04 Mart 2008

AKP'NİN ORTADOĞU POLİTİKASINI KİM YÖNETİYOR? - ZAFER YAPICI

AKP'nin Ortadoğu politikası hiçbir zaman bağımsız olmadı. Daha doğrusu, doğası gereği olamadı.

AKP, İslam'ı kullanarak Osmanlı coğrafyasının bir bölümünü oluşturan Ortadoğu'da etkili olmayı denedi. Ancak tıpkı Turgut Özal'ın yaptığı gibi bu amacını dış güçlere dayanarak gerçekleştirmeye çalıştı. İşte bu nedenle "çuvalladı".

AKP, iktidarının ilk yıllarında, (2002-2005 arasında) AB merkezli bir Ortadoğu politikası yürüttü. AB ile ilişkilerinde kullanılmak üzere Ortadoğu'da roller üstlendi.

AB'yle müzakere süreçlerinde yaşanan tıkanmalar, AKP iktidarını ABD'ye yaklaştırdı.2005-2008 döneminde AKP'nin Ortadoğu politikası doğrudan ABD tarafından belirlendi. Bu kez, ABD'nin stratejilerinde roller üstlenme süreci başladı.

Kısacası Ortadoğu ile ilişkilerin yapısını, AKP iktidarı döneminde hep "başkaları" belirledi...

Örneğin İsrail ve ABD ile gelişen ilişkiler çerçevesinde, AKP, önce AB ile ilişkilerinde kullanılmak üzere yöneldiği İran-Suriye ekseninden uzaklaştı. 2006 Aralığında yine ABD'nin teşvik ve çabaları sonucu bu iki ülkeye yaklaştı. Ancak, Başbakan Erdoğan, buralara düzenlediği ziyaretlerde sadece ABD hükümetinin sözcülüğünü yaptı.

Kime ne zaman hangi amaç ile yaklaşılacağı, kime karşı mesafeli olunacağı, kimin çıkarına hangi adımların atılacağı hep "dışarıdan" belirlendi...Ya AB, ya ABD tarafından.

Bu nedenle "ulusal çıkar" savunulamadı...

2003'de ABD'nin Irak işgali sonrasında Irak'ın siyasi birliği ve toprak bütünlüğünü sağlama yönünde AKP hiçbir adım atamadı. Kerkük'ün Kürtleştirilmesi ve demografik yapısının değiştirilmesi yoluyla Kürt özerk yönetimine katılmasını engelleme yolunda AKP, hiçbir tedbir alamadı. 2007 yılında Kerkük'te referandum gündeme gelince AKP ne yapacağını şaşırdı.

AKP iktidarı, 2003 sonrasında artan PKK terörü konusunda da gerekli tedbirleri almadı. ABD'nin Irak'a girmesi sonrasında, Irak'taki askeri varlığı azalan ve etkisizleşen Türkiye, PKK ile mücadeleyi ABD'ye bıraktı (!). Sınır ötesi operasyonlara (ABD izin vermediği için) son verdi.

PKK ve aşiretlere dayanan iki ayaklı Kürt oluşumu ABD güdümünde büyüdü. Büyütüldü. Bu sürece AB desteği de gecikmedi.

ABD, PKK ile mücadele konusunda Türkiye'ye sürekli vaatlerde bulunurken, Kuzey Irak gittikçe daha fazla PKK teröristi barındırır hale geldi. Iraklı Kürt yönetim (ve ABD) tarafından PKK'ya verilen destek, gün geçtikçe daha çok ortaya çıktı. PKK ile mücadele, ABD tarafından, Kerkük ve Kuzey Irak'taki Kürt Federe Devleti için bir koz olarak elde tutuldu. Kerkük referandumunu kabullenmesi ve Irak'ın bölünmesine göz yumması karşılığında, Türkiye'ye PKK ile mücadele konusunda "ufak bir taviz" verilebileceği gibi bir noktaya gelindi.

Oysa Türkiye'nin yapması gereken, ABD'nin oyalamalarına alet olmayarak kendi güvenliği için bu kadar önemli bir tehdidi derhal bertaraf etmesiydi. Hem Irak'ın bölünmesine karşı durması hem de Irak'taki PKK kamplarına karşı bağımsız bir askeri müdahale seçeneğini kayıtsız şartsız ileri sürmesiydi.

Ancak böyle bir politika üretilmedi, üretilemedi, üretilemezdi...

"Batı çıkarlarına karşı ılımlılığın", her türlü destekle iktidara taşıdığı bir oluşumun sessiz kalmaktan ya da verilecek ufak tavizlerle yetinmekten başka yapacağı bir şey yoktu...

ABD Başkanı, ikiz kulelere yapılan terörist saldırıları bahane ederek "Bush Doktrini" adı altında şer ekseni diye ilan ettiği ülkelere demokrasi getirerek terörizmin yok edileceğini dünyaya ilan etmişti...

Binlerce kilometre uzaktan Ortadoğu'ya gelip Irak'ın egemenliğini, tarihini, insanlarını, alt yapısını, kültürünü ve coğrafyasını tahrip ederek kedine bağlı yönetimleri iş başına getirmişti...

Bu yeni demokrasi anlayışı egemenliğin kime ait olduğunu da açıklıkla ortaya koymuştu. Bu anlayış "güce bağlı egemenlik anlayışı" idi. Tüm işgal altındaki ülkeler bu egemenlik anlayışıyla yaşayacaklardı...

ABD, Ortadoğu'yu işgal ederken, Türkiye'de iktidar olanlar işgal projesinin (Büyük Ortadoğu Projesi) eşbaşkanlığına talip oldular.

ABD'nin ve AB'nin eline baktılar. Üstelik, bölge ülkeleri nezdinde büyük güven yitirdiler.

Sonra "teröre karşı işbirliği söylemiyle" ABD, dost ve müttefiki (!) Türkiye'ye yaklaşır gibi göründü. Türkiye'ye operasyon izni verildi. Ama operasyonun içeriği ve kapsamı bizzat ABD tarafından belirlendi.

ABD'nin "vurabilirsin" dediği yerler vuruldu...Gerisi kaldı!

Yıllardır, Afganistan'da ve Irak'ta "terör tehdidi" bahanesiyle işgalini sürdüren ABD, Türkiye'nin teröre karşı mücadelesinin nihai başarıya ulaşmasına izin vermedi.

* * *
Bu süreçte çok büyük bir yanlış daha yapıldı. Türkiye, Sırbistan'dan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden Kosova'yı ABD'den gelen işaret üzerine tanıdı!

Oysa Kosova'yı ayrılıkçılık sorunu yaşayan hiçbir devlet tanımamıştı. Katalan ayrılıkçılığıyla mücadele eden İspanya, Korsika ayrılıkçılığıyla sorunlu Fransa, Çeçenistan problemi yaşayan Rusya, Sincan-Uygur Özerk Bölgesi ayrılıkçılığıyla karşılaşan Çin...Kosova'nın tanınmasını kendi ayaklarına sıkılacak bir kurşun olarak görüyorlardı.

Ayrılıkçılık sorunu yaşayan hiçbir devlet Kosova'yı tanımazken, AKP, ABD'den gelen işaret ve AB'den gelen onay üzerine, kimlik politikasının bir gereği olarak Kosova'yı tanıdı.

Gelecek yıllarda Türkiye'nin başını Ortadoğu'da çok ağrıtacak bir kozu, AKP yönetimi kendi elleriyle ayrılıkçılara ve onlara destek olan devlet ve oluşumlara sundu.

* * *

Değerli okurlarım, sonuç olarak Kuzey Irak'ta gerçekleştirilen son operasyon, AKP iktidarının ABD, AB ve Ortadoğu ülkelerine yönelik yanlış politikaları da göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir.

AKP, iktidara geldiği günden itibaren yanlış politikalarıyla PKK terörünü bu noktaya taşımıştır. Sorumluluk AKP'dedir, sorumluluğu kimseye devredemez, sorumluluktan kaçamaz!

Türkiye, terörü ve ayrılıkçılığı yok etmek isteyen değil, terörü ve ayrılıkçılığı dünya çapındaki stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için kullanmayı amaçlayan devletleri ve oluşumları "müttefik" olarak görerek, müttefik olarak sunarak terör sorununu çözemez.

Türkiye için terör sorununun çözümü tam bağımsızlıktan geçmektedir. Tam bağımsızlık da Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimlerini sahiplenmekten...

Sahipleniyor gibi yapmaktan değil, sahiplenmekten!

(Haber Ekspres, 4 Mart 2008)

2 yorum:

Sercan dedi ki...

Sayın Yapıcı bu yazısında gerceklere ışık tutmakta. Bunla da yetinmeyip, bizlere Johnson Mektubu, Küba Krizleriyle dolu olan bir tarihimizden ders almadığımızı, hala körü körüne kukla rolü üstlendiğimizi, bölgesel güç olma hayali peşinde sadece bölgesel kukla olarak kullanıldığımızı hatırlatıyor... Umarız bir gün biz AKP
hükümetinden, Ülkemiz de iplerinden kurtulur...

Sercan SALĞIN

elif dedi ki...

Sn. Hocam size nasıl teşekkür etmek gerekir bilemiyorum. Düşüncelerimi o kadar güzel kaleme almışsınız ki inanın gözyaşları içerisinde yazılarınızı okudum.
Bu gün 18 Mart bu kadar anlamlı bir günde şu güzel ülkemin içinde bulunduğu durum beni çok üzmekte nereden nereye geldik .... VATANIMDAN DEĞİL AMA MİLLETİMDEN UTANIYORUM bu kadar bencil nankör cahil ve tembel oldukları için ...sadece ve sadece herkes kendi çıkarını düşünmekte yarın ne olacağı kimsenin umurunda değil... yazık çok yazık ......
Elimde tek bir şey kaldı oda UMUT herşeyin düzeleceği herkesin aklının başına geleceği günleri umut etmek ....... dilerim o günleri görebilirim ALLAH bu güzel ülkemi her ne kadar kızsamda bu aptal halkımı tehlikelerden korusun...