02 Ocak 2013

ÜNİVERSİTE - ZAFER YAPICI

ODTÜ’de gerçekleşen öğrenci protestolarının ardından “kraldan çok kralcı” rektörlerin açıklamaları çok tartışıldı. Aslında bu açıklamaları pek fazla yadırgamamak gerek. O rektörlerin atanma sürecini bilen herkes bunun fazla yadırganmaması gerektiğini bilir. * * * Bir kişi nasıl rektör olur? Önce üniversitede göstermelik bir seçim yapılır. Bu seçimlerde sadece öğretim üyeleri yani Yardımcı Doçent, Doçent ve Profesörler oy kullanır. Üniversitenin esas yükünü çeken araştırma görevlilerinin ve üniversitenin hizmet alıcıları olan öğrencilerin bir söz hakkı bulunmaz. En yüksek oyu alan altı aday belirlenir. Bu kişiler Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığına bildirilir. Birinci müdahale YÖK’te gerçekleşir. Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı kendisine bildirilen adaylardan üçünü yeniden sıralayarak Cumhurbaşkanına sunar. Canının istediği gibi… Öyle ki seçimde en çok oy alan adaylar kendilerini bir anda liste dışı bulabilirler. Cumhurbaşkanı bu üç adaydan istediği birini rektör olarak atar. Yani uygulamada Cumhurbaşkanının iradesini sadece Cumhurbaşkanı tarafından öznel bir biçimde atanan YÖK Başkanı sınırlar. Körler sağırlar birbirini ağırlar. Bu nedenle bazı adaylar, projelerden bahsetme gereği bile hissetmeden ‘yahu zaten cumhurbaşkanı benim arkamda’ diyerek seçime “hazırlanırlar”… Böylelikle daha adayken, seçim sonrası ile ilgili gözdağı verme imkanına kavuşurlar. Görüldüğü gibi rektörlük aslında seçimle değil atama ile yapılmaktadır. Siyasal iktidar üniversiteleri dilediği gibi kontrol etmektedir. * * * Hatırlarsınız 2011 yılında Giresun Üniversitesi rektörlük seçimleri bu atama sisteminin “ileri demokratik” boyutunu büyük bir açıklıkla ortaya koymuştu. 31 oyla birinci ve 29 oyla ikinci olan adayları eleyen YÖK, sadece 1 oy olan kişiyi rektörlüğe aday göstermişti. Yani teorik olarak sadece kendine oy veren bir kişi (ya da öylesine aday olmuş, kendini oy vermeye bile layık bulmamış, başka birinin yanlışlıkla attığı oy ile 1 oy sayısına ulaşmış bir kişi) YÖK’ü ve Cumhurbaşkanını arkasına aldığında rektör olabiliyor. Bu sistemde kişisel çıkarı bağlamında rasyonel karar verme eğilimi olan her rektörün siyasal iktidara sadakatini ifade etme ihtiyacı içinde olması gayet doğaldır. Aynı durum, siyasal iktidarın baskısını üzerinde hisseden tüm üniversite personeli ve öğrencileri için de geçerlidir. Sonuçta üniversite kadrolaşmalarla dönüştürülen, baskılarla susturulan, iktidarı bilimsel açıdan meşrulaştırma işleviyle yetinen edilgen bir kuruma dönüşür. * * * Ancak edilgenlikten rahatsız olan, suskunluğa tepki veren, halkının çıkarları doğrultusunda rasyonel karar verme eğilimi olan “üniversiteliler” de vardır. Bu üniversiteliler, bir daha atanmayacağını bile bile doğruyu savunmakta direnen rektörler, akademik geleceğinin önünde konacak engellerin farkında olan profesörler, doçentler, yardımcı doçentler, öğretim görevlileri, uzmanlar, araştırma görevlileri, yerlerinden edilecek idari üniversite personeli ve ablukaya alınacak üniversite gençliğinden oluşur. Rahatsın olunanlar bunlardır. Üniversite adı verilen tabelanın altında gerçek üniversiteyi ise bu insanlar yaratır. Üniversiteden bu insanları çıkarın, kalan şey binalardır, sıralardır, kalaslardır! Üniversitenin kalaslardan ibaret olmaması yolunda ODTÜ’nün; üniversitelilerin direnişi bir özgürlük mücadelesinin; bir bilim mücadelesinin işaret fişeğidir… (Haber Ekspres Gazetesi- 31.12.2012)

Hiç yorum yok: