18 Eylül 2011

ERDOĞAN’IN ‘ARAP BAHARI’ ZİYARETİ VE TÜRK MEDYASI- ZAFER YAPICI


Türk medyasında garip şeyler oluyor.
Tayyip Erdoğan’ın Tunus, Mısır ve Libya ziyaretlerinin medyaya yansıyış biçimi oldukça ilginç ve öğretici…
Önce AKP yandaşı medyaya bakalım. AKP yandaşı basının ziyaretler sırasında yaşananları büyük başarı biçiminde aktardığı görülüyor.
Bu gayet olağan. Zaten AKP yandaşı medya, söz konusu psikolojik operasyonları yürütmek için devlet olanaklarıyla yoktan var edilmemiş miydi?
Yeni Şafak gazetesi örneğin, Erdoğan’ın ziyaretlerine Arap halklarının ilgisini, birkaç gün önce gerçekleşen İngiltere ve Fransa liderlerinin Libya ziyareti ile kıyaslamış. Manşet şu: “Ezip Geçti”. Şöyle diyor Yeni Şafak: “Boş meydanlara konuşan Fransa ve İngiltere liderlerinden sonra Trablus’a inen Başbakan Erdoğan’a gösterilen samimi ilgi Türkiye’nin farkını ortaya koydu.”
Zaman gazetesi de aynı kıyas üzerinden Erdoğan’ın ziyaretini büyük başarı biçiminde gösteren şu manşeti atmış: “Sarkozy’ye Yüz Vermediler, Erdoğan’ı Coşkuyla Karşıladılar”.
İki gazete de bu büyük coşkunun örgütlenmesi için Dışişleri Bakanlığı fonlarından ayrılan, yani bizim vergilerimizle oluşturulan kabarık faturaları elbette manşete taşımıyorlar.
Türkiye Gazetesi, yine manşetten “Bu Geziyle Türkiye’nin Önemi Tescillendi” demiş.
Star, Sabah ve Bugün gibi gazeteler de Erdoğan’ın gezisini farklı biçimlerde de olsa büyük bir başarı olarak göstererek manşetlere taşımışlar.
Gelelim diğerlerine.
Milliyet, ABD’yle füze kalkanı konusunda yaşanan “işbirliğini” olumlayan manşetlerine devam ediyor.
Onun da misyonu bu...
Hürriyet’te Enis Berberoğlu ve Sedat Ergin’i ziyaret “coşturmuş”…
Sedat Ergin, Erdoğan’ın laiklik karşıtı eylemlerini unutmuş olacak, Erdoğan’ın bu ziyaretler sırasında yaptığı; Atatürk’ün laiklik anlayışıyla değil, “Ilımlı İslam” paradigmasıyla bağlantılı laiklik vurgusunu önemsiyor. Onun laiklik dediğinin başka bir şey olduğunu unutturmaya çalışıyor. Erdoğan’ı bir tek “en çağdaş Türk” ilan etmediği kalıyor. Enis Berberoğlu ise “laik ve demokratik Türkiye’nin yeniden bu topraklara eski adıyla ‘dayı’ yani hami ve yol gösterici sıfatıyla dönmesine Batı itiraz etmemeli” diyor. Berberoğlu, ya Türkiye’de laikliğin ve demokrasinin var olduğunu sanacak kadar olaylara Fransız kalıyor ya da hepimizi saf yerine koyuyor!
Ziyarete yönelik eleştirel yazılara bu medya organlarında rastlamak neredeyse imkansız…
Gerçekten ziyade imajın önem kazandığı bu çağda Erdoğan için medya yardımıyla “kahramanlık mitleri” inşa ediliyor. Önce İsrail’e karşı sahte, içi boş, danışıklı dövüş olduğu her halinden belli tepkiler veriliyor. Sonra bu tepkiler medya aracılığıyla büyütülüyor, büyütülüyor…
Son olarak AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Yalta Avrupa Stratejisi toplantısında kürsüye İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres çıkınca toplantıyı terk etmiş.
Vay be! Emperyalizme karşı ne büyük bir tepki, ne kadar övülesi bir dik duruş!
* * *
Aynı anlarda, TBMM’nin devre dışı bırakıldığı, Türkiye’nin kanun hükmünde kararnamelerle yönetildiği bir dönemde Türkiye, İsrail’i İran’a karşı korumak için topraklarına radar istasyonları kurma kararı alıyor. Yer belirleniyor.
AKP yönetimi Ortadoğu’da her hamlesini Obama’ya danışıyor.
Hükümet, terör örgütüyle görüşme halinde.
Libya’dan Suriye’yi köşeye sıkıştırmak adına hamleler gerçekleştiriyor. “Suriye’de de halkına zulmedenler a yakta kalamayacaklardır” diyor Erdoğan, Libya’dan.
Terör örgütüyle mücadelede değil müzakerede bulunmak, halka zulum etmek değil de nedir sorusu kimsenin aklına gelmiyor! (mu acaba?)
İran’a yönelik bir ABD operasyonunun psikolojik ve askeri hazırlıkları Türkiye üzerinden yapılıyor.
Yani, AKP, İsrail’in de paylaştığı çıkarların sözcülüğünü yapıyor.
Olayın iç yüzünü Financial Times açıkça ortaya koymuş.
İngiliz Financial Times gazetesinde David Gardner imzalı haber-analizde, “Batı başkentlerinde Erdoğan, sinik popülizm ya da açıkça Arap vitrinine oynamak gibi görülecek şekilde, İsrail’e vurduğu için kınanıyor. Ama Türk liderinin popülaritesi, Araplar ve Batı için paha biçilmez bir kazanç. Şimdiye kadar Erdoğan, tehlikeli bir rakip olan İranlı mollaların agresif ve mezhep ayrımcılığını güden İslamcılığını zorlanmadan yendi.”
Gardner haklı.
İran gibi Batı’yla sorunlu bir ülkenin Ortadoğu’da etkinliğinin zayıflatılması, İran ile aynı düzeyde radikal bir imaja sahip olan (ama gerçekte böyle olmayan) bir başka gücün yüceltilmesi ile mümkündü. Arap radikalizmi böylelikle kontrol altında tutulabilirdi.
E, Arap radikalizminin “sistem” tarafından kontrol altına alınması hem Batı’nın hem de İsrail’in işine gelmez miydi?...
* * *
Değerli okurlarım, görülüyor ki Ortadoğu’yu Sunnilik ve Şiilik üzerinden bölen bir süreç Batı desteğiyle ön plana çıkarılıyor. Bu süreçte Erdoğan-Gül ikilisinin kilit bir aracı rol oynadığı gözlemleniyor.
Kaddafi’ye, Esad’a, Mübarek’e ve Ahmedinecad’a aslanlaşan AKP, ABD’nin denetimindeki terör üslerinin hamileri olduğu herkesçe bilinen Talabani’ye ve Barzani’ye karşı kuzulaşıyor.
İsrail’e karşı ise aslan görünümlü bir kuzuya dönüşüyor.
Ve Türk medyası, Financial Times’ın doğru biçimde okuduğu bu süreçleri nedense bir türlü okuyamıyor; okusa da anlatamıyor…
( Haber Ekspres Gazetesi- 19 Eylül 2011)

Hiç yorum yok: