15 Kasım 2010

Ya demokrasinin ekonomik boyutu Sayın Başbakan? - ZAFER YAPICI


Demokrasinin üç boyutundan birisi olan ekonomik boyutu yani ekonomik demokrasi, ülkede yaratılan değerlerden adil bir biçimde yararlanmak olarak tanımlanabilir. Ekonomik demokrasi sayesinde:
- Gelir dağılımındaki adaletsizlikler giderilebilir,
- Sömürünün yarattığı eşitsizlikler ortadan kaldırılabilir.

Değerli okurlarım, eğer bugün ülkemizde gerçek bir demokratik düzen kurulamıyorsa, bu durumun en önemli nedenlerinden biri ekonomik yapıdaki çarpıklıklardır.

Örneğin asgari ücretin 599 TL olduğu bir ülkede açlık sınırı 860 TL, yoksulluk sınırı 2.801 TL ise,16 milyon kişi yoksulluk sınırının, 550 bin kişi açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veriyorsa,2011'in ocağında en düşük BAĞ-KUR tarım emeklisinin aylığı ancak 434 liraya, en düşük BAĞ-KUR esnaf emeklisinin aylığı 574 liraya, en düşük SSK işçi emeklisinin aylığı 710 liraya ve en düşük SSK tarım emeklisinin aylığı 555 liraya yükselecek ise, 4,5 Milyon kişinin kart batağında, 4 milyon gencin de evde oturuyor olması,Ve 4.7 milyon kişi de işsiz konumundaysa... ...Bu ülkede demokratik düzenden söz edilebilir mi?....


* * *


Değerli okurlarım, burada bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Ekonomik demokrasi olmaksızın siyasal ve hukuksal demokrasiden söz etmek aldatmacadan başka bir şey değildir. Bir ülkede demokrasi var deniliyor ise o ülkede siyasal, ekonomik ve hukuksal (hak ve özgürlükler-insan hakları konularında) demokrasinin eksiksiz uygulandığı anlaşılmalıdır. Peki neden demokrasinin ekonomik boyutu bu denli önemli? Çok basite indirgeyerek izah edelim: Ekonomik özgürlüğü olmayan insanlar uygulamada diğer özgürlükleri kullanamazlar. Diğer özgürlükleri kullananlar ekonomik özgürlükleri olanlardır. Daha doğrusu, cebi dolu olanlardır. Örnek mi istiyorsunuz; hemen vereyim: · İnsanların yaşam hakkı var ancak en basit hastalıklar için bile çaresiz durumdalar. Toplumumuzun önemli bir kısmının ne doktora gidecek, ne de ilaç alacak parası var.

İnsanların eğitim hakkı var ama parasızlık yüzünden milyonlarca genç okuma zorluğu içinde; ne yapacaklarını bilemiyor.
- Konut edinme hakkı var ancak milyonlarca insanın parasızlık yüzünden başlarını sokacak bir konutu yok.
- Çalışma hakkı var ama çalışacak iş alanları yaratılamıyor, yok...

* * *

Değerli okurlarım, ekonomik demokrasi konusunda anahtar konuma sahip olabilecek bir kurum olan Ekonomik ve Sosyal Konsey de ne yazık ki hükümet tarafından işlevsizleştiriliyor.
Başbakanın başkanlığını yaptığı ve sendika-sivil toplum örgütü temsilcilerine de yer verilen ve üç ayda bir toplanması gereken Ekonomik Sosyal Konsey üç yıldır toplanamıyor!Bir türlü toplanamayan Ekonomik ve Sosyal Konsey'in görevleri nelerdir?
Toplumdaki ekonomik ve sosyal birimlerin, hükümetin ekonomik ve sosyal politikalarının oluşturulmasına katılımlarını sağlamak, hükümet ile toplumsal kesimler arasında ve toplumsal kesimlerin kendi aralarındaki uzlaşma ve işbirliğini güçlendirecek çalışmalar yapmak...
Oluşturduğu görüş, öneri ve raporları hükümete, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne, Cumhurbaşkanı'na ve kamuoyuna sunmak, görüş bildirilirken uzlaşılan ve uzlaşılamayan hususları ayrı ayrı belirtmek...
O zaman Sayın Başbakan'a şu soruyu sormamız gerekmez mi?
Neden bu konseyi toplayıp ekonomik ve sosyal konularda kararlar almıyorsunuz?...
Eğer bu konseye gerek yoksa o zaman siz hükümet olarak ekonomik ve sosyal konulara eğilip milletimizi neden rahatlatmıyorsunuz?... Ekonomik ve sosyal yapıdaki bu çarpıklığın sorumlusu kim?...

* * *

Değerli okurlarım, ekonomik demokrasinin yerleşebilmesi için sosyal-devlet anlayışının kurumsallaşması kaçınılmazdır. Sosyal devletin her alanda fırsat eşitliği sağlaması, anayasal hak ve özgürlüklerden her bireyin yararlanması için devletin tüm olanaklarını seferber etmesiyle mümkündür. Neo-liberal iktisat politikalarını baş tacı yapıp, iktidarlarında devlet yapılanmasını bu yönde dönüştürenler, her yurttaşımızın ekonomik özgürlüğünün olmamasını bir avantaj olarak görmüşler, siyaseti oy verme sürecine indirgeyerek topluma kapatmışlar, seçimlerde oy satın alma alışkanlıklarını sürdüregelmişlerdir. Bu davranış biçimi başarılı sonuçlar verince, sosyal devlet anlayışını dışlayan iktidarlar, alt gelir gruplarının ekonomik özgürlüklerini kazanabilmeleri için gerekli desteği vermemişler; halkımızın ekonomik sorunlarını görmezlikten gelmişlerdir. Hala da bu anlayışı sürdürüp gitmektedirler. Bundan dolayı siyasette aşırı profesyonelleşme, şirketleşmeye (parasal baskı gücü) doğru gitmektedir. Oysa, devlet yönetimi, şirket yönetimi değildir. Devlet yönetiminde yahut siyasi düzlemde kullanılan yöntemler, şirket yönetimi yöntemlerine indirgenemez, indirgenmemelidir! "Ekonomik demokrasi"yi dışlamayan gerçek bir demokrasi (!) gereği, sosyal devlet anlayışı kurumsallaşmalıdır. Bir hikaye ile anlatmak istediğimizi daha da somutlaştıralım: Padişah bir gün büyük gürültü ile yatağından fırlar. Pencereden bakar. Bir çocuk avazı çıktığı kadar "gevrek, gevrek..." diye bağırmaktadır. Padişah saraydakilere gevrekçi çocuğun sesinin kesilmesini emreder. İkinci gün, üçüncü gün aynı şekilde çocuk bağırmakta, padişah onun sesiyle uyanmaktadır. Padişah en sonunda vezirini çağırtır ve durumu ona anlatır. Padişah ertesi günü iple çeker ve sabah erkenden pencerenin önünde çocuğu beklemeye koyulur. Bir süre sonra çocuk, çok kısık bir sesle "gevrek" diyerek görünür. Padişah merakla vezirini çağırtıp, vezire: "Ne yaptın da çocuğun sesini kıstın?" deyince, vezir: "Padişahım, cebinde ne kadar parası varsa aldım. Onun için sesi çıkmıyor" der.
İşte benim söylemek istediğim! Ekonomik özgürlüğü şu veya bu şekilde elinden alınan insanların sesi kısılır. Sosyal yaşantıları, toplumsal tepkileri yok olur. Bunu avantaj bilen siyasi çıkarcı gruplar, çoğu zaman kendilerinin değil, devletin olanaklarının seferber edildiği sözüm ona sosyal yardımlaşma girişimleriyle, bir koli yiyeceğe olabildiğince çok oy satın almak için uygun toplumsal koşulları bulurlar. Vatandaşlar, hizmet edilecek insan kategorileri değildir onlara göre. Tebaadırlar! Yardım dilenenler; karşılığında oy ve hayır duası verenlerdir!
Bu fırsatçılardan kurtulmanın tek yolu Atatürk ilke ve devrimlerini; bu devrimlerin iç bağlantılarının doğal sonucu olan "sosyal devlet" anlayışını savunan, "Türkiye'nin terörden barış, yolsuzluktan dürüstlük, yozlaşmadan gerçek değerler, işsizlikten kalkınma ve yoksulluktan refah üretmek zorunda olduğunun" bilincinde olan ve bu düşüncelerin kurumsallaşması için çaba sarf eden siyasi yapılanmayı kucaklamaktır. Halk olarak siyasetin "nesnesi" değil, "öznesi" olmak için gayret etmektir. Fırsatçıların tuzaklarına düşmemek umuduyla...

( Hber Ekspres Gazetesi- 15 Kasım 2010)

Hiç yorum yok: