17 Şubat 2009

ÇOCUKLUK... - ZAFER YAPICI

Bazen çocukluğu yaşamımızın önemsiz bir ayrıntısı gibi görürüz. Erişkinliğe ulaşma sürecinde zorunlu ve geçici bir evre olarak tanımlarız.

Haklıyızdır ilk bakışta.

Çünkü “yetişkin mantığımız” şunları söyler: Hangi devleti ya da en basitinden bir şirketi, bir çocuk yönetmiş ki? Ya da hangi savaşı bir çocuk çıkartmış? Çocukların seçimlerde oy kullandıkları nerede görülmüş?...

Çocukları, erişkin değerlerimize dayanarak önemsizleştirmeye hazırdır bilincimiz kısacası…


* * *

Bazen onları da kategorilere ayırırız. Ataerkil bir yapıda yetişmişsek özellikle…

Çocuk bir anda önemlileşir sürpriz bir biçimde. Ancak sadece erkek olduğunda!

Erkek çocuk, çocuk olduğundan değil, geleceğin otorite kaynağı olacağından dolayı değer kazanır.

Erkek çocuğun temel kimliği; çocukluğu elinden alınır. Kimliksizleşir.

Kız çocuğa zaten yoksunluk kalmıştır.

* * *

Hani çocuktur der, önemsemeyiz ya…

Bu sözü söylerken aslında hem çocuklarımıza hem de çocukluk günlerimize; yani kendimize ve “bir zamanlar” taşıdığımız değerlere haksızlık yapmış oluruz.

Oysa çocuklar dünyanın en saf varlıklarıdır. Üstelik en büyük psikologları…

Ayırımsız her çocuk doğaldır. Cesurdur. Olduğu gibi görünür göründüğü gibi olur. Sözünü esirgemez; açık sözlüdür. Çıkarı, hileyi, yalanı-dolanı, takiyeyi bilmez.

İnsana hiç olmazmış gibi geliyor ama bugün ülkemizi yönetenler de bir zamanlar çocuktular. Onların da tertemiz duygu ve davranışları vardı.

O çocuklar bugün hakim oldular, savcı oldular. Cumhurbaşkanı oldular, başbakan oldular. Bakan oldular, milletvekili oldular. Vali oldular, kaymakam oldular...

Devleti yönetir oldular…

Yönetir oldular da ne oldu? Çocukluklarının o tertemiz duygu ve davranışlarını görev aldıkları devlet yönetimlerine taşıyıp, ülkeyi geliştirip güzelleştirdiler mi?

Dürüstlüğe bağlı kaldılar mı? Yolsuzluğu, yoksulluğu, işsizliği ve krizleri çözdüler mi?... Ya da bu sorunları çözmeyi gerçekten istediler mi?

Rüşveti, adam kayırmayı, üçkağıtçılığı üretmediler mi?

Doğallık yerini yapaylığa, cesurluk yerini korkaklığa bıraktı. Olduğu gibi görünen göründüğü gibi olanlar, oldukları gibi görünmemeye göründükleri gibi olmamaya başladılar. Sözünü esirgememe, susmaya dönüştü. Çıkarı, hileyi, yalanı, dolanı, takiyeyi benimseyen bir anlayış ortaya çıktı…

Neden insanlar büyürken, çocukluklarının o tertemiz duygularını ve davranışlarını kendileriyle beraber büyütüp her gittikleri yere taşıyamıyorlar? Neden?...

Eğer yönetenler, çocukluklarının o tertemiz değerlerini kendileriyle beraber büyütüp devlet yönetimine yansıtmış olsalar idi, halkımız bugün mutlu olarak geleceğe emin adımlarla yürüyor olacaktı.

Tıpkı, Mustafa Kemal Atatürk’ün döneminde olduğu gibi.

Mustafa Kemal Atatürk; kurtuluşu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, ilkelerini ve devrimlerini, kendisiyle beraber büyüttüğü çocukluk ve gençlik değerleri üzerine inşa etti.

Onun için Mustafa Kemal Atatürk, Bursa Söylevi’nde ve Gençliğe Hitabesi’nde Türkiye Cumhuriyetini; doğal, cesur, olduğu gibi görünen göründüğü gibi olan, sözünü esirgemeyen, açık sözlü, çıkarı, hileyi, yalanı dolanı, takiyeyi bilmeyen, çocukluk değerlerini yitirmemiş yurtsever genç beyinlere emanet etti.

Onun için çocuklara, dünyanın hiçbir yerinde benzeri olmayan bir bayram hediye etti.

Bugünün yönetenlerinin çocuklarına bakıyoruz. İş dünyasında “durmak yok yola devam” diyorlar. Küçük yaşlarda şirketler yönetip, ortaklıklara girişiyorlar. Babalarının teşvikleri, destekleri, çabalarıyla, neredeyse çocukken çocukluk değerlerini yitiriyorlar.

* * *

Değerli okurlarım bugün Türk milleti olarak neden Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetine sahip çıkmıyoruz? Yoksa yurttaşlar olarak biz de mi tıpkı bizi yönetenler gibi çocukluk değerlerimizi yitirip başkalaştık?

Mustafa Kemal Atatürk’ten öğreneceğimiz çok dersler var; çok…

Halk olarak çocukluğumuzda sahip olduğumuz ve şimdi de çocuklarımızda varlığına şahit olduğumuz o tertemiz değerlerden alacağımız çok dersler var çok…

…En çok da AKP iktidarının ve zihniyetinin alacağı dersler var…

(Haber Ekspres, 17 Şubat 2008)

Hiç yorum yok: