24 Haziran 2008

EMEĞİN YAŞAM MÜCADELESİ. TUZLA, SOMA ve NİCELERİ...

Önce emekleri sömürüldü ilkel şartlar altında çalıştırılarak. Daha sonra yaşamları ellerinden alındı birer birer... İşte buz dağının görünen yüzü: Tuzla'da tersaneler bölgesinde toplam 99 canı yitirdik. Binlerce yaralı ve sakat ise kaderlerine terk edildi...

Ya buz dağının görünmeyen yüzünde yitirdiklerimiz ve kaderlerine terk ettiklerimiz?...

Manisa Soma'da yaşananlar sadece bir örnek buz dağının görünmeyen yüzüne.
Soma'da iş kazası sayısı 2002 yılında 3 bin 193 iken, 2006 yılında 6 bin 623 olmuş. İş kazalarında 2002 yılında 10 kişi ölürken, 2006 yılında bu sayı 26'ya yükselmiş.

Tuzla'da "kazalar" ve "ölümler" sürüyor. Tersane sahipleri ve bürokratlara göre kazaların nedeni deneyimsiz, Anadolu'dan gelen ve hatta denizi ilk kez gören işçiler. İş Sağlığı ve Güvenliği (İSGÜM) Genel Müdürü Kasım Özer, Mayıs ayında TBMM Tuzla Araştırma Komisyonu'na bir ifade vermişti. Özer'in ifadesindeki sözler yaşam hakkı konusunda hakim bakış açısını özetliyor. Şöyle diyor Özer: "Köyden hiç ayrılmamış insanlar, sanayi işlerine girdiğinde üzüntü verici kazalar oluyor. Yeraltı maden ocağında gaz patlamasında 250 insan ölüyor. Tersanelerde sanki 'facialar varmış' gibi gösteriliyor. Ama oranlara baktığımızda o kadar büyük değil."

Bu sözler her şeyi özetliyor. İşte insan yaşamını hiçe sayan anlayış...

* * *
Değerli okurlarım, bu bakış açısı beni dehşete düşürdü; ya sizi?... Kendi ağızlarıyla vasıfsız işçilerin düşük ücretle kötü koşullarda çalıştırıldıklarını itiraf ediyorlar. Hatta bu ölümlerin olağan ve makul sayıda olduğunu söyleyecek kadar zavallılar!...

Açıkça amaç kötü çalışma ortamında ucuz emeğin sömürülmesi. Can kaybını önemseyen kim? Hani nerede yaşam hakkı? Hani nerede insana verilen değer?...

Bu zihniyete bir dur demek için bir günlük grev yapılmadı mı? Bu yüzden emekçiler ve onlara destek veren emekçi dostları meydanlara dökülmedi mi?... Bir günlük uyarı grevi insanca yaşama talebi yönünde bir haykırış değildi de neydi?...

* * *

Tuzla emekçilerinin istemleri şunlar:

* Tersanelerde " Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği" uygulansın.

* Günlük çalışma saati 7,5 saat; haftalık çalışma saati 37,5 saat olsun.

* Cumartesi ve pazar günleri ücretli izin günü olsun.

* İş cinayetlerinin sorumluları yargılansın.

* Tersanelerde eksiksiz revir, doktor ve cankurtaran bulundurulsun.

* Sigortalar, alınan ücretler üzerinden ana firmalar tarafından ödensin.

* Ücretler arttırılsın, ödemeler güvence altına alınsın.

* Sağlıklı barınma evleri, soyunma odaları kurulsun ve iş koluna uygun kaliteli ve sağlıklı yemekler verilsin.

* Günde iki kez dinlenme molası verilsin.

* Taşeronluk kaldırılsın.

* Semtlere servis konulsun.

* Tersaneleri incelemek için bağımsız bir komisyon kurulsun.

Bu istemler Tuzla'da emekçilerin hangi şartlar altında çalıştıklarının da bir ispatı değil mi?...

* * *

Türkiye'mizin her köşesinde boğaz tokluğuna çok zor şartlar altında yaşam savaşı veren milyonlarca insanımızın emeklerinin sömürülmesine seyirci kalan iktidar; söz konusu türban olunca demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinden söz etmeye ve Türkiye'nin gündemini değiştirmeye çalışıyor. Bir lokma ekmek kazanabilmek için ölümle burun buruna kalan, evden işe her çıkışta "bu kez sıra bende mi" sorusuyla yüzleşip; eşiyle, çocuklarıyla vedalaşan insanların dramlarını görmezlikten geliyor.
Sayın Başbakan, siz yetmiş milyon Türk milletinin Başbakanısınız. Bir kişinin dahi burnu kanasa bundan siz sorumlusunuz. Kaldı ki insanlarımız, çalışma şartlarının çok kötü olduğu bir ortamda hayatlarını kaybetmekteler, sakat kalmaktalar. Bu durum sizi rahatsız etmiyor mu?...

Neden müdahale edip bu sorunları çözmüyorsunuz? Neden göstermelik açıklamalarla, sorunu geçiştirme söylemleriyle yetiniyorsunuz? Neden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı'nı harekete geçirmiyorsunuz? Neden komisyonlarda ve mecliste bu yönde kararlar aldırtmıyorsunuz? Sizce türban insan hayatından; yaşam hakkının göz göre göre ortadan kaldırılmasından daha mı önemli?...

İşte emperyalizmin, sömürünün, "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" felsefesinin Türkiye şubesinin vurdumduymaz yöneticileri. İşte fütursuz kadrolaşmanın iş bitirmez bürokratları. İşte yandaş, çıkarcı patronlar ve onların taşeronları... İşte siyaset-iş dünyası çarpık ilişkisinin acı sonuçları...
Hani insan hakları, hani demokrasi, hani garip gureba? Bu söylemleri ağzına alanlar, meydanlarda esip gürleyenler, bu canlar birer birer yaşamlarını bir lokma ekmek uğruna feda ederken niye seslerini çıkarmıyorlar?

Onlar kötü şartlar altında bir lokma ekmek kazanmak için canlarından oldular, sakat kaldılar. Peki, onları sömürenler ne oldu? Saygı gördüler, zengin oldular. Belki ödül bile alırlar. Hani o "değerli" insanlara verilen üstün hizmet ödüllerinden örneğin...

* * *

"Emek en yüce değerdir" diyen tüm demokratik kitle örgütlerini ve duyarlı yurttaşları emeği sömüren anlayışa karşı birlik ve beraberlik içinde tavır almaya çağırıyorum.

İnsana verilen değer, en başta onun yaşamına ve emeğine verilen değerle ölçülür çünkü...

...Ve her insan değerlidir...

...İstisnasız her insan...

Kimileri unutturmaya çalışsa da,

İstisnasız her insan...

(Haber Ekspres, 24 Haziran 2008)

Hiç yorum yok: