01 Mayıs 2011

23 NİSAN 2006’DAN 2011 YGS’YE… ZAFER YAPICI


Hepiniz şu planlı ve trajikomik oyunu hatırlarsınız…
TBMM Başkanı Bülent Arınç, 2006 yılı 23 Nisan kutlamalarında koltuğunu “çocuk” diye 21 yaşındaki bir İmam-Hatipliye vermişti. Yirmi bir yaşındaki bu miniğimiz (!) TBMM kürsüsünden İmam-Hatip kavgasını gündeme getirerek şunları söylemişti: “Bizim önümüze ne koyarsanız koyun, dağlar, taşlar… Bilin ki, biz en zirveye çıkacağız. Dağları taşları da, dünyayı da koysanız en iyi üniversiteleri kazanacağız, en iyi yerlere geleceğiz.”
Bülent Arınç da bu mağduriyet edebiyatının ardından “ülkede bir rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma tartışması vardır” diyerek Cumhuriyet kurumlarını hedef alan sözler söylemişti. Daha sonra ise laikliğin yeniden tanımlanması gerektiğini söyleyerek misyonu bir adım daha öteye taşımıştı!
* * *
Eğer yirmi bir yaşında, bıyıklı bir miniğe (!) 23 Nisan’da TBMM kürsüsünden bu sözler sarf ettiriliyor ve arkasından TBMM Başkanı daha da ileri giderek rejimin sahibi olma tartışmasının olduğunu söyleyebiliyorsa; bu ülke Mustafa Kemal’in Türkiyesi olmaktan çıkmıştır.
Orası kesin…
Peki, 2011’de yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda yaşanan şifre olayları, 2006’da yirmi bir yaşındaki miniğimizin mesajının gereğinin yapıldığını ve hukuk ile laik eğitimin yandaşlık ağlarıyla çökertildiğini ifade eden bir gösterge olabilir mi?
İktidar şifre tartışmasından kaçtıkça, dokuz yıllık AKP iktidarı döneminde bilinmeyen ve ortaya çıkarılamayan şifrelerin yaşanmış olabileceği ve bu sayede yandaşların en iyi üniversiteleri kazanıp en iyi yerlere gelmiş olabileceği düşünülemez mi? Kamu kurum ve kuruluşlara yerleştirilen bu yandaşlar aracılığıyla AKP’nin iktidarını daha da güçlendirmiş olabileceği düşünülemez mi?...
Bununla da kalmayıp siyasal iktidarın bu güce dayanarak rejimi sorgulama, anayasanın ilk dört maddesi başta olmak üzere tüm anayasayı yeniden düzenleyip kendi zihniyetine göre şekillendirme, ardından da “ileri demokrasi durağında inme” konusunda girişim başlatılabileceği düşünülemez mi?...
Tüm bu sorular, toplumda seslendiriliyor… Ne yazık ki, ülkenin temel kurumlarına güvenin yitirildiği sancılı bir süreçteyiz.
* * *
YGS ile ilgili şifre iddiaları ilk ortaya atıldığında Haber Ekspres’teki köşemizde şunları yazmıştık:
Bu olay sıradan bir olay değil!
2011 YGS’de ortaya çıkarılan şifre iddiası, yaklaşık 1.7 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiriyor. Sınava giren gençlerimizin ailelerini de düşünürsek 8-10 milyon kişi eder. Yükseköğretim sınavında başarılı olan gençlerimizin Türkiye’nin gelecek yıllarını şekillendirecek kadrolar olacakları düşünüldüğünde bu iddialar sadece gençlerimizin yahut gençlerin ailelerinin değil hepimizin geleceğini demokratik, laik sosyal hukuk devletimizin geleceğini de doğrudan ilgilendiriyor.

Ahlakın yerini gücün aldığı ve toplumumuzun güce tapar bir biçimde dönüştürülmeye çalışıldığı bir süreç yaşıyoruz.

Bir taraftan iddiaların üstleri kapatılırken diğer taraftan topluma şöyle bir siyasal düşünce modeli öneriliyor: “Bakın, adamlar kendi dershanelerine gidenlerin, kendilerine yakın olan kesimlerin gelecekleri için her şeyi yapıyorlar. O nedenle sınavlarda başarılı olmak istiyorsan, zeki olmana veya çok çalışmana bile gerek yok, onların dershanelerine git. Onlara yakın ol. Onlara uy. İyi bir kariyer yapmak ancak böyle mümkün olabilir”.

Böyle bir düşünce modelinin toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenmesinin engellenmesi, eğer varsa kayırmacılık yapanların cezalandırılması ile mümkün. Dolayısıyla, eğer kayırmacılık yapanlar bir şekilde cezasız kalırlarsa, yukarıda aktardığım düşünce modeli daha da kuvvetlenecek.

İnsanlar, geleceklerinin siyasal iktidara yakınlıkları ölçüsünde biçimleneceği konusunda hemfikir olacaklar.

Çocuklarını 1980’lerin depolitizasyonuna benzer bir biçimde, depolitize ama eşzamanlı olarak AKP’nin sembolleştirmelerini kullanmak zorunda olduklarına inandırılmış, güdümlü ve sessiz bireyler olarak yetiştirmeye çalışacaklar. İktidardan hoşnutluklarından dolayı değil, çocuklarının geleceklerini ancak bu yolla garanti edebileceklerine olan inançlarından dolayı…

Toplumsal değişme sürecinde stratejik bir eşikteyiz. Ya toplumca “oyunun kurallarına” uygun bir biçimde yaşamlarımıza devam edeceğiz. Ya da oyunun kurallarını ahlak, adalet ve eşitlik düzlemlerinde değiştirmek için inisiyatif alıp ses çıkaracağız!

Ya kişisel geleceğimiz uğruna kişiliğimizi kaybedip düzene uyacağız. Sonuçta geleceğimizi de kaybedeceğiz...

Ya da onurlu bir gelecek kurmak için bu düşünce sistemiyle mücadele edeceğiz. Bu düzeni değiştireceğiz!

* * *

Düşünüyorum da, 2006 yılında yirmi bir yaşındaki bıyıklı miniğimizin sözleri, 2011’in YGS’sine ışık tutuyor belki de…

Siyasal iktidar, süreci unutturmakla ve muhalif sesleri kesmeye çalışmakla meşgul… Böylelikle toplumsal dönüşümü istediği noktaya taşıyabileceğini, insanları oyunun yeni kurallarına uyumlu bir biçimde dönüştürebileceğini düşünüyor belki de. Bu gelişmeler toplumdaki güven bunalımına daha da büyütüyor. Bugün bir kez daha görülüyor ki bu güven bunalımı, bu kokuşmuş düzen ancak sizler ağırlığınızı koyarsanız değişebilir.

12 Haziran bu konuda büyük bir fırsat olamaz mı?...

Oy önemli. Oyun bozmak önemli.

12 Haziran’da sandık başında, geleceğiniz üzerinde oynanan oyunu, bilinçle kullanacağınız oy ile bozmaya ne dersiniz?
(Haber Ekspres Gazetesi- 23-04 2011)

Hiç yorum yok: