01 Mayıs 2011

SONUCU BELLİ YARIŞ- ZAFER YAPICI


Geçen hafta ülke gündemini en çok meşgul eden konulardan biri üniversite sınavıyla ilgili iddialardı.
Önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve son olarak da YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, ÖSYM Başkanı’nın “yok efendim, şike yok” gibi içi boş ve dayanaksız açıklamalarından tatmin olduklarını açıkladılar.
Savcılık tarafından başlatılan soruşturma tamamlanmadan yürütmenin tüm başları sıcağı sıcağına; peşinen “tatminlerini” ilan ettiler. Yargı kararını vermeden konu hakkındaki kesin yargılarını bildirdiler.
AKP güdümlü medya da olayı kapatmak için üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirdi. Konu diğer medya organlarında bir süre yer buldu, sonra her toplumsal olgu gibi unutulma sürecine girdi.
Sonra konuyu unutturmamaya çalışanlar hakkında psikolojik bir baskı kurulmaya başlandı. İddiaları seslendiren gazeteciler ve kanaat önderleri, seçimlere giderken AKP’yi yıpratmak için siyaset yapmakla suçlandı. Seçimlere giderken siyasi iktidarı yıpratmak için siyaset yapmak, demokratik bir hak olarak değil yeni bir suç türü olarak tanımlanmaya başlandı…
Bu olay sıradan bir olay değil!
Söz konusu iddialar, yaklaşık 1.7 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiriyor. Sınava giren gençlerimizin ailelerini de düşünürsek 8-10 milyon kişi eder. Yüksek öğretim sınavında başarılı olan gençlerimizin Türkiye’nin gelecek yıllarını şekillendirecek kadrolar olacakları düşünüldüğünde bu iddialar sadece gençlerimizin yahut gençlerin ailelerinin değil hepimizin geleceğini doğrudan ilgilendiriyor.
Bunun için iddiaları hasıraltı etme çalışmalarına inat, şike iddialarının gerçeği yansıtmadığı kanıtlanmadıkça bu konuyu gündemde tutmamız gerekiyor.
* * *
Değerli okurlarım, ahlakın yerini gücün aldığı ve toplumumuzun güce tapar bir biçimde dönüştürülmeye çalışıldığı bir süreç yaşıyoruz.
Bir taraftan iddiaların üstleri kapatılırken diğer taraftan topluma şöyle bir siyasal düşünce modeli öneriliyor: “Bakın, adamlar kendi dershanelerine gidenlerin, kendilerine yakın olan kesimlerin gelecekleri için her şeyi yapıyorlar. O nedenle sınavlarda başarılı olmak istiyorsan, zeki olmana veya çok çalışmana bile gerek yok, onların dershanelerine git. Onlara yakın ol. Onlara uy. İyi bir kariyer yapmak ancak böyle mümkün olabilir”.
Böyle bir düşünce modelinin toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenmesinin engellenmesi, eğer varsa kayırmacılık yapanların cezalandırılması ile mümkün. Dolayısıyla, eğer kayırmacılık yapanlar bir şekilde cezasız kalırlarsa, yukarıda aktardığım düşünce modeli daha da kuvvetlenecek.
İnsanlar, geleceklerinin siyasal iktidara yakınlıkları ölçüsünde biçimleneceği konusunda hemfikir olacaklar.
Çocuklarını 1980’lerin depolitizasyonuna benzer bir biçimde, depolitize ama eşzamanlı olarak AKP’nin sembolleştirmelerini kullanmak zorunda olduklarına inandırılmış, güdümlü ve sessiz bireyler olarak yetiştirmeye çalışacaklar. İktidardan hoşnutluklarından dolayı değil, çocuklarının geleceklerini ancak bu yolla garanti edebileceklerine olan inançlarından dolayı…
* * *
Değerli okurlarım, toplumsal değişme sürecinde stratejik bir eşikteyiz. Ya toplumca “oyunun kurallarına” uygun bir biçimde yaşamlarımıza devam edeceğiz. Ya da oyunun kurallarını ahlak, adalet ve eşitlik düzlemlerinde değiştirmek için inisiyatif alıp ses çıkaracağız!
Ya kişisel geleceğimiz uğruna kişiliğimizi kaybedip düzene uyacağız. Sonuçta geleceğimizi de kaybedeceğiz...
Ya da onurlu bir gelecek kurmak için mücadele edeceğiz. Bu düzeni değiştireceğiz!
12 Haziran 2011 onun için önemli…
(Haber EkspresGazetesi- 09-04-2011)

Hiç yorum yok: