Geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye’deyken “Suriye’de Esad yönetimi artık meşru değil” açıklamasını yapmıştı.
Esad yönetimini gayrimeşru ilan etmek, bu yönetimi devirmek için gerçekleştirilecek bir uluslararası operasyonu meşru görmekle aynı anlama gelmekteydi.
Nitekim ABD bu açıklamasının ardından aynı argümanı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne de taşıdı.
Ağustos ayının başında Güvenlik Konseyi toplantılarında Suriye’nin kınanması ve hükümetin gayrimeşru sayılması konuları tartışıldı.
Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri Çin ve Rusya Federasyonu ile Brezilya, Lübnan ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi geçici üyeleri olası bir operasyona karşı bir tutum sergiledi.
Sonuç olarak Konsey’in uzun pazarlıklar sonunda varabildiği ortak metinde, Esad ve yönetimine reformları bir an önce hayata geçirmesi telkin edildi. Çözümün ancak hükümetin öncülüğünde olacağı ibaresi yer aldı. Konsey’in çözümün adresi olarak hükümeti göstermesi Esad yönetiminin uluslararası düzlemde hala meşru görüldüğünü kanıtladı. Diğer taraftan şiddetten dolayı asıl sorumlunun hükümet güçleri olduğu eleştirisi satır aralarında yer aldı. Böylelikle büyük güçlerin istemleri arasında bir denge yaratıldı.
Bu metnin Suriye’ye müdahale olasılığını zayıflattığı düşünülebilirdi. Ancak çok geçmeden Batılı büyük güçler, geçmişte olduğu gibi BM Güvenlik Konseyi kararlarını dikkate almayan uygulamalara girişme sinyalleri vermeye başladılar.
Geçtiğimiz cumartesi gecesi geç saatlerde ABD Başkanı Barack Obama, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Suriye konusunda telefon görüşmeleri yaptı. Görüşmelerin ardından Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, “Liderler Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejiminin Suriye halkına karşı ayrım yapmaksızın devam eden şiddet kullanımını kınıyor. Liderler BM Güvenlik Konseyi’nin 3 Ağustos’ta yayınladığı kınama metnine katılmakla birlikte, Esad rejimine baskıyı arttırmak ve Suriye halkını desteklemek için adımlar atılması gerektiği konusunda hemfikir” denildi.
Böylelikle üç batılı lider, BM Güvenlik Konseyi’nde alınan kararı yeterli görmediklerini, baskıyı arttırma konusunda ortak girişimde bulunma niyetinde olduklarını ilan ettiler. Dahası ABD Dışişleri Bakanlığı Suriye’de bulunan Amerikalılara, ülkeyi “derhal terk edin” uyarısı yaptı.
Bu gelişmeyle eşzamanlı olarak Körfez İşbirliği Konseyi, Suriye’de “dökülen kanın” durması uyarısında bulunarak, acil reform çağrısı yaptı. Bahreyn, Kuveyt, Katar, Umman, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden oluşan konsey, bugüne kadar Suriye konusunda net bir pozisyon takınmamıştı.
* * *
Görünen o ki, yanıbaşımızda; Suriye’de yaşananlar konusunda uluslararası kamuoyu ikiye bölünmüş durumda.
Birinci grup, Esad yönetimini devirmek için acil bir müdahaleden yana. İkinci grup ise müdahaleye karşı… Ülkede yeniden istikrarın sağlanmasında iktidarın gerekli önlemler almasını yeterli görüyor.
Türkiye, bu süreçte birinci grup ile eşgüdüm halinde. Clinton’un yukarıda aktardığım kritik açıklamayı Türkiye’de yapması, Türkiye’nin tutumunu net bir şekilde ortaya koymuştu. Son olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suriye’de muhaliflere yönelik olarak sürdürülen operasyonları “Ramazan ayına daha kanlı bir ortamda girilmesi asla kabul edilebilecek ve sessiz kalınabilecek bir gelişme değildir” diyerek yüksek tondan eleştirdi.
* * *
Değerli okurlarım, Irak’a yönelik olarak ABD’nin BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan yaptığı operasyonun Irak’ı kan gölüne çevirdiği ve ülkede istikrarın hala sağlanamadığı ortada.
Bu durumda Suriye’de de benzer bir durumun yaşanması, bu ülkede de PKK gibi terörist örgütlerin yerleşebileceği denetimden uzak bir ortam yaratır.
Bu demek oluyor ki, Türkiye’nin güvenliği Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmaktan geçmektedir.
Operasyonun, gelecekteki bir İran operasyonunun hazırlayıcısı olacağı konusu dünya basınında tartışılıyor ki bu durum Türkiye’nin yanıbaşındaki üç ülkenin de kargaşaya sürüklenmesi anlamına gelir. Türkiye, terör, mülteciler, ticaretin aksaması gibi
birçok sorunla karşı karşıya kalabilir.
Ancak Türkiye buna rağmen ABD ile aynı çizgide bir dış politika izliyor. Libya’yı bölme konusunda Libyalı muhaliflerin yaptığı toplantılar Türkiye’de gerçekleşiyor. Suriye yönetiminin meşru olmadığı Clinton tarafından Ankara’da ilan ediliyor!
Değerli okurlarım esas sorun da bu. BM hukukuna aykırı bir biçimde kuvvet kullanımı sürekli tekrarlanırsa, ortada bir BM sistemi kalmaz. Olur ya, hukuksuzluk ortamında bir gün aynı yöntemle, aynı güçler Türkiye’ye karşı da kuvvet kullanırlarsa, Türkiye hangi argümanla buna itiraz edecektir?
Yokedilmesine kendi hükümetinin dolaylı katkı sağladığı uluslararası hukuk argümanıyla mı?
(08.08.2011, Haber Ekspres)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder