26 Şubat 2008

İKİ YAŞLI KADININ YAŞAM MÜCADELESİ...-ZAFER YAPICI

Geçen hafta arabamla Buca'dan Bozyaka'ya giderken trafik ışıklarının birinde kırmızı ışık yandı ve durdum. Sağlı sollu araba kuyruklarının arasında saçlarının telleri görünecek şeklinde başörtülü bir yaşlı kadın belirdi. 70-75 yaşlarında olan yaşlı kadın, bastonuna tutunarak arabaların arasında bir sağa bir sola dönerek sürücülerin vereceği birkaç kuruşu almaya gayret ediyordu. Yeşil ışığın yanmasıyla beraber hemen kaldırıma çıkıp tekrar kırmızı ışığı bekliyordu. Yaşlı kadının geçimi kırmızı ışıkların yanmasına bağlı idi. Bir başka deyişle kırmızı ışıklar onun geçim kaynağı olmuştu...

Bir gün sonra AR-GE toplantısına katılmak için CHP il binasına gittim. Toplantıya 45 dakika vardı. Salon girişinde zaman geçirmek için konularında uzman bürokrat, bilim ve siyaset adamları arkadaşlarımla sohbet ediyorduk. Bir müddet sonra kapı açıldı. Türban değil başörtüsü takmış; örtünün arasından saç telleri görünen yaşlı bir bayan elinde iki torbasıyla içeriye girdi ve bize doğru yöneldi. Önce çekingen bir tavırla herkesi süzdü ve bize: "-Burası CHP değil mi?" diye sordu. Ben ve arkadaşlarım "Evet" diyerek yorgun biraz da terlemiş olan yaşlı kadına sandalye vererek oturması ve dinlenmesini söyledik. Yaşlı kadın oturduğu yerden duvarları incelemeye başladı ve bize birden titreyen ses tonu ile Atatürk'ü göstererek, "Keşke şimdi o yaşasaydı, bizler onun kızlarıyız." dedikten sora nemlenen gözlerini silerken derin bir ah çekti ...

Yaşlı kadının yanında oturduğum için hemen onunla iletişim kurmaya çalıştım. Çok sıcak kanlı çok sevecen, güler yüzlü; ama biraz da ürkekti. Bu ürkekliğin altında bir şeyler yatıyordu besbelli. Nihayet 2-3 dakikalık karşılıklı konuşma ile adının Hatice olduğunu; torunlarına bakabilmek ve onları okutabilmek için iki torbasında taşıdığı çorapları satmaya çalıştığını ve bunu uzun zamandır yaptığını dile getirdi. Ben ve arkadaşlarım biraz daha sohbet ettikten sonra torbanın içindeki çorapları masanın üzerine çıkarıp sergiledik. Tabii ki hepimiz de aldık. 1923 doğumlu olan Hatice Nine bir ara elini omzuma değdirerek bana şunları söyledi; "Hepinizin ölmüşlerine ve Atamıza okudum evladım sağ olun."

Bu arada hem bizim toplantımızın zamanı gelmişti hem de Hatice Nine'nin gitme zamanı. Hatice Nineyle sarılıp vedalaştık. Hatice Nine geldiği zamanki zarafet ve güler yüzlü tavrıyla ayrıldı. Güle güle Hatice nine; sana bol alışverişler...
Değerli okurlarım, yukarıda anlatmaya çalıştığım iki farklı yaşlı kadından biri dilenerek geçimini sağlamaya çalışıyor. Diğeri ise emek vererek, çalışarak yaşam mücadelesi veriyor. Her ikisinin de ortak yönleri kadın ve yaşlı oluşları ve saç telleri görünecek şekilde türban değil başörtüsü takmaları. Evet kadın olmak, yaşlı olmak ve başörtüsü takmak...

Buradan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı başta olmak üzere hükümet yetkililerine seslenmek istiyorum. Yukarıda anlatılan koşullarda binlerce yaşlı Hatice, Fatma, Ayşe...nineler, Ahmet, Mehmet, Hüseyin...dedeler var. Siz bu yaşlılarımız için ne yaptınız? Sizin hem asli hem de vicdani vazifeniz o yaşlı insanları sokaklardan kurtarıp onlara rahat bir yaşam sağlamak değil midir? Yetkililer yaşlılarına bakamayacak kadar aciz ise; onlara gereken ilgi ve şefkati gösteremiyor ise, o yetkililer ne işe yarar?

Bir saç telinin bile gösterilmesini önleyen türban için gösterdiğiniz gayretleri hatta bu uğurda "beyaz çarşaf" bile giyme duyarlılığını neden yaşlı dedelerimiz, yaşlı ninelerimiz, işsizlerimiz, kimsesizlerimiz, açımız, yoksulumuz, çiftçimiz, esnafımız, işçimiz, memurumuz, şehit ailelerimiz, gazilerimiz.... için göstermiyorsunuz? Sizin için bir saç teli bu değerlerimizden daha mı önemli? Sizin için görev, yetki, sorumluluk ve vicdan saç telinin görünmesini önleyen türban için mi geçerli? Yoksa aç, yoksul, kimsesiz, işsiz, yaşlı, çiftçi, işçi, esnaf, memur, gazi, şehit ailelerinin... sorunlarını çözüp onların yaralarını sarmak için mi? Cumhurbaşkanı, meclis başkanı, başbakan ve bakanlar olarak sizlerin görevleri nelerdir?...Türk milletinin ayırımsız her yurttaşına eşit hizmet sunmak değil mi?...

Hani nerede fakir fukara, garip gureba söylemleri!.. Hani nerede yaşlılara saygı, hani nerede yaşlıların bakımı, hani nerede yaşlıların sosyal güvencesi? Hani nerede yaşlıların yeşil kartları? Hani nerede hak? Hani nerede adalet? Hani nerede insanlık?
Yardımları, kömürleri, yeşil kartları, işleri, aşları...oy karşılığında yandaş yaratmak amacıyla vereceksiniz. Onların varlığını ancak bu şekilde görecek, onları da kullanmaya gayret edeceksiniz. Fakat 70-75 yaşlarında sokaklarda dilenen, 85 yaşında çorap satarak geçimini sağlamaya çalışan yaşlı ninelerimizin, yaşlı insanlarımızın varlığını görmeyeceksiniz!

Sosyal devlet yurttaşlar arasında ayırım yaparak çıkar uğruna sadaka dağıtan; diğer taraftan emeklilerin üç kuruşluk maaşına bile göz diken devlet değildir. Sosyal devlet ayırımsız her yurttaşa hizmet eden, onun refahı için uğraş veren, hizmet eden devlettir...

Mustafa Kemal Atatürk ne demiştir: "Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu; o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Geçmişte çok güçlüyken, tüm gücüyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmaya hakkı yoktur."

(Haber Ekspres 26 Şubat 2008)

Hiç yorum yok: