CHP Lideri Deniz Baykal, 13 Ocak 2008 tarihinde Parti Okulu'nda yapmış olduğu konuşmada din ve demokrasi kavramlarından yola çıkarak ilginç saptamalarda bulunmuştu.
Baykal, bu konuşmasında din ve demokrasinin iki kutsal kavram olduğunu ve çoğu durumda bu kavramların istismara uğradıklarını ifade etmişti.
Gerçekten de her iki kavram da çok etkindir, çok güçlüdür. Bu kavramlar, "kutsallıklarından dolayı" günümüz dünyasında ne yazık ki bir araç ve bir tuzak güç olarak da kullanılmaktalar. Örneğin; ABD "Irak'a demokrasi getireceğim" sözünü bir tuzak olarak kullanarak Irak'a yerleşmiştir. AKP demokrasiyi cumhuriyet ve laikliğin karşıtı olarak göstererek, hem demokrasi hem de din kavramlarını bir araç ve bir tuzak güç olarak kullanarak, içinde laiklik olmayan bir devlet yaratma peşinde koşmaktadır.
Görülüyor ki, dini siyasi zeminde kullanma girişimleri en büyük zararı demokrasiye vermektedir.
Deniz Baykal, bakın bu konuda nasıl bir tespitte bulunuyor: "Demokrasiyi tehdit eden temel unsurlardan birisi inanç sisteminin demokrasinin tartışma alanını geniş ölçüde işgal etmesidir. Yani eğer yapılan siyasi tercihi bir inancın gereği olarak sunabiliyorlarsa orada demokratik bir tartışmadan söz etmek olanağı yoktur."
Şimdi AKP'nin yaptığı, bir siyasi tercihi bir inancın gereğiymiş gibi sunmak değil midir? Dini siyasete alet etmek değil midir? Laiklik ilkesini tahrip edip işlevsiz hale getirmek değil midir?...
***
Değerli okurlarım demokrasiyi tehdit edebilecek bir diğer unsur da "para"dır. Eğer siyaset ortamında paranız, zenginliğiniz ön plana geçiyor ve sadece paranız nedeniyle büyük bir ilgi görüyorsanız, dahası istediğiniz her şeyi yapma ve değiştirme hakkına sahip oluyorsanız orada demokrasiden, çağdaşlıktan, hukuktan, sosyal adaletten, eşitlikten...söz edilemez. Aynı şekilde siyasetin zenginleşmek için araçlaştırıldığı durumda demokrasinin altı oyulmaya başlanır. Deniz Baykal'ın ifade ettiği gibi "çok para, hesapsız para, karanlık para siyaseti bozar. Demokrasiyi bozar."
Dinsel kimliğin ya da paranın hakim olduğu yönetimler, görünür adları "demokrasi" de olsa çağdaşlıktan uzaklaşırlar. Toplumu, itaat toplumu haline getirmeye çalışırlar. Kendini padişah sananlar böyle toplumlarda çoğalır. "Çok yaşa padişahım" sesleri daha sık duyulur...
İnancın ve paranın öne sürülmesi yoluyla siyaset yapılması demokrasiyi yozlaştırır. Onu tehlikeye sokar.
Oysa çağdaş demokrasilerde para ve inançlar değil; düşünceler, fikirler, projeler yarışır. Eğer bir ülkede karnı aç, işsiz, başı eğik ve muhtaç insanlar çoğunlukta ise o ülkede demokrasiden söz edilemez. Bugün ülkemizde açlığın, işsizliğin, yoksulluğun, yolsuzluğun çığ gibi büyüdüğü bir ortamda gerçek demokrasiden söz edilebilir mi? Peki bu sözde demokrasi kime ve kimlere yaramaktadır? Türban ve yaratılan zenginler bu demokrasinin neresindeler? Yoksul, işsiz ve aç insanlar bu demokrasinin neresindeler?
AKP kendi çarpık demokrasi anlayışını yoksullara ya "inancı" üzerinden takiyye ile ya da "para v.s." yardım yaparak benimsetmektedir.
"Bakın Yeni Dünya Düzeni'nin yeni demokrasi anlayışı bu, buna alışmalısınız" denilmektedir. "Siz kaderinize razı olun fakirin, yoksulun, işsizin demokrasi olmaz. Ben size sadaka demokrasisini sunuyorum; daha ne istiyorsun" denilmektedir.
***
Değerli okurlarım, AKP son zamanlarda yaşanan durumların analizlerini kendi demokrasi anlayışına göre değerlendirip, kendi görüşlerinin ve düşüncelerinin herkes tarafından da kabul görmesini istiyor. Bunu da yüzde 46,5 oy oranına bağlıyor. Tabii, istediği olmayınca da diğer bir kutsal kavram olan milli iradenin arkasına sığınarak bir taraftan mağdur rollerini oynarken, diğer taraftan da hırçınlaşıyor. Hırçınlaşınca da hata üzerine hata yapmaya başlıyor. Bu hatalar halkın kafasını karıştıracak bazı çelişkiler yaratıyor. Hukukla milli irade; hukukla demokrasi karşı karşıyaymış gibi sunularak bir kriz yaratılmak isteniyor.
Bu çok yanlış bir stratejidir, bu çok yanlış bir gidişattır.
Gerçek krizleri saklayıp yapay kriz peşinde koşan AKP ve yandaşları neden böyle bir strateji izliyorlar? Neden halkı gerçeklerle buluşturmuyorlar. Yoksa halk gerçekleri öğrenecek ve uyanacak diye mi korkuyorlar, ürküyorlar?...
İşte sizden saklanan asıl krizi ve sizden kaçırılan gerçekleri CHP Lideri Deniz Baykal şöyle açıklıyor: "...Hukukun kuralları ile siyasetin ortaya koyduğu sonucun birbiriyle çatışır durumda olduğu, en azından bu iddianamede kendisini gösteriyor. Bu kriz, hukuk krizi değildir. Bu bizim anayasamızın temelindeki din ile siyaseti ayırmayı talep eden temel anlayışın Türkiye'yi yönetenler tarafından hazmedilememiş olmasından sindirilememiş olmasından kaynaklanan bir krizdir. Hukuk oy düzeyine göre işler, ya da işlemez diye bir ayırım mı yapacağız. Hukuk ya vardır ya yoktur. Çok oy almayla hukuk işlemez mi diyeceğiz. Zengin olana hukuk işlemeyecek mi?"...
Sizce de gerçekler bunlar değil mi? Neden düşünürlerin, siyaset yapanların, medyanın, köşe yazarlarının çoğu Deniz Baykal'ın söylediği gibi net bir şekilde gerçekleri anlatmıyorlar? Çünkü onlar önce patronun, önce AKP'nin, önce kendi çıkarlarını düşünmekteler.
Türkiye iktidarın yanlış politikaları sonucunda hem siyasi hem ekonomik krize sürükleniyor...
Bu süreçte önce vatan, önce Türkiye diyenler, önce Türk milleti, önce ulus devlet, laik cumhuriyet, üniter devlet diyenler, önce demokratik, laik sosyal hukuku devleti diyenler gerçekleri yüreklice anlatıyorlar, yüreklice savunuyorlar.
Gerçekler geleceğin şekillenmesinde başvurulacak kaynaklardır.
Sizce de bu kaynakları belleklerimizde saklamamız gerekmez mi?
(Haber Ekspres, 8 Nisan 2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder