02 Eylül 2010

CHP TARİHİNDEN ALINMASI GEREKEN DERSLER- ZAFER YAPICI


Değerli okurlarım, biliyorsunuz, 1923-1950 dönemleri arasındaki CHP iktidarını bir faşizm örneği olarak sunma konusunda önemli bir entelektüel gayret var.
Bu gayreti gösterenlerin temel amacı, demokrasi kavramını merkeze alarak Kemalizm eleştirisine girişmek ve yine demokrasi kavramını araçlaştırarak emperyalizmin kurumsallaşmasına açık bir sistem inşa etmek.
Bu nedenle Kemalizm'e saldırı paradigmasından olaylara bakanlar CHP'nin demokrasi konusunda attığı tarihsel adımları görmezlikten gelmek zorunda kalıyorlar.
* * *
Bugün size demokratik bir düzen inşa etmek adına CHP'nin henüz 1923 yılında attığı bir adımdan; Parti Tüzüğü'nden ve 1927 tarihli Genelgesi'nden söz edeceğim.
1923 yılında hazırlanan Parti Tüzüğü 106 madde ve bir ekten oluşmaktaydı.
Tüzük İzmir'in kurtuluş günü olan 9 Eylül 1923'te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nca onaylandı.
Böylece Müdafaa-i Hukuk yerini Halk Fırkası'na bıraktı.
Tüzük başlıca şu unsurları getirdi:
1. Parti için Genel Başkanlık ve Genel İdare Kuruluşu dışında etkili bir üçüncü organ yarattı: Genel Sekreterlik. Bu organın yaratılmış olması, partinin Batı'daki sol parti örgütlenmelerden esinlendiğini, sol bir başlangıca sahip olduğunu gözler önüne serdi.
2. Tüzüğün "Genel Esaslar" bölümünde ulusal egemenlik, yasaların üstünlüğü ve hukuk devleti gibi demokratik düzenin vazgeçilmez ilkelerine yer verildi.
3. Tüzüğün 1. maddesinde üye alınırken şu şartların göz önünde tutulması öngörüldü: Yolsuzluklara karışmamış olmak. Kurtuluş Savaşı'nın aleyhinde faaliyetlerde bulunmamış olmak. Partiye birtakım çıkarlar elde etmek amacıyla girmemiş olmak.
Bu üç başlık CHP'nin kuruluş yılları itibariyle bile "demokratik" ve "özgürlükçü" bir karaktere sahip olduğunu göstermeye yetmektedir.
CHP, kuruluş yıllarından itibaren solda konumlanmış, zaten 1927 ve 1933 yıllarında Avrupa'da sol partilerin oluşturduğu Radikal ve Mümasili Fırkaların Beynelmilel İtilafı'na gözlemci olarak katılmıştır. Fırka'nın isminde halk sözcüğünün geçmesi bile fırkanın sol duruşunu göstermektedir. Çünkü halk sözcüğü, ezilen ve yoksul tabakaları akla getirmektedir.
Parti'nin sınırsız güce sahip olabileceği bir dönemde bu gücü sınırlandırma yönünde hukuk devleti ve yasaların üstünlüğü kavramlarına yer vermesi partinin demokratik tavrına önemli bir örnek oluşturmaktadır.
Bugün siyasetin kirlenmesi, kişisel çıkara dayanması ve rant dağıtımıyla tanımlanması demokrasiye verilen en büyük zararlardan biridir. Daha 1923 yılında CHP, bu gerçeği kavramış ve bir siyasal etik ilkesini parti tüzüğüne aktarmıştır. Partiden bırakınız aday olmak, partiye üye olmak bile etik bazı ilkelere sahip olma koşuluna bağlanmıştır.
* * *
Mustafa Kemal 1927 Seçimleri'ne girerken de parti örgütüne gönderdiği genelgede, seçimlere giderken partiden seçilecek milletvekillerinin uyması gereken kuralları şu şekilde ilan etmiştir: "...Partili milletvekilleri, sermayesinin çoğu devlete ait kurum ve şirketlerle, kamu yararına çalışan ya da özel sermayeli ayrıcalıklı şirketlerin, tekel niteliğindeki kuruluşların yönetim kurullarına hükümetçe seçilen üyeler arasında alınmayacaklardır... TBMM Başkan ve Başkan Vekilleri, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Parti Genel Sekreteri ve Grup Başkanı ile Başkan Vekilleri, Parti Müfettişleri, gerek devletle ilgili kurumların gerekse öteki şirket ve kuruluşların müdürlük, yönetim kurulu gibi yönetim ve temsil görevlerinden 'gerçek biçimde' vazgeçeceklerdir..."
* * *
Değerli okurlarım, sonuç olarak demokrasi sadece çok partili siyasal yaşamın görünürde var olmasına indirgenecek kadar sığ bir kavram değildir.
CHP, demokrasinin kurumsallaşması yönündeki gayretlerine ulusal kurtuluş mücadelesiyle başlamıştır. (CHP, ilk kongresi olarak milli mücadelenin örgütlendiği Sivas Kongresi'ni kabul eder).
Ulusal bağımsızlığın veri olmadığı toplumlarda demokrasinin olanaksızlığı, CHP'nin ne kadar doğru bir başlangıç yaptığını gözler önüne sermektedir.
Dahası, ulusal kurtuluş sağlandıktan sonra da demokrasi için kilit önemde olan siyasal etik, hukuk devletinin kurumsallaşması ve ulusal egemenlik konularında CHP öncü bir rol oynamıştır.
Bu sürecin doğal sonucu çok partili hayata geçiştir. Ancak her çok partili hayat, demokrasi demek değildir.
Görünürde serbest seçimlerin olduğu ancak hukuk devletine sistematik bir saldırının gerçekleştirildiği, bağımsızlığın tartışılır hale geldiği, ulusal egemenliğin iktidarı oluşturan partinin egemenliği olarak yorumlandığı, dokunulmazlıkların yolsuzluk batağını örttüğü, sosyal devletin çökertildiği bir düzen demokrasi olarak tanımlanabilir mi?
Ne dersiniz?...
(Haber Ekspres Gazetesi/ 31 Ağustos 2010)

Hiç yorum yok: