20 Şubat 2014

Onda Tayyip Erdoğan’ı Görmüşler - Zafer Yapıcı

Onun sert bakışlarında, gözlerinde Tayyip Erdoğan’ı görmeye başladım diyordu kahvede oturan biri. Önlerinden geçerken duydum. Şans eseri… Diğerleri kafa sallıyordu. On bir kişi vardı. Saydım. Tam on bir! Bir kişi “hayır yanılıyorsun” demedi, diyemedi. Eyvah dedim. Sadece eyvah diyebildim. Oysa “İzmir’in seçilmişi” değil miydi Tayyip Erdoğan’a benzettikleri. Demokrat İzmir’in. Farkı vardı İzmir’in, yanlış mı biliyorum? Bir gazetenin sloganı vardı ya! Özgür olmayan bir gazetenin. “Gücü özgürlüğünde” diye bas bas bağırıyorlardı reklamlarında… O gazetenin gücü yandaşlığındaydı, kim farkında değil ki bunun? Oysa İzmir’in gücü özgürlüğündedir kelimenin tam anlamıyla… İzmir özgür düşüncenin başkenti. Özgürlüğüne sınır koymaya kalkarsan İzmirlinin, kazanamazsın gönlünü… İzmirli naiftir. Ancak bu naiflik, başını her zaman önüne eğip kaderine razı olmak demek değildir. Bin bir örnekle kanıtlarım. Biat yoktur kent genimizde. Direnişin başkentidir İzmir. Ceberrutluk numaraları sökmez bu topraklarda. İzmirli sevmez öyle onun adına konuşanları. Kaşlarını çatıp, komutlar verenleri. Siyaseti dizayn edenleri. Kadroları masa başında iş ortaklarına, akrabalarına peşkeş çekenleri… Dönekleri ödüllendirip, buna itiraz edenleri döneklikle itham edenleri. Konuştuğu şeye konuşmadım, konuşmadığı şeye konuştum diyenleri. Olmayan şeyi olmuş, olmuş şeyi olmamış gibi gösterenleri. Yalan konuşanı sevmez İzmirli. İhale fırsatçılarını, omurgasızları, üçkağıtçıları. Kibirlileri. Yandaşlarını şehrin başına musallat edenleri… Değerlerini ayaklar altına alanları sevmez. Onu, sahip olduğu değerleri savunmak uğruna kerhen çapsızları desteklemek zorunda bırakanlardan haz etmez. * * * İzmir’in seçilmişi, kendi seçkinlerini seçilmiş yapmaya çalışıyor şimdilerde… İşi gücü bırakmış, ahlak dersi veriyor bir de. Örneğin, Buca’nın sevdiği dürüst insan, hizmet adamı, gerçek CHP’li Ercan Tatı’yı yok sayarak… Üstelik rahatlıkla kazanılacak seçimi göz göre göre riske sokarak… 30 Mart’ta rahmetli Ahmet Piriştina’nın oğluna (yeni Buca adayına) tüm İzmirliler, özelikle Bucalılar vefa borcumuzu ödemek zorundayız… L. Piriştina'nın arkasında durmak gibi bir namus ve şeref borcumuz vardır. Diyor. “Sen kimsin insanlara namus dersi verecek? Sen kimsin insanlara şeref borcu yükleyecek?” diyor İzmirli içinden. “Senin tanımlamaktan kaçındığın bir borcun varsa kendi koltuğunu alacaklına bıraksaydın” diyor. “Namus borcunu böyle temizleseydin” diyor. Daha fazlasını söylemiyor şimdilik. İzmirli küskün. İzmirli şaşkın. Aldatılmışlık hissi şehrin sokaklarını sarmış. * * * Yetmiyor... Bu adayı milletvekilleri istedi diyor. Belediye başkanları istedi diyor. Örgüt istedi diyor. İşte bundan biz elimizden geleni yaptık onun için diyor İzmir’in seçilmişi… Böyle olmadığını en iyi kendi biliyor. Milletvekilleri biliyor, belediye başkanları biliyor, örgüt biliyor. Kendi gerçeğini gizlemek için La Fontaine’den masallar anlatıyor. Diktatoryayı, “bunu halk istedi” diyerek yutturma propagandasını her otokrat yapar diye yazıyor bir siyaset bilimci. “Aslında her otokrat acizliğinden yapar” diye ekliyor sonra. Ancak böyle meşrulaştırabileceğini umar uzağından yakınından etiğin ve demokrasinin geçmediği eylemlerini. Korku içindedir çünkü otokrat diyor siyaset bilimci. Bastırmıştır, sindirmiştir, hak yemiştir. Yanlış yapmıştır. Ama yaptığı yanlışı yadsır. Çünkü yadsımazsa, yok olur. Eksik! Yadsırsa da yok olur… Gücünü yitirdiğinde yanında kimse kalmaz. Gücünü yitirmese de kimse “gönülden” yanında olmaz. En azından “iyi” insanlar… * * * “Dünyada kendi hakkında konuşulmaktan daha kötü bir şey var, kendi hakkında konuşulmamak” diyor. Sanırım Oscar Wilde. Katılmıyorum. Misal, bırakın konuşmayı, bir kişi bile benim hakkımda böyle düşünseydi, yerin dibine girmek isterdim. * * * Kısaca, İzmirli seçtiğinin yüzünde özgürlüğü görmek istiyor. Kendini… Birilerinin adamı olmanın ya da hak etmeyen birilerini adam yerine koymanın getirdiği ezikliği değil… İlkesizliğin getirdiği yapmacık mimikleri hiç değil. Atatürk’ün rozetine katlanamayanların, can havliyle büyük Atatürk posterleri önünde pozlar vermesine sadece gülüyorum artık. Yarın, iklim değişince hangi bayraklar altında ne pozlar vereceklerini düşünmek bile istemiyorum. Emeğin dışlanmadığı bir düzen istiyorum. Son sözü Attila İlhan’a bırakıyorum. “Biliyorum kuralları bozduğumu. Yerimi uysal birine bırakmalıyım” diyor üstad. Nöbet değişimini böyle tanımlıyor. “Hiç sahip olmadığım koltukları uysallara bırakıyorum” o zaman. Hem de hemen. Hiç vakit kaybetmeden… Kuralları bozmaya devam diye haykırıyorum. Koltuksuzluğumdan güç alarak... Öylesine özgürce. Neden mi? Çünkü Mustafa Kemal’e şeref borcumu ödüyorum… (Haber Ekspres Gazetesi-20.02.2014) Zafer YAPICI

Hiç yorum yok: