26 Mart 2008

HUKUK DEVLETİ - ZAFER YAPICI

Anayasa Mahkemesi, hukuk devletini, "insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendisini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet" biçiminde tanımlamıştır (Anayasa Mahkemesi'nin 25.5.1979 gün ve E. 76/1.K. 76/28 sayılı kararı: AMKD, sayı 14, s. 189 sayılı kararı).

Hukuk devleti anlayışı, bir ülkede yerleşmiş hukuk düzenine yalnız bireylerin değil, yönetimin de uymasını gerektiren bir ilkedir. Bu nedenle, hukuk devleti ile, hukuk düzeni arasındaki ilişkiyi gözden uzak tutmamak gerekir. Hukuk devleti ilkesinin bir anlam kazanabilmesi için, ülkede egemen olan hukukun, yönetilenlere karşı olduğu kadar devlete karşı da hukuk güvenliği sağlaması gerekir. Bunun için de, yasama ve yürütme güçlerine bazı sınırlamalar getirilmesi, hukukun herhangi bir sınıf egemenliğinin aracı olmaması, demokratik toplumun gereklerine cevap vermesi gerekir. Bunda da en büyük sorumluluk, hukukun ne olduğunu söyleme yetkisine sahip olan yargıçlara düşer.

Hukuk devletinin gerekleri ise şu şekilde sıralanabilir:

* Temel hakların güvenceye bağlanması. Hukuk devletinin ilk gereği, temel hakların güvence altına alınmasıdır. Bu amaçla temel haklar anayasada gösterilir. Bunların düzenlenmesi ve sınırlaması da, anayasaların koyduğu ilkeler doğrultusunda, ancak yasa ile yapılır ve yöneticilerin taktirine bırakılmaz.

* Yasaların anayasaya uygunluğu. Yasaların anayasaya aykırı olmayacaklarını belirtme yeterli değildir. Bunun yanında, yasaların anayasaya uygunluğunu sağlayacak bir denetim mekanizmasının da kurulması gerekir. 1961, 1982 anayasalarında, bu görev Anayasa Mahkemesi'ne verilmiştir.

* Yasaların genel olması. Yasaların genel olması, benzer durumların aynı çözümlere bağlanması demektir. 1961 Anayasası bunu dolaylı olarak, yasa önünde eşitlik ilkesi olarak belirtmiştir. 1982 Anayasası bununla da yetinmeyerek, "Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde, kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek" zorunda olduğu kuralını getirmiştir. (m. 10/3).

* Yürütmenin hukuka bağlılığı. Hukuk devlet ilkesinin en önemli gereklerinden biri kuşkusuz, kuralları uygulayacak, devlet işlerini yürütecek olan yönetimin, hukuk düzenine bağlı olmasının sağlanmasıdır. Anayasa, yönetimin hukuka uygunluğunu sağlamak için çeşitli önlemler almıştır. Anayasa, yürütme görev ve yetkisinin Anayasa'ya ve yasalara uygun olarak yerine getirileceğini (m. 8), Anayasa kurallarının, yalnız yasama ve yargı organlarını değil, yürütme ve idare makamlarını da bağlayacağını öngörmüştür.(m. 11). Anayasa bundan başka, yönetimin hukuka uygunluğunun yargısal denetimi için özel düzenlemelere gitmiş, yönetimin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu belirtmiştir. (m. 125).

Değerli okurlarım, görülüyor ki AKP, kendi zihniyetinin hayata geçirilmesinin önündeki engeli yukarıda anlatılan hukuk devleti olarak görmektedir. Bu engeli demokrasiyi ve yüzde 46.5 oy oranını bir araç olarak görerek ve mağdur rolü üstlenerek aşma girişimlerini örgütlemektedir.

Yine görülüyor ki nihai amaç Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri olarak sayılan demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini işlevsizleştirmek, anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez 1, 2 ve 3. maddelerini değiştirmektir...

Bu hedefe ulaşmak için de izlenilen yol:

* Cumhuriyetin demokrasi karşıtı gibi gösterilmesi ve cumhuriyet değerlerinin zayıflatılması,

* Anayasamızın en temel ilkesi olarak laikliğe karşı siyasal girişimlerin koordine edilmesi, laiklik ilkesinin hukuk tarafından savunulmasının önlenmeye çalışılması,

* %46.5 oy oranının arkasına sığınarak milli iradenin %100'ünü temsil ediyormuş gibi hukuk devletinin milli irade, laikliğin din karşıtlığı gibi gösterilmesi ve türbanla etkisizleştirmeye çalışılması,

* Sosyal devleti sadaka veren parti devleti olarak başkalaştırma ve işlevsizleştirme çabaları,

* Çılgınca bir kadrolaşma politikasının yürütülmesi olarak özetlenebilir.

Değerli okurlarım, geçtiğimiz günlerde AKP'nin bu çabalarını eleştiren CHP lideri Deniz Baykal çok önemli ve tarihi açıklamalar yaptı. "AKP, kendi hukukunu yaratıyor, anayasayı kendi vücuduna göre dikilmiş bir elbise haline getirecek, böyle şey olur mu?" dedi. Siyasetçilerin de kurumların da gelip geçici olduğunu ancak hukukun, anayasa düzeninin kalıcı olduğunu, olması gerektiğini anlattı. "Eğer kendi çıkarlarımız için ülkenin temel dayanaklarını, anayasal düzenini işimize geldiği gibi değiştirmeye kalkarsak, kendimize de ülkeye de büyük zarar veririz" diyerek Türkiye'nin sürüklenmek istendiği çatışma ortamına dikkat çekti.

Deniz Baykal gözaltına alınmalarla ilgili olarak da, "...AKP'nin bir süredir yaygın bir şekilde yürürlüğe koyduğu kadrolaşmasının meyvelerini toplama noktasına gelmeye başladığına tanık oluyoruz. Öyle anlaşılıyor ki AKP kendi derin devletini inşa etme çabası içindedir. Derin devletin kendine göre derin hukuku bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar, anayasası bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar, yargı bir ihtiyaç olarak kendisini gösterir. Türkiye çok tehlikeli bir çatışma ortamına sürükleniyor..." diyerek tehlikenin boyutlarının gözler önüne serdi...

İşte Türkiye'de yaşanan tüm sorunların özü de bu değil mi?

Sizce de AKP'nin ve başbakanın bu davranış ve çabaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliklerini başkalaştırmak ve işlevsizleştirmek değil midir?...

...O halde gün, bizi "çağdaş Türk milleti" yapan bu değerlerimize sahip çıkma günüdür...

(Haber Ekspres, 25 Mart 2008)

Hiç yorum yok: