07 Eylül 2010

KELEBEK ETKİSİ- ZAFER YAPICI


Değerli okurlarım, bugün size 19 Eylül 2006 tarihinde bu sayfalarda yer alan bir köşe yazımı, bir tutam güncelleyerek aktarıyorum.
Referandumun önemini ve ne gibi sonuçları olabileceğini en iyi böylelikle anlatmış olacağımı düşünüyorum.
* * *
İşte "bir tutam güncelleyerek" sizlere yeniden sunduğum söz konusu yazım:
* * *
1963 yılında Edward N. Lorenz hava durumuyla ilgili kuramsal çalışmalarının neticesinde şöyle bir sonuca ulaşmıştı: Yeryüzünün herhangi bir bölgesinde bir kelebeğin bile kanadını çırpması, hava durumunu sonsuza dek değiştirecektir. Lorenz'in örneğiyle, Amazon ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması, Avrupa'da fırtına kopmasına neden olabilirdi.
Değerli okurlarım, kanımca, siyasal düzlem için de dersler çıkarılabilecek bir yaklaşım kelebek etkisi. Şöyle ki, kelebek etkisi yaklaşımı, bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine işaret ederken, tam da siyasal düzenin temel parametrelerini anlatıyor. Siyasal katılımın vazgeçilmez unsurlarından olan oy verme davranışı da bu çerçevede değerlendirilebilir. Amazon ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpmasının Avrupa'da fırtına kopmasına yol açabileceği gibi, yurdun herhangi bir yerinde kullanılmış bir oy bile belli durumlarda siyasal alanda akıl almaz sonuçlar yaratabilir. Size ufak ve güncel bir örnek: 2004 yılı belediye başkanlığı seçimlerinde Sinop il merkezinde seçimlerden birinci çıkan parti (AKP – 4977 oy) ile ikinci çıkan parti (CHP – 4976 oy) arasında sadece bir oy vardı.
Unutmamamız gereken nokta şu: Hepimiz, referandumda kullanacağımız ve önemsiz gözüken "tek bir oyun" bile, Türkiye Cumhuriyetinin geleceğinin temel belirleyicisi olabileceği bilinciyle sandık başına gitmeliyiz. "Umudu sandıkta aramakla" da yetinmemeli, "sandığı umut yapmada" aktif bir biçimde çalışmalıyız.
Değerli okurlarım, bu konuyla ilgili bazı gözlemlerimi sizlerle paylaşmak isterim. İktidarın olumsuz tavırları karşısında her kesimden sesler yükselmeye başladı. Böyle bir ortamda sokaktaki insan, "neden?" sözcüğüyle kurduğunuz her soru cümlesi karşısında, "ben olsaydım" sözü ile başlıyor sohbete. Peki, AKP nasıl iktidara geldi deyince, ellerim kırılsaydı da, bir daha oy vermeseydim sözleri ile devam edip gidiyor... "Ben olsaydım" ve "ellerim kırılsaydı"! Bu sözcükler, pişmanlık duygusunun ardında gizli bir güçsüzlüğü ve teslimiyeti de simgeliyor.
"Ben olsaydım" ve "ellerim kırılsaydı" deyip, sonrasını getirememek "profesyonel siyasetçilerin" ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü toplumumuz kullandığı oyun gücünü bilmiyor. Aşırı profesyonelleşmiş siyasetçiler (siyaseti rant, çıkar elde etmek için yapanlar) bu gücün kendilerinde olduğunu, iktidara gelince oyla özdeşleştirdikleri vatandaşların sorunlarını çözeceklerini söyleyip durdular. Birçoğumuz da sayıca fazla olan bu siyasetçilerin dediklerine inandı ve bu çark böyle onyıllarca dönüp durdu. Oysa; siyaset toplumun işidir, bütün ülkenin işidir, bütün yurttaşların işidir. Siyaset en başta sizlerin işidir! Türkiye'de profesyonel siyasetçilerin dışında belli bir birikimi yansıtan, ülke sorunlarını uğruna emek vermiş, alın teri akıtmış insanların birikimleriyle, ülke sorunlarının çözümüne yardımcı olacak siyasi açılımları gerçekleştirmek durumundayız. İşte bunun için "ben olsaydım" ve "ellerim kırılsaydı" tepkilerinin bir adım ötesine geçmemiz, siyasete her yoldan katılmamız gerekiyor.
"Ben olsaydım" ve "ellerim kırılsaydı"nın ötesine geçememenin bilançosu mu? İşte bunlar:
Cumhuriyete, laikliğe, hukuka yapılan saldırılar,
Kurumlara, kişilere yapılan saldırılar
Cumhuriyetin tüm yapıtlarını teker teker satmalar,
Tüm kurumlarda kadrolaşmalar, kuşatmalar,
Eğitim kurumlarımızın laik eğitimden uzaklaştırılması,
Tüm sosyal kurumlarımızın çökmesi, halkın ilaç alamaz, muayene olamaz duruma gelmesi, sosyal devlet anlayışının dışlanması,
İşçi, memur, köylü, çiftçi, kimsesiz, engelli, esnaf, sanayici, öğrenci, aydın, işsiz kesimlerin feryatları,
Dış politikada yaşanan olumsuzluklar ve Türkiye'nin saygınlığının yitirilmesi,
IMF'ye, AB'ye ve ABD'ye verilen ödünler,
Lozan'ın Sevr'e dönüştürme çabaları ve buna göz yummalar,
Güneydoğu, Irak, Filistin, Lübnan'da uygulanan yanlış politikalar, "Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi'nin küçük ortağı" olma gayretleri,
Ve son olarak iktidarın kendi geleceğini kurtarmak için hukuk devletini işlevsizleştiren anayasa değişikliğini tüm olanaklarını kullanarak halkımıza onaylatma girişimleri...
Değerli okurlarım, CHP'nin dediği gibi, yolsuzluk batağına saplanmış AKP, hesap vermekten kurtulma derdine düşmüştür. Bu yüzden kendi yandaşlarını yargı organlarına atamanın yolunu aramaktadır.
Başbakan ve Bakanlar, yolsuzluklarından dolayı Yüce Divan'a gönderildikleri zaman, kendilerine ceza vermeyecek yandaş hakimler tarafından yargılanmak istemektedirler. Anayasa değişikliğinin asıl amacı da budur.
Çözüm elinizde... Bilinçli ve güçlü bir irade ile referandumda kullanılacak "HAYIR" oyları, ülkemizin demokratik, laik, sosyal ve hukuk devlet yapısını sağlamlaştıracaktır. Kendimizin, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini güvence altına alacaktır. Gelin, Çanakkale ve Sakarya'da olduğu gibi, Türkiye'yi bu kez sandıkta kurtaralım ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni de güçlü bir demokrasi ortamında dürüst siyasetçiler ile sonsuza değin yaşatmaya devam edelim. Gelin, tüm yollarla siyasete katılalım, umut yaratalım.
Bir kelebek misali, kanatlanıp fırtınalar yaratmanın, fırtınaların ertesinde "HAYIR" oylarıyla güzel günlere hep birlikte kanat çırpmanın bu kez zamanı gelmedi mi?

(Haber Ekspres Gazetesi- 6 Eylül 2010)

Hiç yorum yok: