Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ilköğretim okullarında öğrenciler her gün dersler başlamadan önce topluca şu andı içerler:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!”
* * *
Değerli okurlarım, İstanbul’da 23 Temmuz 2011 tarihinde Mazlum-Der ve Özgür- Der’in de aralarında olduğu çeşitli İslami kuruluşların birlikte gerçekleştirdiği bir protesto yürüyüşü yapıldı. Yürüyüş Fatih Postanesi önünden başladı. Saraçhane Parkı’nda son buldu.
Bu yürüyüşte yeni eğitim-öğretim yılıyla ilgili talepler dile getirildi.
İşte o talepler ve pankartlarda yazılı olanlardan bazıları:
• “Kemalist Şoven Ant Dayatmasına Son!”
• “Andımız Başörtümüzdür.”
• “Irkçı Andı Reddediyoruz.”
• “Andımız İslam’a Uygun Olmalıdır.”
• “Kemalist Şartlandırmaya Hayır!”
• “Kemalizm’in Değil, Rabbimizin Kuluyuz!”,
• “Irkçı-Kemalist Müfredata Son!”
• “Milli Güvenlik Dersleri Kaldırılsın!”
• “Okulda Kışla Düzenine Son!”
• “İslami Kimlik Şerefimizdir!”
• “Her Kademede Başörtüsüne Özgürlük!”
• “Anadilde Eğitim Yasağına Hayır!”
• “Neden İnanmadığım Değerler Üzerine Ant İçmeye Zorlanıyorum?”
• “Niçin Okula Başörtümle Gidemiyorum?”
Eylemin esas akılda kalan kısmı, ilköğretim 5. sınıf öğrencisi Hayrunnisa Sağlam’ın, her sabah kendilerine okutulan andı benimsemediklerini ve “Ey büyük Atatürk! Gösterdiğin amaçta…, Varlığım Türk varlığına…” gibi ifadelerin kendi inançlarını yansıtmadığını söylemesi veya ona bunların söylettirilmesi oldu.
Eylemin amacını açıklayan Güney Uzun, eylemi düzenleyen İslami kuruluşlar Özgür-Der, Mazlum Der ve İHH olarak eğitimle ilgili taleplerini Başbakanlığa ve Milli Eğitim Bakanlığına ilettiklerini belirtti.
Güney Uzun resmi ideolojik baskı ve dayatmaların en yoğun hissedildiği alanın eğitim olduğunu söyledi. “Çocuklarımız okuldaki günlerine askeri düzende, adeta emir-komuta anlayışında, tek-tipçi bir ortamda başlıyorlar. Ant töreni ile de tam bir beyin yıkama, inkar ve asimilasyona tabi tutuluyorlar. Bu ırkçı, varlığını ulusa armağan eden, Ulu Önder’i kutsayan, hatta putlaştıran anlayış Müslüman kimliğimiz inancımızla ters düşmektedir. Hamd ve secde edilecek yegane varlık olarak Allah’ı gören, ırk üstünlüğünü, kişi ve kurumları kutsamayı reddeden inancımız çocuklarımıza söylettirilen ‘Andımız’ adlı yeminle çatışmaktadır” dedi.
* * *
Değerli okurlarım, isterseniz şimdi de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ve yeni Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in geçmişte bu konuyla ilgili neler söylediğine bir bakalım!...
Abdullah Gül: “…’Ne mutlu Türküm lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönüşmüştür…”
Recep Tayip Erdoğan: “Yahu, milletin bütünlüğü ‘ne mutlu Türküm diyene’ ifadesiyle sağlanır mı? Osmanlı otuzu aşkın etnik grubu ümmet düşüncesiyle bir araya getirdi. Biz de inanç birliğiyle tutacağız”,
“Türklük bir alt kimliktir”,
“Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor. Yahu bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu. Sen bunu önüne geçemezsin ki”…
Ömer Dinçer: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu sırada ortaya atılan Cumhuriyet ilkesinin zayıfladığını ve işlevini kaybettiğini görüyoruz. Halk için ve halk adına yönetim diye tabir edilen Cumhuriyet kavramının aslında artık bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememiz de mümkündür. Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerine İslam ile bütünleşmenin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerine; daha çok katılımcı, daha ademi merkezi, daha Müslüman bir yapıya devretmesi sorumluluğu ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum.”
* * *
Değerli okurlarım, “Türküm” sözcüğüyle başlayan ve “Ne Mutlu Türk’üm diyene” ifadesi ile biten andımıza yönelik bir başkaldırıdır yukarıda anlattıklarım.
Aslında Atatürk’e; Atatürk’ün ilke ve devrimlerine ve laik eğitime yönelik bir başkaldırıdır bu yürüyüşler ve sözler…
Nihai amaçları bu istemlerini Anayasa’ya yerleştirmektir. Cumhuriyetin kurtuluş ve kuruluş felsefesini işlevsiz hale getirmektir…
Biri Cumhurbaşkanı, biri Başbakan, biri Milli Eğitim Bakanı.
Diğerleri sivil (!) toplum örgütleri…
Hep birlikte aynı şarkıyı söylüyorlar…
Gün geçmiyor ki, ilkelerimize ve devrimlerimize dil uzatılmasın. Gün geçmiyor ki bu ilke ve devrimlere yönelik etkisizleştirme girişimleri yapılmasın.
Peki, biz Atatürkçüler, Kemalistler, vatanseverler, aydınlar, ulusalcılar…
Sesimizi ne zaman çıkartacağız? Ne zaman değerlerimize sahip çıkacağız?
Ne zaman Bursa Nutku’nu okuyacağız?
Ne zaman “yeter artık” diyeceğiz?
Bu değerlerimizi de kaybedersek, geride kaybetmediğimiz ne kalacak?...
(01.08.2011, Haber Ekspresi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder