08 Ekim 2012

SURİYE VE SAVAŞ- ZAFER YAPICI

Son günlerde Suriye konusunda önemli gelişmeler yaşanıyor. Suriye topraklarından Türkiye’ye atıldığı iddia edilen top mermilerinin Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde beş canımızı alması Suriye konusunu yeniden gündeme taşıdı. Top mermilerinin Suriye ordusu tarafından atıldığı iddiası Türkiye’de resmi kanallardan açıklandı. Bu konudaki diğer iddia da dikkate değer. Top mermisinin menzili dikkate alındığında Suriye sınırı içinde merminin atılma olasılığının kuvvetli olduğu bölgelerin kontrolü de Özgür Suriye Ordusu’nun yani muhalif güçlerin elinde olması. Bu durum, söz konusu saldırıların muhalif güçler tarafından gerçekleştirildiği iddiasını kuvvetlendiriyor. Ayrıca Suriye ordusunun Türkiye sınırına yakın bölgelerdeki terörist olarak nitelendirdiği unsurlara karşı mücadelesinde bu top mermilerini yanlışlıkla gönderdiği de bir diğer iddia. Bu noktada uluslararası hukuk açısından bir gerçeğin altını çizmekte fayda var. Top mermileri ister Suriye ordusu, ister muhalif güçler tarafından atılsın, isterse de bu işlerde bir yanlışlık olsun, olay Birleşmiş Milletler Anlaşması’na ve uluslararası hukukun diğer normlarına aykırı. Devletlerin toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı BM’nin kurucu ilkelerinin en önemlilerinden... Bu eylem Suriye yönetimi tarafından gerçekleştirilmemiş olsa bile Suriye sınırları içinden yapılan saldırılar Suriye’nin sorumluluğunda. Dolayısıyla uluslararası hukuk düzleminde Suriye’nin sorumluluğu doğmakta… Yürürlükte olan uluslararası hukuk düzenine göre bir devlet ülkesinden diğer devlete yöneltilen saldırı eylemleri elbette hukuka aykırı. Ancak burada oldukça önemli bir ayrıntı var. Söz konusu hukuka aykırılık, o eylemi yapana karşı gerçekleştirilen misliyle mukabele eylemini hukuka uygun kılmıyor. Bir başka ifadeyle, Suriye’nin eylemi nasıl hukuka aykırıysa Türkiye’nin misliyle mukabele şeklinde gerçekleştirdiği karşıt eylemi de hukuka aykırı. Peki, Türkiye ne yapabilirdi? BM Antlaşması çerçevesinde Suriye’ye karşı BM’nin önlemler almasını talep edebilirdi. AKP tarafından seslendirilmeye başlanan bir diğer iddia da Türkiye’nin cevabının bir meşru müdafaa örneği olduğu. Meşru müdafaa kısaca şu demek: Bir devlet tarafından diğer bir devlete karşı bir silahlı saldırı gerçekleşirse, silahlı saldırıya uğrayan devlet saldırıyı defetmek için karşı saldırıya girişebilir. Bu eylemleri bireysel ya da kolektif bir biçimde BM Güvenlik Konseyi gerekli önlemleri alıncaya kadar ve orantılı bir biçimde gerçekleştirilebilir. Bu noktada önemli olan konu neyin silahlı saldırı olarak değerlendirilebileceği. Çünkü ancak silahlı saldırı boyutundaki bir kuvvet kullanımına cevap olan kuvvet kullanımları hukuka uygun. Bu konu muğlak. Yani neyin silahlı saldırı olduğu BM düzeninde yeterince açık bir biçimde tanımlanmamış. Ancak saldırının yüzlerce kişinin ölümü, fiili işgal gibi ağır durumlarla neticelenmesi durumunda silahlı saldırıdan söz edilebiliyor. Dolayısıyla beş kişinin öldüğü bir saldırının BM tarafından bir silahlı saldırı olarak değerlendirilebilecek boyutta görülmeyeceği ve meşru müdafaa hakkı kapsamına alınmayacağı söylenebilir. Değerli okurlarım, tüm bunları niye tartışıyor olduğumuza hala inanamıyorum. Türkiye bugün enerjisini PKK gibi vahim bir güvenlik sorununu çözmeye harcamalıydı. Oysa oldukça tali olan Suriye konusu Türkiye’nin esas güvenlik sorunu biçiminde tanımlanıyor. Bu durum en başta PKK’nın işine yarıyor. Niye Suriye’yle savaşmalıyız, Suriye’yle ilişkiler bir iki sene öncesinde mükemmelken ne oldu da şimdi bitme noktasında sorularının anlamlı bir cevabı hükümet tarafından verilemiyor. Anlaşılıyor ki tüm bu tutarsızlıklar ve dış politika hataları Türkiye’nin Türkiye’den yönetilemiyor olmasından kaynaklanıyor. AKP yönetiminde Türkiye ne için savaşacağını bilmeden adım adım bir sıcak çatışmaya sürükleniyor. Bence bu koşullar altında savaş tamtamları çalmak değil, soğukkanlı bir biçimde barış için mücadele vermek milli çıkarımızı savunmak anlamına geliyor. (Haber Ekspres Gazetesl- 08.10.2012)

Hiç yorum yok: