28 Ağustos 2007

GÜVEN...- ZAFER YAPICI


Güven; korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat anlamındadır.

Güvenilir olma ise, güven duygusu vermektir.

Bir insanın, bir kurumun v.s. güvenilir olması; korku, çekinme, kuşku durumu yaratmadan inanma, bağlanma ve itimat duygusu verebilmesidir.

Güvenilirlik sağlanırsa sevgi, saygı, hoşgörü ve barış teminat altına alınır. Çünkü güven, "aynı gemide olma hissi"ni büyütür.

Peki ya güven duygusu bir kez olsun zedelenmişse ne olur? Daha kötüsü onlarca, yüzlerce, binlerce kez zedelenmişse?

Yanıt basit. Felaket olur...

Sosyal yaşamın her alanında, güven duygusunun zedelenmesi parçalanmaları ve dağılmaları üretir. Evlilikte güvenin bitmesi evliliği, iş yaşamında güvenin bitmesi ortaklığı, dostlukta güvenin bitmesi dostluğu tüketir...

Ve ne yazık ki siyasal alan da bir istisna değildir...

Değerli okurlarım, şu sözleri bir kez daha dikkatle okuyunuz...

·"Ne mutlu Türküm diyene lafını her yere yaza yaza Türkiye ilkel hale dönüşmüştür."
·"Tarih boyunca görülmüştür ki, en birleştirici unsur dindir."
·"Moral değerleri açısından Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eden ve en ziyade tahribatı vermiş olan laiklik ilkesidir."
·"Dindar olan bir subaya kendi ordumuzda hayat hakkı vermiyorsunuz, ona ajan muamelesi yapıyorsunuz."
·"İkinci cumhuriyet ve Yeni Osmanlılık kavramlarını çok sağlıklı buluyorum ve geleceğe umutla bakıyorum."
·"Türkiye'de cumhuriyetinin sonu geldi, kesinlikle laik sistemi değiştireceğiz."
·"(8 yıllık kesintisiz eğitim)...reform değil eğitime darbe. Basın destekli sivil asker bürokrasisi ve sol partilerin dayatması. Bunu ancak ara rejim ürünü hükümetleri yapar."

Bu sözleri söylemiş biri Mustafa Kemal Türkiye'sinin sıradan bir yurttaşı için "güvenilir" kabul edilebilir mi? Dahası rejimin kaderi, cumhurbaşkanlığı makamı bu sözleri söylemiş birine emanet edilebilir mi?

Bir diğer soru. Böyle bir zihniyeti cumhurbaşkanlığına taşımak için her türlü dolaylı desteği (!) veren mecliste sandalye sahibi CHP dışındaki muhalefet partileri "güvenilir" kabul edilebilir mi?...

...Türk siyasetinde "güven" gittikçe zedeleniyor! Hem iktidar, hem de iktidarın ağzının içine bakan "bazı sözde muhalefet partileri" tarafından!

Bir denilen, bir denileni tutmuyor!

Cumhurbaşkanı adayı olarak TBMM'ye resmen başvuran Gül, düzenlediği basın toplantısında "kılavuzunun sadece Anayasa olacağını ve laiklikten ödün vermeyeceğini" söylüyor. Şöyle devam ediyor: "seçilirsem, bana oy versin vermesin herkesi kucaklayacağımı, herkesle işbirliği içinde olacağımı, tarafsızlık ilkesine sadık kalacağımı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Benim görevim Türkiye'nin daha ileriye gitmesine yardımcı olmaktır, bütün devlet kurumları arasında uyumu sağlamaktır."

Şimdi sormamız gerekmez mi? Bu söylemlerinizi hükümette olduğunuz 4.5 yılda neden gerçekleştiremediniz? Şimdiki söylemlerinizle daha evvelki söylemleriniz arasında çelişki yok mu? Referans olarak hangi olumlu icraatlarınızı göstereceksiniz? Başbakanın "özü de bir sözü de bir" demesi mi referansınız olacaktır? Yoksa sizi eleştiren köşe yazarlarına başbakanın "Gül'ü benimsemeyen yurttaşlıktan çıksın" sözleri mi? Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer'e hakaret eden, TBMM'de Atatürk'ün mareşal fotoğrafının indirilmesini isteyen milletvekilinizi mi referans göstereceksiniz? Yoksa "Anayasadan Atatürk ilke ve devrimleri çıkarılmalıdır" diyen Zafer Üskül'ü milletvekili yapan başbakanın zihniyetini mi?

Bu takiye değil de nedir? "Güven" nerededir?...

Üzülerek söylüyorum "takiye oyununa" MHP ve DSP de figüranlık yapmıştır! "Güven" onlar için de artık Kaf dağının ardındadır.

Oysa Türkiye'de demokrasiyi işler durumda tutmak güven duygusunu yaratmakla sağlanır. Güven duygusu olmadan demokrasi gelişemez. Tramvay demokrasisiyle, takiye demokrasisiyle, yahut ılımlı muhalefet mizansenleriyle tramvay veya takiye demokrasilerini büyüterek demokrasi gelişmez, gelişemez!

Böyle bir durumda "bu tutum ve davranışlar içinde olan başbakanı ve cumhurbaşkanını benimsemiyorum, benimsemeyeceğim" demek en demokrat tavırdır! Cumhuriyetle hesaplaşma sürecinde olanlarla muhalefetçilik oynayanları eleştirmek, halkı onların düştüğü açmaz konusunda uyarmak en demokrat tavırdır!

Çünkü gerçek demokratlık laiklik ilkesini şiar edinmekten geçer. "Demokrat" görünüm altında "ılımlı İslam" modelini gerçekleştirerek demokrasinin kökünü kazımaktan yahut demokrasinin kökünün kazınmasına aracı olmaktan değil!

Değerli okurlarım, öyle günlerden geçiyoruz ki bu günlerde "istikrar oyunu" Türkiye'nin sosyolojisini, değerler sistemini, kültürünü, kimliğini, medyasını, iş dünyasını dönüştürüyor. Toplumda bir vurdumduymazlık tekeli yaratıyor.
Bu tekel toplumsal güvensizliği gizliyor. Korku ve çekinme hisleri güvensizliğin dışavurumunu engelliyor...

Aylar öncesinde, bu sayfalarda "vurdumduymazlık tekeli" ile ilgili şunları yazmıştım; hatırlarsınız... "Bu vurdumduymazlık tekeline yüzyıllar öncesinden Lermontov'un sözcükleriyle bile cevap verilebilir. Şöyle diyor Lermontov Çağımızın Kahramanı adlı yapıtının önsözünde: 'İnsanların tatlıyla beslendikleri yeter; mideleri bozuldu artık. Onlara biraz acı ilaç, katıksız gerçek gerek!'. Lermontov'un Dekabrist hareketin çarlık tarafından bastırıldığı dönemin ertesindeki baskı, suskunluk ve yılgınlık ortamında bu toplumcu-gerçekçi çıkışının mantığını hatırlamak, hatırlatmak gerek...Daha da açıkçası, çekilen acılara sebep olanları, acı çekenlere anlatmak gerek!"

İşte bugün "acı ilacı ve katkısız gerçekleri" anlatmaya çalışan tek parti CHP ve onu lideri Deniz Baykal'dır.

Tandoğan, Çağlayan, Çanakkale, Manisa, Gündoğdu, Samsun bilinci değil miydi aynı "acı ilacı ve katıksız gerçekleri " anlayan ve anlatan?...

"Güven" değil miydi siyasette önemli olan?

Haber Ekspres, 28 Ağustos 2007)

Hiç yorum yok: