24 Şubat 2009

UYANIK OLMAK...-ZAFER YAPICI

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel ilkeleri şöyle özetlenebilir:

* Atatürk milliyetçiliğine bağlı devlet ilkesi: Anayasamızın 66. maddesinde "Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı bulunan herkes Türktür" denmek suretiyle din, dil ve ırk farkı gözetmeksizin devlete vatandaşlık bağıyla bağlı bulunan herkes Türk olarak tanımlanarak "Atatürk Milliyetçiliğine bağlı devlet" anlayışı benimsenmiş olmaktadır.

* Demokratik devlet ilkesi: Halkın devlet yönetimine katılması esasına dayanan devlet demektir. Anayasamız demokratik devlet ilkesini kabul etmiş olduğu içindir ki, siyasi partileri, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olarak görmektedir.

* Laik devlet ilkesi: Din ve devlet işlerini birbirinden ayıran devlettir. Anayasamızın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti "laik" bir devlettir der. O halde devlet işleri ile din işleri birbirinden ayrıdır; devletin resmi dini yoktur, devlet işleri dini bir temele oturtulmamıştır.

* Sosyal devlet ilkesi: Anayasamızın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin "sosyal bir devlet" olduğu açıkça ifade edilmiştir. Sosyal devlet, fertlerin sosyal durumlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir hayat düzeyi sağlamayı, sosyal adalet ve sosyal güvenliği gerçekleştirmeyi ödev bilen devlettir. Sosyal devlet ilkesini gerçekleştirmek için ulusal gelirin toplum bireyleri arasında adaletli bir biçimde dağıtılmasını sağlayacak iktisadi tedbirleri almak; vatandaşlara insan haysiyetine yakışır, asgari bir yaşayış düzeni sunabilmek için gerekli sosyal yardım önlemlerini geliştirmek gerekmektedir.

* Hukuk devleti ilkesi: Hukuk devleti, vatandaşlara temel hak ve hürriyetleri tanıyan, yürütme organlarının ve idare makamlarının hukuka bağlılığını sağlamak suretiyle vatandaşlara "hukuki güvenlik" bahşeden devlettir. Hukuk devletinin gerekleri; temel hakların güvenceye bağlanması, yasaların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi, yasaların genel olması ve yönetimin hukuka bağlılığının sağlanmasıdır. Hukuk devleti ilkesinin en önemli gereklerinden biri, kuşkusuz, kuralları uygulayacak, devlet işlerini yürütecek olan yönetimin hukuk düzenine bağlı olmasının sağlanmasıdır.

Anayasada belirtilen bu ilkeler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel yapıtaşları, ülkenin birliğinin ve dirliğinin sigortalarıdır. Önümüzdeki günlerde; yani yerel seçimlerden sonra AKP iktidarı Anayasa değişikliğini gündeme getirecek. Büyük bir olasılıkla Anayasa'nın 4. maddesini ve temel ilkelerini işlevsizleştirme yolunda girişimler yapacak. Tıpkı geçtiğimiz dönemlerde olduğu gibi...

Değerli okurlarım, yukarıda aktardığım ilkelerden birinin bile anayasadan çıkartılması, zarar görmesi veya işlevsizleştirilmesi çağdaş devlet anlayışını zedeler. Bu durumda toplumun devlete güveni aşınmaya başlar. Devletin milli, laik ve üniter yapısı tehlikeye girer.

Bu temel ilkeleri demokrasi ortamında korumak, kollamak ve yüceltmek sizin, bizim, hepimizin görevi olmalıdır.

* * *

AKP altı yıldır iktidarda. Devletin hangi temel ilkesine kuvvetler ayrılığı prensibine bağlı kalarak sahip çıktı?...

Atatürk milliyetçiliğine bağlı devlet ilkesine mi? Demokratik devlet ilkesine mi? Laik devlet ilkesine mi? Sosyal devlet ilkesine mi? Hukuk devleti ilkesine mi?...

...Hangisine?

Değerli okurlarım, Türk ulusunun birer ferdi olarak bizler bu duruma nasıl geldik; bizleri bu duruma kimler getirdi diye sormuyor muyuz?

Bu durumdan nasıl çıkacağımız hakkında akıl yürütmüyor muyuz?

Haklısınız. Her muhalif sözün cezalandırılmaya başlandığı, politik yaşamın tektipleştirilmeye çalışıldığı bir süreçteyiz.

Cumhuriyetin ilkeleri teker teker aşındırılırken, bu gidişata direnen kesimlerin sessizleştirilmek istendiği aşikar...

Cumhuriyetin temel ilkelerinin işlevsizleştirilmesi ve kuvvetler ayrılığı prensibinin çiğnenmesi, şimdiye kadar iktidarın baskıcı, korkutucu, susturucu ve yasa tanımaz güç gösterileriyle çakıştı.

Şimdi ise anayasa değiştirilerek "yasal yollardan" (!) aynı hedeflere ulaşılmak isteniyor.

Bu nedenle yeni bir anayasa söylemi karşısında dikkatli olmamız gerekiyor.
Çünkü anayasal değişiklikler, demokratikleşme ve çağdaşlaşma yolunda kurucu etkilere sahip olabilecekleri gibi; demokrasinin tasfiyesi, tekelci bir yönetim anlayışının kurumsallaşması gibi gerici adımları meşrulaştırmak üzere de kullanılabilir.

Siyasal iktidarın iç mantığı ve güncel politik uygulamaları, anayasal değişiklikten yahut topyekün bir anayasa değişikliğinden ne sonuç çıkabileceğinin ipuçlarını tüm açıklığıyla sergiliyor.

Bunun için, önümüzdeki yerel seçimler, sadece yerel yöneticilerin seçilmesinden çok daha büyük bir anlam ifade edecek. Toplumsal bilinç düzeyinin bir göstergesi de olacak.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ilkeleri bağlamında gidişatın sağlıklı olmadığı ortada...

Uyanık olmak, yerel seçimlerin yereli aşan önemini kavramak ve oylarımıza sahip çıkmak, bu gidişata dur demek anlamına gelmez mi?

(Haber Ekspres, 24 Şubat 2009)

17 Şubat 2009

ÇOCUKLUK... - ZAFER YAPICI

Bazen çocukluğu yaşamımızın önemsiz bir ayrıntısı gibi görürüz. Erişkinliğe ulaşma sürecinde zorunlu ve geçici bir evre olarak tanımlarız.

Haklıyızdır ilk bakışta.

Çünkü “yetişkin mantığımız” şunları söyler: Hangi devleti ya da en basitinden bir şirketi, bir çocuk yönetmiş ki? Ya da hangi savaşı bir çocuk çıkartmış? Çocukların seçimlerde oy kullandıkları nerede görülmüş?...

Çocukları, erişkin değerlerimize dayanarak önemsizleştirmeye hazırdır bilincimiz kısacası…


* * *

Bazen onları da kategorilere ayırırız. Ataerkil bir yapıda yetişmişsek özellikle…

Çocuk bir anda önemlileşir sürpriz bir biçimde. Ancak sadece erkek olduğunda!

Erkek çocuk, çocuk olduğundan değil, geleceğin otorite kaynağı olacağından dolayı değer kazanır.

Erkek çocuğun temel kimliği; çocukluğu elinden alınır. Kimliksizleşir.

Kız çocuğa zaten yoksunluk kalmıştır.

* * *

Hani çocuktur der, önemsemeyiz ya…

Bu sözü söylerken aslında hem çocuklarımıza hem de çocukluk günlerimize; yani kendimize ve “bir zamanlar” taşıdığımız değerlere haksızlık yapmış oluruz.

Oysa çocuklar dünyanın en saf varlıklarıdır. Üstelik en büyük psikologları…

Ayırımsız her çocuk doğaldır. Cesurdur. Olduğu gibi görünür göründüğü gibi olur. Sözünü esirgemez; açık sözlüdür. Çıkarı, hileyi, yalanı-dolanı, takiyeyi bilmez.

İnsana hiç olmazmış gibi geliyor ama bugün ülkemizi yönetenler de bir zamanlar çocuktular. Onların da tertemiz duygu ve davranışları vardı.

O çocuklar bugün hakim oldular, savcı oldular. Cumhurbaşkanı oldular, başbakan oldular. Bakan oldular, milletvekili oldular. Vali oldular, kaymakam oldular...

Devleti yönetir oldular…

Yönetir oldular da ne oldu? Çocukluklarının o tertemiz duygu ve davranışlarını görev aldıkları devlet yönetimlerine taşıyıp, ülkeyi geliştirip güzelleştirdiler mi?

Dürüstlüğe bağlı kaldılar mı? Yolsuzluğu, yoksulluğu, işsizliği ve krizleri çözdüler mi?... Ya da bu sorunları çözmeyi gerçekten istediler mi?

Rüşveti, adam kayırmayı, üçkağıtçılığı üretmediler mi?

Doğallık yerini yapaylığa, cesurluk yerini korkaklığa bıraktı. Olduğu gibi görünen göründüğü gibi olanlar, oldukları gibi görünmemeye göründükleri gibi olmamaya başladılar. Sözünü esirgememe, susmaya dönüştü. Çıkarı, hileyi, yalanı, dolanı, takiyeyi benimseyen bir anlayış ortaya çıktı…

Neden insanlar büyürken, çocukluklarının o tertemiz duygularını ve davranışlarını kendileriyle beraber büyütüp her gittikleri yere taşıyamıyorlar? Neden?...

Eğer yönetenler, çocukluklarının o tertemiz değerlerini kendileriyle beraber büyütüp devlet yönetimine yansıtmış olsalar idi, halkımız bugün mutlu olarak geleceğe emin adımlarla yürüyor olacaktı.

Tıpkı, Mustafa Kemal Atatürk’ün döneminde olduğu gibi.

Mustafa Kemal Atatürk; kurtuluşu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, ilkelerini ve devrimlerini, kendisiyle beraber büyüttüğü çocukluk ve gençlik değerleri üzerine inşa etti.

Onun için Mustafa Kemal Atatürk, Bursa Söylevi’nde ve Gençliğe Hitabesi’nde Türkiye Cumhuriyetini; doğal, cesur, olduğu gibi görünen göründüğü gibi olan, sözünü esirgemeyen, açık sözlü, çıkarı, hileyi, yalanı dolanı, takiyeyi bilmeyen, çocukluk değerlerini yitirmemiş yurtsever genç beyinlere emanet etti.

Onun için çocuklara, dünyanın hiçbir yerinde benzeri olmayan bir bayram hediye etti.

Bugünün yönetenlerinin çocuklarına bakıyoruz. İş dünyasında “durmak yok yola devam” diyorlar. Küçük yaşlarda şirketler yönetip, ortaklıklara girişiyorlar. Babalarının teşvikleri, destekleri, çabalarıyla, neredeyse çocukken çocukluk değerlerini yitiriyorlar.

* * *

Değerli okurlarım bugün Türk milleti olarak neden Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetine sahip çıkmıyoruz? Yoksa yurttaşlar olarak biz de mi tıpkı bizi yönetenler gibi çocukluk değerlerimizi yitirip başkalaştık?

Mustafa Kemal Atatürk’ten öğreneceğimiz çok dersler var; çok…

Halk olarak çocukluğumuzda sahip olduğumuz ve şimdi de çocuklarımızda varlığına şahit olduğumuz o tertemiz değerlerden alacağımız çok dersler var çok…

…En çok da AKP iktidarının ve zihniyetinin alacağı dersler var…

(Haber Ekspres, 17 Şubat 2008)

10 Şubat 2009

TÜRKİYE'NİN GERÇEĞİ: YOKSULLUK! - ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, ülkemizde açlık sınırının altında 10.9 milyon, yoksulluk sınırının altında 52.3 milyon kişi yaşıyor.

Her gece bir milyon kişi yatağa aç giriyor.

Özelleştirme ve ekonomik kriz nedeni ile fabrikalar kapanıyor.

Ekonomik krizin esas yükünü işçimiz, memurumuz, esnafımız, köylümüz, çiftçimiz, sanayicimiz, dulumuz, yetimimiz ve şehit ailelerimiz çekiyor.

Bu koşullar altında, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan "Küresel ekonomik krizin Türkiye'ye etkilerini azaltmaya yönelik yeni tedbirler alınacak... Firmaların işçi çıkarmaması için 'işsizlik yardımı' gibi bir takım yardımlarda bulunulacak" sözünü vermişti.

Bu sözün ne şekilde uygulamaya aktarılacağı kısa sürede ortaya çıktı.

* * *

Geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliği uyum sürecinin zorlamasıyla Kyoto İklim Protokolü, Meclis'te onaylandı. Bu nedenle siyasal iktidar, şu aralar bedava kömür dağıtımına ara vererek sadaka politikasında ufak bir değişiklik yapıyor.

Kyoto nedeniyle "şimdilik" arka plana itilen bedava kömürün yerine yeni sadaka araçları öne çıkarılıyor.

İşte bu noktada Maliye Bakanı'nın; firmaların işçi çıkarmaması için "işsizlik yardımı" gibi bir takım yardımlarda bulunulacağı sözüyle gerçekte neyi kastettiği ortaya çıkıyor.

Görülüyor ki bakanın işsizlik yardımından kastı, sektörel düzeyde bir destek değil. Yandaş işadamlarının yahut işletmelerin teşviki!

* * *

Tunceli'de yaşananlar bu yandaş teşviki politikasının bir kanıtı...

Geçen hafta Tunceli Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (SYDV) tarafından vatandaşlara yaklaşık 2.5 milyon TL değerinde beyaz eşya yardımı dağıtıldı.

Dağıtılan beyaz eşyaların sadece iki firmadan alındığı; firma sahiplerinden birinin AKP Tunceli il teşkilatında yönetici olduğu, diğerinin de AKP ile dolaylı bağlantılarının bulunduğu açıklaması Tunceli Sanayi Odası'nca yapıldı.

Yani, sadece yandaş firmalar ve o firmalarda çalışan işçiler koruma altına alındı Tunceli'de. Valilik eliyle...

Böylelikle Unakıtan'ın "işsizlik yardımı" sözünün ne anlama geldiği ortaya çıktı.

* * *

Kalitesiz kömür ve gıda maddelerinin yerini bu defa; çekyat, televizyon, çanak anten, elektrik süpürgesi, halı, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın, bulaşık makinesi, şofben, soba aldı.

Devletin olanaklarıyla yandaş firmaların ekonomik sorunlarına çözüm bulundu. Hatta yeni zenginler yaratıldı.

Ya Türkiye'deki diğer firmalar, diğer sektörler ve onların çalışanları?...

Örneğin, otomotiv, tekstil, inşaat gibi sektörler ve bu sektörlerin çalışanları nasıl ayakta kalacak?

Onların da krize yenilmemeleri için valilikler kanalıyla otomobil, elbise ve ev mi dağıtılması gerekir?...

Çözüm bu mudur?

* * *

Değerli okurlarım, böyle bir anlayışla devlet yönetilir mi? Yoksullukla, işsizlikle böyle mi mücadele edilir? Bağımlılık ve beklenti yaratılarak ekonomik atılımlar gerçekleşebilir mi? Dış, iç siyasi ve ekonomik krizleri kendi çıkarları için fırsata dönüştürmeyi hedefleyen bir zihniyet, krizlerle gerçekten mücadele edebilir mi? Bu gidiş doğru bir gidiş mi? Bu gidişe dur demek gerekmez mi? Bu gidişin dönüşü olmadığını söylemek gerekmez mi? Krizi bile parti çıkarı için fırsata dönüştürmeyi hedefleyenlere "yeter artık" demenin zamanı gelmedi mi?

Yerelden başlayarak genele kadar devam edecek bu süreci çok iyi görmeliyiz. Tüm bu gelişmeleri göz önüne alarak çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini düşünmeliyiz. Onun için de sosyal devlet anlayışını kendine şiar edinmiş, Kemalist, sosyal demokrat CHP'yi yerelde ve genelde iktidar yapmalıyız.

Çünkü Türkiye'yi AKP zihniyetinden kurtaracak tek partinin CHP ve tek programın CHP programı olduğu ortaya çıkıyor...

* * *

İşte size bir örnek.

Cumhuriyet Halk Partisi'nin bünyesinde Ankara Milletvekili Nesrin Baytok başkanlığında bir grup siyasetçi, teknokrat, akademisyen ve uzmanlardan kurulan Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu, Türkiye'nin sorunlarına çözüm önerileri üreten bir dizi rapor geliştirdi. Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu'nun en son raporu yoksulluk konusunda. Bu raporda, ülkemizde yaşanan yoksulluğun boyutları, yoksulluğu besleyen ekonomik ve sosyal alt yapı, yoksulluğun ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal vb. alanlardaki yansımaları irdelenmiş. Yoksulluğun giderilmesine yönelik sosyo-ekonomik politikaları bir bütünlük içinde ele alan kapsamlı çözüm önerileri ortaya konmuş.

Tamamı 127 sayfa olan yoksulluk raporu yedi bölümden oluşuyor.

"Her aileye sigorta" ve "her yoksul aileye vatandaşlık hakkı ödemesi", "sıfır açlık", "ekonomik sorunları üretimi arttırma yoluyla çözme" programları CHP'nin çözüm önerilerinden sadece birkaçı.

Şimdi AKP iktidarına sormamız gerekmez mi, sizin de sadaka kültürü dışında yoksulluğa çare bulacak bir raporunuz, bir projeniz, bir politikanız var mı?...
Eğer varsa; neden şimdiye kadar uygulamaya koymadınız?...

Eğer yoksa CHP'nin 127 sayfalık bilimsel verilere ve çözüm önerilerine dayanan yoksulluk raporunu okuyup Türkiye'nin gerçeklerini öğrenebilir, yoksulluğa gerçekten merhem olabilirsiniz...

* * *

Değerli okurlarım, AKP, oy karşılığında kömür, gıda ve beyaz eşya vb dağıtarak halka verdiği balıkla yoksulluğu geçici olarak erteleme ve böylelikle siyasi çıkar sağlama arzusunda.

CHP ise sosyal devlet ilkesi doğrultusunda ayrımsız her yurttaşa balık tutmayı öğreten ve yoksul kesimleri korumaya yönelen politikalar üreterek yoksulluğu kalıcı olarak yenme arzusunda...

İşte AKP ile CHP arasındaki fark...

(10 Şubat 2009, Haber Ekspres)

03 Şubat 2009

YARDIM KÖMÜRLERİ YAŞAMI TEHDİT EDİYOR! - ZAFER YAPICI

Başbakan Erdoğan bedava dağıtılan kömürler için ne diyordu: "Ananızın sütü gibi ak olan bu kömürü yakın kardeşim..."

Denetimden geçmeyen kalitesiz kömürlerin insana, çevreye ve doğaya verdiği/ vereceği zararları göz önünde bulundurmayan iktidar ve belediyeler; başta Ankara olmak üzere yurdun dört bir yanında yaşayan yoksul, işsiz ve çaresiz insanlara zehir dağıtıyor...

AKP zihniyetinin oy almak ve iktidarını devam ettirmek için halka dağıttığı sadaka kültürünün sembolü kalitesiz kömürlerin kükürt oranı binde 35. AB standardı ise binde 9. Arsenik oranı 543 PPM. AB standardı ise 200-400 PPM.

Bu yüksek oranlar karşısında bazı yetkililer Ankara'da arsenik oranının binde 35 değil binde 6 olduğunu ifade ediyorlar. Bilimsel verilere bakmadan, insanların
gözlerinin içine baka baka takiye yapıyorlar...

İzmir'de su örneklerinin arsenik taşıdığını diline dolayan AKP zihniyeti, 25.12.2008 tarihi itibariyle (belediyeler hariç) 1.592.021 tona ulaşan bedava kömürlerin başta Ankara olmak üzere havaya yaydığı yüksek kükürt ve arsenik miktarını nasıl izah edecektir? Kendi eliyle dağıttığı zehri, bu topluma karşı nasıl savunacaktır? İzmir Büyükşehir Belediyesi kısa zamanda arıtma tesislerini kurarak sudaki arsenik sorununu çözdü. Ya siz; iktidar ve belediyeler olarak milletin vergisini kullanarak kendi elinizle dağıttığınız kalitesiz kömürlerin havaya bıraktığı aşırı kükürt ve arsenik sorununu nasıl çözeceksiniz? O kentlerde yaşayan herkesin soluduğu ve yaşam hakkını tehdit eden kükürtlü ve arsenikli kirlenmiş havayı nasıl yok edeceksiniz? İnsanların yitirdiği/yitireceği sağlıklarını onlara nasıl geri vereceksiniz? Ya da bunların ötesinde Kyoto Sözleşmesi'ne sözde desteğinizle uygulamalarınız arasındaki çelişkiyi dünyaya ve Türkiye'ye nasıl izah edeceksiniz?...

Bu sorunlar, AKP zihniyetinin yarattığı sadaka veren devlet anlayışı ile değil demokratik, laik, sosyal hukuk devleti anlayışını benimsemekle ve anayasaya bağlı kalmakla çözümlenir.

Anayasa'nın 56. maddesi der ki: "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir".

Hükümet olarak sizin göreviniz, beğenseniz de beğenmeseniz de yürürlükte olan anayasanın hükümlerini yerine getirmek değil midir?

* * *

Değerli okurlarım, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin (ODTÜ) yaptığı incelemeye göre Ankara'da dağıtılan yardım kömüründeki arsenik miktarının, dünyada görülen en yüksek düzeye ulaştığı ortaya çıktı.

ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semra Tuncel, başkentte dağıtılan kömürlerle ilgili analiz sonuçlarını açıkladı. Prof. Tuncel, "Yardım kömüründe bulunan arsenik miktarı dünyada literatüre geçmiş en yüksek miktar olan 410 PPM'nin çok üstünde. Kömürdeki arsenik miktarı 530 PPM düzeyinde çıktı ki bu daha önce görülmemiş, dünyada görülmemiş bir düzey" dedi. Sorumluluğun kömürü "bedava" dağıtanlarda olduğunu söyleyen Prof. Tuncel, "Kendi koydukları standartların altında kalitede bir kömürü üstelik bedava dağıtıyorlar. Kömür şirketlerini en sıkı kurallarla denetliyorlar ama kendi dağıttıkları kömürü denetlemiyorlar" diyerek tepkisini dile getirdi.

* * *

Değerli okurlarım, başbakanın vatandaşa ananızın ak sütü gibi helal diyerek dağıttığı kömürün yarattığı hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki sonuçları şunlar:

Akciğer kanseri, bronşit, kronel bronşit, raşitizm, eklem romatizması, kalp hastalıkları, göz yanmaları, nefes darlığı, aşırı derecede ihtiyarlama belirtileri...

Suç işleme oranında artış, sinirlilik, ruhsal bozukluklar...

Çeşitli tozların vücuttaki birikiminden doğan iştahsızlık neticesinde vücut direncinin zayıflaması.

Kan zehirlenmesinin başlaması. Bu durumun hamile kadınlarda daha yoğun gözükmesi nedeniyle hamile kadınların düşük ihtimalinin artması.

Çeşitli tozların terle birleşip deri dokusunun üzerindeki delikleri kapamasıyla deri solunumunun engellenmesi (hava kirliliğinden dolayı vücutta solunum zorluğu başlaması)

* * *

Bu saydıklarımız yardım kömürlerinin insan üzerindeki etkilerdir.

Ya diğer canlılarda; doğada yarattığı etkiler?

"İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın. Devlet'i yaşat ki, insan yaşasın" sözü ne kadar anlamlı; ne kadar doğru...

* * *

Değerli okurlarım, en kutsal hak yaşam hakkıdır. Bu nedenle devlet imkanları kullanılarak gerçekleştirilen bu yaşam hakkı ihlaline bir an önce son verilmelidir.

(Haber Ekspres, 3 Şubat 2009)

01 Şubat 2009

DÜNYA LİDERİ OLMAK...-ZAFER YAPICI

Son günlerde "dünya liderliği" kavramı, Türk siyasetinde sıkça konuşulan bir kavram oldu. Bu nedenle dünya liderliği sıfatının kimleri nitelemede kullanılabileceğini ifade etmek bizlere farz oldu.

Aşağıdaki sözler, bir dünya lideri hakkında dünyanın çeşitli milletlerine ait kişilerce söylenmiş sözler. Sadece bir uygarlık alanından değil, farklı ekonomik, sosyal, dinsel, etnik vb. kategorilerden kişiler tarafından söylenmiş sözler...

Her sözde sıralı noktalarla ile ifade edilen bir boşluk göreceksiniz. Boşluğa, o cümleye uygun gördüğünüz lideri yerleştirin ve kimlerin dünya lideri sıfatını taşıyabileceğini bulun. Dilerseniz bir de boşluklara, cümlelerin ruhuna en uzak olduğunu düşündüğünüz liderleri yazın. Böylece kimin dünya lideri sıfatını asla taşıyamayacağını da bulun.

İşte size çok kolay bir bulmaca.

* * *

......, diğer önderlerde görmeye alışmadığımız şu değerli nitelikleri kişiliğinde toplamış bulunuyor: alçak gönüllülük, yeterlilik ve başarı.

......öyle bir insandır ki, hayali değildir. İstediğini bilir, bildiğini yapar, yapamayacağı bir şeyi de istemez.

......, eski, yıpranmış bir toplumdan yepyeni, güçlü bir millet yaratmış, eşsiz kişiliğiyle kendini herkese saydırmıştır.

....... gibi insanlar bir nesil için doğmadıkları gibi belli bir devre için de doğmazlar. Onlar önderlikleriyle yüzyıllarca milletlerin tarihinde hüküm sürecek insanlardır.

...... yalnız kahraman olmakla kalmamıştır. O, aynı zamanda insanlığın da en büyük evladı olmuştur.

......, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir devrimci olmuştur.

Kelimenin tam anlamıyla bir yapıcı ve yaratıcı olan ......, dünya haritasında memleketine yepyeni bir sınır çizmiştir.

...... dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. O, bütün bir tarihin seyrini değiştirmiştir.

.......'ün yaratıcı ruhunun ve ateşli yurtseverliğinin harekete geçmemiş olduğu hiçbir alan yoktur.

...... tarihte teşkilatçı bir dahi, bir milletin harikalar yaratan yöneticisi ve memleketinin kurtarıcısı olarak kalacaktır.

Bir milleti, uçurumun kenarından sarsılmaz azmiyle kurtaran, kuvvetlendiren, yükselten yöneticiler arasında ......, en birincisidir.

....... başardığı işler mucize ve harika kabilindedir. Birkaç yıl içinde memleketinde yaptığı devrimler, birkaç yüzyılda gerçekleştirilmeyecek işlerdir.

Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamının ismini hak edecektir. ....... bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekası ve kudreti kendisini, yendiği alın yazısının önüne getirmiştir.

......, milletine bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir.

Çelik gibi azim ve gayreti, uzağı gören akıl ve hikmetle birleşmiş olan bu gerçek halk önderi ve devlet adamı; ...... Anadolu dağlarının en uzak ve ıssız köşesindeki köylere bile başka bir ruh aşılamıştır.

İnsanlığın bütün belirtileri .......'te kendini hemen gösteriyor.

...... vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak devlet gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi.

......, kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir diktatör değil, gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandı.

* * *

Değerli okurlarım dünya liderliği; kararlılık, tutarlılık, yurtseverlik ve barış adamlığıyla kazanılan bir sıfattır. Kuru gürültüyle, medya yağcılığıyla, terörist hamiliğiyle, sömürü ortaklığıyla, diktatörlük özentisiyle değil!

İşte bu yüzden tüm dünya milletleri, Mustafa Kemal Atatürk'ü bir dünya lideri olarak tanımlamakta birleşmişlerdir. Yukarıdaki sözler, farklı milletlerden kişiler tarafından Mustafa Kemal Atatürk için söylenmiştir!

* * *

Tarihte kendini dünyanın lideri sanan birçok kişi de olmuştur; doğru.

Ancak bunlardan hiçbiri, dünyanın uzlaşıyla kabul ettiği bir dünya lideri olamamıştır.

Kendini dünyanın lideri olarak ilan eden liderler iki gruba ayrılabilir.

Birinci grup liderler işgal, sömürü ve hatta terör gibi yollarla; yani zor kullanarak kendilerini dünya lideri olarak sunma çabasına girmişlerdir. İkinci grup liderler ise kişisel egoyu tatmin etme ve popülizm yapma amacıyla...

İki gruba dahil edilebilecek liderlerin de gerek tarihçilerin gerekse dünya milletlerinin nezdinde itibarları hep zayıf olmuştur.

Birinci grup liderleri, tarih ve dünya milletleri "nefretle" anar. İkinci grup liderler ise tarihçiler ve uluslararası kamuoyu tarafından genellikle "alay" konusu yapılır.

* * *

Kısacası dünya lideri sıfatına sahip olabilmek öyle kolay değildir! Maazallah, kendini dünya lideri sanıp sonunda alay konusu olmak da vardır.

(Haber Ekspres, 1 Şubat 2009)