08 Mart 2012

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ…- ZAFER YAPICI


Aslında biraz daha ileriye giderek; 8 Mart’ın dünyada emeği sömürülen kadınların günü olarak hatırlanması gerektiğine inanıyorum.
Neden mi?
Tarih boyunca savaşların ve emeğin sömürülmesinin getirdiği yoksulluk, herkesten önce kadınları etkiledi.
Irak’ta binlerce kadının tecavüze uğrayıp çaresiz duruma düşmesi bu duruma en yakın örnek değil mi?
Irak’a kadar gitmeye gerek var mı diyeceksiniz? Hayır yok… Aynaya bakalım yeter…
Aynı toplumsal artıyı üretmelerine rağmen erkek kadar ücret alamayan kadınlarımız...
Eş, aile ve çevreden gelen şiddete ve baskıya maruz kalan kadınlarımız…
Savunmasız ve çaresiz olarak cinayetlere kurban edilen kadınlarımız… Törenin vurduğu kadınlarımız…
İşte Türkiye’de ve dünyada ekonomik bağımsızlığı elinden alınan emekçi ve emeği sömürülen kadınlarımızın durumu…
* * *
Dilerim Dünya Kadınlar Günü’nde yükselen bilinci, yılda sadece bir gün değil, 365 gün aynı duygu, coşku ve hassasiyetle gündemde tutarız…
Değerli okurlarım, benim içtenlikle katıldığım görüş kadın sorununun sadece bir cinsiyet sorununa indirgenemeyeceği, bir toplum sorunu, bir kültür sorunu olarak değerlendirilmesi gerektiği yönünde. Bunu çözen toplum, çok büyük bir atılım gücünü elde eder, bunu çözememiş olan toplumlar ise çok büyük sorunlarla, sıkıntılarla karşı karşıya kalırlar. Aslında bu sorunun çözülmesi çağdaşlaşmanın hem gereği hem de temel aracıdır. Çağdaşlaşmanın temelinde kadın-erkek eşitliği yatarken, bu eşitliğin sağlanması aynı zamanda toplumsal değişimin diğer alanlarına da etki eder. Kadın–erkek eşitliğinin toplum tarafından benimsenmesi, uygulanması ile barışın, dayanışmanın ve paylaşmanın önü açılabilir.
Ne yazık ki, laik cumhuriyetin değerleriyle hesaplaşma sürecinde ilerleyen siyasi iktidar, kadın sorununu da “takiye mantığıyla” sözde sahiplenir görünme gayreti içine girerken, aslında bu sorunu “türbana” eşitleyerek çözümsüzleştirmektedir. Laik cumhuriyetin kadın hakları konusundaki tüm kazanımlarının altını oymaktadır. AKP mantığı kadınlara “pozitif ayrımcılık” gibi bir olumlu ve gerekli yaklaşımı bile “takiye mantığıyla” kullanmaktadır. İktidarın yaklaşımı “pozitif ayrımcılık”ı çarpıtıp, bu kılıfla aslında kadını “ötekileştirmektedir”. Oysa kadınları toplumsal ortamlarda tecrit eden, onları ya erkeklerin arkalarına; “kadınlara özel yapılmış” tesislere, ya da evlerine kapatan anlayışı sahiplenerek, onlara yapılan baskıya, şiddete ve cinayete kurban gitmelerine seyirci kalarak kadın hakları savunulamaz.
Bu süreçte, gerici zihniyetlere karşı kadın hakları mücadelesini yürütecek olanlar yine kadınlarımızdır. Kadınlarımızın yanında yer alan; onlara değer veren, destek olan erkeklerimizdir. Tüm toplumumuzdur. Bu mücadeleyi başarıya ulaştıracak olan azimdir, kararlılıktır, güvendir, dayanışmadır, paylaşmadır ve barıştır.
Nasıl mı başaracağız? Hemen söyleyeyim: Gözlerimizi dünyaya açar açmaz bizi ilk kucaklayan, besleyen, hastalanınca başımızda sabahlayan annelerimiz değil mi? İlk sevgiyi, ilk saygıyı, davranış kalıplarını topluma karışmadan önce aile içerisinde anne ve babalarımızdan öğreniriz; öyle değil mi? Yani annemiz ve babamız ilk öğretmenlerimizdir. Çekirdek aile içinde anne ve baba, çocuklarını yetiştirirken cinsiyetleri dolayısıyla çocukları arasında ayrımcılık yaparsa (ben öyle yetiştirildim görüşüyle); erkek çocuklarını ön plana çıkarıp kız çocuklarını ikinci plana iterse;

• Erkek çocuk kendinin güçlü olduğunu,
• Kızların ve kadınların ikinci planda kaldığını,
• Onların kendinden farklı ve erkeklerinin hizmetinde olduğunu,
• Her kararın kendisi tarafından verileceğini, kadının itiraz hakkı ve görüşü olmadığını düşünmeye başlar.
Bu kültürle yetişen çocuklar sosyal hayata atıldığında aynı alışkanlıklarını yeni kuracağı ailesinde, okulda, iş yerinde ve devlet kademelerinde hatta ülke yönetiminde de sürdüreceklerdir. Kısır döngü devam ettikçe, kadın-erkek eşitsizliği devam edecektir. Ülkemizde bu çarpıklık ne yazık ki karşı devrim sürecinde toplumsal bağlamda yüceltilmiş, kadın, Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’si uygulamasının aksine ötekileştirilmiştir. Şimdi kadını ötekileştiren uygulamalarla mücadele edecek toplumsal ve siyasi iradeye ihtiyaç var!
Değerli okurlarım, kadınıyla erkeğiyle ayırım yapmadan insan olarak, eşitler olarak bu dünyayı yeniden kurabiliriz. Şimdiden başlayarak her çekirdek ailede anne ve babalar kız ve erkek çocuklarını eşit olarak görmeli. Düşünüş ve eylemlerimizi, paylaşmaya, dayanışmaya, barışa, sevgiye, saygıya, hoşgörüye yani aile içi demokrasiye dayalı bir kültür anlayışına uygun şekle dönüştürmeliyiz.
Bu anlayış içinde yetişen çocuklarımız sosyal hayatın ve ülke yönetimlerinin her kademesinde olumlu alışkanlıklarını sürdürecek ve kardın-erkek eşitsizliği kendiliğinden kaybolacak…
İşte o zaman kadını ve erkeği ile eşit bir Türkiye hedefimiz gerçekleşmiş olacaktır.
1923 yılında Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN, “Bir toplum aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse ilerlemesine ve medenileşmesine teknik bakımdan imkan, ilmi bakımdan da ihtimal yoktur” sözünden yol çıkarak…
…“Önce insan” sloganımızla o gayeye doğru kadını ile erkeği ile yan yana, omuz omuza yürümeye; hatta koşmaya ne dersiniz?..
(Haber Ekspres Gazetesi- 8 Mart 2012- www.haberekspres.com.tr- www.turkcelil.com)

Hiç yorum yok: