24 Aralık 2009

YASAMA DA SUSTURULURSA!... - ZAFER YAPICI

Anayasa'nın yasama yetkisiyle ilgili 7. maddesi şöyle der: "Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Bu yetki devredilemez."

Ayrıca Anayasa'nın 87. maddesine göre TBMM'nin görev ve yetkilerinden biri Bakanlar Kurulu'nu ve bakanları denetlemektir.

* * *

Değerli okurlarım, 2010 yılı bütçesinin görüşmeleri TBMM'de 14 Aralık 2009 tarihinde başladı. Bu görüşmeler kapsamında önce muhalefet liderleri konuşmalarını yaptılar. Ardından Başbakan Erdoğan kürsüye çıktı. Başbakan Erdoğan, cevap hakkı doğuran ve bir o kadar da tahrik edici sözler içeren konuşmasının ardından muhalefet sıralarından yükselen seslerden rahatsız olunca Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin'e dönerek, "Siz mi susturursunuz, ben mi susturayım" dedi.

* * *

Bu veciz söz (!) üzerine şu soruları sormamız gerekmez mi?

1. Yürütmenin yani Bakanlar Kurulu'nun başı olan Başbakan nasıl oluyor da kendini ve bakanlarını denetleyen yasamayı temsil eden TBMM Başkanı'na "Siz mi susturursunuz, ben mi susturayım" diyebiliyor?

2. Başbakan "TBMM üyelerini susturmak" söyleminde nasıl bulunabiliyor?

* * *

Kendini TBMM üyelerini susturacak güçte görmesi ve bunu Türk milletinin gözleri önünde dile getirmesi Başbakan'ın demokrasi anlayışını ortaya koymuyor mu? Başbakan bu cesareti ve yetkiyi kendisinde nasıl bulabiliyor? Başbakan bu gücü nereden alıyor? Demokrasiye ve hukuka saygısı olan bir başbakan bu tip davranışlar sergileyebilir mi?...

Ne acı değil mi değerli okurlarım. Ama daha acı olanı, Türk Milleti adına yasama yetkisini devredilemez kılması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin başkanı sıfatını taşıyan Mehmet Ali Şahin'in de bu davranış karşısında aciz, çaresiz ve sessiz kalmasıdır.

AKP'de biat kültürünün kurumsallaşmış olduğu yüzlerce örnekle ortada. Ancak Türkiye Cumhuriyeti devlet yönetimine bu biat kültürünün taşınmaya çalışılması esas düşündürücü olan...

Devlet protokolünün üçüncü sırasında yer alan başbakanın, ikinci sırada yer alan TBMM başkanına bu şekilde davranması devlet geleneğimize uygun mu?...

* * *

Kuvvetler ayrılığı; yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirlerinden ayrı, bağımsız ve aynı zamanda birbirlerini denetleyebilir olmalarını ifade eder. Bu güçler birbirlerinden ayrıldıkça parlamenter demokrasi güçlenir.

Peki bizde parlamenter demokrasi gerçekten mevcut mu?...

Ülkemizde yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız mı? Bir başka ifadeyle yasama, yürütme ve yargı kendi serbest iradeleri ile hareket edebiliyor mu?...
Cevabı çok net... Hayır!

* * *

Yürütmenin yasama üzerindeki baskısına örnek teşkil edebilecek bir diğer olay da geçtiğimiz günlerde yaşandı.

Abdi İpekçi Parkı'nda üç gündür eylem yapan Tekel işçilerine 17 Aralık 2009 tarihinde 12 CHP milletvekili ve yöneticisi destek ziyaretinde bulunmuştu.

Ancak işçiler ve onları haklı davalarında yalnız bırakmayan CHP'liler polisin biber gazı ve suyla müdahalesine hedef oldular. Birçok milletvekili de biber gazından etkilendi...

Yürütmenin bir üyesi olan İçişleri Bakanı'nın bilgisi dahilinde yasamaya yani milletvekillerine polisler tarafından biber gazının sıkılmış olması yürütmenin yasama üzerindeki baskısını gözler önüne sermiyor mu?

* * *

Değerli okurlarım, yürütmenin (hükümetin-başbakanın) hem yasamayı (Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni) ve onun başkanını hem de yargıyı baskı altında tutacak; bu erklerin kendi iradeleri ile serbestçe karar vermelerini önleyecek girişim ve davranışlarda bulunması parlamenter demokrasinin güçlü olmasını engellemektedir...

* * *

Bugün eğer parlamenter demokrasinin güçlü olması gerçekten isteniyor ise; kuvvetler ayrılığı ilkesini güvence altına alacak hukuksal tedbirler vakit geçirmeden alınmalıdır.

...Bilinmelidir ki gidişat, demokrasi konusunda hiç de iç açıcı değildir!...

(Haber Ekspres, 22 Aralık 2009)

Hiç yorum yok: