03 Ekim 2011

TÜRKÇE TÜRK ULUSUNUN SES BAYRAĞIDIR- ZAFER YAPICI


26 Eylül 1932 tarihinde İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda Birinci Türk Dil Kurultayı toplandı…

Aradan geçen 79 yılın ardından kurultaylar unutuldu, işlevsizleştirildi. Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması ve Türkçenin korunması ve etkin kullanımı için alınması gereken önlemler, Meclis araştırma komisyonlarının göstermelik toplantılarına terk edildi.

Eğitim sistemimiz, düşünce kodlarımız, ekonomimiz, dış politikamız, yönetim anlayışımız kuşatma altında. Bunlarla bağlantılı olarak; belki de bunların görüntüsü olarak dilimiz de… Bazı yabancı diller ile Türkçe’nin karışımından oluşan adlar (cümbüsh, dönerchi, eskidji, simitland, börek center…) tabelalara çoktan yerleşti. Radyo ve televizyon programlarında geçen Türkçe için anlamsız sözcükler (maytaba almak, cızlamı çekmek, oha falan olmak, okey, bye…) özellikle gençlerin dağarcıklarına sızmakta. Internet kullanımı yeni ve çarpık bir dil yaratıyor. Birçok üniversitemizde; hatta orta öğretim kurumlarımızda eğitim dili Türkçe değil! Tüm bu yabancılaşma örneklerinin bir “moda oyunu”nun gereği olarak sunulduğu “popüler kültür” açmazıyla karşı karşıyayız. Yabancılaşmanın getirdiği siyasal edilgenliğin Batı çıkarlarına karşı ılımlı muhafazakar(!) iktidarın işine gelmesi açmazımızı daha da büyütüyor…

Değerli okurlarım, bugünkü eğitim sistemimiz ezberciliğe, kültürsüzlüğe, araştırmanın ve düşünmenin reddine olanak tanımaktadır. Bunun sonucunda bilinçli olarak sunulan “yeni dili” konuşan toplum modelleri yaratılmak istenmektedir. Geleneklere, kültüre ve dile aykırı davranışların; nezaketsizliklerin artması bu modellerin kabul görmesiyle ortaya çıkmaktadır. Atatürk: “Milli Eğitim’in ne olduğunu bilmekte hiçbir tereddüt kalmamalıdır. Bizde Milli Eğitim esas olduktan sonra onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da milli yapmak zarureti münakaşa edilemez” demekle Milli Eğitim’in ne kadar önemli olduğunu bizlere anlatarak gereğini yapmamızı istemiyor muydu?

Örneğin relaks olmak, cv, okey, spontane, full-time, koordinasyon, absürt, partner, okeylemek, misyon, vizyon, departman, security, imitasyon, adisyon, dizayn, bye bye gibi sözcükler günlük kullanım diline sızmış durumda. Bu gibi sözcüklerin bilinçli yahut bilinçsiz bir biçimde kullanımını dilimizi unutturmaya yönelik girişimler olarak tanımlanamaz mı?

Değerli okurlarım, dilimizin yabancılaştırılmasını yani dil faciasını önlemek, Türkçe’nin etkin kullanımını ve korunmasını gerektirmektedir.

Son dönemde dildeki yabancılaşma karşısında bir girişim TBMM’den geldi. 13.02.2007 tarihinde 106 milletvekili tarafından “Türkçe’deki Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçe’nin Korunması ve Etkin Kullanımı için Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Araştırma Komisyonu” uzmanların da görüşlerini alarak görevini üç ay sonra bitirdi. Komisyonun araştırmaları sonucunda ne verilere ulaşıldı? Hangi önlemler meclis gündemine taşındı dersiniz?...

Somut bir önlem yok. Somut araştırma sonuçları yok, somut uygulamalar yok.

Dileğimiz Ekim ayında TBMM çatısı altında çalışmalara başlayacak milletvekillerinin ilk işlerinin “Türkçe’deki Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçe’nin Korunması ve Etkin Kullanımı için Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla” yeni bir komisyonu kurmak olmasıdır. Bu da yetmez komisyon raporları halka duyurulmalı, gereken tedbirler yasama ve yürütme organları tarafından alınmalıdır.

İşte o zaman, “Artistlik yapma lan. El kol hareketi çekme. Ananı da al git. Onları hoplatacağım. Densiz…Şuursuz…Nasipsiz. Kes ulan sesini. Otur ulan oturduğun yerde, her şeye burnunu sokma…”, “Babalar gibi özelleştirme yapacağız. Vergileri tiko toplayacağız. Bana yamuk yapanları oyarım…” gibi üsluplar kullanılmaz…

Türk milleti olarak bu ve buna benzer üslupları anlamakta güçlük çekiyoruz. Aktarılan nezaketsiz laflar ne birer atasözü, ne deyim, ne de kalıplaşmış sözdürler. Bu tür konuşmalarını “halkın içinden geldik, bu halk lisanıdır” deyip kullanarak, hem halkı hafife alıyorlar, hem de halka saygısızlık yapıyorlar.

Kısacası onların kullandıkları dil halk dili değildir. Halk bu değildir!

Rıfat Ilgaz ne güzel söylemiş:

Bak, devrim ne güzel!
Barış ne güzel!
Dayanışma, özgürlük,
Hele bağımsızlık…
En güzeli sevgi.
Sev Türkçeni çocuğum.
Dilini sevenleri sev…

Değerli okurlarım, bugünkü yazımı Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleriyle bitirmek istiyorum: “Türk demek Türkçe demektir”, “Milli his ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli olması, milli hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkelerin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır”, “Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, alakalı olmasını isteriz.”

Atatürk’ün vasiyetini yerine getirmek için ulusça ikinci bayrağımız olan ses bayrağımızı; Türkçemizi koruyup etkin kullanmalıyız.

Ülkemizin ve dilimizin kuşatılmasına asla izin vermemeliyiz…

(Haber Ekspres Gazetesi-03 Ekim 2011)

Hiç yorum yok: