin insanlarına kulak versin.

· Yasamayı ve yargıyı yürütmenin baskısından kurtarsın.

· Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini anayasadan çıkartma düşüncesinden vazgeçsin.

· Hukukun ve laik devletin önüne konulan engelleri kaldırsın.

· Devletin saygın kurumlarıyla uğraşmaktan vazgeçsin.

· Demokratik, laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin ulus, laik ve üniter yapısına saygı göstersin.

· Açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşamaya çalışan milli iradeyi oluşturan milyonlarca yurttaşa ekonomiden sağlığa, eğitiminden sosyal alana kadar temel hakları gerçekleştirme yönünde irade sergilesin. Refahı ve huzuru ayırımsız bir biçimde toplumun önüne sunsun ve sosyal devleti ayağa kaldırsın ...

İşte o zaman söylenen sözler ciddiye alınır.

İşte o zaman hukuk devleti adaletin terazisinde yücelir.

İşte o zaman Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenlere güven duyulur.

İşte o zaman çağdaş demokrasiye ulaşılır.

İşte o zaman Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti sonsuza değin yaşatılır...

(Haber Ekspres, 16 Şubat 2010)

YÜRÜTMENİN YASAMAYA BAKIŞ AÇISI - ZAFER YAPICI

Hatırlarsınız...

Yürütmenin başı olan Başbakan 14.12.2009 tarihinde TBMM kürsüsünden Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin'e dönüp, milletvekillerine yönelik olarak "Siz mi susturursunuz yoksa ben mi susturayım?" deme cesaretini kendinde görmüştü.

Bir başka ifadeyle, yasamaya karşı baskı uygulama girişiminde bulunmuştu...

02.02.2010 tarihinde de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Meclis'te yapılan konuşmaların ardından on dakika ara verildiğinde Meclis Başkan Vekili Güldal Mumcu'nun odasına giderek, "...iyi yönetmiyorsunuz, oturumu iyi yönetin, bunun sonunda Meclis'te gürültü çıkar, bu işin sonu kötü olur..." deme cesaretini kendinde gördü.

Tehdit gibi talimatlar vererek hem yasamaya hem de yasamanın başkan vekili olan Güldal Mumcu'ya baskı uygulamaya çalıştı.

Değerli okurlarım, iç tüzüğü çok iyi bildiğini ve meclis başkanlığı yaptığını söyleyerek övünen Arınç nasıl oluyor da 63. maddeyi hatırlamadan, suç olduğunu bile bile, üstelik bir bayan meclis başkan vekilinin odasına (mahremine) gidip tehdit gibi talimatlar vererek korku ve baskı kurmaya çalışıyor?

Bu gücü ve yetkiyi nereden alıyor?

Verilen on dakika arada yaşanan bu olay nedeniyle bir saat gecikmeli başlayan genel kurulda, Meclis Başkan Vekili Güldal Mumcu kendisine yapılan baskının yasamaya yapıldığını başkanlık kürsüsünden açıkladı ve olayı kınadı...

Olay gerçekten vahim.

AKP'nin demokrasi anlayışını netlikle ortaya koyması bakımından da başlı başına önemli.

Değerli okurlarım, bu olayın ardından da AKP'nin demokrasi anlayışının içeriğini ortaya koyan göstergeler Meclis'ten gelmeye devam etti.

Örneğin Başbakan'ın "peygamber krizi" ile ilgili söz alıp kürsüye gelip konuşmaya başlaması ile birlikte ses tonunu ve beden dilini sertleştirdiği bir anda AKP milletvekilleri grup halinde MHP milletvekillerinin üzerine yürüdüler.

Meclis'te darp yaşandı...

* * *

Bülent Arınç'ın bir saat önce Güldal Mumcu'nun odasına giderek söylediği, "...bunun sonunda Meclis'te gürültü çıkar, bu işin sonu kötü olur..." sözleri ve Başbakan'ın kürsüdeki ses tonunun ve beden dilinin sertleşmesi ve sonrasında yaşanan olaylar sizce tesadüf müdür?...

Değerli okurlarım, yürütmenin yargı üzerinde olduğu gibi şimdi de yasama üzerinde kurduğu baskı TBMM'de Başbakan, Bakanlar ve AKP Milletvekilleri tarafından çok açık bir şekilde sergilenmiştir...

İşte, yürütmenin yasamaya bakış açısı!...

* * *

Türkiye nereye götürülmek isteniyor?

Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır?

TBMM'de yaşanan bu olaylar tesadüf olarak mı ortaya çıkmıştır?

Yoksa bir senaryonun gereği olarak mı?

Ne dersiniz?...

(Haber Ekspres, 9 Şubat 2010)

05 Şubat 2010

SOKAK DOSTLARIMIZI VİCDANLARIMIZLA ISITIP DOYURMAK

Değerli okurlarım, havanın soğuk ve yağışlı olduğu bir günde bir yere gitmek için sokağa park ettiğim aracıma yöneldim.

Önce kapıyı açıp aracımın içine oturdum. Tam arabayı çalıştırmak üzereydim ki hafif bir miyavlama sesi duydum.

Sesin arabanın altından geldiğinden kuşkulanıp önce arabanın altına baktım. Kedi
arabanın altında değildi, ancak miyavlama sesi duyulmaya devam ediyordu...

Daha sonra aracımın motor kaputunu açıp içine baktım. Bir de ne göreyim!

Motorun üzerinde bir kedi ve iki yavrusu büzüşerek birbirine yaslanmış, yarı uykulu bir vaziyette hiç kımıldamadan öylece bana bakıyorlar.

Biraz uğraşla onları motordan uzaklaştırdım ve aracıma binip hareket ettim.

* * *

Ya sesin kaynağını öğrenme konusunda ısrarcı olmasaydım? Ya aracımın motor kısmını kontrol etmeden marşa basıp gitseydim?...

* * *

Değerli okurlarım, soğuk ve yağışlı havalarda sokağa çıktığımızda gerek araçların altlarında veya kaporta içlerinde gerekse meskenlerin kuytu yerlerinde büzüşmüş sokak dostlarımızın olabileceğini unutmayalım.

Unutmayalım!... Sokaklar insanların ikamet dışı mekanıyken sadece, hayvanlarının vazgeçilmez evleridir.

* * *

Soğuk ve yağışlı havalarda bizler sıcacık evlerimizde otururken sokaktan kesik kesik gelen havlama, miyavlama ya da derinlerden duyulan kuş sesleri hepimize bir mesaj veriyor aslında.

Unutulan vicdanlara seslenip "hatırlayın bizi" dercesine dert yanıyor!

Sokak hayvanlarının haklarını hatırlatıyor bizlere.

Savunulmayan, önemsenmeyen ancak hep var olduğu söylenen haklarını...

* * *

Hep öyle olur ya.

Sonra birden sokak hayvanlarının sesleri kesiliveriyor soğuğun etkisiyle...

Umuda bel bağlayan boşa çırpınışlar yerini yenilgiyi kabullenmenin getirdiği tarifi imkansız bir bezginliğe bırakıyor.

Bir minik kedi örneğin... Karnı aç, bir kenara büzüşüp ısınmaya çalışıyor
patilerinin üzerinde. Kendi kendine.

Kim bilir ne hissediyor gözlerini ara ara yumduğunda? Ne istiyor?

Belki de bir an için insan olmak geçiyordur içinden kim bilir? İnsanca yaşayabilme hakkı ona tanınmış bir insan. Sıcak bir yuva içinde tok olmak istiyordur mesela.

Aslında o kadar küçüktür ki hayali... Bir o kadar da kolay gerçekleştirilebilir...

* * *

Değerli okurlarım, sizler sokak dostlarımızın bir an için bile olsa sıcacık bir yuvada tok olmak hayalini gerçekleştirmeye, onları vicdanlarımızla ısıtıp karınlarını doyurmaya ne dersiniz?

Öyleyse?...

(Haber Ekspres, 2 Şubat 2010)