17 Temmuz 2008

İşte Yeni Dünya Düzeninin Siyaseti: Doğa Yaşamı = Toplumsal Yaşam


14 Kasım 2006 tarihli Haber Ekspres'teki köşemde şöyle yazmıştım: "Hele bugünlerde o kadar ihtiyacımız var ki gerçekleri yazan kalemlere! Gazete köşelerini köşe dönmek için kullananlara, köşeleri tutup dört köşe olanlara inat gerçekleri yazan kalemlere. Yolsuzluğa, yoksulluğa ve yandaşlığa yanaşmayıp, kötülüğü köşeye sıkıştıracak kalemlere... Tıpkı Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi... Onlar bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmadılar. Susmayı çağın suçu olarak gördüler. Cesur bir kere, korkak bin kere ölür dediler. Cumhuriyeti, laikliği ve demokrasiyi savundular. Atatürk ilke ve devrimlerinden asla ödün vermediler. Oysa günümüzde görmezden gelinen yalanlar, talanlar, bazı medya organlarınca ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen; Türkiye'nin gelişmesini hükümet istikrarına bağlayan (ama istikrarın ancak ve ancak halktan yana hükümetin varlığında gerçekleşebileceğini kavrayamamış) düşünce, iktidar merkezli patronaj ağının daha da gelişmesine katkı sağlıyor. "Üç maymunu oynayan" bu kesimlerin yaratmaya çalıştığı vurdumduymazlık tekeline yüzyıllar öncesinden Lermontov'un sözcükleriyle bile cevap verilebilir. Şöyle diyor Lermontov "Çağımızın Kahramanı" adlı yapıtının önsözünde: "İnsanların tatlıyla beslendikleri yeter; mideleri bozuldu artık. Onlara biraz acı ilaç, katıksız gerçek gerek!" Lermontov'un Dekabrist hareketin çarlık tarafından bastırıldığı dönemin ertesindeki baskı, suskunluk ve yılgınlık ortamında bu toplumcu-gerçekçi çıkışının mantığını hatırlamak, hatırlatmak gerek...Daha da açıkçası, çekilen acılara sebep olanları, acı çekenlere anlatmak gerek!..."

Bugün 15 Temmuz 2008. Medyanın durumu daha da içler acısı. İktidar yandaşlığı iyice kurumsallaştı. "Acı ilaç ve katıksız gerçek vermeye yeltenenler" hedef alınıyor.

Peki neden böyle? Cevabı bulmak için "büyük resme" bakmak gerekiyor.

1- Küreselleşme adı altında pazarlanan emperyalizm, kendine karşı ılımlı bir yönetimi kurup sağlamlaştırarak ve halkı "tatlıyla besleyen" bir medya ağı aracılığıyla yanıltarak "sistemin sürekliliğini" garanti etmeyi amaçlar. Tüm dünyada böyledir.

2- Emperyalizm için "sistemin sürekliliğini" değiştirme potansiyeline sahip güçler,
toplumsal meşruiyetleri ve destekleri olduğu ölçüde daha da tehlikelidirler. Bu nedenle çeşitli yollarla edilgenleştirilmeye çalışılanlar öncelikle onlar olurlar.

* * *

Değerli okurlarım, emperyalizme, sömürüye, gericiliğe, ayrıcalıklara ve eşitsizliğe boyun eğmeyen Kemalizm'in, laik ve üniter devlet yapısı konusunda gösterdiği duyarlılık; iç ve dış birtakım unsurlar tarafından en büyük tehdit olarak algılanmaktadır. Bu nedenle Kemalizm'i edilgenleştirmeye yönelik uygulamalar her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır.

Bunun en temel nedeni de Yeni Dünya Düzeni'nin "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" felsefesini herkese kabul ettirmektir. Daha doğrusu doğa yaşamını toplumsal yaşantıya geçirmektir. Güçlünün güçsüzü ezdiği, güçlünün her zaman için ayakta kalacağı bir dünya düzenidir kurulmak istenen...

ABD'in Irak'a demokrasi getireceğim diye bir milyon insanı enerji çıkarı için katletmesi gibi... Birinin daha iyi yaşaması için diğerinin gerekirse ölmesi ...

İşte budur "yeni dünya düzeni"...

* * *

Değerli okurlarım, tıpkı doğada olduğu gibi, toplumsal yaşamda da eşitsizlikler, güçlüler ve güçsüzler vardır. Toplum ve doğa yaşamına ilişkin eşitsizlik tablosu siyasete konu olduğunda iki karşıt düşünce ortaya çıkmaktadır. Altı ısrarla çizilmelidir ki, iki karşıt düşünce de eşitsizliğin varlığını reddetmemektedir. Bu düşüncelerden birincisine göre, doğada olduğu gibi toplumsal yaşamda da eşitsizliklerin olması son derece olağan, normal bir durumdur. Bu yapıyı değiştirmeye kalkarsanız düzene zarar verirsiniz, dengeyi bozarsınız, "istikrarı" zedelersiniz. Toplumda karışıklılığa yol açarsınız. "Zengin zenginliğini, fakir fakirliğini bilecek; zengin fakirin, fakir zenginin varlığını kabul edecek!". Bu birinci görüş "sağ" görüştür. "Yeni Dünya Düzeni'nin" sahiplendiği görüştür.
Bu görüş kendi çıkarlarını korumak için, "insan akıl sahibi bir canlı olarak topluma düzen verecek ve eşitsizliği ortadan kaldırabilecek yetenektedir" diyen ikinci görüşe ulusal ve uluslararası düzeyde baskı yapmaktadır...

Türkiye'de ise emperyalizm karşıtlığı ve halkçılık Kemalizm'le çakışmakta ve Kemalizm, bir kez daha emperyalizmin temel düşmanı noktasına taşınmaktadır. Bu nedenle Türkiye'de baskıya uğrayan dünya görüşü tatlısu solculuğu değil Atatürkçülük olmaktadır.

Bir başka ifadeyle "yurtta barış, cihanda barış" diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal, halkçı, laik ve üniter yapısı değiştirilmek istenmektedir. Bunun için de iç ve dış güçler Kemalist düşünceye sahip kişileri etkisizleştirme, korkutma, ürkütme ve sindirme peşine düşmüşlerdir.

Olan budur...

* * *
Peki bu olumsuzluklar karşısında bizler ne yapmalıyız?...

Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini (Kemalizm'i) ve amaçlarını ulus olarak özümsememiz gerekiyor. Bizi bizden ve değerlerimizden koparacak gelişmelere karşı son derece duyarlı ve uyanık olmalıyız. Hepimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün ulus tanımındaki "biz" olmalıyız. Birlik olmalıyız. İlkelerimize, devrimlerimize ve ulusal, laik ve üniter devlet yapımıza sahip çıkmalıyız.

Cumhuriyet bilinci içinde olmalıyız... Bizi bizden ayıran; bölen, parçalayan, yok eden anlayışlarda değil bizi biz yapan anlayışlarda birleşmeliyiz.

Atamızın miras olarak bıraktığı Cumhuriyet'e ve Cumhuriyet Halk Partisi'ne sahip çıkarak bu olumsuzlara dur diyebiliriz değerli okurlarım...

(15 Temmuz 2008, Haber Ekspres)

Hiç yorum yok: