27 Aralık 2010
İzmir İl Özel İdaresi Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdi
Değerli okurlarım, İzmir İl Özel İdaresi geçtiğimiz günlerde oldukça önemli gördüğüm bir projeyi uygulama alanına taşıdı.
Bu proje Türkiye'de bir ilk olması bakımından da dikkate değer...
Projenin sloganı şu: "Köylerimizde temiz ve yaşanabilir bir çevre için, Özel İdare ve belediyeler el ele..."
Bu proje, İzmir'e bağlı 24 ilçe ve 597 köyün atık su ve katı atıklarının düzenli olarak toplanması projesi...
Başta insan olmak üzere tüm canlıların temiz bir çevrede yaşamasına katkı sunan bu projeyi İzmir Valisi Cahit Kıraç, İl Genel Meclis Başkanı Serdar Değirmenci (CHP), İl Encümeni, İl Genel Meclisi'nin 93 CHP, 40 AKP ve 3 MHP'li üyeleri ile İlçe Belediye Başkanları bir bütün olarak hayata geçirmişlerdir.
2010 yılı içinde İl Genel Meclis Başkanı Serdar Değirmenci başkanlığında toplanan İl Genel Meclis üyeleri, 4 milyon TL'lik maliyete sahip bu proje için ödenek ayırarak 20 çöp kamyonu, 5 vidanjör, 3632 adeti 400'lük, 1584 adeti 800'lük olmak üzere 5216 adet konteyner alınmasını oy birliğiyle kabul ettiler. Ardından hemen alımlara başlandı.
Alınan bu araç ve gereçler hiç vakit kaybetmeden başta İl Genel Meclis Başkanı ve İl Genel Meclis üyelerinin de katıldığı törenlerle İlçe Belediye Başkanlarına teslim edilmekte.
Örneğin, katıldığım bir devir teslim töreninde Ödemiş Belediyesi'ne 2 adet çöp toplama aracı, 1 adet vidanjör ve 550 adet çöp konteyneri teslim edildi. Bu devir teslim törenleri 24 ilçenin tamamı bitinceye kadar sürecek.
Belediyelere teslim edilen bu araçların yakıt giderleri de İl Özel İdaresi tarafından karşılanacak. Belediye yalnız şoför ve işçi konularında katkı koyarak köylerin atık sularını ve katı atıklarını haftada bir veya iki gün toplayacak.
* * *
İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci devir teslim töreninde yaptığı konuşmanın bir bölümünde, 2011 yılı bütçesinden de bu proje için 4 milyon TL'lik ödenek daha ayırdıklarını ve bununla da en geç nisan ayında 6 çöp toplama aracı, 5 vidanjör ve 1822 konteyner dağıtarak toplam 597 köyün katı atık ve evsel atık sorununu çözmüş olacaklarını söyledi...
Serdar Değirmenci sözlerini şöyle sürdürdü: "İzmir İl Özel İdaresi'nin karar organı İl Genel Meclisi olarak ilimizin; eğitim, sağlık, kırsal kalkınma, tarım, gençlik, spor, çevre, kültür, turizm ve sosyal hizmetlerini halkımıza en üst düzeyde ve eşit olarak sunmak için başta sayın valimiz ve il genel meclisimiz olmak üzere Özel İdare'nin her kademedeki görevlileriyle birlik ve uyum içerisinde çalışmalarımızı özenle sürdürüyoruz. Bu uyumlu çalışmaların sonucunda 2011 yılı bütçemizi 125 milyon olarak belirledik ve İl Genel Meclisi'nde oybirliğiyle kabul ettik. Özel İdare'nin kıt olanaklarını çok yerinde ve dengeli kullanarak, gerçekçi bir bütçe yaptık. Bu bütçede; kırsal kesimin hayat standardını yükseltmek ve sosyal hizmetlere önem vermek önceliklerimiz arasındadır."
İl Genel Meclis Başkanı Serdar Değirmenci 2011 yılı içerisinde yapılacak diğer hizmetleri de şöyle sıralıyor:
· Kırsal kesime hizmet için; Köylere Hizmet Götürme Birliği'ne 18.510.000, tarıma 6.130.000, çöp toplamaya 4.000.000, köy yollarına 3.000.000, çevre ve yerleşik alan düzenlemesine 1.250.000 TL olmak üzere toplam 32.890.000 TL ödenek ayırdık. Bu ödenekle köylerimizin yolları, köprüleri, göletleri, içme ve atık suları da dahil olmak üzere her türlü ihtiyacını karşılamaya çalışıyoruz.
· Sosyal hizmetlere Türkiye'de en çok bütçe ayıran il genel meclisiyiz. 2011 yılında 4.400.000 TL olmak üzere, son 5 yılda toplam 20.825.000 TL ödenekle, kimsesizlere, kimsesiz çocuklara, koruyucu ailelere, yaşlılara çok önemli hizmetler sunuyoruz.
· Eğitime bütçemizin %20'sini ayırdık. 5.906.000 TL ile bu yıl 40 okulu onaracak, 11 okulumuzu güçlendireceğiz. 3.133.000 TL ile temizlik hizmetlerini, 2.250.000 TL ile kamulaştırma hizmetlerini, 5.900.000 TL ile yakacak alımlarını gerçekleştirerek, diğer hizmetlerle birlikte toplam 18.360.857 TL harcayarak İzmir'in eğitim ve öğretim hizmetlerine önemli katkılarda bulunmaya devam edeceğiz.
· Kent Güvenlik Sistemi MOBESE'ye geçmiş yıllarda 4 milyon, bu yıl da 2 milyon ödenek vererek İzmirimizin güvenlik sistemine katkılarımızı devam ettireceğiz. Sağlıkta, sporda, kültür ve turizm alanında katkı vermeye devam edecek, ayırdığımız 6 milyon TL'lik ödenekle iş makine ve araç parkımızı çoğaltacağız.
· İzmir İl Genel Meclisi olarak çevreye ayrı bir önem veriyoruz. Göreve geldiğimiz andan itibaren yaptığımız çalışmalarla köylerimizin çalışmayan arıtma tesislerini onararak ve elektrik borçlarını ödeyerek faal hale getirdik. Ödemiş Gölcük Gölü'nün temizlenmesinden, Gediz Nehri'nin kirlilikten kurtarılmasına kadar her alanda çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
· Çağdaş ve katılımcı bir anlayışla ilimizin değişim ve gelişimine öncülük ederek, doğayı ve çevreyi koruyarak dünya kenti İzmir'i yaratmak için kendi çapımızda önemli katkılar sunmaya devam ediyoruz, edeceğiz.
· Ne yazık ki 125 milyonluk bütçe İzmir'e yetmiyor. Özel idarelerin gelirleri, özgelirleri ve merkezi bütçeden yapılan transferlerden oluşmaktadır. Özgelirlerin oranı yaklaşık % 14.6'dır. Yani geriye kalan % 85.4 merkezi bütçeden gelmektedir. Özel idarelerin yürüttükleri yerel hizmetlerle ilgili kendi özgelirlerini sağlama imkanı tanıyan bir düzenleme hemen hemen yok gibidir. İller Bankası'ndan gelen %1.15 oranındaki pay yetmemektedir. Bu pay arttırılmalı ve o ildeki toplanan vergilerden Özel İdareler pay almalı, TBMM' de bekleyen Belediye ve İl Özel İdaresi Gelirler Yasa Tasarısı bir an önce çıkarılmalıdır."
Değerli okurlarım, bu yasa tasarısı AKP hükümeti tarafından çıkarılır mı bilmem (!).
Ama bildiğim bir şey var. O da Türkiye'de ilk kez uygulanan bu projenin diğer 80 ilimizin Özel İdareleri'nde de benimsenip uygulanması gerektiğidir.
* * *
İl Özel İdaresi'nin karar organı İl Genel Meclisi'dir. İşte o mecliste görev yapan 136 İl Genel Meclis Üyesi, İl Genel Meclis Başkanı'nın başkanlığında toplanarak yukarıda anlatılan tüm kararları almakta ve uygulamaya koymaktadırlar.
Değerli okurlarım, bu yazıyı oylarınızla seçtiğiniz il genel meclis üyelerinin yaşadığınız kente yaptıkları katkıları ve sundukları hizmetleri yansıtmak ve onları tanımanıza yardımcı olmak için yazdım.
Ülkemizde, ilimizde, ilçemizde, mahallemizde ve köyümüzde; daha doğrusu yaşadığımız her yerde bizim ve çocuklarımızın geleceği ile ilgili alınan kararları ve yapılan uygulamaları ne derece takip ediyoruz?
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir yurttaşı olarak kentimizi ilgilendiren bu önemli konularda bilgi sahibi olup görüşlerimizi ifade etmemiz gerekmez mi?...
(Haber Eksperes Gazetesi- 27 Aralık 2010)
20 Aralık 2010
1929'dan 2010'a Yerli Malı Kullanımı ve Tasarruf Dersi... ZAFER YAPICI
Yıl 1929...
Genç Cumhuriyet, bütün dünyada yaşanan ekonomik bunalımın etkilerinden uzak kalamadı.
İhracatın düşmesi, Türk lirasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi ve Osmanlı borçlarına ek olarak devletleştirilen demiryollarının ödemeleri döviz sıkıntısını da beraberinde getirdi.
Bu durum hükümeti yeni arayışlara itti.
Öncelikle 4 Nisan 1929 tarihinde yabancı mallar yerine Türk mallarının kullanılmasını teşvik etmek için " Yerli Mallar Haftası" ilan edildi. Bu bağlamda örneğin İstanbul'da üniversiteli öğrenciler "Yerli Malı Kullanma ve Koruma" mitingi düzenledi.
11 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul Milli Sanayi Birliği'nin düzenlediği "Türk Yerli Malları Sergisi" Galatasaray Lisesi'nde açıldı.
1 Ekim 1929'da hükümet, ithalatı azaltmak üzere lüks tüketim maddelerinin gümrük tarifelerini yükseltti.
* * *
24 Ekim 1929'da dünya ekonomisinde yaşanan durgunluk New York borsasında hisse senetlerinin hızla düşmesine yol açmış, panik havası diğer ülkelere de sıçramıştı.
24 Kasım 1929'da 1 sterlin 1046 kuruşa yükselmişti.
Bu gelişmeler üzerine 4 Aralık 1929 günü Bakanlar Kurulu, Türk parasının değerini yükseltmek ve yerli mallarının kullanılmasını teşvik etmek için alınacak önlemlere ilişkin bir kararname yayımladı.
17 Aralık 1929 günü Bakanlar Kurulu, İş Bankası'nın kuruluş günü olan 25 Aralık tarihini "Tasarruf Günü" ilan etti.
18 Aralık 1929 tarihinde Mustafa Kemal Paşa'nın girişimleriyle "Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti" kuruldu. Gazeteler toplumu tutumlu olmaya ve yerli malı kullanmaya teşvik eden kampanyalar başlattı.
* * *
"Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti'nin" amaçları, Hakimiyet-i Milliye'de şu şekilde yayınlanmıştır:
a- Halkı israfla mücadeleye, hesaplı, tutumlu yapmaya ve tasarrufa alıştırmak,
b- Yerli mallarımızı tanıtmak, sevdirmek, kullandırmak,
c- Yerli mallarımızın miktarını yükseltmeye, metanet (dayanıklılık) ve zerafet itibariyle hariçteki mümasil (benzeri) mallar derecesine getirmeye ve fiyatlarını ucuzlatmaya çalışmak,
d- Yerli malların sürümünü artırmak.
Cemiyet, bu amaçlara ulaşabilmek için üyeler bulacak, konferanslar verecek, yerli malların üretim ve tüketimini teşvik edecek, sergiler ve büyük satış mağazalarının açılması için talep yaratacaktır.
Milli İktisat Cemiyeti'nin tasarruf anonsu da şu şekilde belirlendi:
"Vatandaş! Bugünü değil yarını düşün. Onun için ayağını yorganına göre uzat!
Hesaplı yaşa! Az da olsa para biriktir!"
Bu bildiri o dönemde, caddelerde ve kalabalık yerlerde afiş olarak da sergilenmiştir.
* * *
Ve yıl 2010...
Bugün yurdumda satılan tüm malların içinde yerli malını bulmak, mercekle aramayı gerektiren aşamaya gelmişse...
Ve her geçen gün üretim gücümüzün azaldığı, iş yerlerinin birer birer kapandığı, işsizler ordusunun ve yoksulların çığ gibi büyüdüğü ve cumhuriyetin tüm kazanımlarının ortadan kaldırıldığı net bir biçimde görülürsa...
Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Bakanlar, milletvekilleri, üniversiteler, medya, demokratik kitle örgütleri, kamuoyu...
Gerçekten görevlerini yapıyorlar diyebilir misiniz?
* * *
İşte 1929 yılında görülen cumhuriyet bilincinin sonuçları...
İşte 2010 yılında yitirilen cumhuriyet bilincinin sonuçları....
Bugün daha biliçli olmamız gerekirken 81 yıl öncesinin bakış açısını ve bilinç düzeyini bile yakalayamıyoruz!..
Sahi biz nereye gidiyoruz?...
(Haber Ekspres Gazetesi- 20.12.2010)
13 Aralık 2010
AKP DEMOKRASİSİ(!)- ZAFER YAPICI
Değerli okurlarım, geçtiğimiz günlerde üniversite öğrencilerinin yaptıkları eylemlere güvenlik güçlerinin müdahale ediş biçimine ek olarak iktidar partisi sözcülerinin ve yandaş basın organlarının konuyu ele alış biçimi, "AKP demokrasisi"ni çözümlememizde bir turnusol kağıdı işlevini yerine getiriyor...
* * *
Biliyorsunuz. İstanbul'da gerçekleşen Başbakan'ın rektörler toplantısına karşı tepkilerini ortaya koyan üniversite öğrencileri, akıl almaz bir biçimde dövüldüler...
Bırakınız toplantı alanına, henüz İstanbul il sınırına bile ulaşmadan güvenlik güçlerinin müdahalesiyle karşılaştılar.
Onlarca üniversite öğrencisi yaralandı. Yüzlerce öğrencimiz biber gazına maruz kaldı...
* * *
Bu vahşetin hemen ertesinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde gerçekleşen bir etkinliğe konuşmacı olarak katılan TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP milletvekili Burhan Kuzu yumurtalı protestoya uğradı.
Öğrenciler, cop, tekme, yumruk ve biber gazına karşı tepkilerini taşla, sopayla değil yumurtayla göstermek istediler.
Olay oldu!
* * *
Önce Burhan Kuzu başladı. Burhan Kuzu faturayı Ankara Üniversitesi Rektörü Cemal Taluğ ve Dekan Celal Göle'ye kesti.
Yumurta onların başına patladı.
Ardından artık alıştığımız büyük bir yandaş medya yaygarası başladı.
Bir iki gün önce öğrencilere karşı işlenen şiddetin sorumlusu sanki hükümet değilmiş gibi, AKP, mağduriyet edebiyatına girişti...
Burhan Kuzu ve AKP'nin bazı ileri gelenleri Türk siyasi hayatında klasikleşen söylemleri yinelediler. "Bu kesin Ergenekon işi" diyerek, öğrencileri, varlığı ispat edilememiş bir örgütün provokasyon yapmakla görevlendirilmiş üyeleri olarak sunmak istediler...
Zaman gazetesinden Mümtazer Türköne'nin sözleri de bu bağlamda "AKP demokrasisini" kavrayabilmek için önemli bir gösterge oluşturuyor. Türköne 9 Aralık 2010 tarihli köşe yazısında öğrenci tepkisini tıbbi bir terim olan "patoloji" kavramıyla açıklıyor. Patoloji, "hastalıkla ilgili hücrelerdeki, dokulardaki ve organlardaki yapısal ve işlevsel değişikliklerin tanınması, araştırılması ve incelenmesiyle ilgilenen bilim dalı."
Türköne, eylem yapan gençlerimizi "patolojik vakalar" olarak tanımlıyor. Tedaviye muhtaç bireyler olarak sunuyor.
Onları eylem yapmaya iten fiziksel şiddet dahil şiddet girişimlerini göz ardı ediyor.
Bir gün sonra kaleme aldığı yazıda hem kendi ruh haliyle hem de kendi demokrasi kavrayışı ile ilgili önemli bir patolojik bulgu veriyor...
Bakınız Türköne ne demiş: "Bunlar genç, kanları kaynıyor; şımartırsanız tepenize çıkarlar. Böyle devam ederseniz şimdiden ceplerine taş doldurmaya başlarlar. Bu sefer geri adım atıp hatalarını tamir etmeye çalışacaklar. Ancak şiddete dayalı reklamın tadını aldılar. İlk fırsatta yeniden deneyecekler..."
Yazının başlığı da ilginç... "Bugün yumurta, yarın taş; ya öbür gün...",,
(Biz de buna karşılık şöyle soralım: "Bugün biber gazı-dayak-cop, yarın; ya öbür gün...?")
Kısacası Türköne, tepkilere karşı hükümeti sert tedbirler alma konusunda uyarıyor. Eğer almazsa olayların büyüyüp, "demokrasiye" (!) (AKP demokrasisine) zarar verebileceğini söylüyor!
* * *
Bu arada Başbakan öğrencilerle dalga geçiyor...
Öğrenciler sanki büyük zenginlik içinde.
Şımarmış, parasını çarçur eden züppe takımı...
Diyor ki Başbakan, "bu kadar paranız var madem omlet yapın yiyin"!
Başbakan şu sözleri de söylemeyi ihmal etmiyor: "Harçlarını zaten devlet ödüyor. Neyin eylemini yapıyorlar anlamıyorum."
Öyle değil mi?
Devletten zam almayan memur da, açlığa mahkum edilmiş emekli de, çalışma koşulları iyileştirilmeyen işçi de eylem yapmasın...
Onların maaşlarını da devlet ödüyor... Niye eylem yapsınlar ki?
* * *
Değerli okurlarım. İşte AKP demokrasisi...
Demokrasilerde devlet vatandaşın hizmetinde olur.
Vatandaşın hükümetin emrinde olduğu, söz hakkının bile olmadığı sistemlere demokrasi denmez?
Peki ya ne denir?...
(Haber Ekspres Gazetesi- 13 Aralık 2010)
06 Aralık 2010
Denktaş, İzmir'den uyarıyor!... - ZAFER YAPICI
Yer: DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü/Buca- İzmir.
Konu: AB Müzakere Sürecinde Kıbrıs'ın Önemi.
Konferansın Konuşmacısı: KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş.
* * *
KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş diyor ki:
Biz KKTC olarak Kıbrıs'ta küçük bir azınlık olarak kalmak istemiyorsak;
· Cenevre Görüşmeleri'nde Rumların hem iki taraflı federasyon isteğine hem de 1960 anayasasının değiştirerek baskı ile kabul ettirilmesine olanak tanımamalıyız.
· Girit'in Osmanlı'dan koparılışı Osmanlı ordusunun Girit'i terk etmesi sağlandıktan sonra gerçekleşmişti. Kıbrıs'ta yeni bir Girit Oyunu'nun oynanmasına; Türk askerinin adadan çıkarılmasına izin vermemeliyiz.
· AB'nin kuralları öne sürülerek Rumların KKTC'deki mülkiyet taleplerine ve ardından hem Rum hem de Yunanlıların topraklarımıza yerleşmelerine dikkat etmeliyiz.
· Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB'ye tam üye olarak alınmasından sonra Kıbrıs sorunu zemin değiştirdi. AB de bunu Türkiye'ye karşı bir koz olarak kullanıyor. AB'nin bu politikasına karşı direnç göstermeliyiz.
· ABD, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında adadaki İngiliz üslerini kullanabilir. Bu nedenle ABD'nin "Rumlar bu üsleri rahatsız etmesin" diye Rumlardan yana ağırlık koymasına dikkat etmeliyiz.
Bu önemli hususları bilmeliyiz, uyanık olmalıyız ve tedbirimizi almalıyız!...
* * *
Değerli okurlarım, Cenevre Görüşmeleri'nde baskı ile yukarıda aktarılan tavizler Türk tarafına kabul ettirilir ve KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu da bunu onaylarsa Denktaş'a göre artık Kıbrıs meselesi diye bir mesele kalmayacak. Teslim olunmuş olacak. Türkiye adadan çıkmak zorunda kalacak. Türkler adada sadece küçük bir azınlık olarak yaşamlarını sürdürecekler. Federasyon söylemini sadece Türk tarafını adadan çıkarmak için araçlaştıran Rum tarafı, Türk askerinin adadan ayrılmasının ardından federasyonu hiçbir zaman çalıştırmayacak. Adanın etrafında varlığı ispatlanan önemli petrol rezervleri Rum yönetiminin kontrolünde bir zenginlik kaynağı yaratacak.
Değerli okurlarım, Rauf Denktaş tüm bu olasılıkların önüne geçme yolunu da açıklıyor. Türkiye'nin Rum idaresini meşru hükümet olarak kabul etmediğini net bir dille söylemesi gerektiğini vurguluyor.
Denktaş, bazı devlet adamlarının bunu dile getirdiğini ifade ederek, "Ancak daha sert söylemek gerekiyor. 'Kıbrıs mı, AB mi diye şart koşulursa Kıbrıs deriz' denmiştir. Ancak bunun ciddi olduğunu AB'ye anlatmak lazımdır" diyor.
Denktaş Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci konusunda çok önemli uyarılarda bulunmaya şöyle devam ediyor: "AB Türkiye'yi kapıda tutmak ister, ipleri kesmek istemez. Ancak iplerin kesilebileceğini göstermek lazımdır. Rum idaresi AB üyesi olarak Türkiye'nin tüm girişimlerini veto edecektir. Veto etmesin diye Türkiye taviz verecektir. Böylelikle yavaş yavaş Kıbrıs'a sahip olacaklardır."
Önce limanlar, karasuları, sonra fır hattı ve kıta sahanlığı...
Bir bakmışsınız Kıbrıs bir Yunan adası olmuş...
* * *
Değerli okurlarım, Türkiye'de gündem o kadar sık değişiyor ki...
Bu karmaşa arasında ulusal çıkarlarımızı ve Kıbrıslı soydaşlarımızı ilgilendiren hayati meseleler bir türlü konuşulmuyor, tartışılmıyor.
Hükümet bu konuda ne düşünüyor sorusu yanıtsız kalıyor.
Hükümet, soruna bakış açısı konusunda kamuoyunu ve muhalefeti bilgilendirmiyor.
Dahası sorunu gündeme taşımaktan özenle kaçınıyor.
Oysa KKTC'nin Kurucu Cumhurbaşkanı Kıbrıs'ın gerçeklerini bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, aynı azim ve kararlılıkta yıllardır anlatıyor.
Ya biz, Kıbrıs'ın geleceği tehlikedeyken Kıbrıs için ne yapıyoruz?...
Kıbrıs'ın geleceğinin Türkiye'nin geleceği olduğunun farkına varıyor muyuz?
* * *
Sayın Denktaş, böylesine yaşamsal bir konunun kitlelerin bilgisine sunulmasında basının önemini vurgulamıştı. Ben de bir köşe yazarı olarak kendisini Dokuz Eylül Üniversitesi'nde izledim. Bu yazıyla biraz olsun sorumluluğumun gereğini yaptığıma inanıyor ve Sayın Denktaş'ın ellerinden öpüyorum.
İyi ki varsınız Sayın Cumhurbaşkanım!
( hABER eKSPRES gAZETESİ- 6 aRALIK- 2010)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)