Değerli okurlarım, bir süre önce Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün otomobilinin izlenmesinin ardından bu kez de CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın CHP Genel Merkezi'ndeki odasında, merkeze alınan bir valiyle yaptığı konuşma en ileri teknoloji kullanılarak "ortam dinlemesi" yöntemiyle kayda alındı ve Vakit gazetesinde yayınlandı.
Bu dinlemeler, eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın ifade ettiği gibi Telekomünikasyon Merkezi tarafından gerçekleştiriliyor. Merkez hangi kuruma bağlı? Başbakanlığa. Dolayısıyla devletin teknolojik gücünü siyasi güç olarak kullanmak için her yol zaten baştan açılmış...
Dinleme olayının ardından, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, yaşanan olayların Türkiye'de anayasal hak ve özgürlüklerin, hukuk ilkelerinin iktidar tarafından kolayca çiğnenmesinin bir örneği olduğunu belirten bir açıklama yaptı. ABD'de yaşanan benzer bir skandal (Watergate) sonrasında devlet başkanının istifa ettiğini hatırlattı. Sav'ın dinlenmesi olayının Watergate skandalından daha ağır bir ihlal olduğunu vurgulayıp "Devletin güvenlik güçlerinin kimlerle, nasıl irtibat içinde olduğu, kimlere servis yaptığı, devletin onlara emanet ettiği yetkiyi; teknolojiyi nasıl özel amaçlar için kullandığı da böylece ortaya çıkmıştır" dedi.
Bu skandalın doğal sonucu, haberleşme özgürlüğünün siyasal gayelerle ayaklar altına alınmasından sorumlu tüm yetkililerin istifası ya da görevden alınması ve haberleşme özgürlüğünü yeniden güvence altına alacak yasal girişimlerin başlatılmasıydı.
Ama olmadı...
* * *
Değerli okurlarım, AKP iktidarı bu yaşanan vahim olay karşısında köşeye sıkıştı. Olayı örtbas etme çabası içinde olan AKP Grup Başkan Vekili Nihat Ergün de, "Gerçekten böyle bir şey olmuşsa bunu yapanların yargılanması boynumuzun borcudur. TBMM, ana muhalefet partimizle ilgili iddialar konusunda bir çaba içinde olmak durumundadır" dedi. Aynı zamanda da gülünç açıklamalarla bir dinleme skandalının aslında hiç yaşanmadığı AKP tarafından iddia edilmeye başlandı...
AKP zihniyetinin "takiye" mantığı tekrar ortaya konuldu...
Türkiye ilk kez böyle bir olaya tanık oluyor. Daha doğrusu Türkiye'de ilk kez böylesine vahim bir olay böylesine belirgin bir biçimde "açığa çıkıyor".
Hukukun, insan haklarının, demokratik hak özgürlüklerin özünü, devletin teknolojik gücünü kendi siyasi amaçları için kullanarak çökerten bir siyasal iktidar var ortada...
İnsan hakları evrensel bildirisinin 7. maddesi " Hiç kimse özel yaşamı, ailesi, konutu ya da yazışmaları konusunda keyfi müdahalelere, onur ve şöhretine karşı saldırıya uğrayamaz. Herkes bu müdahale ve saldırılara karşı yasaca korunma hakkına sahiptir" der.
Anayasamızın 20. maddesi "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz", 22. maddesi de, "Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır" der.
Demokrasinin özü insan hak ve özgürlüklerine duyarlılıktır. Demokratikleşme ise hak ve özgürlüklerin korunmasının güvencesidir. Ama nerede duyarlılık; nerede korunmanın güvencesi?
Demokrasi içinde kalarak iktidarını sürdüremeyeceğini anlayan AKP zihniyeti demokrasi dışı uygulamalara zemin hazırlayarak varlığı sürdürme peşinde...
Bir de "demokrat" ve "masum" rolleri oynamaya başlıyor. Bu kez Türk (!) Telekom'dan servis edilen dokümanlarla, dinleme skandalının gerçekte hiç yaşanmadığını belgeleyerek, CHP'yi köşeye sıkıştırmayı umuyor.
* * *
Oysa Türk Telekom'un satışının, günün birinde hangi amaçlara hizmet etmek için yapıldığının ilk örneği böylece verilmiş oluyor... Deşifre olan AKP'nin planları oluyor...
Değerli okurlarım aşağıdaki sözler CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın 13 Mayıs 2008 tarihli Grup Toplantısı'nda, yani dinleme skandalı öncesinde söylediği sözler. Aynen aktarıyorum:
"...Bakınız bu AKP hükümetinin konuşulacak çok politikası var tabii ama... bir uygulama var ki sadece bugün değil, gelecekte de çok konuşulacak... Bunu unutturmaları mümkün değildir, hiç kimsenin unutmaması lazımdır. Bu, fevkalade önemli bir olaydır, Türkiye'nin geleceğinde de çok konuşulacak bir konudur. Nedir bu konu? Bu konu Telekom'un satılışıdır. Değerli arkadaşlarım, bu satış bir büyük olaydır. Olay olmanın ötesinde bir faciadır, Telekom'un satılışı bugün ortaya çıkmıştır ki, gerçekten bir faciadır... Türkiye'deki Telekom satışını ne özelleştirme politikasının bir gereği olarak sunmanız mümkündür ne herhangi bir şekilde ülke yararına bunu temellendirmeniz mümkündür... Neyi satıyorsunuz? Telekom'u. En önemli, en stratejik alanlardan birisi. Bakınız, Putin giderayak bir kanun çıkardı, dedi ki: 'Telekom'da yabancı sermayeye kesin izin veremezsiniz.' Bu duyarlılığı Fransa uyguluyor, İngiltere uyguluyor. Özelleştirme yaptı ama nerede yaptı? Kendi içinde yaptı, yabancı sermayeye teslim etmedi. Şimdi, Telekom'u biz sattık... Bu satışla Türkiye'de devlet tekelinin yerine özel tekel getirildi...Çok kârlı bir özel tekel oluşturuldu, hem de başbakan ile yakın ilişkileri olan bir ailenin bu sektörle herhangi bir iddiası olmayan bir firması tarafından Türkiye'de Telekom alanında bir tekel oluşturuldu."
Türkiye'de, iletişim gibi stratejik bir sahada özel bir tekel olarak faaliyet gösteren, başbakan ile yakın bağlantısı olan, dahası bugün Türkiye'de elde ettiği serveti hükümetin uygulamalarına borçlu olan Lübnanlı bir ailenin kurumunca verilen bir belgeyi gönül rahatlığıyla hanginiz doğru kabul edebilirsiniz?
Peki, yine aynı bağlantıya sahip olan yahut siyasal baskılarla ürkütülecek diğer kurumların verebileceği diğer belgeleri?
* * *
İşte değerli okurlarım, bu olayların özü, Atatürk ilke ve devrimlerini savunan CHP'ye ve bu siyasal bilinçle hareket eden her konumdaki insanlarımıza yönelik korku, baskı ve yıldırma harekâtıdır.
Yırdırılmak istenenler, korku ve yağma düzenini ilerde yok etmesinden korkulanlardır...
Mahalleye, üniversiteye, hukuka, savcıya, siyasetçiye.....korku, baskı, sindirme, yıldırma girişimleri aslında Türk milletine yönelik korku, baskı, sindirme, yıldırma ve tedirgin etme girişimleridir. Anayasa Mahkemesi'nin vereceği karara, yaklaşan yerel ve genel seçimlerde oy kullanacak seçmenlere verilmiş bir mesajdır. Bu mesajı doğru okursak demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin nereye götürülmek istendiğini görebiliriz...
* * *
"Vatandaş olan kişiler kendi hürriyetlerinin bir kısmını seve seve gerekli görerek devlete zaten devretmişlerdir. Devlet kendine özgü iradesi ile kişisel hürriyetlerin bir kısmına gene o hürriyetlerin sağlanması için sahip olur. Yeter ki devlet hâkimiyeti, milletin refahına, genel mutluluğuna ve vatandaş hürriyetlerinin sağlanmasına kullanılsın." (1931-Mustafa Kemal Atatürk)
Yorum sizin...
(Haber Ekspres, 03 Haziran 2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder