Değerli okurlarım, bugünkü yazımızda da Deniz Baykal'ın CHP'li belediye başkanlarına yönelik olarak yaptığı ve CHP'nin yerel yönetimler anlayışını yansıtan açıklamalarını aktarmaya devam ediyoruz.
* * *
* Muhtarlık siyasetin temelidir. Muhtarlar, birinci derecede; doğrudan halkın kendi oyuyla seçtiği insanlardır. Muhtarları belediye başkanlarımız çok önemsemelidir, çok ciddiye almalıdır ve onlarla yakın bir işbirliği içinde çalışmalıdır. Muhtarlar arkalarında belediyenin olduğunu bilmelidir. Belediye, hizmet götürürken muhtarları yok saymamalıdır. Onları bilgilendirerek, davet ederek, onların eliyle hizmeti götürmelidir. Muhtarı onura etmelidir, desteklemelidir, muhtarla kaynaşmalıdır. Bu, Türkiye'yi kucaklama konusundaki o büyük özlemimizi hayata geçirecek ana adımlardan birisi olacaktır. Muhtarları bir temel dayanak noktası olarak görmelisiniz.
* Spor çok önemli... Spor dediysem belediye başkanları futbol kulüplerinin başkanı olsun anlamında kesinlikle söylemiyorum. Yasa zaten onu engelledi. Ama spora sahip çıkmalıyız. Belediyelerimiz spora değer vermeli ve gençlerimizi özendirmeli, başarılı gençlerimizi taşımalı, desteklemelidir.
* Anayasa Mahkemesi'nin aldığı karar belediyelerin doğrudan burs verme kapısını kapatmıştır. Bundan büyük üzüntü duyuyoruz. Ama bu bizim burs verme konusundaki sorumluluğumuzu ortadan kaldırmıyor. Belediyelerimiz kendi imkanlarıyla ya da yörenin önde gelen insanlarının katkılarını seferber ederek, burs kaynakları oluşturarak, ihtiyacı olan gençlerimizi belirleyerek bir köprü rolü oynayabilir. Öyle anlaşılıyor ki, Kredi ve Yurtlar Kurumu, belediyelerin bursları ve listeyi vermesi halinde o listeyi uygulama kararındadır. Yani bursu belediye veremiyorsa kredi ve yurtlar kurumu aracılığıyla verilmesini isteyebilir. Bunu da gene belediyeler bir temel sorumluluk almalı ve takip etmelidirler diye düşünüyorum.
* Halktan kopmamalısınız ve halkı hiçbir noktada yalnız bırakmamalısınız. Çocuğu doğmuş her aile, belediyeden bir kutlama alacağını bilmelidir. Her cenaze belediye tarafından bilinmeli ve izlenmelidir. Başsağlığı dilenmelidir, cenazenin kaldırılmasında her türlü kolaylık sağlanmalıdır. Bir başka kente gidecekse araç bulunmalıdır. O kentteki cenaze işleri acılı ailenin sorumluluğuna bırakılmamalıdır. Merak etmeyin biz hallederiz denilmeli, buna göre bir organizasyon yapılmalı ve her cenazeye mutlaka belediyemiz sahip çıkmalıdır.
* Belediyelerimizde halka ilişkiler, sorun çözümü, beyaz masa türü uygulamaları ihmal etmemek lazımdır. İnternetten, telefonla ya da bizzat gelerek belediyede iş takip etmek isteyen insanlar orada kendilerini anlamaya, dinlemeye ve cevaplamaya hazır bir ekibin bulunduğunu görmelidirler. İnsanların her türlü soruları ele alınmalıdır, cevaplanmalıdır, takip edilmelidir. Belediye kapı duvar olmamalıdır. Belediye başkanı sağır sultan olmamalıdır, ulaşılamaz olmamalıdır. Bunun mekanizmaları mutlaka kurulmalıdır.
* Belediye deyince akla zabıta gelmemelidir. Hele belediye başkanı, yanına eli telsizli, üniformalı zabıtaları alarak halkın arasına girmemelidir. Belediye başkanı halkın arasında olmalıdır. Halkla yan yana olmalı, onların sorunlarını bizzat dinlemelidir. Ve belediye başkanı bilmelidir ki, en büyük dostu belediye zabıtası değil, bizzat esnafın kendisidir. Esnaf, belediyenin işbirliği yapacağı iş ortağıdır. Halka hizmet konusunda beraber çalışacağı muhatabıdır. Ve o insana, esnafa, belediye zabıtasıyla yönelmek kadar yanlış bir şey yoktur. Esnafın yanlışı olabilir. Sağlık açısından kusuru olabilir. Belediyenin, kentin görüntüsüne zarar veriyor olabilir. Ürünü talep ettiği fiyatla orantılı olmayabilir. Gerekli hijyenik koşullar yerine getirilmiyor olabilir. Bütün bunların çözümü bağırıp çağırarak, ceza keserek değil, o alandaki esnaf odalarını göreve çağırarak, esnaf odalarının bu konuya sahip çıkmasını talep ederek, şikayetleri ona yansıtarak gerçekleşir.
* * *
Değerli okurlarım, bu köşede üç gün boyunca CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın, CHP'nin yerel yönetimler anlayışını ortaya koyan açıklamalarını ayrıntılı bir biçimde tartıştık.
Görünen o ki Baykal, CHP'li yerel yönetimleri, çağdaş sosyal demokrasinin toplumla buluşacağı yönetsel birimler olarak tasarlıyor. Sosyal demokrat yerel yönetimlerinin başarısının bir sonraki genel seçimlerde sosyal demokrat bir iktidar yaratacağını, bu iktidarın da Türkiye'nin çehresini değiştireceğini düşünüyor.
Baykal'ın şu sözleri CHP'li belediye başkanlarının tarihi sorumluluğunu açıkça ortaya koyuyor: "Siz işinizi iyi yapacaksınız. Bilmelisiniz ki siz başarılı olursanız ne Deniz Feneri ne de Deniz Feneri'ni himaye etmek isteyen iktidarlar olur..."
(Haber Ekspres, 29 Nisan 2009)
30 Nisan 2009
28 Nisan 2009
İŞTE CHP'NİN SOSYAL DEMOKRAT BELEDİYECİLİĞİ 2 - ZAFER YAPICI
Değerli okurlarım, bugünkü yazımızda da Deniz Baykal'ın, CHP'nin yeni yerel yönetimler anlayışı konusunda önemli ipuçları veren açıklamalarını ana başlıklarıyla aktarmaya devam ediyoruz.
* * *
Baykal, CHP'li yerel yönetimlere şu tavsiyelerde bulunuyor:
* İbadet yerlerine sahip çıkın. Her mezhepten, her dinden, herkesin ibadethanelerine, mescitlerine, camilerine, cem evlerine, havralarına, kiliselerine lütfen saygı gösterin. Saygı göstermek belediyenin görevidir. Onlara sahip çıkmak belediyenin görevidir. Orası kamusal bir alandır. Orada kamusal bir ihtiyaç karşılanmaktadır. Ve insanın bulunduğu her yer belediyenin problemidir. Belediye, ibadet yerlerinin temizliğine, bakımına, yoluna, badanasına, duvarına, oradaki insanların ihtiyaçlarına sahip çıkmalıdır. Onlarla yakın ilişki içinde olmalıdır. Belediyelerimiz bu konularda insanlarımızı üzecek kararlar alma eğilimi içine girmemelidirler.
* Belediyelerimiz sokak ve meydanların isimlerini değiştirme çabalarına yönelmemelidirler. Yeni bir isim verme ihtiyacı içindeyseniz yeni bir eser yapın, o esere o ismi verin. Ama var olan bir yerde isim değiştirerek kendinizi tatmin etmeye kalkmayın. Ve Türkiye'nin birikimini, farklı kültürlerini, farklı anlayışlarını, farklı inançlarını saygıyla karşılayın. Kendi kendimizle kavgaya hiçbir şekilde öncülük yapmayalım.
* Türkiye'de bir sosyal demokrat iktidar işbaşına gelinceye kadar yoksulluk sorununun çözümüne yönelik olarak belediyelerimizin üstlenmeleri gereken görevler vardır. Öncelikle ihtiyacı olan insanlar ve ailelerin saptanacağı çok sağlam bir veri tabanı oluşturulmalıdır. İnsanların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik; onların özel hayatına saygıyı esas alan bir anlayış içinde düzenlemeler yapılmalıdır.
* Aş evleri yapılabilir. Hukukçularınızla konuşun, çalışın ve hiç vergi vermeden bağış yapma imkanını sağlayan mekanizmayı siz de değerlendirmek için bir çalışma yapın. Bağışlarla sosyal belediyeciliği; yoksulların ihtiyaçlarını karşılamakta belediyenin yapacağı öncülüğü gerçekleştirin.
* Eğitim temel konu. Meslek eğitim kurslarını İstanbul'da pek çok belediyemiz çok başarıyla uyguluyor. İstanbul dışında o faaliyeti yapan belediyelerimiz de var. İnsanlarımızı donanımlı ve iş bulma şansı daha yüksek insanlar haline dönüştürecek gayreti belediye olarak gösterelim.
* Sağlık sorunu çok önemlidir. Örneğin kalıcı ve gezici sağlık merkezleri oluşturalım. Bu çerçevede, doktoru ve asgari bakım ünitelerini içeren seyyar sağlık üniteleri yaratılabilir. Ve bunlar periyodik olarak mahalle mahalle dolaşır. Oralarda ihtiyacı olan insanların tansiyonuna bakar, şikayetlerini dinler, reçeteler yazar, gerekli ilgiyi gösterebilir. Bu, gerçekten yapılması gereken ve pek çok belediyemizin yapmakta olduğu bir hizmettir. Önemli olan insan odaklı ve sosyal sorumluluk düzeyi yüksek bir belediyecilik anlayışını temel almaktır.
* Engelliler konusu önemli. Onların kapısını çalmak, "haliniz nedir, durumunuz nedir" diye sormak; "sizin bizde kaydınız var, bir şikayetiniz var mı, yapabileceğimiz bir şey var mı" diye ilgilenmek bile fevkalade önemlidir. O insanların, saklanmak ve engelli oldukları için utanmak durumunda olmadıklarını ortaya koyacak; engellilerimizi ferahlatacak, rahatlatacak bir belediyecilik uygulamasına sosyal demokrat belediyelerimizin öncülük yapması gerektiğini düşünüyorum.
* Sivil toplumla ilişkiler çok önemli bir konudur. Bu çerçevede kendi yörenizdeki bütün dernekleri teker teker İçişleri Bakanlığı Dernekler Masası gibi inceleyin. Bu derneklerin çoğu, göç sonrası dayanışma amacıyla kurulan hemşeri dernekleridir. Bu konumdaki insanların yeni yerleşme yerleriyle bütünleşmelerine, kaynaşmalarına ihtiyaç var. Onlara yardımcı olacak mekanizmalar lazım. Belediyelerimiz kendi yörelerindeki bütün hemşeri ve köy derneklerini yakından izlemelidirler, onlarla temas halinde olmalıdırlar ve onlara sahip çıkmalıdırlar.
* Kültür ve sanat faaliyetlerini gerçekten önemsemek lazım. Ama bunu sadece alışılmış festival düzenlemeleriyle geçiştirmemek gerekli. Daha etkili olabilecek yöntemleri arayıp bulmalıyız. Mahallelerde önemli filmleri oynatmak ya da bir takım sanat gösterilerini halkın ayağına * Okullar belediyelerimizin temel ilgi alanı içinde olmalıdır. Okullar çok önemlidir. Okul deyince öğrenci var, öğretmen var, aile var. Belediyenin muhatabı, öğrenci de, öğretmen de, aile de... Eğitim Türkiye'nin en temel kaygısı. En büyük fedakarlığı insanlarımız çocuklarını okutmak için yapıyorlar. Bu kadar önemli bir konuya belediyelerin ilgisiz kalması düşünülemez. Belediyelerimizin öncelikli hedefleri arasında okullar olacaktır. Her okulla yakın temasınız olacak. Okul bilecek ki arkamızda belediyemiz var. Sosyal demokrat bir belediye var. Bizi anlayan bir belediye var. Mühendislik problemi için de, bahçıvanlık problemi için de, badana problemi için de, kitap, kırtasiye problemi için de, öğretmeninin ihtiyacı için de, yolu için de, asfaltı için de belediye, arkada olduğunu göstermelidir. Onların taleplerini anlamalısınız. Onları da bilgilendirerek; sürece katarak birlikte o işi yapmalısınız.
* * *
CHP'nin yerel yönetim anlayışını tartışmaya ve Baykal'ın açılımını aktarmaya yarın devam edeceğiz.
(Haber Ekspres, 28 Nisan 2009)
* * *
Baykal, CHP'li yerel yönetimlere şu tavsiyelerde bulunuyor:
* İbadet yerlerine sahip çıkın. Her mezhepten, her dinden, herkesin ibadethanelerine, mescitlerine, camilerine, cem evlerine, havralarına, kiliselerine lütfen saygı gösterin. Saygı göstermek belediyenin görevidir. Onlara sahip çıkmak belediyenin görevidir. Orası kamusal bir alandır. Orada kamusal bir ihtiyaç karşılanmaktadır. Ve insanın bulunduğu her yer belediyenin problemidir. Belediye, ibadet yerlerinin temizliğine, bakımına, yoluna, badanasına, duvarına, oradaki insanların ihtiyaçlarına sahip çıkmalıdır. Onlarla yakın ilişki içinde olmalıdır. Belediyelerimiz bu konularda insanlarımızı üzecek kararlar alma eğilimi içine girmemelidirler.
* Belediyelerimiz sokak ve meydanların isimlerini değiştirme çabalarına yönelmemelidirler. Yeni bir isim verme ihtiyacı içindeyseniz yeni bir eser yapın, o esere o ismi verin. Ama var olan bir yerde isim değiştirerek kendinizi tatmin etmeye kalkmayın. Ve Türkiye'nin birikimini, farklı kültürlerini, farklı anlayışlarını, farklı inançlarını saygıyla karşılayın. Kendi kendimizle kavgaya hiçbir şekilde öncülük yapmayalım.
* Türkiye'de bir sosyal demokrat iktidar işbaşına gelinceye kadar yoksulluk sorununun çözümüne yönelik olarak belediyelerimizin üstlenmeleri gereken görevler vardır. Öncelikle ihtiyacı olan insanlar ve ailelerin saptanacağı çok sağlam bir veri tabanı oluşturulmalıdır. İnsanların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik; onların özel hayatına saygıyı esas alan bir anlayış içinde düzenlemeler yapılmalıdır.
* Aş evleri yapılabilir. Hukukçularınızla konuşun, çalışın ve hiç vergi vermeden bağış yapma imkanını sağlayan mekanizmayı siz de değerlendirmek için bir çalışma yapın. Bağışlarla sosyal belediyeciliği; yoksulların ihtiyaçlarını karşılamakta belediyenin yapacağı öncülüğü gerçekleştirin.
* Eğitim temel konu. Meslek eğitim kurslarını İstanbul'da pek çok belediyemiz çok başarıyla uyguluyor. İstanbul dışında o faaliyeti yapan belediyelerimiz de var. İnsanlarımızı donanımlı ve iş bulma şansı daha yüksek insanlar haline dönüştürecek gayreti belediye olarak gösterelim.
* Sağlık sorunu çok önemlidir. Örneğin kalıcı ve gezici sağlık merkezleri oluşturalım. Bu çerçevede, doktoru ve asgari bakım ünitelerini içeren seyyar sağlık üniteleri yaratılabilir. Ve bunlar periyodik olarak mahalle mahalle dolaşır. Oralarda ihtiyacı olan insanların tansiyonuna bakar, şikayetlerini dinler, reçeteler yazar, gerekli ilgiyi gösterebilir. Bu, gerçekten yapılması gereken ve pek çok belediyemizin yapmakta olduğu bir hizmettir. Önemli olan insan odaklı ve sosyal sorumluluk düzeyi yüksek bir belediyecilik anlayışını temel almaktır.
* Engelliler konusu önemli. Onların kapısını çalmak, "haliniz nedir, durumunuz nedir" diye sormak; "sizin bizde kaydınız var, bir şikayetiniz var mı, yapabileceğimiz bir şey var mı" diye ilgilenmek bile fevkalade önemlidir. O insanların, saklanmak ve engelli oldukları için utanmak durumunda olmadıklarını ortaya koyacak; engellilerimizi ferahlatacak, rahatlatacak bir belediyecilik uygulamasına sosyal demokrat belediyelerimizin öncülük yapması gerektiğini düşünüyorum.
* Sivil toplumla ilişkiler çok önemli bir konudur. Bu çerçevede kendi yörenizdeki bütün dernekleri teker teker İçişleri Bakanlığı Dernekler Masası gibi inceleyin. Bu derneklerin çoğu, göç sonrası dayanışma amacıyla kurulan hemşeri dernekleridir. Bu konumdaki insanların yeni yerleşme yerleriyle bütünleşmelerine, kaynaşmalarına ihtiyaç var. Onlara yardımcı olacak mekanizmalar lazım. Belediyelerimiz kendi yörelerindeki bütün hemşeri ve köy derneklerini yakından izlemelidirler, onlarla temas halinde olmalıdırlar ve onlara sahip çıkmalıdırlar.
* Kültür ve sanat faaliyetlerini gerçekten önemsemek lazım. Ama bunu sadece alışılmış festival düzenlemeleriyle geçiştirmemek gerekli. Daha etkili olabilecek yöntemleri arayıp bulmalıyız. Mahallelerde önemli filmleri oynatmak ya da bir takım sanat gösterilerini halkın ayağına * Okullar belediyelerimizin temel ilgi alanı içinde olmalıdır. Okullar çok önemlidir. Okul deyince öğrenci var, öğretmen var, aile var. Belediyenin muhatabı, öğrenci de, öğretmen de, aile de... Eğitim Türkiye'nin en temel kaygısı. En büyük fedakarlığı insanlarımız çocuklarını okutmak için yapıyorlar. Bu kadar önemli bir konuya belediyelerin ilgisiz kalması düşünülemez. Belediyelerimizin öncelikli hedefleri arasında okullar olacaktır. Her okulla yakın temasınız olacak. Okul bilecek ki arkamızda belediyemiz var. Sosyal demokrat bir belediye var. Bizi anlayan bir belediye var. Mühendislik problemi için de, bahçıvanlık problemi için de, badana problemi için de, kitap, kırtasiye problemi için de, öğretmeninin ihtiyacı için de, yolu için de, asfaltı için de belediye, arkada olduğunu göstermelidir. Onların taleplerini anlamalısınız. Onları da bilgilendirerek; sürece katarak birlikte o işi yapmalısınız.
* * *
CHP'nin yerel yönetim anlayışını tartışmaya ve Baykal'ın açılımını aktarmaya yarın devam edeceğiz.
(Haber Ekspres, 28 Nisan 2009)
27 Nisan 2009
İŞTE CHP'NİN SOSYAL DEMOKRAT BELEDİYECİLİĞİ 1 - ZAFER YAPICI
Değerli okurlarım, 2004 Yerel Seçimleri'nde CHP iki Büyükşehir'de, 6 ilde, 125 ilçede ve 339 beldede toplam 472 belediye başkanlığını kazanmıştı.
29 Mart 2009 Yerel Seçimleri'nde ise kayda değer başarı sağlayarak üç Büyükşehir'de, 10 ilde, 169 ilçede, 320 beldede (toplam 502 belediyede) belediye başkanlığı kazandı.
Bu başarıyı elde eden CHP, genel seçimlerde tek başına iktidara gelmek için şimdiden kolları sıvadı. Ekonomiden tarıma, iç politikadan dış politikaya kamuoyunu bilgilendiren ve alternatif politikalar üreten CHP, şimdi de yerel yönetimlerdeki sosyal demokrat projelerini tüm Türkiye'ye tanıtmaya ve uygulamaya aktarmaya başlıyor...
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, 18 Nisan 2009 günü CHP Genel Merkezi'nde il başkanları, belediye başkanları, MYK, parti meclisi, yüksek disiplin kurulu üyeleri ve milletvekilleri ile yaptığı toplantıda söz konusu proje ve önerilere yer verildi.
Baykal'ın açıklamaları, CHP'nin belediyecilik anlayışındaki açılımın temel parametreleri konusunda önemli ipuçları veriyor.
Bu nedenle Baykal'ın açıklama ve önerilerini üç bölüm halinde anlatmaya çalışacağım. Siz okuyucularıma daha kısa ve öz olarak da bu önerileri sunabilirdim. Ama gerçekleri bilmek sizin hakkınız. Gerçekler ise ayrıntılarda gizlidir. Onun için Baykal'ın belediye başkanlarına yaptığı önerilerin ayrıntılarını da sizinle paylaşmak istedim.
* * *
* Belediyenin hesapları halkın bilgisi içinde olmalıdır. Belediyeler çoğu kez işlerini belediye şirketleri aracılığıyla yürütürler. Bu nedenle belediye şirketlerinin bilançoları ve gelir gider tabloları da kamuoyunun internetten izleyebileceği şekilde bilgisine sunulmalıdır.
* Belediyelerin yaptığı tüm ihaleler internet ortamında kimlerin ne teklif verdikleri, kimin aldığı görülebilecek şekilde ortada olmalıdır. Kaç kişi katılmıştır, kaç firma katılmıştır, kim ne teklifi yapmıştır orada görülmelidir. Böylelikle saydamlık güvence altına alınmış olur. CHP'nin belediyeciliği sadece kaldırım belediyeciliği, yol belediyeciliği olarak anlaşılamaz; insan odaklı bir belediyecilik olacaktır.
* Belediyelerimiz kreş açmalıdır. Çalışan kadının arkasında bıraktığı en büyük sorun çocuk sorunudur. Çocuk sorununa yardımcı olmak sosyal demokrat belediyelerin görevi olmalıdır. Gecekondu bölgelerinde, kentin dar gelirli yörelerinde insanlarımızın bu ihtiyacına cevap verecek kreş düzenlemelerini öncelikle ele almalıyız ve çalışan kadının çocuğunu huzur içinde emanet edebileceği, çocuğu o arada eğitme, aydınlatma, toplumla kaynaştırma, bütünleştirme bakımından en etkili çalışmaların yapılabileceği, besleme bakımından süt içirilebileceği, ısıtılabileceği bir ortamı yaratmalıyız.
* Aynı şekilde dar gelirli ailelerimizin ihtiyaçlarına cevap verecek çözümler üzerinde de durmalıyız. Bu çerçevede örneğin çamaşırhanelerin inşa edilmesi düşünülebilir. Kadınlarımızın çamaşırlarını belediyenin oluşturduğu bir çamaşırhanede yıkayabileceği, gerekirse deterjanın da sunulabileceği, suyun sağlanabileceği, makinenin olacağı bir ortam yaratmak kolaylıkla mümkündür.
* Özellikle üniversite kentlerimizde, üniversite kent olmasa dahi liselerin, ortaokulların bulunduğu yerlerde belediyelerimiz yurt konusunu önemsemelidirler. Yurt işi Türkiye'nin bir numaralı işidir. Türkiye'nin geleceğinin bağlı olduğu ana noktadır. Yurtları mutlaka olabildiğince desteklemeliyiz, bizzat yapmalıyız, yapanlara ilgi göstermeliyiz, var olan yurtlara sahip çıkmalıyız. Belediye olarak o yurtlarda ne oluyor, ne bitiyor, nasıl yapılıyor yardım vererek, katkı vererek, el uzatarak, ilgilenerek onlara sahip çıkmalıyız.
* Türkiye'nin nüfus yapısı değişiyor. Giderek insan ömrü uzuyor. Bu durum, bir yaşlılık problemini görünür kılıyor. Belediyelerimizin yaşlılık konusuyla daha çok ilgilenmeleri, yaşlılara sahip çıkmaları, onlara huzur evleri açmaları, huzur evi açamıyorsa bir başka şekilde onları hayata bağlayacak sivil toplum örgütleri, dernekler kurdurtmaları, bu dernekler aracılığıyla yaşlılara el uzatmaları, geziler düzenlemeleri, onları sosyal hayatın içine çekmeye çalışmaları düşünülmesi gereken ana konulardır. Yaşlılar da sosyal demokrat belediyeciliğin temel gündem maddesidir. O nedenle öncelikle sağlam bir veri tabanına ihtiyaç vardır. Belediyelerin elinde bütün yaşlılarla ilgili veriler bulunmalıdır.
* Engellilerle ilgili bütün veriler belediyelerin elinde olmalıdır. Kaç tane engelli var, nerede oturuyor, ne engellidir, ailesinin durumu ne, ekonomik durumu ne, eğitim durumu ne... Bu bilgiler belediyelerde bulunmalıdır. Doğrudan bir şey yapamasanız da, bir katkı veremeseniz de yörenizdeki, belediyenizdeki sosyal yapıyı çok doğru bir şekilde bilgisayarınıza işlemek durumundasınız.
* * *
CHP'nin yerel yönetim anlayışını tartışmaya ve Baykal'ın açılımını aktarmaya yarın devam edeceğiz.
(27 Nisan 2009, Haber Ekspres)
29 Mart 2009 Yerel Seçimleri'nde ise kayda değer başarı sağlayarak üç Büyükşehir'de, 10 ilde, 169 ilçede, 320 beldede (toplam 502 belediyede) belediye başkanlığı kazandı.
Bu başarıyı elde eden CHP, genel seçimlerde tek başına iktidara gelmek için şimdiden kolları sıvadı. Ekonomiden tarıma, iç politikadan dış politikaya kamuoyunu bilgilendiren ve alternatif politikalar üreten CHP, şimdi de yerel yönetimlerdeki sosyal demokrat projelerini tüm Türkiye'ye tanıtmaya ve uygulamaya aktarmaya başlıyor...
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, 18 Nisan 2009 günü CHP Genel Merkezi'nde il başkanları, belediye başkanları, MYK, parti meclisi, yüksek disiplin kurulu üyeleri ve milletvekilleri ile yaptığı toplantıda söz konusu proje ve önerilere yer verildi.
Baykal'ın açıklamaları, CHP'nin belediyecilik anlayışındaki açılımın temel parametreleri konusunda önemli ipuçları veriyor.
Bu nedenle Baykal'ın açıklama ve önerilerini üç bölüm halinde anlatmaya çalışacağım. Siz okuyucularıma daha kısa ve öz olarak da bu önerileri sunabilirdim. Ama gerçekleri bilmek sizin hakkınız. Gerçekler ise ayrıntılarda gizlidir. Onun için Baykal'ın belediye başkanlarına yaptığı önerilerin ayrıntılarını da sizinle paylaşmak istedim.
* * *
* Belediyenin hesapları halkın bilgisi içinde olmalıdır. Belediyeler çoğu kez işlerini belediye şirketleri aracılığıyla yürütürler. Bu nedenle belediye şirketlerinin bilançoları ve gelir gider tabloları da kamuoyunun internetten izleyebileceği şekilde bilgisine sunulmalıdır.
* Belediyelerin yaptığı tüm ihaleler internet ortamında kimlerin ne teklif verdikleri, kimin aldığı görülebilecek şekilde ortada olmalıdır. Kaç kişi katılmıştır, kaç firma katılmıştır, kim ne teklifi yapmıştır orada görülmelidir. Böylelikle saydamlık güvence altına alınmış olur. CHP'nin belediyeciliği sadece kaldırım belediyeciliği, yol belediyeciliği olarak anlaşılamaz; insan odaklı bir belediyecilik olacaktır.
* Belediyelerimiz kreş açmalıdır. Çalışan kadının arkasında bıraktığı en büyük sorun çocuk sorunudur. Çocuk sorununa yardımcı olmak sosyal demokrat belediyelerin görevi olmalıdır. Gecekondu bölgelerinde, kentin dar gelirli yörelerinde insanlarımızın bu ihtiyacına cevap verecek kreş düzenlemelerini öncelikle ele almalıyız ve çalışan kadının çocuğunu huzur içinde emanet edebileceği, çocuğu o arada eğitme, aydınlatma, toplumla kaynaştırma, bütünleştirme bakımından en etkili çalışmaların yapılabileceği, besleme bakımından süt içirilebileceği, ısıtılabileceği bir ortamı yaratmalıyız.
* Aynı şekilde dar gelirli ailelerimizin ihtiyaçlarına cevap verecek çözümler üzerinde de durmalıyız. Bu çerçevede örneğin çamaşırhanelerin inşa edilmesi düşünülebilir. Kadınlarımızın çamaşırlarını belediyenin oluşturduğu bir çamaşırhanede yıkayabileceği, gerekirse deterjanın da sunulabileceği, suyun sağlanabileceği, makinenin olacağı bir ortam yaratmak kolaylıkla mümkündür.
* Özellikle üniversite kentlerimizde, üniversite kent olmasa dahi liselerin, ortaokulların bulunduğu yerlerde belediyelerimiz yurt konusunu önemsemelidirler. Yurt işi Türkiye'nin bir numaralı işidir. Türkiye'nin geleceğinin bağlı olduğu ana noktadır. Yurtları mutlaka olabildiğince desteklemeliyiz, bizzat yapmalıyız, yapanlara ilgi göstermeliyiz, var olan yurtlara sahip çıkmalıyız. Belediye olarak o yurtlarda ne oluyor, ne bitiyor, nasıl yapılıyor yardım vererek, katkı vererek, el uzatarak, ilgilenerek onlara sahip çıkmalıyız.
* Türkiye'nin nüfus yapısı değişiyor. Giderek insan ömrü uzuyor. Bu durum, bir yaşlılık problemini görünür kılıyor. Belediyelerimizin yaşlılık konusuyla daha çok ilgilenmeleri, yaşlılara sahip çıkmaları, onlara huzur evleri açmaları, huzur evi açamıyorsa bir başka şekilde onları hayata bağlayacak sivil toplum örgütleri, dernekler kurdurtmaları, bu dernekler aracılığıyla yaşlılara el uzatmaları, geziler düzenlemeleri, onları sosyal hayatın içine çekmeye çalışmaları düşünülmesi gereken ana konulardır. Yaşlılar da sosyal demokrat belediyeciliğin temel gündem maddesidir. O nedenle öncelikle sağlam bir veri tabanına ihtiyaç vardır. Belediyelerin elinde bütün yaşlılarla ilgili veriler bulunmalıdır.
* Engellilerle ilgili bütün veriler belediyelerin elinde olmalıdır. Kaç tane engelli var, nerede oturuyor, ne engellidir, ailesinin durumu ne, ekonomik durumu ne, eğitim durumu ne... Bu bilgiler belediyelerde bulunmalıdır. Doğrudan bir şey yapamasanız da, bir katkı veremeseniz de yörenizdeki, belediyenizdeki sosyal yapıyı çok doğru bir şekilde bilgisayarınıza işlemek durumundasınız.
* * *
CHP'nin yerel yönetim anlayışını tartışmaya ve Baykal'ın açılımını aktarmaya yarın devam edeceğiz.
(27 Nisan 2009, Haber Ekspres)
21 Nisan 2009
KISILAN, KESİLEN SESLERİN SESİ OLMAK... - ZAFER YAPICI
Padişah bir sabah büyük bir gürültü ile yatağından fırlar. Pencereden bakar. Bir çocuk avazı çıktığı kadar "gevrek, gevrek..." diye bağırmaktadır. Bunun üzerine saraydakilere, gevrekçi çocuğun sesini kesmelerini emreder. Ancak saray görevlilerinin tüm çabalarına rağmen sonraki günlerde de çocuk aynı şekilde bağırmaya ve padişah onun sesiyle uyanmaya devam eder. Padişah en sonunda çok güvendiği vezirini çağırtır ve durumu ona anlatır. Ertesi günü iple çeken padişah, sabah erkenden pencerenin önünde çocuğu beklemeye koyulur. Bir süre sonra çocuk, çok kısık bir sesle "gevrek" diyerek görünür. Padişah, merakla vezirini çağırtıp ona: "Ne yaptın da çocuğun sesini kıstın?" deyince, vezir: "Padişahım, cebinde ne kadar parası varsa aldım. Onun için sesi kısıldı" der.
* * *
Değerli okurlarım, ekonomik özgürlüğü şu veya bu şekilde elinden alınan insanların sesleri kısılır. Toplumsal tepkileri yok olur.
Kimi durumlarda ise, yönetimler, iktidarlarını sürdürebilmek için toplumun tepkisizliğinden yararlanır. İnsanların tepkisizliğini sağlayabilmek hedefiyle de, onların ekonomik özgürlüğünü ellerinden alır.
Sözkonusu kötü gidişatı, ilk fark edenler ve özgürlüklere yönelik tehlikeler konusunda halklarını ilk uyaranlar aydınlar olur.
Bu nedenle tarih boyunca faşizmin ilk hedefi halkçı aydınlar olmuştur...
* * *
AKP hükümetinin yanlış ekonomi politikaları bir yandan milyonlarca insani işsiz konumuna sürüklerken diğer yandan işçiyi, memuru, emekliyi, esnafı, sanayiciyi, köylüyü, çiftçiyi, engelliyi, yetimi, öksüzü, kimsesizi, şehit ailelerini ve onuru ile yaşam mücadelesi veren kitleleri yoksullukla ve hatta açlıkla tanıştırdı...
Bu sürece paralel olarak, iktidarın uyguladığı yanlış politikaları bilen; demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini savunan; yolsuzluğu, yoksulluğu ve işsizliği dile getiren yurttaş bilincine sahip duyarlı insanlar gözaltına alınmaya başlandı...
* * *
İşsizin, işçinin, memurun, emeklinin, esnafın, sanayicinin, köylünün, çiftçinin, engellinin, yetimin, öksüzün, kimsesizin, şehit ailelerinin, onuru ile yaşam mücadelesi veren yoksulların ve geceleri yatağa aç giren çocukların sesi kısıldı.
Sesi kısılanların sesi olmayı amaçlayan, onların yalnız olmadıklarını ifade eden cumhuriyetçilerin, laiklerin, demokratların, sosyal ve hukuk devletini savunanların seslerinin ise "dalga dalga" kesilmesi hedefleniyor...
* * *
Sessizleştirilen halkın sesi aydınlar da susturulunca ne olacak? Toplum tamamıyla karanlığa mı gömülecek?
* * *
Değerli okurlarım, Türkiye'de çok tartışılmayan ancak oldukça önemli olan bir toplumsal dönüşüm ve uyanış süreci yaşanıyor.
Bu süreçte, toplumu sessizleştirme konusunda baskılar arttıkça özgürlükler, toplumun geniş kesimleri tarafından Atatürkçü değerler üzerinden tanımlanmaya başlanıyor.
Erkek-egemen düzenin evlerine kapattığı kadınlar, tarikatların okumalarını engellediği kızlar, düşüncelerine baskı kurulan gençler ve ekonomik özgürlükleri elinden alınan geniş kitleler, onları sindirmek isteyenler Atatürk'ü ötekileştirdikçe Atatürk'ün değerlerini içselleştiriyorlar. Birileri tam tersini hedeflese de, laikliğin, cumhuriyetin ve sosyal devletin demokrasi ve özgürlük için önemini kavrıyorlar.
Yani toplum tamamıyla karanlığa gömülmüyor. Aksine toplumsal yapımızda içten içe, aydınlığa doğru büyük bir dönüşüm dinamiği filizleniyor.
* * *
Bu demek oluyor ki, sesleri kısılan ve kesilen tüm kesimlerin en gür sesi gelecekte kimler olacak sorusunun yanıtı da açıkça ortaya çıkıyor:
...Türk gençliği ve Türk kadını...
(Haber Ekspres, 21 Nisan 2009)
* * *
Değerli okurlarım, ekonomik özgürlüğü şu veya bu şekilde elinden alınan insanların sesleri kısılır. Toplumsal tepkileri yok olur.
Kimi durumlarda ise, yönetimler, iktidarlarını sürdürebilmek için toplumun tepkisizliğinden yararlanır. İnsanların tepkisizliğini sağlayabilmek hedefiyle de, onların ekonomik özgürlüğünü ellerinden alır.
Sözkonusu kötü gidişatı, ilk fark edenler ve özgürlüklere yönelik tehlikeler konusunda halklarını ilk uyaranlar aydınlar olur.
Bu nedenle tarih boyunca faşizmin ilk hedefi halkçı aydınlar olmuştur...
* * *
AKP hükümetinin yanlış ekonomi politikaları bir yandan milyonlarca insani işsiz konumuna sürüklerken diğer yandan işçiyi, memuru, emekliyi, esnafı, sanayiciyi, köylüyü, çiftçiyi, engelliyi, yetimi, öksüzü, kimsesizi, şehit ailelerini ve onuru ile yaşam mücadelesi veren kitleleri yoksullukla ve hatta açlıkla tanıştırdı...
Bu sürece paralel olarak, iktidarın uyguladığı yanlış politikaları bilen; demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini savunan; yolsuzluğu, yoksulluğu ve işsizliği dile getiren yurttaş bilincine sahip duyarlı insanlar gözaltına alınmaya başlandı...
* * *
İşsizin, işçinin, memurun, emeklinin, esnafın, sanayicinin, köylünün, çiftçinin, engellinin, yetimin, öksüzün, kimsesizin, şehit ailelerinin, onuru ile yaşam mücadelesi veren yoksulların ve geceleri yatağa aç giren çocukların sesi kısıldı.
Sesi kısılanların sesi olmayı amaçlayan, onların yalnız olmadıklarını ifade eden cumhuriyetçilerin, laiklerin, demokratların, sosyal ve hukuk devletini savunanların seslerinin ise "dalga dalga" kesilmesi hedefleniyor...
* * *
Sessizleştirilen halkın sesi aydınlar da susturulunca ne olacak? Toplum tamamıyla karanlığa mı gömülecek?
* * *
Değerli okurlarım, Türkiye'de çok tartışılmayan ancak oldukça önemli olan bir toplumsal dönüşüm ve uyanış süreci yaşanıyor.
Bu süreçte, toplumu sessizleştirme konusunda baskılar arttıkça özgürlükler, toplumun geniş kesimleri tarafından Atatürkçü değerler üzerinden tanımlanmaya başlanıyor.
Erkek-egemen düzenin evlerine kapattığı kadınlar, tarikatların okumalarını engellediği kızlar, düşüncelerine baskı kurulan gençler ve ekonomik özgürlükleri elinden alınan geniş kitleler, onları sindirmek isteyenler Atatürk'ü ötekileştirdikçe Atatürk'ün değerlerini içselleştiriyorlar. Birileri tam tersini hedeflese de, laikliğin, cumhuriyetin ve sosyal devletin demokrasi ve özgürlük için önemini kavrıyorlar.
Yani toplum tamamıyla karanlığa gömülmüyor. Aksine toplumsal yapımızda içten içe, aydınlığa doğru büyük bir dönüşüm dinamiği filizleniyor.
* * *
Bu demek oluyor ki, sesleri kısılan ve kesilen tüm kesimlerin en gür sesi gelecekte kimler olacak sorusunun yanıtı da açıkça ortaya çıkıyor:
...Türk gençliği ve Türk kadını...
(Haber Ekspres, 21 Nisan 2009)
14 Nisan 2009
TEĞET GEÇENLER, BÖĞRÜ DELİNENLER... - ZAFER YAPICI
Geçtiğimiz günlerde, kısa adı ASKON olan Anadolu Aslanları İşadamları Derneği'nde "Küresel Kriz ve Türkiye Ekonomisi" konulu bir konuşma yapan Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, "Hane halkının durumu iyi. Bankaların durumu iyi. Özel sektörün durumunda da o kadar çok korkulacak bir şey yok" dedi.
Değerli okurlarım, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin bir Devlet Bakanı'nın bu sözleri söylemesi, Başbakan Erdoğan'ın "teğet geçti" yaklaşımının siyasal iktidar nezdinde hala kabul görüyor olduğunu kanıtlamaktadır.
Yani bizi yönetenlere göre ortada kriz miriz yok!
Ortada kriz yoksa önlem almaya da gerek yok!
Meğer bizler Bakan'ın deyimi ile "hane halkı" olarak güllük-gülistanlık bir Türkiye'de yaşıyormuşuz da farkında değilmişiz!...
* * *
"Hane halkının durumu iyi" diyen Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'e şu soruyu sormamız gerekmez mi?...
Sayın Bakan, siz Türkiye'de mi yoksa İngiltere'de mi yaşıyorsunuz?
Eğer Türkiye'de yaşıyor ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin bir Bakanı iseniz kapanan fabrikaları, çöken sanayiyi, bitmekte olan tarımı ve bunların sonucunda oluşan işsizliği ve yoksulluğu nasıl izah edeceksiniz?...
Yoksulların, işsizlerin; kısaca yurttaşların arasında dolaşmıyor musunuz? İşçiyi, memuru, esnafı, sanayiciyi, köylüyü, çiftçiyi, engelliyi, işsizi, yetimi, öksüzü, kimsesizi, şehit ailelerini ve onuru ile yaşam mücadelesi veren yoksulları, geceleri yatağa aç giren çocukları görmüyor musunuz?
Onların feryatlarını duymuyor musunuz?
Yoksa görüp de görmezlikten, duyup da duymazlıktan mı geliyorsunuz?...
* * *
Siz Sayın Bakan, "banka patronu hanesi" ile "hane halkı"nın durumunu aynı kefeye koyarak, hane halkı için nasıl "durumu iyi" dersiniz?
Ya biz sizinle farklı bir ülkede yaşıyoruz, ya da siz "hane halkı" üyelerinin gözlerinin içine baka baka gerçekleri saptırıyorsunuz.
* * *
Değerli okurlarım, düşük gelirli grupları krizin etkilerinden korumak için geniş kapsamlı önlemler alınması gerekiyor. Ancak siyasal iktidar ne yazık ki bu konuda bugüne kadar girişimlerde bulunmadı.
Yoksulu sadakaya muhtaç etti. Devlet gelirlerini adaletli bir biçimde dağıtmadı, verimli bir biçimde kullanmadı.
Kriz ortamında, işsizliğin ve buna bağlı olarak yoksulluğun çığ gibi arttığı bir süreçte insanlarımız geçim sıkıntısı çekerken; Başbakan'a 60 milyon dolara yeni bir lüks uçak ve Tekirdağ Valisi Aydın Nezih Doğan'a banka promosyonu ile makam aracı olarak kullanılmak üzere piyasa değeri 113 bin Euro (220 bin TL) olan 2009 model sıfır kilometre cip alınması neyin nesi?
Başbakan'a Ata, Ana, GAP uçakları ve OBA helikopteri, Tekirdağ Valisi'ne Renault Safran, Renault Megane ve Mercedes marka üç makam aracı yetmiyor mu? Yoksa onların modası geçti mi?
Sayın Başbakan ve Sayın Vali; 60 milyon dolar verip aldığınız uçağı ve 113 bin Euro verip aldığınız 2009 model cipi, halkınız geçim sıkıntısı içindeyken onların gözlerinin içine baka baka nasıl kullanacaksınız?...
... Bir de Başbakan'ın yeni uçağının adı Doğu Anadolu Projesi.
Siyasal iktidar, Doğu Anadolu'da artan yoksulluğa karşı önlemler alacağına, önlemlere aktarılabilecek kaynaklarla alınan başbakanın yeni uçağına "Doğu Anadolu Projesi" adını veriyor.
Ne denir bilmem ki!
* * *
Değerli okurlarım, yeni uçakların, yeni ciplerin alınması işsizliği ve yoksulluğu önlemiyor, istihdam yaratmıyor...
Aksine, devletin kıt kaynaklarının israf edilmesi anlamına geliyor.
Yönetenler pasta yiyor, yönetilenler ise yoksulluk içinde bir dilim ekmek için sadakaya muhtaç hale geliyor.
Bu kriz ortamında AKP'nin uyguladığı yanlış politikalar ve umursamazlık; işçinin, memurun, esnafın, sanayicinin, köylünün, çiftçinin, engellinin, işsizin, yetimin, öksüzün, kimsesizin, şehit ailelerinin, onuru ile yaşamaya gayret eden yoksulların, akşamları yatağa aç giren insanlarımızın "böğrünü delip geçti".
Saltanat sürenleri ve pasta yiyenleri ise "teğet geçti".
Halkın böğrünü delip geçen krizi "teğet geçti" söylemiyle örtmek isteyen AKP'ye halk, oylarıyla sandıkta teğet geçti.
Sarı kart gösterdi.
Görünen o ki, "böğrü delinenler", böğürlerinin delinmesine karşı önlem almayanlara kırmızı kartı ilk genel seçimlerde göstermeye hazırlanıyor...
(Haber Ekspres, 14 Nisan 2009)
Değerli okurlarım, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin bir Devlet Bakanı'nın bu sözleri söylemesi, Başbakan Erdoğan'ın "teğet geçti" yaklaşımının siyasal iktidar nezdinde hala kabul görüyor olduğunu kanıtlamaktadır.
Yani bizi yönetenlere göre ortada kriz miriz yok!
Ortada kriz yoksa önlem almaya da gerek yok!
Meğer bizler Bakan'ın deyimi ile "hane halkı" olarak güllük-gülistanlık bir Türkiye'de yaşıyormuşuz da farkında değilmişiz!...
* * *
"Hane halkının durumu iyi" diyen Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'e şu soruyu sormamız gerekmez mi?...
Sayın Bakan, siz Türkiye'de mi yoksa İngiltere'de mi yaşıyorsunuz?
Eğer Türkiye'de yaşıyor ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin bir Bakanı iseniz kapanan fabrikaları, çöken sanayiyi, bitmekte olan tarımı ve bunların sonucunda oluşan işsizliği ve yoksulluğu nasıl izah edeceksiniz?...
Yoksulların, işsizlerin; kısaca yurttaşların arasında dolaşmıyor musunuz? İşçiyi, memuru, esnafı, sanayiciyi, köylüyü, çiftçiyi, engelliyi, işsizi, yetimi, öksüzü, kimsesizi, şehit ailelerini ve onuru ile yaşam mücadelesi veren yoksulları, geceleri yatağa aç giren çocukları görmüyor musunuz?
Onların feryatlarını duymuyor musunuz?
Yoksa görüp de görmezlikten, duyup da duymazlıktan mı geliyorsunuz?...
* * *
Siz Sayın Bakan, "banka patronu hanesi" ile "hane halkı"nın durumunu aynı kefeye koyarak, hane halkı için nasıl "durumu iyi" dersiniz?
Ya biz sizinle farklı bir ülkede yaşıyoruz, ya da siz "hane halkı" üyelerinin gözlerinin içine baka baka gerçekleri saptırıyorsunuz.
* * *
Değerli okurlarım, düşük gelirli grupları krizin etkilerinden korumak için geniş kapsamlı önlemler alınması gerekiyor. Ancak siyasal iktidar ne yazık ki bu konuda bugüne kadar girişimlerde bulunmadı.
Yoksulu sadakaya muhtaç etti. Devlet gelirlerini adaletli bir biçimde dağıtmadı, verimli bir biçimde kullanmadı.
Kriz ortamında, işsizliğin ve buna bağlı olarak yoksulluğun çığ gibi arttığı bir süreçte insanlarımız geçim sıkıntısı çekerken; Başbakan'a 60 milyon dolara yeni bir lüks uçak ve Tekirdağ Valisi Aydın Nezih Doğan'a banka promosyonu ile makam aracı olarak kullanılmak üzere piyasa değeri 113 bin Euro (220 bin TL) olan 2009 model sıfır kilometre cip alınması neyin nesi?
Başbakan'a Ata, Ana, GAP uçakları ve OBA helikopteri, Tekirdağ Valisi'ne Renault Safran, Renault Megane ve Mercedes marka üç makam aracı yetmiyor mu? Yoksa onların modası geçti mi?
Sayın Başbakan ve Sayın Vali; 60 milyon dolar verip aldığınız uçağı ve 113 bin Euro verip aldığınız 2009 model cipi, halkınız geçim sıkıntısı içindeyken onların gözlerinin içine baka baka nasıl kullanacaksınız?...
... Bir de Başbakan'ın yeni uçağının adı Doğu Anadolu Projesi.
Siyasal iktidar, Doğu Anadolu'da artan yoksulluğa karşı önlemler alacağına, önlemlere aktarılabilecek kaynaklarla alınan başbakanın yeni uçağına "Doğu Anadolu Projesi" adını veriyor.
Ne denir bilmem ki!
* * *
Değerli okurlarım, yeni uçakların, yeni ciplerin alınması işsizliği ve yoksulluğu önlemiyor, istihdam yaratmıyor...
Aksine, devletin kıt kaynaklarının israf edilmesi anlamına geliyor.
Yönetenler pasta yiyor, yönetilenler ise yoksulluk içinde bir dilim ekmek için sadakaya muhtaç hale geliyor.
Bu kriz ortamında AKP'nin uyguladığı yanlış politikalar ve umursamazlık; işçinin, memurun, esnafın, sanayicinin, köylünün, çiftçinin, engellinin, işsizin, yetimin, öksüzün, kimsesizin, şehit ailelerinin, onuru ile yaşamaya gayret eden yoksulların, akşamları yatağa aç giren insanlarımızın "böğrünü delip geçti".
Saltanat sürenleri ve pasta yiyenleri ise "teğet geçti".
Halkın böğrünü delip geçen krizi "teğet geçti" söylemiyle örtmek isteyen AKP'ye halk, oylarıyla sandıkta teğet geçti.
Sarı kart gösterdi.
Görünen o ki, "böğrü delinenler", böğürlerinin delinmesine karşı önlem almayanlara kırmızı kartı ilk genel seçimlerde göstermeye hazırlanıyor...
(Haber Ekspres, 14 Nisan 2009)
09 Nisan 2009
İHTİYACIMIZ VAR...-ZAFER YAPICI
Özgürce kullandığımız oyların çöplere atılmadığı, yakılıp imha edilmediği, yok sayılmadığı bir demokrasi anlayışına...
Temiz siyaset ve dürüst yönetimlere...
Öfkeyle değil, sevgiyle bakan; olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan, "ben değil, biz" diyen bakanlara, başbakanlara...
Cumhuriyet bilincine ihtiyacımız var.
* * *
Muhalefetin demokrasi için önemine inanan iktidarlara...
Yoksulluğu ve işsizliği kader olmaktan çıkaracak, yolsuzluğun karşısına korkmadan dikilecek yüreklere...
Sevgiye, dayanışmaya ve hakça paylaşmaya ihtiyacımız var.
* * *
Köylüye, çiftçiye; onun üreteceği tohuma, sebzeye, meyveye, ete, süte, yağa, buğdaya...
Pamuğa, tütüne, pancara...
Mahalledeki bakkala, esnafa ve üreten sanayiciye...
Her alanda istihdam yaratacak yatırımlara ihtiyacımız var.
* * *
Gençlerimizin iyi yetiştirildikleri, geleceğe ümitle bakacakları bir ülkeye...
Kadınların ezilmedikleri, ayrımcılığa tabi tutulmadıkları bir düzene ihtiyacımız var.
* * *
Milli egemenliğe, milli bağımsızlığa, milli birliğe ve beraberliğe...
Yurtta barışa, dünyada barışa...
Dış politikada içi boş şovlara değil, gerçekten onurlu bir duruşa...
Çağdaşlaşma, bilimsellik ve akılcılığa...
İnsan sevgisine...
Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye ihtiyacımız var.
* * *
Kısaca ihtiyacımız var Mustafa Kemal Atatürk'ün felsefesini anlamaya, anlatmaya.
"Ne mutlu Türk'üm" demeye ihtiyacımız var.
(Haber Ekspres, 7 Nisan 2009)
Temiz siyaset ve dürüst yönetimlere...
Öfkeyle değil, sevgiyle bakan; olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan, "ben değil, biz" diyen bakanlara, başbakanlara...
Cumhuriyet bilincine ihtiyacımız var.
* * *
Muhalefetin demokrasi için önemine inanan iktidarlara...
Yoksulluğu ve işsizliği kader olmaktan çıkaracak, yolsuzluğun karşısına korkmadan dikilecek yüreklere...
Sevgiye, dayanışmaya ve hakça paylaşmaya ihtiyacımız var.
* * *
Köylüye, çiftçiye; onun üreteceği tohuma, sebzeye, meyveye, ete, süte, yağa, buğdaya...
Pamuğa, tütüne, pancara...
Mahalledeki bakkala, esnafa ve üreten sanayiciye...
Her alanda istihdam yaratacak yatırımlara ihtiyacımız var.
* * *
Gençlerimizin iyi yetiştirildikleri, geleceğe ümitle bakacakları bir ülkeye...
Kadınların ezilmedikleri, ayrımcılığa tabi tutulmadıkları bir düzene ihtiyacımız var.
* * *
Milli egemenliğe, milli bağımsızlığa, milli birliğe ve beraberliğe...
Yurtta barışa, dünyada barışa...
Dış politikada içi boş şovlara değil, gerçekten onurlu bir duruşa...
Çağdaşlaşma, bilimsellik ve akılcılığa...
İnsan sevgisine...
Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye ihtiyacımız var.
* * *
Kısaca ihtiyacımız var Mustafa Kemal Atatürk'ün felsefesini anlamaya, anlatmaya.
"Ne mutlu Türk'üm" demeye ihtiyacımız var.
(Haber Ekspres, 7 Nisan 2009)
01 Nisan 2009
İZMİR TÜRKİYE'YE MODELDİR - ZAFER YAPICI
Değerli okurlarım 29 Mart Yerel Seçimleri sonucunda İzmir'de Cumhuriyet Halk Partisi tarihi bir zafer kazandı. AKP, iktidar partisi olmasına rağmen ağır bir yenilgi aldı.
Oluşan bu tablonun nedenlerinin gelecek günlerde birçok sosyolojik araştırmaya konu oluşturacağı kesin.
İzmir'deki söz konusu tablo hakkında ben de, gelecek araştırmalarda yol gösterici olması amacıyla bu yazımda bazı çözümlemelerde bulunacağım.
* * *
İzmir'de yerel seçim sonuçları kısaca şunları göstermiştir:
1- İzmirli seçmenin demokrasi bilinci oldukça yüksektir. Demokrasinin tehdit ve tehlike altında olduğunu algıladığı anda, demokrasiyi koruma amacıyla kararlı tepkiler verebilmektedir. İzmir'de AKP'nin demokrasi karşıtı söylem ve uygulamaları karşısında, CHP, demokrat kimliğiyle büyük oy oranlarına erişebilmiştir.
2- İzmirli seçmenin ekonomi bilinci oldukça yüksektir. Türkiye'de ekonomik yıkımın tek nedenini küresel ekonomik kriz olarak sunma konusunda iktidar, medya aracılığıyla büyük bir kampanya yürütmüştür. Oysa CHP, krize çözüm olarak sunduğu ekonomik önerileriyle, iktidarın ekonomik programının yanlışlarını netlikle ortaya koymuştur. Bu öneriler, CHP örgütü ve yerel medya aracılığıyla toplum düzleminde tartışılmaya başlamıştır. İzmir seçmeni, ekonomik sorunların bir kader olmadığı, yönetim yanlışlarının ekonomik krizi keskinleştirdiği ve CHP'nin ekonomik programının çözüm olduğu konularında ikna olmuştur.
3- İzmirli seçmen, CHP'yi, toplumsal bölünmeleri tetikleyici değil, toplumsal birleşmeyi sağlayıcı bir parti olarak değerlendirmiştir. AKP'nin etnik, dinsel-mezhepsel ve ideolojik bölünmeleri kışkırttığı bir ortamda CHP, tüm toplumsal bölünmeleri aşan söylemi ve kimlik politikasına yönelttiği tutarlı eleştiriler ile "halkın partisi" konumuna tırmanmıştır. CHP'li belediyelerin ayrımcılığı reddeden uygulamaları toplumda CHP'ye yönelik ilgiyi daha da arttırmıştır. İzmir halkı, CHP'nin Türkiye'yi bütünleştireceğine inandığı için CHP'de birleşmiştir.
4- İzmirli seçmen, özgürlükle Atatürk ilke ve devrimleri arasındaki bağlantıyı içselleştirmiştir. Bu nedenle, daha fazla özgürlük için de CHP'ye yönelmiştir. İzmir'de CHP adına en umut verici gelişme, gençlik ve kadınların partiye yönelik ilgileridir. Bu ilgi, yakın gelecekte CHP'nin gençliğin ve kadınların temel özgürlük platformu olacağını açıkça ortaya koymaktadır.
5- İzmirli seçmen, CHP'yi dürüstlükle özdeşleştirmiştir. Bu toplumsal bilincin ortaya çıkmasında iki önemli etken bulunmaktadır. a. AKP'nin rantçılığı, yolsuzlukları ve CHP yönetiminin bu yolsuzlukları açığa çıkarma konusundaki üstün gayreti. b. Başta CHP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu olmak üzere CHP'li belediyelerin dürüst yönetimleri ve halkçı uygulamaları.
* * *
Sonuç olarak İzmirli seçmen toplumsal sorunların nedenlerini en erken çözümlemiş ve tepkilerini en kararlı bir biçimde sandığa yansıtmış seçmen kategorisidir.
Demokrasi, ekonomi, toplumsal bütünleşme, özgürlük ve dürüstlük konularında İzmirli seçmenin kararlılığının Türkiye'ye yayılacağı bir süreç bizleri bekliyor.
İzmir, Türkiye için bir model olarak ortaya çıkıyor...
* * *
İzmir'in bir model olarak başarısı, İzmir'in seçtiği yönetimlerin başarısıyla doğrudan bağlantılı olacak. Bu nedenle İzmir'in belediye yönetimlerine büyük bir sorumluluk düşüyor.
Belediye yönetimlerinin kısaca şunları yapması gerekiyor:
1- Demokrasiyi yerel düzlemde kurumsallaştırmak için çalışmalar geliştirmeli. Toplumun belediye yönetimine katılması konusunda inisiyatif almalı. Partizanlıktan ve yandaş kayırmacılığından uzak durmalı.
2- Bütçesinin izin verdiği ölçüde ekonomik sorunlara çözüm arayışına girmeli. Sosyal devlet ilkesinin gereklerini, sadaka uygulamalarıyla arasındaki farkı belirginleştirerek yerine getirmeli.
3- Etnik köken, mezhep vb. gibi kimlik konularının hizmet akışını yönlendirmesine izin vermemeli. Kendine oy vermeyen kesimleri kazanmaya çalışmalı.
4- Özgürlük alanını genişletmeye; gençliği ve kadını merkeze almaya yönelik projeler üretmeli.
5- Dürüstlükten en ufak bir taviz bile vermemeli. Rantçılığa ve yolsuzluğa karşı kararlı bir duruş sergilemeli.
* * *
İzmirlilerin kararlılığı, belediyelerin başarılarıyla birleşirse Türk siyaseti bir iki sene içinde, İzmir'in öncülüğünde bambaşka bir tabloyla karşılaşabilir.
Ancak bunun için çok çalışılması gerektiği de açık...
Görünen o...
(Haber Ekspres, 31 Mart 2009)
Oluşan bu tablonun nedenlerinin gelecek günlerde birçok sosyolojik araştırmaya konu oluşturacağı kesin.
İzmir'deki söz konusu tablo hakkında ben de, gelecek araştırmalarda yol gösterici olması amacıyla bu yazımda bazı çözümlemelerde bulunacağım.
* * *
İzmir'de yerel seçim sonuçları kısaca şunları göstermiştir:
1- İzmirli seçmenin demokrasi bilinci oldukça yüksektir. Demokrasinin tehdit ve tehlike altında olduğunu algıladığı anda, demokrasiyi koruma amacıyla kararlı tepkiler verebilmektedir. İzmir'de AKP'nin demokrasi karşıtı söylem ve uygulamaları karşısında, CHP, demokrat kimliğiyle büyük oy oranlarına erişebilmiştir.
2- İzmirli seçmenin ekonomi bilinci oldukça yüksektir. Türkiye'de ekonomik yıkımın tek nedenini küresel ekonomik kriz olarak sunma konusunda iktidar, medya aracılığıyla büyük bir kampanya yürütmüştür. Oysa CHP, krize çözüm olarak sunduğu ekonomik önerileriyle, iktidarın ekonomik programının yanlışlarını netlikle ortaya koymuştur. Bu öneriler, CHP örgütü ve yerel medya aracılığıyla toplum düzleminde tartışılmaya başlamıştır. İzmir seçmeni, ekonomik sorunların bir kader olmadığı, yönetim yanlışlarının ekonomik krizi keskinleştirdiği ve CHP'nin ekonomik programının çözüm olduğu konularında ikna olmuştur.
3- İzmirli seçmen, CHP'yi, toplumsal bölünmeleri tetikleyici değil, toplumsal birleşmeyi sağlayıcı bir parti olarak değerlendirmiştir. AKP'nin etnik, dinsel-mezhepsel ve ideolojik bölünmeleri kışkırttığı bir ortamda CHP, tüm toplumsal bölünmeleri aşan söylemi ve kimlik politikasına yönelttiği tutarlı eleştiriler ile "halkın partisi" konumuna tırmanmıştır. CHP'li belediyelerin ayrımcılığı reddeden uygulamaları toplumda CHP'ye yönelik ilgiyi daha da arttırmıştır. İzmir halkı, CHP'nin Türkiye'yi bütünleştireceğine inandığı için CHP'de birleşmiştir.
4- İzmirli seçmen, özgürlükle Atatürk ilke ve devrimleri arasındaki bağlantıyı içselleştirmiştir. Bu nedenle, daha fazla özgürlük için de CHP'ye yönelmiştir. İzmir'de CHP adına en umut verici gelişme, gençlik ve kadınların partiye yönelik ilgileridir. Bu ilgi, yakın gelecekte CHP'nin gençliğin ve kadınların temel özgürlük platformu olacağını açıkça ortaya koymaktadır.
5- İzmirli seçmen, CHP'yi dürüstlükle özdeşleştirmiştir. Bu toplumsal bilincin ortaya çıkmasında iki önemli etken bulunmaktadır. a. AKP'nin rantçılığı, yolsuzlukları ve CHP yönetiminin bu yolsuzlukları açığa çıkarma konusundaki üstün gayreti. b. Başta CHP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu olmak üzere CHP'li belediyelerin dürüst yönetimleri ve halkçı uygulamaları.
* * *
Sonuç olarak İzmirli seçmen toplumsal sorunların nedenlerini en erken çözümlemiş ve tepkilerini en kararlı bir biçimde sandığa yansıtmış seçmen kategorisidir.
Demokrasi, ekonomi, toplumsal bütünleşme, özgürlük ve dürüstlük konularında İzmirli seçmenin kararlılığının Türkiye'ye yayılacağı bir süreç bizleri bekliyor.
İzmir, Türkiye için bir model olarak ortaya çıkıyor...
* * *
İzmir'in bir model olarak başarısı, İzmir'in seçtiği yönetimlerin başarısıyla doğrudan bağlantılı olacak. Bu nedenle İzmir'in belediye yönetimlerine büyük bir sorumluluk düşüyor.
Belediye yönetimlerinin kısaca şunları yapması gerekiyor:
1- Demokrasiyi yerel düzlemde kurumsallaştırmak için çalışmalar geliştirmeli. Toplumun belediye yönetimine katılması konusunda inisiyatif almalı. Partizanlıktan ve yandaş kayırmacılığından uzak durmalı.
2- Bütçesinin izin verdiği ölçüde ekonomik sorunlara çözüm arayışına girmeli. Sosyal devlet ilkesinin gereklerini, sadaka uygulamalarıyla arasındaki farkı belirginleştirerek yerine getirmeli.
3- Etnik köken, mezhep vb. gibi kimlik konularının hizmet akışını yönlendirmesine izin vermemeli. Kendine oy vermeyen kesimleri kazanmaya çalışmalı.
4- Özgürlük alanını genişletmeye; gençliği ve kadını merkeze almaya yönelik projeler üretmeli.
5- Dürüstlükten en ufak bir taviz bile vermemeli. Rantçılığa ve yolsuzluğa karşı kararlı bir duruş sergilemeli.
* * *
İzmirlilerin kararlılığı, belediyelerin başarılarıyla birleşirse Türk siyaseti bir iki sene içinde, İzmir'in öncülüğünde bambaşka bir tabloyla karşılaşabilir.
Ancak bunun için çok çalışılması gerektiği de açık...
Görünen o...
(Haber Ekspres, 31 Mart 2009)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)