28 Ocak 2009

ARTÇI DALGA...-ZAFER YAPICI

Dalgalar; bitmek bilmeyen dalgalar...

Dalgaların sadece Ergenekon dalgaları olduğunu sananlar yanılıyor.

Bu dalga başka dalga...

Bu dalga "artçı dalga"...

Ancak bu dalgayı da yaratan kişi bir savcı.

* * *

Kısaca anlatıyorum.

Olay 12.01.2009 pazartesi günü bir ilçemizin ilköğretim okulunda meydana geliyor. Okulun fen bilgisi öğretmeni derse girdiği sekizinci sınıfta, öğrencilerin gürültü yapması üzerine öğrencilerle bir tartışma yaşıyor. Bu tartışmadan dolayı hayli üzülen öğretmen, okul içi prosedürü hiçe sayarak ilçenin Cumhuriyet Savcısı olan eşine üç öğrencisi tarafından tehdit edildiğini söylüyor. Savcı olan eşi de bu durum karşısında meslek gerekleri ile duygusallığı birbirine karıştırarak, okul yönetimi ile irtibata geçmeden ve gerçekleri anlamadan emniyeti harekete geçiriyor. "Savcılık talimatıyla" yedi polis, üç ilköğretim öğrencisini karakola götürmek için okula gidiyor. Okul müdür yardımcısı, üç öğrenciyi polise vermeyip söz konusu öğrencilerin velilerine haber veriyor. Okula gelen veliler ve öğretmenler çocukların gözaltına alınmasını engelleyemiyorlar ve 14.45'de derslerin sona ermesinin ardından polisler üç öğrenciyi karakola götürüyor. Karakolda ifadeleri alınan üç öğrenci, daha sonra savcılığa sevk ediliyor. Burada da ifadeleri alınan üç öğrenci hakkında hukuksal işlem başlatılıyor. Saat 14.45 de alınan öğrenciler saat 19.00 civarında salıveriliyor...

***

Değerli okurlarım, öğretmenlik kutsal bir meslektir. Bu kutsallık öğretmenin bilgi ve daha da önemlisi sevgi verme sorumluluğundan kaynaklanır. Her zorluğu sevgi ile aşma mücadelesidir öğretmenlerimizin yaptığı.

Bir öğretmenin, okul içinde, öncelikle okul idaresinin çözmesi gereken bir konuyu savcı eşine götürüp çözmeye çalışması doğru bir yol olabilir mi? Böyle bir davranış öğretmenliğin kutsallığıyla bağdaşır mı?

Öğretmenin bu davranışı sınıfındaki, okulundaki; hatta diğer okullardaki öğrenciler ve veliler üzerinde şüphesiz bir korku ortamı yaratmıştır. İstenilen bu olmasa bile, sonuç budur. Daha ilköğretim okulunda okuyan çocuklarımızı yaptıkları bir hatadan dolayı karakolla, savcıyla tanıştırıp onların o küçük yüreklerine korku salmak doğru bir davranış biçimi değildir. Onların geleceklerini korku üzerine kurmalarına yol açmak öğrencilerimize, çocuklarımıza; aslında ülkemize yapılacak en büyük kötülüktür.

Oysa öğretmenin görevi öğrencilerini kurallara bağlı olarak yetiştirmektir. Savcının görevi de hukuku eksiksiz uygulamaktır...

* * *

Değerli okurlarım, yeni bir dalgada sıranın kendisine gelebileceği endişesini taşıyan insanlarımız, ülkesinin sorunlarını bile tartışmaktan ürker duruma geldi.
Telefonda ya da tanımadığı kişilerin bulunduğu ortamlarda konuşmaktan çekinen; soluğu evinde ve televizyonun başında alan yurttaşlarımız tedirginlik içindedirler.

Bu tedirginliği az da olsa yaşayan ama o korkuyu içinde hissetmeyen; gençliğin vermiş olduğu cesaretle yoluna devam eden öğrencilerimizi etkiledi bu okulda yaşananlar.

Artçı dalga, "korku toplumunun" yaş ortalamasını düşürdü bir başka ifadeyle...

Onlar büyüklerden farklı suç iddialarıyla karşılaştılar. Ancak yargılanmadan aynı cezayı çektiler.

Aynı duyguları, aynı korkuları, aynı heyecanı ve endişeyi yaşadılar; hissettiler.

* * *

Cumhuriyetin okullarında, cumhuriyetin öğrencileri cumhuriyetin öğretmenleri tarafından özgür birey-yurttaşlık bilinci içinde yetiştirilmelidir. Öğretmenlerimiz, başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ün öğretmenleri oldukları bilincini yitirmemelidirler.

Çocuklarımızı Mustafa Kemal Atatürk'ün gençliği olarak görmek istiyorsak onları korkak değil cesur; ürkek değil atılgan; hakkını arayan ve kendine güvenen kişiler olarak yetiştirmemiz gerekir.

Türkiye'nin ilerlemesinin tek yolu budur!

(Haber Ekspres, 27 Ocak 2009)

Hiç yorum yok: