24 Aralık 2012

İŞTE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ASKERLERİ- ZAFER YAPICI

Milli Mücadele; adına yakışır şekilde Türk Milleti’ni oluşturan genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk herkesin katkılarıyla yazılan “gerçek” bir destandır. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları önderliğinde kurtuluş ve kuruluş felsefesini gerçekleştirmek hedefiyle Türk Milleti’nin her yaşta erkekleri kadar her yaşta kadınları da Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına güvenerek, inanarak canları pahasına bu destanı yazdılar… İşte o destanı yaratan Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlerinden bazıları: Dumlupınar Şehitliği’nde yer alan Şehit Baba ve Oğul Anıtı, şehit babasını kucaklayan bir oğlu gösterir. Bu anıt, Çetmeli Kara Ali Çavuş ile oğlu Mehmet Onbaşı anısına dikilmiştir. Balkan Savaşı’na gidip 11 yıl değişik cephelerde savaşan Ali Çavuş, 19 yaşına gelen oğlu ile Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda karşılaşmış ve 31 Ağustos günü şehit olmuştur. Oğlu Mehmet Onbaşı ise 9 Eylül‘de İzmir’e giren birliğin başında şehit düşmüştür. Ömer oğlu Hüsnü 8, Ali oğlu Süleyman 11, Hüsmen oğlu Ali Şan 14, Osman oğlu Ahmet 23, Tokacı oğlu Mehmet 25, İmam oğlu İsmail 27, Ahmet kızı Fatma 19, Halil kızı Zeynep 20, Yusuf kızı Fatma 21 yaşında… Ayşe Hanım, Yunanlıların İzmir’i işgali ile Milli Mücadele’ye katılmış, Aydın, Birinci ve İkinci İnönü ve Sakarya Savaşı’na katılarak binbaşılığa yükseltilmiştir. Tayyar Rahmiye, Fransızlara karşı 9. Tümen’in yaptığı mücadeleye müfrezesiyle katılmıştır. Hatice (Kılavuz) Hatun, Adana Pozantı’da Fransız kuvvetlerine Tekir Yaylası’ndan Mersin’e ulaşacak en kısa yolu yanlış göstererek bu birliklerin Türk askerinin eline düşmelerini sağlamıştır. Kara Fatma Şimşek, 1921-1922 yıllarında “Fahri Milis Üsteğmeni” rütbesiyle Kocaeli Grubu Mürettep Süvarisi emrinde müstakil süvari müfrezesinde görev yapmıştır. Tarsuslu Kara Fatma, 8-10 kişilik çetesiyle birlikte Afyon Savaşları’na katılmış, Tarsus’un kurtarılmasında yararlılık göstermiştir. Gaziantepli Yirik Fatma, Antep’te kuşatmaya karşı koymak için çete teşkilatına katılmıştır. Nazife Kadın, kendisinden bilgi almak isteyen Yunanlılara karşı direnirken düşman tarafından Kavakönü Köyü’nde işkence yapılarak öldürülmüş ve ardından fırında yakılmıştır. Gördesli Makbule, 1921’de eşi Ustrumcalı Ali Efe ile birlikte Milli Mücadele çete savaşlarına katılmıştır. 17 Mart 1922’de Akhisar’la Sungurlu hududu üzerinde bulunan Koca Yayla’da elinde silah, düşmanla en ön safta savaşırken başından vurularak şehit edilmiştir. Asker Saime Hanım, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali dolayısıyla İstanbul Mitinginde konuşma yapmış, tutuklanmış daha sonra Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’de görev almıştır. Halide Edip Adıvar, Sultanahmet Mitinginde yaptığı konuşmadan sonra tevkif kararı çıkınca, eşi ile birlikte Anadolu’ya geçmiş ve Milli Mücadele’ye katılmıştır. Mustafa Kemal onu Garp Cephesi’ne tayin etmiştir. “Halide Onbaşı” olarak İstiklal Savaşı’na fiilen katılmıştır. Genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk… Onlar asker değildiler. Ancak söz konusu vatan olunca Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri oldular… İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri kurtuluşu böyle gerçekleştirdi… Kuruluşa giden yolda da yine ilke ve devrimleri sahiplenerek Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri olmaya devam ettiler. Cumhuriyet bilinciyle, sonsuza değin, çağdaşlığa doğru… Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri olmak demek bu destanı ve bu kararlılığı cumhuriyet bilinciyle her koşulda sürdürmek demektir. İşte o yüzden Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri olmaktan gurur duyuyoruz… (Haber Ekspres Gazetesi- 24.12.2014)

17 Aralık 2012

TARIM “S.O.S” VERİYOR…- ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, geçtiğimiz günlerde Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin, TZD Ar-Ge Departmanı tarafından hazırlanan “2012 Tarım Sektörü Raporu’nun ana başlıklarını açıkladı. Rapora göre: • 2012 yılında Türkiye’de tarım küçüldü. • Tahılda, pamukta ve şeker pancarında üretim azaldı. • Çay üretiminde dünya sıralamasında 5. olmamıza rağmen üretim azalması Türkiye’yi dünya sıralamasında geriye düşürdü. • Sınırlı alanlarda görülen büyüme ise borçlanmaya dayalı bir büyüme oldu. • Banka kredi borçları, enerji borçları, Tarım Kredi ve kredi kartı borçları artmaya devam etti. • Çiftçinin Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçları 2012 itibariyle 22 milyar 300 milyon liraya yükseldi. • On yıl öncesine göre borçlar 42 kat arttı. Çiftçi borcunu borçla öder duruma geldi. • Çiftçinin bankalara olan kredi borcu da geçen yılsonu itibariyle 32 milyar liraya ulaştı. • Mazot ve gübre fiyatlarında tarımsal ürün fiyatlarındaki artışın çok üzerinde bir artış gerçekleşti. • Hayvancılıkta da maliyetler arttı. Yem fiyatları yüzde 400 arttı. Hayvan ithalatı nedeniyle besiciler 5 milyar lira zarara uğradı. • Türkiye’nin tarımsal yönden kronikleşmiş sorunları varlığını korudu. Bunların en önemlileri arasında tarım arazilerinin parçalanması, giderek küçülmesi ve dağınık hale gelmesi dikkat çekti. Bu sorunlar özellikle küçük üretici üzerinde önemli izler bıraktı. Değerli okurlarım, İbrahim Yetkin çözüm önerilerini de şöyle dile getirdi: • Türkiye’nin bu olaya iki yönden bakması gerekir. Birincisi, yapısal sorun dediğimiz tarım arazilerinin parçalanmasını önleyici bir düzenleme yapılmalı. • İkincisi, Türkiye tarımının en büyük sorunu girdilerdir. Girdileri ucuzlatarak ya da sübvanse ederek ürün maliyetlerini düşürmek, destekleri arttırarak tarıma destek olmak ve üreticiyi dış rekabetten korumak gerekir. Ayrıca, Türkiye’nin stratejik ürünlerde üretimi arttırması gerekir. Yağlı tohumlarda, pamukta, soyada ciddi bir açığımız var. Bu ürünleri ithal ediyoruz. Bu muslukları kapatıp, iç üretimi arttırmamız lazım. Bu açıkları kapatacak politikalara ihtiyaç var. Borç içinde yaşayan, üreterek karşılığını alamayan üretici ya kentlere göç ediyor ya da tarım sektöründen ayrılmak istediği için çalışan haline geliyor. *** İşte değerli okurlarım, on yıldır işbaşında olan AKP hükümetinin Türk tarımını getirdiği noktayı ciddi bir araştırma ile sizlerin bilgisine sunduk. Tarıma, çiftçiye ve üretene önem verilmesi gerektiği yıllardır dile getiriliyor. Ancak ilgili bakanlık ve hükümet bu doğrultuda hiçbir girişimde bulunmuyor. Yetkililer tarımın “S.O.S” veren bu raporuna nasıl yaklaşacak, nasıl önlemler alacak göreceğiz… *** Bu noktada, AKP’nin fırsat bulduğunda laf attığı Atatürk ve İnönü’nün 87 yıl evvel o günkü sınırlı bilgi ve teknolojik gelişme düzeyine rağmen oluşturduğu “Köycülük Siyasetini” Recep Tayip Erdoğan Hükümeti ve Tarım Bakanı Mehdi Eker’in bilgilerine sunmak istiyorum. Dilerim 87 yıl sonra, gelişen bilgi ve teknoloji ile kendileri de “S.O.S” veren tarıma yeni bir “Köycülük Siyaseti” ile müdahale ederler. İşte Atatürk ve İnönü’nün geliştirdiği Köycülük Siyasetinin esasları: • Köylüden ağır vergileri kaldırmak: Osmanlı İmparatorluğu’nda köylü hükümete vergi verirdi, buna “aşar” denirdi. Her çeşit toprak gelirinden onda birini devlet vergi olarak alırdı. Cumhuriyet Hükümeti köylüyü ezen ve sefalete götüren aşar vergisini 17 Şubat 1925 tarihinde kaldırdı. • Köylüye para ve kredi sağlamak: Parasız, tohumsuz ve hayvansız kalmış köylüye üretim sermayesi sağlamak için 4 bin lira dağıtıldı. Faizsiz ve uzun vadeli olarak verilen bu para ile köylünün tohum ve diğer eksiklikleri giderildi. Ayrıca, Ziraat Bankası’nın köylülere ucuz kredi vermesi sağlandı. 1929 yılında Tarım Kredi Kooperatifleri kurularak çiftçilere buradan da kredi alma imkanı sağlandı. • Köylünün ürününü geliştirme ve koruma: Birçok yerde “ Tohum Islah İstasyonları” kuruldu. Pulluk dağıtıldı. Traktör kullanan çiftçiler korundu. Zirai Donatım Kurumu, çiftçinin tarım aleti, makine ve gübre ihtiyacını karşıladı. Halka parasız fidan verildi. Şimdi yok edilmeye çalışılan numune çiftlikleri kuruldu. Hükümet buğday fiyatını korumak için gerekli gördüğünde Ziraat Bankası ve Toprak Mahsulleri Ofisi aracılığı ile buğday alım satım işlerini de üzerine aldı. • Köylünün bilgi ve görüşünü yükseltmek: Ziraat Fakültesi, Ziraat Okulları ile diğer tarım kuruluşları açıldı. Teknik bilgileri çiftçilere ulaştırmak ve teknik elemanlara yeni bilgiler vermek amacı ile kurslar açıldı. • Toprağı olmayan çiftçilere toprak dağıtmak: Cumhuriyet Hükümeti, köylüyü toprak sahibi yapmak için birçok kanun çıkardı. 1925 yılında kabul edilen bir kanuna göre; köylüye toprak vermek için hükümete ait toprak yoksa hükümet arazi alır kararı ile ilk on yılda köylüye 1.077.526 dönüm arazi dağıtıldı. Aynı zamanda köylünün tohumluk ve tarım araçları borçlarının 20 yılda ödenmesi kabul edildi. İlk işletilen arazi, yeni yetiştirilmeye başlanan fidanlıklar, bağlar ve zeytinliklerden belirli bir süre için vergi alınmaması kararı kabul edildi. • Ormancılık: Ağaç kesiminin, orman biliminin gösterdiği koşullar ve belirttiği miktarı aşmadan yapılması, çıplak alanlarımızı yeniden ağaçlandırılması, fenni ormanlar yetiştirilmesi, ormanlarımızın bir zenginlik kaynağı haline getirilmesi, İzmit’te “Kağıt ve Selüloz”, Gemlikte “Suni İpek”, İstanbul’da “Kibrit ve Kontrplak” fabrikası ile Orman Fakültesinin kurulması sağlandı. • Hayvancılık: Hayvanların büyük bir kısmı sığır vebası, dalak, ruam ve uyuz hastalıkları ile yok oluyordu. Salgın hastalıklardan korunmak için; Ankara - Etlik, İstanbul - Pendik Bakteriyoloji ve Seraloji Enstitüleri açıldı. Ayrıca hayvan sağlığı ile ilgili müesseseler kuruldu. Hayvan yetiştirmeyi geliştirmek için haralar, teşvik için hayvan sergileri açıldı. * * * Değerli okurlarım, AKP Hükümeti’nin on yıllık iktidarının sonunda tarım “S.O.S” veriyor. Her defasında Atatürk dönemiyle kendi dönemini karşılaştırarak övünen başbakanın 87 yıl önceki tarım politikalarıyla 10 yıllık kendi tarım politikalarını karşılaştırmasını bekliyoruz. Başarısızlığını kabullenme erdemini gösterip bundan dolayı hem Atatürk ve İnönü’den hem de 10 yıldır çile çeken köylü ve çiftçiden özür dilemesini bekliyoruz. İşte bilgi ve teknolojinin var olduğu bir ortamda Recep Tayip Erdoğan Hükümeti’nin tarım politikalarının başarısızlığını ortaya koyan veriler… İşte 87 yıl evvel kurulan Cumhuriyet Hükümeti’nin bilgi ve teknolojinin yeterli olmadığı bir ortamda başarılı ve çağı yakalayan tarım politikaları… İşte Atatürk ve İnönü’nün halk sevgisi, vatan sevgisi… ( Haber Ekspres Gazetesi 17.12.2012)

10 Aralık 2012

KRALLAR YÜZYILI- ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, biliyorsunuz Türkiye, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölge ülkelerine bir model ülke olarak sunuluyordu. AKP’nin iktidara geliş biçimi ve iktidara gelişi sırasında yaşadığı büyük dönüşüm, AKP’yi ABD ve AB açısından vazgeçilmez kılıyordu. Çünkü AKP’nin iktidara gelişi ve politikaları iki önemli tezi kanıtlıyordu. Birincisi Ortadoğu coğrafyasında siyasal İslam’ın serbest seçimler yoluyla iktidara taşınabilmesinin mümkün olduğunu. İkincisi, bir kez siyasal İslam iktidara taşındığında kapitalist ekonomi modeline ve büyük devletlerin çıkarına uygun hareket etmesinin mümkün olduğunu… AKP’nin iktidara geliş biçiminden dersler çıkaran Ortadoğu ülkelerinin siyasal İslamcılığı demokratik hak arayışı çizgisine yöneldi. Serbest seçimler sonrasında meşru bir iktidara sahip olacağının bilincinde olan bu hareketler hemen her Ortadoğu ülkesinde “demokrat” bir söylem benimsediler. Siyasal İslam’ın serbest seçimler yoluyla iktidara gelmesi sonrasında kapitalist sistem ve emperyalizm ile sorunlu bir çizgiyi koruması ya da bu çizgiye kayması düşüncesi Batı’yı rahatsız ediyordu. Bu nedenle iktidara serbest seçimler yoluyla taşınan siyasal İslamcılığın prototipi olan AKP güçlü kılındı. Türkiye, sıcak para akışına dayalı sanal bir ekonomik gelişme masalıyla ekonomik istikrarı sağlamış bir ülke olarak sunuldu. Oysa Türkiye'nin ileride muhtemel krizlerden mümkün olan en az hasarla çıkması için sıcak para girişlerine olan bağımlılığını azaltması gerekiyor. AKP ise bu konuda hiçbir şey yap(a)mıyor. * * * AKP modeline uygun bir biçimde “sistemle” barışık olmayan birçok Ortadoğu ülkesinde iktidar değişimleri yaşandı. Libya’da Kaddafi’nin başına gelenler, sistemden görece bağımsızlık arayışında olan hareketler için önemli bir dersti. İslamcılık iktidara gelebilirdi. Ancak iktidarda kalması Batı ile uyumuna bağlıydı. Bu aşamaya kadar AKP, muhalif hareketlerin iktidara gelme modeli olarak Ortadoğu’ya sunuluyordu. Oysa adım adım, Ilımlı İslamcılık iktidara yerleşmeye başlamıştı. Sonra ne olacaktı? İktidardakiler neoliberal ekonomi modelini izleme kaydıyla kısa vadede sıcak para akışı aracılığıyla iktidara yapıştırılabilirdi. Ancak bu durum sürdürülebilir değildi. Orta ve uzun vadede ülkelerin halklarında önemli bazı tepkiler gelişecekti. Çünkü neoliberalizmin mağduru her zaman sıradan insanlar olurdu. Eğitimi paralı hale getirilen, sağlık hizmetleri özel sigorta şirketlerine terk edilen, tüm varlıkları özelleştirilen, “sistemin” işleyişi için karın tokluğuna çalışmaya mahkum edilen halk. Halkın isyanı kaçınılmazdı. Ya halk örgütlenip, serbest seçimler yoluyla iktidara gelirse? Neoliberal ekonomi patronları bu durumu önlemek için ne yapacaktı? * * *
Bu noktada “sistem” ilk olarak yeni sanal kahramanlar yaratarak tepkileri emme stratejisi izledi. İsrail’e bağırıp çağırıp, İsrail’in istediği Suriye politikasını izleyenler, tıpkı bir çizgi film karakteri ya da pop star yıldızı gibi propaganda aygıtı aracılığıyla popülerleştirildiler. İkinci olarak yeni sistemin elitleri ve zenginleştirdikleri bir “sistem muhafızı” görevini üstlendiler. Yetki ve güçlerini sistemin korunması için çılgınca kullanmaya başladılar. Üçüncü olarak da demokratik seçimler ile iktidara gelen ve Batı çıkarlarına karşı ılımlı kılınan İslamcılığın iktidarda kalmasını garanti altına alacak otoriter uygulamalar gözlenmeye başladı. AKP, başkanlık sistemiyle yönetilen hiçbir medeni ülkede görülmeyen yetkileri devlet başkanına veren bir yönetim sistemi değişikliğini gündeme getiriyor. Mısır’da seçimle işbaşına gelen siyasal İslamcı Muhammed Mursi, İsrail ve ABD’ye yanaşırken aynı zamanda kendisini seçilmiş bir firavuna dönüştürüyor. Mısır’da cumhurbaşkanı kararları feshedilemez nitelikte olacak ve yargı denetimine tabi tutulmayacak… Mursi tepkiler nedeniyle iki adım ileri, bir adım geri gitse de bu büyük yetkileri orta vadede tekeline almak zorunda… Sistemin işleyişi için… * * * ABD’nin son süreçte her zaman kendi yandaşı antidemokratik rejimleri savunduğu oysa kendi çıkarına uygun hareket etmeyen Ortadoğu ülkelerini demokrasi kartıyla eleştirdiği; bu durumun ABD dış politikası açısından büyük bir çelişki olduğu iddia edilirdi. Artık bu çelişki yok. Demokratik seçimlerle ve/veya ihtilallerle iktidara taşınan siyasal İslamcılar da krallaşıyor… Ortadoğu’da 21. yüzyıl da böyle giderse krallar yüzyılı olacak! (HABER EKSPRERS GAZETESİ-10.12.2012)

03 Aralık 2012

YCHP YÖNETİCİLERİNE BİRAZ ACI İLAÇ, BİRAZ KATIKSIZ GERÇEK GEREK...ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, bir süredir CHP’nin yeni programının sosyal demokratlık, sosyal liberallik, sosyalistlik ve Atatürkçülüğü bir arada barındıracağı söylemi ön plana çıkarılıyor. Olan şu. CHP’nin farkını ortaya koyan Kemalizm, YCHP’nin dört eğiliminden biri haline getiriliyor. Önemsizleştiriliyor… CHP nasıl bir parti olacakmış? Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik, Kemalist devrimci bir parti değil... Dört eğilimin partisi… Sosyal demokrat, sosyal liberal, sosyalist ve Atatürkçü… *** İşte bu dört eğilimciliği doğrulayan sözler: CHP Genel Başkan Yardımcısı Sena Kaleli, “cemaatleri yok saymak sivil toplum anlayışına uygun değildir”. CHP Parti Meclisi Üyesi Bülent Kuşoğlu, “tekke ve zaviyeler yeniden açılmalı. 'Bunlar irtica yuvaları!'. Yok öyle bir şey. Tam tersine kültür yuvaları. Tekke ve zaviyeler birer üretim yeridir. Bunun çok iyi anlaşılması lazım. Oralarda insan yetiştirilirdi, oralar eğitim ve kültür kurumlarıydı. Onun için de bu tür kurumlara ihtiyaç var. Bu kurumların yeniden kurulması için gerekli hazırlıkların yapılması gerekir”. Parti Meclisi Üyesi ilahiyatçı Dr. Muhammet Çakmak, “Fethullah Hoca Türkiye’de bir fenomendir, kimsenin görmezden gelemeyeceği bilge bir adamdır. Fethullah Hoca’yı saygıyla selamlıyorum”. “Tarikatlara ve cemaatlere yönelik bir ayrım yapmayacağız. Topluma bütün olarak bakacağız”. CHP Parti Meclisi Üyesi Binnaz Toprak, “Heybeliada Ruhban Okulu açılmalı. Ekümenlik tanınmalı. İki dile sıcak bakıyorum. AKP ekonomiyi iyi yönetti, gelir ve zenginlik arttı”. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Meclis’e başörtülü bir adayın girmesi durumunda Merve Kavakçı’ya yapılanı yapmayacaklarını söyleyerek, “AKP bu şansını deneyebilir, biz de zorluk çıkarmayız”. Yine Gürsel Tekin… “Zaman Gazetesi vicdandır”. CHP’de Konya’dan milletvekili adayı yapılmış bir kişi, hangi partide siyaset yaptığını unutmuş olacak ki Konyalı seçmenlere yönelik olarak “Sizden rica ediyorum. Lütfen her biriniz bir mum olarak, Sayın Davutoğlu'nun (Dışişleri Bakanı) ateşini sürekli yanar halde tutun ki dış politikada Türkiye zaafa uğramasın”. CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, “CHP’den ulusalcı kafa gitmelidir”. ANAP kökenli CHP İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın ise MHP’nin kaset skandalıyla ilgili açıklamalarını eleştirmişti. Ayaydın, “Bu tür olayların içine Fethullah Gülen Hoca’nın karıştırılması yanlıştır. Gülen Hareketi’nin varlığı sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da bilinen bir gerçektir”. Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, “Dersim Katliamı’nın sorumlusu devlet ve CHP’dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardır”, “Seyit Rıza’ya ‘iade-i itibar’ edilsin”. * * * Son olarak Anayasanın resmi dilin Türkçe olduğu ilkesine aykırı olduğu; ikinci bir resmi dil yaratma ve yargılamada da bu dili hakim kılma çabasının ürünü olduğu, yasanın üniter devletin parçalanması sonucunu doğuracağına dikkat çeken Adalet Komisyonu’nun CHP’li üyeleri Dilek Akagün Yılmaz ve Ömer Süha Aldan “Anadilde savunma” ile ilgili tasarıya muhalefet şerhi koydular… Değerli okurlarım, Komisyon üyesi olmayan CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile Milletvekili Binnaz Toprak komisyona gelerek Dilek Akagün Yılmaz ve Ömer Süha Aldan’ın yaptığı konuşmanın tam karşıtı olan bir görüşü savundular. Sezgin Tanrıkulu anadilde savunmanın, savunma hakkı çerçevesinde değerlendirilmesini istedi. Kişinin Türkçe bilip bilmemesinin önemli olmadığını, Türkçe bilmemesinin başka dide savunma yapmasına engel olmaması gerektiğini söyledi. Binnaz Toprak da Yılmaz ve Aldan’ın komisyonda savunduğu görüşlerin tam tersi şeyler söyledi. * * * Bu keyfi davranışları sergileyenler CHP’nin yöneticisi, milletvekili olabilirler mi?... Şimdi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na sormak istiyorum… Siz Genel Başkan olarak yukarıdaki konuşmaları yapan yönetici ve milletvekillerine yönelik ne gibi önlemler aldınız? Eğer önlem aldıysanız lütfen bunları örgütünüz ve kamuoyunla paylaşınız. Ve tüzükteki disiplin maddelerini işletiniz. Eğer paylaşmak istemiyorsanız, onları koruma altına alıyorum diyorsanız, tüzük kurallarını işletmiyorum diyorsanız o zaman sizin de onlar gibi düşündüğünüzü anlamamız gerekir. Tıpkı çeşitli tarihlerde söylediğiniz şu sözler gibi… “Cumhuriyet dönemiyle ilgili pek çok hatalar oldu, yanlışlar oldu. Nazım Hikmet’i kim hapse attı? CHP. Sabahattin Ali’yi kim öldürttü? CHP. Doğrulara her zaman doğru deriz, ama yanlışların da istismar edilmesi doğru değil, biz bunu söylüyoruz.”, “Ben Dersim olayını zaten yaşamışım. Ben özür dilenmesi gereken kişiyim. Daha ne söyleyeyim ben? Dramı yaşayan, kayıplar veren birisiyim. Gerçekler ortaya çıkmalı, tarihçiler insanların uğradıkları haksızlıkları yazmalı”, “Atatürk’ü özel bir yasayla korumanın bir anlamı yoktur.”, “Seyit Rıza’yı yargılayan mahkemeler de özel mahkemelerdir. Biz özel mahkemelere karşıyız”. Başkanlık sistemi tartışılırken, Anayasa’dan Atatürk’ün kurtuluş ve kuruluş felsefesi çıkarılmaya çalışılırken, laik eğitimden dinsel eğitime geçilirken, sağlıkta sağlıksızlık yaşanırken, işsizlik iş kolu olmaya başlarken, tarımdan sanayiye kadar her dalda dışa bağımlı olunurken… Yoksulluk kader olarak yaftalanırken, terör her gün can almaya devam ederken, dış politikada Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” altın sözü unutulup onurumuz çiğnenirken, savunma sistemimizi ve topraklarımızı NATO’ya teslim ederken, kadın hakları, çocuk hakları her gün çiğnenirken, dış borç batağına saplanılırken… …CHP’nin bir an önce kendine gelip halkın umudu olmak zorundadır. Bu umudun yeşermesine tek engel sözleriyle ve eylemleriyle engel yaratanlardır. İşte bu yüzden, Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen önce kendinizi daha sonra çeşitli kademelerde görev yapan arkadaşlarınızı gözden geçiriniz. Atatürk’ün Genel Başkanlığını yaptığı CHP’nin ideolojisi doğrultusunda hatanızı ve hataları görünüz ve düzeltiniz. Çünkü bir tane CHP, bir tane de Türkiye var… *** Değerli okurlarım, “Benim iki büyük eserim var biri Cumhuriyet, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eserlerine bu söylemlerle mi sahip çıkılır?... O halde? CHP’nin yönetim kadrosu 1 Mart teskeresini reddeden Genel Başkan Deniz Baykal ve Milletvekilleri gibi emperyalizme karşı bilinç sahibi olmalıdır. CHP’nin yönetim kadrosu Milletvekili Hüseyin Aygün’nün, “Seyit Rıza’ya iade-i itibar” teklifinin parti grubunda reddeden yürekli gerçek CHP’liler gibi tarih bilincine sahip olmalıdır. CHP’de yöneten kadro “anadilde savunma” ile ilgili tasarıya muhalefet şerhi koyan Dilek Akgün Yılmaz ve Ömer Süha Aldan gibi Türkiye üzerinde oynanan oyunların farkında olmalıdır. CHP’de yöneten kadro yurdun dört bir yanında CHP ideolojisine sahip çıkan gerçek CHP’liler gibi halkçı olmalıdır, vatansever olmalıdır. (hABER eKSPRES gAZETESİ-03.11.2012)