Değerli okurlarım, 28 Şubat 1997 tarihinde iktidardaki Refah Partisi'nin ordudan aldığı uyarı Milli Görüş içindeki ayrımı büyütmüştü.
Nihayet 2001'de hareket içindeki "yenilikçi kanat" ayrılarak AKP'yi kurdu.
AKP 2002 genel seçimlerinde % 34,4 oy aldı.
2004 yerel seçimlerinde % 40,1'e ulaştı.
Tayyip Erdoğan Milli Görüş hareketinden ayrılığını göstermek için en başından beri "muhafazakar demokrasi" kimliğini kullandı.
AB'ye katılımdan, çok kültürlülükten söz etti.
ABD'nin desteğini alırken IMF'nin önerdiği yapısal dönüşüm programını sürdürme vaadinde bulundu.
Tüm bunlar sadece iktidar olmak için merkeze doğru hareket etme ve siyasal meşruiyeti ülke dışında arama yönünde pragmatik adımlar değildi. Aynı zamanda Milli Görüş hareketi içinde yeni sağ ekonomik politikalardan yana işadamı sınıfının gelişmesinin de sosyolojik sonucuydu.
AKP buna paralel bir biçimde geliştirdiği ezilmişlik söylemi ile kendilerini ezilmiş olarak algılayan kesimlerin de partisi haline gelebildi.
AKP, parti programında bir taraftan sosyal adalet yönünde hedefler ortaya koyuyordu. Ancak diğer taraftan müteşebbisleri teşvik etmek üzere genel bir önlem olarak vergi oranlarının düşürülmesini öneren her sağ parti gibi AKP de vaat ettiği sosyal hedefin mali kaynağını zayıflatmayı planlıyordu.
AKP'nin ekonomi politikası halkın çoğunluğunun refahına yansımadı. AKP genel olarak düşük gelir gruplarının değil, destekçisi olduğu İslamcı kapitalist sınıfın çıkarlarını savunan bir parti haline geldi.
Örneğin,
1. IMF'nin yönlendirdiği yapısal dönüşüm programının parçası olarak kırsal üreticiden çekilen destek önceki dönemlerden daha da büyük boyutlarda devam ediyor.
2. İşsizlik artıyor. Ancak işsizliğin artması da Yeşil Sermaye'nin istediği bir ortam aslında. Böylelikle düşük emek maliyetli bir ekonomik düzen yaratılıyor.
3. Mayıs 2003'te esnek iş saatleri ve geçici istihdam gibi önerileri kapsayan ve otuzdan az işçi çalıştıran işletmeleri iş güvenliğinden mahrum bırakan yeni iş yasası kabul edildi. Böylelikle işçilerin iş güvenliğinden bile yoksun bırakıldığı bir düzen kurulmaya çalışıldı.
4. Sendikaların muhalefetine rağmen özelleştirmeler yapılıyor.
5. İşverenler tarafından sendikalaşmaya karşı yürütülen saldırılar karşısında hükümet sessiz.
6. Küresel piyasada rekabet adına grevlerin hükümet kararlarıyla ertelenmesi gerçekleşti.
7. Vergi yükü giderek alt kesimlerin üzerine kaydırıldı. Doğrudan vergi, gelir üzerinden alınan ve gelirin belirli bir yüzdesine karşılık gelen vergiydi. Dolaylı vergi ise gelir düzeyi gözetilmeden tüketimden alındığı için dolaylı vergilerin yükü nüfusun çoğunluğunu oluşturan gelir düzeyi düşük kitleler üzerindedir (Örneğin ekmekten, yumurtadan, benzinden alınan vergi). Dolaylı vergilerin payı 1980'de %37'ydi, 1990'da % 48, 2000'de % 60. AKP'nin iktidara geldiği yıl % 66'ya çıkmıştı. AKP bu adil olmayan politikayı sürdürdü. İstikrarlı biçimde artan dolaylı vergilerin payı 2005'te % 73 oldu. Günümüzde % 80'i geçti.
8. Üstüne üstlük AKP zengin kesimin harcama kalemlerinde dolaylı vergiyi düşük tuttu. Örneğin pırlantanın KDV'si sıfıra inerken birçok temel besinin KDV'si % 18 olmayı sürdürüyor.
9. Giderek alt sınıflardan toplanır hale gelen vergiler alt sınıflar için giderek daha az kullanılır hale geldi. Örneğin AKP eğitime yeterince kaynak ayırmamakta. Eğitim, AKP iktidarı süresince gittikçe daha fazla paralı hale geldi. Sağlık alanında ticarileşme eğilimi artmakta. Sağlığın sadece parası olanın kullandığı bir hak olduğu bir sistem adım adım kurulmakta. Sağlık sigortaları işlevsizleştirilmekte.
Sonuçta AKP'nin ülke içinde dayandığı toplumsal sınıf yeşil sermayedarlar. Peki AKP, oy aldığı diğer kesimlerin kendine bağlılığını nasıl sağlıyor? AKP'nin bu noktada kullandığı iki araç var.
1. Sadaka kültürü: AKP sosyal devlet anlayışını sadece söylemde dile getiriyor; garantilenmiş bir sosyal güvenlik mekanizmasından ise uzak duruyor. Sadece iktidarda olmanın avantajını kullanarak bir sosyal yardım mekanizması işletiyor. Böylelikle yoksul kitleleri kendine bağlıyor. Bu mekanizmanın başarısı seçici olmasına bağlı. Partiye bağlılıklarını ispat eden kitleler yardımdan daha fazla pay alabiliyorlar. Böylelikle sistem sürüyor. Toplumsal patlamaların önüne geçiliyor. Ayrıca zengin hayırseverliği kavramı, sosyal güvenlik sisteminin bir yan unsuru olarak kullanılıyor. Sosyal adalet, hayırseverin iyi niyetine terk ediliyor. Hayırsevere, hayırı alanın minnet duyması sağlanıyor. Böylelikle hayırsever sermaye sahibinin çıkarına olan düzene hayır alan kitlenin oy desteği sürekli hale geliyor. Bir anlamda AKP, fakirleştirilmiş kitlelerden aldığı desteği, bu kitleleri fakirleştirerek kendine bağlamasına borçlu.
2. Din/kimlik siyaseti: AKP, savunduğu ekonomik düzenin sürekliliğini sağlamak için din faktörünü de sıklıkla kullanıyor. Fakir kesimlerin itaati, ekonomi dışı alanlarda üstün sadakat odakları inşa edilerek yapılıyor. Böylelikle toplumun ekonomi düzlemli tepkilerin bir patlamaya yol açması bir başka araçla engellenmiş oluyor. Bu demek oluyor ki, sadaka kültürü ve din/kimlik siyaseti AKP'nin sınıf politikasını sürdürebilir kılan emniyet sübapları.
Sonuç olarak AKP yarattığı/büyüttüğü "bir kısım" sermayenin ekonomik çıkarlarını gözetirken, yoksul kitlelerin oy gücüne dayanıyor. Aynı zamanda Batı'nın da istediği bir ekonomik düzeni; neoliberal düzeni şimdilik sürdürebilir kıldığı için Batı'nın da desteğini alabiliyor.
Sizce de bu düzen nereye kadar sürdürülebilir sorusu, üzerine düşünmeye değer bir soru değil mi?...
(Haber Ekspres, 4 Nisan 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder