Sitebank'ın yüzde 100'ü Yunan NovaBank'a, Dışbank'ın yüzde 89.3'ü Fortis'e, Bank Pozitif'in yüzde 58'i Hapoalim'e, Denizbank'ın yüzde 75'i Dexia'ya, MNG Bank'ın yüzde 91'i Bankmed-Arapbank'a, Tekfenbank'ın yüzde 70'i EFG Eurobank'a, Garanti Bankası'nın yüzde 25.5'i GE'ye, Şekerbank'ın yüzde 34'ü Turan Alem'e, Akbank'ın yüzde 20'si Citibank'a, Finansbank'ın yüzde 46'sı NBG'ye, TEB'in Yüzde 42.12'si BNB Paribas'a, Yapı Kredi Bankası'nın yüzde 28.71'i Bank Austria'ya geçti. Böylelikle ülkemiz bankacılık sektöründe toplam yabancı payı yüzde 35'lerin üzerine çıktı...
Bazıları sevindi. Dört bir yandan "çok iyi gidiyoruz ama yetmez, daha çok yabancılaşma" sloganları atılmaya başlandı. Gerçekten bu da yetmedi!
Değerli okurlarım, çok yakın bir zamanda Oyak Bank'ın yüzde 100'ünün ING'ye satılmasıyla bankacılık sisteminde "yabancılaşma oranı" 42'lerin üzerine çıktı. "Çarpık pazar ekonomisi mantığının halka yabancılaşma oranı" ise bu oranla bile kıyaslanmayacak şekilde büyüdü...
Oyak Bank'ın TSK personeli sivil, subay ve astsubaylarının maaşlarından kesintilerle bugünlere kadar geldiği ve tüm subayların bilgilerinin (banka ile ilgili) bulunduğu bir yapı içinde bankanın yüzde 100'ünün yabancılara satılması sizce ne kadar doğrudur? Türkiye'nin geleceği için ne kadar güven vericidir?
AB'yi örnek alanlar
AKP Hükümeti, IMF'ye verdiği sözler doğrultusunda, ulusal bankacılığı güçlendirmek yerine şimdi de Halkbank gibi çok önemli misyona sahip bir bankayı satma sürecini başlatmıştır. Bu süreç devam edecek olursa elimizde kalan üç-beş ulusal bankamız, yabancılara geçen diğer bankalarla rekabet edemeyecek duruma gelecektir. Zamanla onlar da dayanamayacaktır. Oysa ulusal düşünen iktidarlar ulusal bankacılığımızı her alanda güçlendirmelidir. Yoksa stratejik öneme sahip ulusal bankacılığımız elden gitmek üzere...
"Ulusalcı ve halkçı düşünemeyenler" hep sözde AB'yi örnek aldılar "yabancılaşma adına bir şeyler" yaparken! "AB'de şöyle, AB'de böyle, biz de onlar gibi yapmalıyız" dediler. Oysa bakın AB ülkeleri nasıl bir politika izliyorlar bu konuda...
AB ülkeleri kendi ulusal bankalarının yabancı paylarını o kadar titizlikle sınırlı tutuyorlar ki...Bakınız kendi bankalarının yabancı pay oranına: Hollanda yüzde 11, Danimarka yüzde 17, Almanya yüzde 5, İspanya yüzde 10, İtalya yüzde 8, Yunanistan yüzde 20, Fransa yüzde 18. Buna karşılık Türkiye'de bu oran yüzde 42'lerin üzerinde...
Ekonomiye yeni darbe
Değerli okurlarım, AB ülkeleri ulusal bankalarındaki yabancı paylarını "kendi ulusallıklarını" ön planda tutarak sınırlı seviyelerde tutarken, neden biz tüm bankalarımızı elimizden çıkarmaya, yabancılara vermeye çalışıyoruz? IMF ve AB'nin isteklerine boyun eğerek, küreselleşmenin kobay ülkesi haline mi getirilmek isteniyoruz? Madem onların ekonomik durumlarının seviyesine gelmek istiyoruz niye biz de onlar gibi ulusal bankacılığımızı korumuyoruz?
Böyle devam ederse ve Halk Bankası da satılırsa Türkiye ulusal bankacılık sistemi neredeyse tamamen yabancıların eline geçmiş olacak. Hatta Türkiye Bankacılık Birliği'nin başına da yabancıların geçmesi an meselesi olacak. Bu açıkça ulusallıktan uzaklaşmadır. Türkiye'nin geleceği için önemli tehlikelerden biridir.
Türkiye'de başta KOBİLER olmak üzere ulusal sanayiyi destekleme konusunda son derece önemli bir misyonu bulunan, Türkiye sanayinin en detaylı ve kapsamlı bilgilerine; "bilgi kasalarına" sahip olan Halk Bankası'nı "özelleştirmek/yabancılaştırmak" ulusal ekonomiye ve bankacılık sektörüne vurulacak bir diğer büyük darbedir.
Avrupa'da KOBİ'lerin kredi pastalarından aldığı pay yüzde 45'ler düzeyinde iken, Türkiye'de bunun sadece yüzde 8 olduğu bir sistemde, özelleştirildikten sonra Halk Bank'ın yerini diğer bankalarla, hele yabancı bankalarla doldurmak kesinlikle mümkün değildir.
Bağımsızlılığı kaybetmemek
İşte CHP'nin 2007 seçim pusulasında yer alan ve Halk Bankası ile ilgili vaatleri: "Halk Bankası'nın, esnafın ve KOBİ'lerin faaliyetlerini destekleyen, kredi ve finansman olanakları yaratarak onların sağlıklı büyümelerine ve teknolojik yapılanmalarına katkı sağlayan bir yapıya kavuşturulması şarttır. Halk Bankası'nın yönetiminde kamu kontrolü korunmak kaydıyla, bankanın esnaf ve KOBİ'lere yönelik güçlü bir ulusal ihtisas bankası olarak etkin ve özerk bir yapıda görevini yapmasının şartları yaratılacaktır."
Son zamanlarda her bankanın sokak başlarında kredi kartları dağıtması, kredi kartıyla çok uzun vadeli satışların başlaması, satılan bu malların çoğunun da ithal mallar olması bizleri "tüketici toplumu" olmaya yöneltmekte. İşte bu üretmeden tüketmeyi teşvik eden bankacılık zihniyetiyle ulusal ekonomi, ulusal sanayi, ulusal tarım, ulusal düşünce sistemi, ulusal üretim, ulusal egemenlik yok olmak üzere...Mantık tıpkı 1838 yılında imzalanan Balta Limanı Anlaşması'nın mantığı. Yiten yine bağımsızlık!
Taşlar yerinden oynamasın
1855'te İngiltere ve Fransa ile yapılan bir anlaşma ile iki devletten 5 milyon sterlin borç alınmıştı. Bu borcu Osmanlı'nın ödeyememesi sonucunda borcun ana para ve faiz karşılığı olarak tuz, tütün, damga ve balık avı gelirlerine el konulmuştu. Daha sonra da bu gelirlerin toplanması yabancıların elindeki Düyun-u Umumiye İdaresi'ne bırakılmıştı.
Başımızdaki bu derde Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı ile son verildi!
Bir ülkenin bankalarını ele geçirmek o ülkenin parasına hükmetmektir. Parasına hükmetmek demek; tüm üretim güçlerine hükmetmek ve yön vermektir.
İşte bugün Türkiye'de bankacılık sektöründe oynanan emperyalist oyunlar bunlardır. Ekonomik özgürlüğü olmayan bir ulusun diğer özgürlükleri de yoktur. "Ulus Devlet-Üniter Devlet-Laik Cumhuriyet", Atatürk Türkiyesi'nin kuruluşunun temel yapı taşlarıdır... Bu temel taşları yerinden oynatacak politikalara Türk milleti olarak asla müsaade etmemeliyiz.
22 Temmuz'da önümüze sandık konulacak. İşte Türkiye'nin binlerce gerçeğinden sadece biri. Karar sizin...
Gerçekler ayrıntılarda gizlidir, ayrıntıları görmek elinizde...
Güzel günler görmek umuduyla...
(Haber Ekspres, 26 Haziran 2007)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder